• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de ve genel olarak dünyada kadının siyasetten uzak kalmasına neden olan birçok kültürel ve yapısal faktör vardır. Bu faktörler farklı toplumlarda değişiklik gösteren türden olsalar da, bunları belli başlıklar altında toparlamak mümkündür. Öncelikle kadınlar, yüzyıllardır siyaset kurumunun dışında tutuldukları için, siyaset oyununun kurallarını ve bilgisini haiz değillerdir. Erkekler tarafından oluşturulan oyun kurallarının kadını dışlaması bir yana, kendilerine yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri sonucunda kadınlar kendileri de siyasete uzak kalmaktadırlar. Öteden beri kadının toplumsal konumuna ilişkin olarak oluşturulan algı, onu ev içi alana hapsederek, aile ve ev sorumluluklarını kadına yüklemiştir. Kadın ev dışında bir işte çalışsın ya da çalışmasın, öncelikli ve temel görevi ev işleri ile eş ve çocukların bakımı olarak düşünülmüştür. Dolayısıyla 25-35 yaş aralığı gibi siyaseten en verimli olunabilecek dönemlerinde kadınlar eve kapanmak zorunda kalmakta, erkeklerin siyasete dair edindiği tecrübe ve deneyimlerin de uzağında kalmaktadırlar. Nitekim birçok Avrupa ülkesinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, kadınların siyasetle ilgisi çocuk sayısıyla ters orantılıdır (Ayata, 1998: 69).

Sözen’e göre ise Türkiye’de kadının siyasetteki temsil oranının düşüklüğü, kadının herhangi bir siyasi görüşü olmadığı ya da siyasal konularda duyarsız olduğu

anlamına gelmez. Ona göre, kadının siyasette daha fazla yer almasına yol açan birtakım engeller vardır. Birincisi, kadınlar siyasette erkeğin başarısını kendi başarısı olarak görmeye odaklanmış kültürel kodlarla çevrelendiğinden bunu sorgulamamaya başlar. İkincisi, kadının, yine öğrenilmiş bir şekilde, siyasette erkekler tarafından temsil edildiğini düşünmesidir. Üçüncü engel ise, kadınların sorunlarının yine kendileri tarafından tartışılacağı sivil toplum kuruluşlarının yetersizliğidir. Bu yetersizlik ise temel olarak bu tür kuruluşların demokrasiye yapacağı katkının küçümsenmesi ve demokrasinin sadece mecliste yasa yapıcılar eliyle sağlanacak bir yönetim şekli olarak görülmesidir (Sözen, 2010: 311).

Daha önce de ifade edildiği gibi, Güneş-Ayata siyasal katılımı bireysel ve toplumsal siyasi katılım olarak ikiye ayırmaktadır. Ona göre bireysel siyasal katılım, genel vatandaşlık görevlerinden biri olan, ikili insan ilişkisi gerektirmeden tek başına yerine getirilebilen siyasal katılım türüdür ve en açık uygulaması da oy vermedir. Toplumsal siyasal katılım ise, ikili ilişkiler, grup davranışı ve sosyal faaliyet içerisinde gerçekleştirilen siyasal katılım türüdür. Toplumsal siyasal katılıma örnek vermek gerekirse; siyasi parti üyesi olmak, siyasette bir pozisyona aday veya üye olmak sayılabilir. Farklı niteliklere sahip olan bu iki farklı katılım türünde, kadınların karşılaştıkları sorunlar ve aldıkları roller farklılaşmaktadır. Türkiye’de kadınların ulusal düzeyde seçme ve seçilme hakkına kavuştuğu 1934 yılından bu yana, kadınlar bireysel siyasal davranış geliştirmeleri konusunda teşvik edilmekteyken, toplumsal siyasal davranış konusunda aynı desteği bulamamaktadırlar (Güneş-Ayata, 2011: 261-262).

Bireysel siyasal katılımı somut bir örnekle ele alacak olursak; görülür ki; kadınlar büyük oranda oy verme görevini yerine getirmekte ve bireysel siyasal katılımı gerçekleştirmektedir. Kadınların bireysel katılımı kocalarının etkisi altında gerçekleştirdikleri savını ise Güneş-Ayata, yaptığı çalışmada, bu kadınların büyük oranda eşlerine sormadan ya da eşlerinden farklı bir oy kullanma davranışı geliştirdiği sonucuna ulaşarak çürütmüştür. Türkiye’deki ataerkil aile yapısı içerisinde nasıl olup da kadınların kendi başlarına oy kullandıkları konusu ise, bu davranışın kadının kamusal alanla ilişkisini değiştirme niteliğinde olmaması ve

kadına ev dışı ilişkiler ve sorumluluklar getirmemesi olarak açıklanmıştır. Diğer bir ifadeyle, erkekler açısından eşlerinin nereye ve kime oy verdiği kontrol edilmeye değer bir davranış olmadığından, kadının bireysel siyasal katılımı en geleneksel siyasi oluşumlar tarafından bile desteklenmektedir. Türkiye’de genel olarak, kadının siyasete katılımı soyut bir şekilde düşünüldüğünde kabul görse de, somut bir aile bireyi olarak kadının siyasete girmesi tepkiyle karşılanmaktadır (Güneş-Ayata, 2011: 263-267).

