• Sonuç bulunamadı

3. MATERYAL ve METOT

3.7. Geleneksel Yığma Yapılarda Genel Güçlendirme Yöntemleri

3.7.2. Türkiye’de Güçlendirme Uygulama ve Yöntemlerinin Gelişimi

Türkiye’de geleneksel yığma yapıların güçlendirme uygulamaları, Avrupa ve dünyadaki gelişimine göre daha geç başlanılmıştır.

Çağdaş güçlendirme uygulamalarının öncüsü Mimar Kemallettin Bey, 1924 yılında Mescid-i Aksa’nın onarımı için yıpranmış üst örtünün yenilenmesinde çelik detaylar kullanarak bunun uygulama projesini çıkarmıştır. Ancak bu proje daha sonra uygulanmamıştır (Yavuz 1996).

Tarihi eser ve yapıların bakımı, onarımı ve sorumlulukları Cumhuriyetin ilanından sonra birçok kuruma devredilmiştir. Osmanlı Dönemi’nden kalmış saray, kasır ve taşınır tüm eserler Türkiye Büyük Millet Meclisi himayesine alınmıştır. Camilerin bir kısmı özel mülkiyetlere devredilmiş, kale ve kule gibi anıtsal yapıların kullanım tasarrufu belediyelere bırakılmıştır.

1940 ve sonrasında yapılan kuramsal çalışmalarda tarihi yapılardaki sorunlar belirlenerek, sorunların giderilmesi için kaynak arayışına gidilmiştir. Kaynağın sınırlı ve yetersiz olması nedeniyle bu çalışmalar geliştirilememiştir. Ancak yapılacak imar plan düzenlemelerinde koruma bilincinin gerekliliği düşüncesi benimsenmiştir (Gülersoy 1981).

1930 ve sonrasında kurulan “Antikiteler ve Müzeler Müdürlüğü” nün yetersiz kalması nedeniyle, 1944 yılında “Eski Eserler ve Müzeler Umum Müdürlüğü” kurulmuştur. Bu müdürlük çalışmalarını hizmet ve isim değişimleri yaşayarak 1989 yılına kadar sürdürmüştür.

1951 yılında, 5805 sayılı kanunla “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek

Kurulu (GEEAYK)” kurulmuştur. Bu kurulun görevleri; Türkiye’de korunması gerekli tarihi ve

mimari özellikleri taşıyan anıtlar ve taşınmaz eski eserlerin korunması, bu konuyla ilgi yapılan uygulama çalışmalarını kontrol etmek, anıtların onarımı ve güçlendirilmesi ile ilgili araştırmalar için bu kurula başvurabilecek, her türlü müdahalede bilimsel görüş bildirmekle yükümlü olmalarıdır. Bu kurulun kurulması ile anıtsal ve tarihi yapıların korunması için önemli bir çalışma başlatılmıştır. Türkiye’de 1967 yılında GEEAYK tarafından Venedik Tüzüğü kabul görmüş, ancak bu konuyla ilgili uygulamaya geçilmesi zaman almıştır. Tarihi ve kültürel kimliğe sahip olan yapılar tescillenmeye başlanmış olmasına rağmen kırsal alanlardaki kültür taşınmazlarının koruma altına alınması daha yavaş olmuştur (Alanyurt 2010).

Türkiye kültürel mirasın korunması ile ilgili Avrupa ve dünyada kabul gören bazı belgeleri imzalamıştır. Savaş veya ateşli silahlarla yapılan çatışma durumunda, kültürel mirasların korunması gerekliliğini öngören 1954 yılındaki La Haye sözleşmesini kabul etmiştir. Kültürel mirasın bulunduğu yerden çıkartılma, ithal ve özel mülkiyete devredilmesinin

engellenmesi gerektiği ve kanunsuz olduğunun kabul gördüğü Paris 1970 anlaşmasını imzalamıştır. Ayrıca Akdeniz’de Özel Koruma Alanlarının belirlendiği protokol Cenevre’de 1982 yılında, Arkeolojik Mirasın korunması ile ilgili Avrupa Sözleşmesi, Malta’da 1992’de imza altına alınmıştır (Madran 2001, Mahrabel 2006)

1973 yılında “Eski Eserler Kanunu” çıkarılmıştır. 1980 ve sonrasında kültür ve tabiat varlıklarının ayrılamaz ve bir bütün içerisinde değerlendirilmesi gerekliliği kabul görmüş ve “Eski Eserler” yerine “Kültür ve Tabiat Varlıkları” kavramları kullanılmaya başlanmıştır.

