• Sonuç bulunamadı

“Halk tarafından yönetim” ifadesiyle özetlenebilecek klasik demokrasi teorisi, günümüz çağdaş demokrasilerinde uygulanması imkânsız bir “ideal” haline dönüşmüştür. “Halkın yönetiminin” seçimlerle mümkün kılınabildiği günümüz yönetimlerinde ise, seçimler katılmanın tek yolu olarak değerlendirilemez. Zira vatandaşlar bir parti örgütü veya farklı sosyal örgütlere üyelik sağlayarak da siyasal katılım gerçekleştirebilirler. Çeşitli yoğunluk ve düzeylerde gerçekleştirilen siyasal içerikli faaliyetler, belirli konularda iktidarı etkilemeye yönelik olarak gerçekleştirilir. Bunun ne kadar başarılabildiği tartışmalı bir konuysa da, toplum üyelerinin, özellikle de örgütlenmiş grupların ısrarlı çabalarıyla gerçekleştirdikleri siyasal katılım, yöneticilerin kararlarını etkileyebilme potansiyeline sahiptir (Kapani, 2010: 153-154).

Kapani (2010: 144)’ye göre katılma, “basit bir meraktan yoğun bir eyleme kadar uzanan geniş bir tutum ve faaliyet alanını kapsar”. Bir diğer tanıma göre katılım, yönetilenlerin yönetenleri etkileyerek onları kendi çıkar ve tercihleri doğrultusunda karar almaya sevk eden davranışlarda bulunması olarak ifade edilmektedir (Çaha vd., 2008: 55). Benzer şekilde Eroğul, siyasal katılmayı kısaca, “tarihin oyuncağı olmaktan kurtulup onun bilinçli yapımcısı durumuna gelmek” olarak tanımlar (Eroğul, 2012: 205). Bir başka tanımda ise siyasal katılma, vatandaşların karar alma süreci üzerinde etkili olacak biçimde, siyasal konularda bilgi sahibi olması ve siyasete ilişkin tutum ve davranışlarda bulunması şeklinde ifade edilmiştir (Taşdelen, 2011: 166). Bu ise ancak, bireylerin gerçek anlamda özerk olduğu ve kendini geliştirebildiği oranda tam olarak gerçekleşebilir (Turan, 2013:206).

Egemenliğin kaynağının halk olduğu demokratik rejimlerde, bireylerin siyasal özgürlüklerden yararlanabilmesini ve kendini yönetecek otoriteyi belirleyebilme,

etkileyebilme ve değiştirebilme gücüne sahip olmasını ifade eden siyasal katılma oy verme de dâhil olmak üzere bir dizi davranışsal etkinliği kapsar (Talaslı, 1996: 20- 21). Dahl katılmanın boyutlarını ilgi, önemseme, bilgi ve eylem olarak belirlemiştir (akt. Kapani, 2010: 144). Günümüz demokrasilerinde değişik yoğunluklarda gerçekleşebilen siyasal katılma, en alt düzeyde gazete veya televizyon gibi kanallar aracılığıyla siyasal olayları takip etme anlamını taşırken, en ileri düzeyde ise doğrudan doğruya olayların içinde aktif rol alarak bulunmayı ifade eder (Kapani, 2010: 145).

Nitekim Talaslı (1996: 15) da, demokrasinin özü olan siyasal katılımı, yönetim işlerinde görev almaktan oy kullanmaya kadar uzanan geniş bir alanda bireylerin siyasal alana ilişkin görüşlerini dile getirmesi ya da bizzat eyleme geçmesi olarak ifade etmiştir. Temsili bir niteliğe sahip olan günümüz demokratik sistemlerinde, geniş halk kitleleri, siyasal katılımı, kendi görüş ve çıkarlarını temsil eden siyasal parti, oda, sendika, dernek gibi kurum ve kuruluşlar eliyle sağlayabilmektedir. Bunlar arasında, özellikle siyasi partiler, ülkenin yönetimine aday kuruluşlar olarak siyasal katılmanın merkezi öğesi konumundadırlar (Talaslı, 1996: 15).

Siyasal katılmanın bireysel ve toplumsal olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Katılmanın bireysel boyutu ile temel olarak kastedilen, oy verme işlemidir. Oy verme sürecinin öncesi ve sonrasına nüfuz eden kamusal etkiler olsa dahi, eylemin kendisi tek başına gerçekleştirilir. Bir diğer ifadeyle bu süreçte kamusal alanla kurulan ilişki dolaylı bir ilişkidir. Siyasal katılmanın toplumsal boyutu ise doğrudan kamusal alanla ilişkiyi içerir. Zira toplumsal siyasal katılma bir siyasi partiye üye olmak ya da siyasi bir kadroya aday olma şeklinde gerçekleşir. Bu bağlamda, ataerkil düzenin cinsiyetçi işbölümüne herhangi bir tehdit oluşturmayan kadının bireysel siyasal katılımı, birtakım aksaklıklarla da olsa devam etmekteyken, kamusal eylem niteliği taşıyan siyasal temsil taleplerinin, cinsiyetçi işbölümünün altını oyacağı korkusuyla ötelendiği görülmektedir (Yaraman, 1999: 11-13).