Özel alanın beraberinde getirdiği sorumluluklar dolayısıyla kadının siyasi anlamda tecrübesiz olması kadının siyasal katılımı önündeki önemli engellerden biridir. Özel alan sorumlulukları altında ezilen ve siyaseten deneyim kazanamayan kadınlar, bu deneyimsizliklerini aşma noktasında mesleklerinde edindikleri deneyim ve başarıyı siyasete katılım yolunu açmak için kullanmaktadırlar. Zira aktif olarak siyasetin içinde olan kadınların özgeçmişleri incelendiğinde bu kadınların genellikle orta ve orta üst sınıfa ait iyi eğitim görmüş kadınlar oldukları görülür (Ayata, 1998: 70).

Özellikle çalışan kadınlar bağlamında düşünüldüğünde, bu kadınların hem işyerindeki sorumlulukların, işten arda kalan zamanlarda da evdeki sorumlulukların yükü altında ezildiği görülür. Çalışma yaşamı gibi kamusal bağlamlarda toplumsal ve siyasal olaylara ilgisi artan kadınlar, ev ve işteki sorumluluklardan siyasete ayıracak vakti bulamamaktadırlar. Üstelik kadınların tüm enerjilerini işyerine veriyor olmaları durumu dahi, onların iş hayatında üst pozisyonlar elde etmelerine yetmemektedir, zira iş hayatında da kadınlar karar alma mekanizmalarının dışında bir yerlerde konumlandırılmaktadırlar (Ayata, 1998:69-70).

Özel alan sorumlulukları ve deneyimsizliğin yanı sıra, para da kadınların siyasete katılımı önünde duran önemli bir engeldir. Gerek Türkiye’de gerekse dünya ülkelerinin çok büyük bir bölümünde parayı sadece kazanan değil, aynı zamanda kontrol de edenler erkeklerdir. Yaygın seçmen kesimlerine ulaşmanın giderek daha fazla parayı gerektirir olduğu günümüzde, maddi olarak güvencesiz hisseden kadın bu tür harcamalar yapmaya erkeklerden daha az istekli olmaktadır. Bu da onun aktif siyasetteki şansını azaltan bir faktör olarak rol oynamaktadır (Ayata, 1998: 70).

Kadının siyasete aktif katılımının önünde bulunan engeller, diğer kamusal alanlarda varlık göstermesinin önündeki engellerden farklı olmasa da, siyasal katılım çok az olduğu için siyasetteki bu engeller daha da keskinleşmekte, kadınların önündeki duvarlar bu alanda daha da büyümektedir. Bunun yanı sıra, kurumsal siyasetin kendine özgü çalışma şartları kadının özel hayata ilişkin olarak yerine getirmesi beklenen görevlerle çatıştığı için bu engeller daha da büyümektedir. Ayrıca, kamusal ve özel ayrımında siyasetin çok net bir şekilde kamusal alan içinde ve hatta kamusal alanı belirleyen bir şekilde konumlandırılması, kadının giderek daha fazla özel alana hapsedilmesini beraberinde getirmektedir. Veya daha iyimser durumlarda, kadının kadın kadına siyaset yapmasına izin verilmesi ya da kurumsal siyasette aktif bir şekilde yer alma hakkını bir şekilde elde edebilen kadınlarınsa kadınların özel alan sorumluluklarıyla bağdaştırılan “kadınsı” işlere yönlendirilmesi söz konusu olmaktadır. Diğer bir ifadeyle kadınlar, önemli siyasi kararların alındığı mekanizmalardan uzak tutulmaktadırlar. Kimi zaman ise, siyasi partilerde aktif olarak çalışan ve hatta yüksek mevkilere gelen kadınlar, resmi toplantılarda “görünseler” de gayrıresmi birtakım toplantılara katılamadıklarından, parti içinde ve siyasette etkin bir pozisyon elde edememektedirler (Güneş-Ayata, 2011: 264-265).