1982 yılında UNESCO’nun 1972 yılında Paris’te yapılan 17. Genel Konferansında, tüm insanlığın ortak kültürel mirası olan ve tabiat varlıklarını tanıtmak, bu mirasa sahip çıkmak ve bunun bilincini oluşturmak ile tahrip olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılmasını sağlamak amacıyla, “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme" kabul edilmiştir. 2658 sayılı ve 14.04.1982 yılında çıkarılan kanunla Türkiye’nin katılmış olduğu bu karar 1983 yılında 17959 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır. 1983 yılında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma kanunu yürürlüğe sokulmuş, 1951 yılında kurulan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kaldırılarak, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu ve Bölge Koruma Kurulları oluşturulmuştur.

1984 yılında bu kurulların görev alanları ve faaliyetleri belirlenerek ilgili çalışmalar başlatılmıştır (Kaderli 2014).

1985 yılında Avrupa Mimari Mirası Koruma Sözleşmesi, 1992 yılında “Avrupa

Arkeoloji Mirasının Korunması Sözleşmesi” yasa olarak çıkartılmıştır. Ancak Osmanlı

Döneminden günümüze kadar gelmiş bazı yasa ve yönetmeliklerin (2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile 2004yılından beri yürürlükte olan 5226 sayılı yasa), kültürel mirası korumadan uzak, tehdit niteliğinde hükümlere sahip olduğu bilinmektedir (ICOMOS 2013).

Türkiye’de geçmişten günümüze kadar birçok kurum ve kuruluşların oluşturulmasını destekleyen dünya ülkelerindeki koruma, restorasyon ve güçlendirme uygulamalarının bulunduğu 3534 sayılı kanunla 1985 yılında kabul edilmiştir. 1989 yılında “Avrupa Mimari

Mirasının Korunması Sözleşmesi” ile uygulama aşamasına geçilmiştir.

1999 yılında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 660 sayılı kararında Taşınmaz kültür varlıklarının, gruplandırılması bakım ve onarımları ile ilgili geleneksel yapılarda uygulanacak müdahale yöntemleri ile yapısal güçlendirme uygulamalarının koruma kurulları tarafından tespit edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu karara göre; Her yapının sorunlarını kendi özelinde değerlendirilmeleri gerektiği, yapılacak müdahaleler ve güçlendirme

3.MATERYAL VE METOT

uygulamalarında tüm yapılar için genelleme yapılamayacağı ve yapılması durumunda olumsuz sonuçları doğurabileceği için bu sınıflandırma ve genellemelerden kaçınılması gerektiği benimsenmiştir. Buna bağlı olarak “esaslı onarım” adı altında yapılan güçlendirme projelerinde “yapıların yıkılmaması ve yapının mevcut haliyle güçlendirilerek korunması gerekir” ilke kararı alınmıştır (Örmecioğlu 2010).

Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencilerinin 2000-2001 yıllarında Prof. Dr. Gül Asatekin başkanlığında “Koruma ve Uygulama çalışmalarında Ankara” Bildirgesi olarak bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada; yapının bulunduğu çevreyle bütünlük oluşturduğu, koruma kavramının yapı ve çevresiyle birlikte ele alınması gerekliliği, yapıların korunması için yapılan uygulamalarda meslek etiğinin önemi vurgulanmıştır. Tarihi yapılara yapılması ön görülen müdahalelerde doğruluk, bilimsellik ve uygulamaların tamamlanma sürecine kadar kabul edile projeye sadık kalınması gerektiği belirtilmiştir. Uygulama aşamalarında denetimin sağlanmasının, denetim yapacak kurumlardaki uzmanların gerekli ehliyete ve donanıma sahip olması ve teknolojinin gelişmesiyle uygulamalarda teknolojik ve bilimsel yöntemlerin göz ardı edilmemesi gerekliliği ifade edilmiştir. Koruma sürecinde sürdürülebilirliğin bu konuda uzmanlaşmış farklı disiplinlerden teknik elemanlarla, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve korunacak yapı ya da alanda yaşayan insanların katılımı sağlanarak bu temelin oluşturulmasıdır. Sürdürülebilirlikte katılımın yüksekliği koruma uygulamalarında kolaylık sağlayabileceği fikri benimsenmiştir (Asatekin ve ark. 2001).