Çaha ve diğerlerine (2008) göre ise siyasal katılım, bireysel düzeyde, grup düzeyinde ve siyasal partiler düzeyinde olmak üzere üç farklı yoldan gerçekleşir. Bireysel düzeyde siyasal katılım, bireyin seçimlerde oy kullanması ya da siyasi

olaylarla yakından ilgilenmesi şeklinde cereyan ederken, grup düzeyinde katılım ise bireyin bir grup içerisinde yer alarak siyasal iktidarın politikalarını etkilemeye çalışmasıyla gerçekleşir. Demokratik rejimlerde siyasal katılımın en yaygın, en temel ve en etkili aracı kurumu olarak adlandırılan siyasal partiler de bireylere siyasal katılım olanağı sunan üçüncü düzeydir. Daha net bir şekilde ifade etmek gerekirse, vatandaş birinci düzeydeki katılımda, siyasal sistem içinde kendini yakın hissettiği aktörleri etkilemeye çalışırken, ikinci düzeyde siyasal süreçten pay almaya çalışır. Bir siyasi parti aracılığıyla siyasal katılım sağlayan birey ise, siyasal sistemi tümüyle etkileme gayesi güder (Çaha vd., 2008: 62-63).

Eroğul siyasal katılıma ilişkin olarak, katılmayı olanaklı kılacak bir ortam ve katılmanın özneleri konusuna özellikle değinmiştir. Katılmaya elverişli bir ortamın her şeyden önce, devletin bağımsızlığı, yönetilenlerin can güvenliği ve eğitimi, uygun bir tüzel çevrenin varlığı, katılmayı engellemeyen bir ideolojik bağlam, yönetilenleri yönetim işlerinden haberdar eden bir iletişim düzeninin varlığı gibi şartları sağlaması gerektiğini belirten Eroğul, katılmanın özneleri konusunu hukuk açısından ve toplumbilim açısından ayrı ayrı değerlendirmiştir. Zira hukuksal açıdan bireylerin siyasal katılımının önündeki engellerin kaldırılması, aynı zamanda sosyolojik bir takım engellerin kaldırıldığı anlamına gelmemektedir. Türkiye’de veya dünyada birçok ülkede, yasal olarak herhangi bir sınırlama olmamasına karşın, cinsiyet, yaş, eğitim, meslek ya da sınıfsal konum gibi faktörler, katılımı önemli ölçüde etkileyebilmektedir (Eroğul, 2012: 200). Başka bir ifadeyle, yasal ancak şekilsel bir katılımın olması gerçek anlamda katılımın gerçekleştiği anlamına gelmemektedir.

Ayrıca, daha önce ifade edildiği gibi, demokratik sistemlerde, politika yapım sürecinin olmazsa olmazlarından biri de katılımdır. Ancak katılım, sadece bir toplantıya ya da siyasi gruba katılmak olarak nitelendirilmemelidir. Gerçek manada bir katılımdan söz edebilmek için şekilsel bir katılımdan ziyade katılınan yerde saygı ve kabul görmek, dinlenmek çok önemlidir. Ayrıca, katılımcı katıldığı ortamda öğrenebilmeli, kazanabilmeli ve iktidara ulaşmanın yollarına erişebilmelidir. Bir diğer ifadeyle katılım, kişileri uzlaşmak zorunda bırakmak ya da evet veya hayır

seçeneklerinden birine zorlamak değil, kişilerin birbirini eşit olarak kabul ederek ve birbirlerinin düşüncelerine karşı saygı duyarak etkileşim içinde olmaktır (Ataman, 1998: 28). Zira katılma, devlet veya bireyin sadece faydacı yaklaşması gereken bir olgu değil, her iki tarafında kendini dönüştürebilmek adına eline geçen fırsattır. Bir yandan, devlet katılıma kendini açtığı oranda, toplumdaki gerilimleri asgari düzeye indirme şansına kavuşurken, birey ise yaşamın her alanında hayatını etkileyen kararların alınması sürecinde payı olduğunu idrak ettikçe insan olma onurunu yaşayabilecekti (Eroğul, 2012: 205).

Tüm bu bilgiler ışığında, katılmaya ilişkin olarak Türkiye’deki durum incelendiğinde görülür ki, Talaslı’nın sözünü ettiği, genel olarak azgelişmiş ülkelerde yaygın olan katılma modeli olan “seçkinci katılma modeli” ülkemiz için de geçerli olan modeldir. Halk, tam anlamıyla bir katılım sergileyememekte, katılım seçimlerle sınırlı kalmaktadır (Talaslı, 1996: 116).

Siyasal katılım, hem ülkelerin farklı siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel koşullarına göre hem de ülke içinde yaş, eğitim düzeyi, meslek, gelir, yetişme yeri, aile, cinsiyet vb. gibi birçok faktöre göre farklı biçimlerde şekillenmektedir (Talaslı, 1996: 15). Siyasal katılım üzerinde belirleyici olan en önemli faktörlerden biri de cinsiyettir (Talaslı, 1996: 16).