2005 yılında “Koruma, Uygulama ve Denetim Büroları, Proje Büroları ile Eğitim

Birimlerinin Kuruluş, İzin, Çalışma Usul ve Esaslarına dair Yönetmelik” yürürlüğe girmiştir

(Resmi gazete 25842 sayı 2005).

Türkiye’de Eylül 2012-Mart 2013 tarihleri arasında “Tarihi ve Kültürel Mirası

Korumada Türkiye İçin Bir Tüzük” konulu çalıştaylar düzenlenmiş, sonrasında kültürel

mirasın korunması, sağlamlaştırılması ve yeniden kazandırılması için kararlar ve sonuç bildirgeleri hazırlanmıştır. Bu bildirgede; Kültürel Mirasın sürdürülebilirliğin sağlanması, Türkiye ve dünyadaki önemi ve etkinliği, koruma çalışmalarında gerekli koşullar sağlanması durumunda değişimin olabileceği ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi, değişim yapma zorunluysa bu değişimin nedenlerinin ortaya çıkarılması görüleri kabul görmüştür. Ayrıca kültürel mirasın bulunduğu doğal ortam koşullarında çevresindeki yapılaşma alanlarında değişimin sağlanması, kültürel mirasın kullanımına ve bulunduğu sosyal ortam ile işleve bağlı değişimlerin izlenmesi gerekliliği ifade edilmiştir. Tavsiye kararlarının yanında kültürel mirasın korunma sürecinde; Kültürel mirasın mevcut durumuyla belgelenmesi, kültürel envanter içinde yer alması, bu envanterlerin arşivlenmesinin koruma uygulamaları için yararlı olduğu

belirtilmiştir. Koruma İlkelerinde, özgünlük, bütünsellik, yapılacak müdahalelerin geri dönüşümüne dikkat edilmesi, koruma ve kullanma dengesine dikkat edilmesi, basit bakım ve onarımının düzenli yapılması ve müdahalelerin (bakım, basit onarım, restorasyon, rekonstrüksiyon ve yorumlama) belirli bir zaman içinde bitirilmesi gerektiği ortak görüş olarak belirtilmiştir (İSMEP 2014).

2013 yılında, ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi, Türkiye Milli Komitesi) tarafından çıkartılan bildirgede, 1982 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkartılan 2658 sayılı yasa ile “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair

Sözleşme” nin kabul edildiği belirtilmiştir. 1989 yılında 3534 sayılı yasa olan “Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi” ile 1999 yılında 4434 sayılı yasa ile kabul gören

“Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin getirdiği tüm koşullar ve sorumluluklar benimsenmiştir. Bu bildirgede mimari mirasının korunmasında özgünlüğünün bozulmadan kültürel ve estetik değerlerin korunması ilkesel olarak amaçlanmıştır. Korumanın etik olarak yapılan bilimsel araştırma ve çalışmaların, kültürel devamlılık ile üretimin sağlayan bir uygulama olduğu ve mimari mirasın sosyal ve kültürel bir bütünlük içinde ele alınması gerektiği belirtilmiştir. Mimari mirasa işlev verilmesi ekonomik cazibeyi arttırarak, sürdürülebilir çevrelerin oluşmasını sağlayacağı ifade edilmiş, koruma uygulamalarında uzmanlaşmış ekiplerin çalışmasının, bu durumun uygulamayı yapan, projelendiren ve denetimini sağlayan teknik elemanlar için geçerli olması konuyla ilgili uzmanlığa sahip olma gerekliliği vurgulanmıştır.

ICOMOS 2013 Bildirgesinde, mimari mirasa müdahale ilkelerine göre; mimarın

korunması için yapılacak müdahalelerde yapının özgünlüğünün korunması, tarihi belge ve izlere zarar vermemesi, yapıda gerçekleştirilen müdahalelerin geriye döndürülebilir olması, sonraki yapılacak çalışmaları yanıltmayacak ve yapının özgünlüğünü bozmayacak uygun yeni tekniklerin kullanılması ışığında koruma müdahalelerinin yapılması gerekliliği benimsenmiştir. Mimari mirasın proje hazırlama, uygulama ve denetim sürecinin yasalara (teknik şartname ve usuller) uygun yapılması, yapıda kullanılacak yeni malzemelerin, özgün malzemeye uygun seçilmesi, gerekli test ve analizlerin yapılması ile uygulamanın tüm aşamalarının kayıt altına alınarak belgelendirilmesinin yararlı olacağı ifade edilmiştir.

3.MATERYAL VE METOT