• Sonuç bulunamadı

Türk Notasına Sovyet Rusya’nın Yaklaşımı

1. BİRİNCİ BÖLÜM

1.2. Boğazlar Rejiminin Değişmesine Yönelik Türkiye’nin Politikası ve

1.2.1. Boğazlarda Rejim Değişikliği

1.2.1.1. Türkiye’nin Boğazlarda Rejim Değişikliği Üzerine 10 Nisan

1.2.1.2.2. Türk Notasına Sovyet Rusya’nın Yaklaşımı

Türkiye’nin Lozan’a taraf devletlere gönderdiği notada Türkiye’ye yönelen tehdidin Akdeniz’den geldiği şu şekilde belirtilmiştir:

“O zamandan beri (1923’den beri), Karadeniz vaziyeti her noktadan emniyet bahş bir müsalemet manzarası arzeder hale gelmiş, ve buna mukabil Akdeniz de yavaş yavaş bir kararsızlık teessüs etmeye başlamıştır....” 137

Bu noktada Boğazlar ile ilgili talep edilen değişikliğe sebep olan tehdidin Karadeniz üzerinden ele alınmaması Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne açıkça bir dostluk gösterisi olarak görülmüş ve Sovyetler Birliği’nin 14 Nisan 1936 tarihinde verdiği cevabı da aynı doğrultuda olmuştur. Sovyet Hükümeti 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’nda Boğazlar üzerindeki Türk egemenliğini kabul ettiğini vurgulamış, Türkiye’nin bölge üzerinde en güvenilir ülke olarak yer aldığının altını çizmiştir.138 Sovyetler Hükümeti’nin Türk teklifine destek vermesinin başlıca sebebi; Lozan’da geçen kıyıdaş olmayan yabancı devletlere verilen savaş gemilerinin Boğazlar’dan serbest geçişi hakkı Sovyetler Birliği tarafından tehlikeli görülmüştür.139 Türk notasının

136 Montreux ve Savaş Öncesi Yılları..., s.58-59. 137 Montreux ve Savaş Öncesi Yılları..., s.35. 138 Montreux ve Savaş Öncesi Yılları..., s.36.

ardından Sovyet tutumunu en iyi özetleyen yorum 14 Nisan 1936 tarihinde Pravda gazetesinde yer alan şudur:

“Eğer bugün Karadeniz’de sürekli bir barış varsa, bu birinci olarak Sovyetler

Birliği’nin izlediği barış siyasetinin, ikinci olarak da Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki dostça ilişkilerin sonucudur. Lozan Anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesi sorununu ortaya atmakla Türkiye kimseyi tehdit etmemekte, sadece kendi güvenliğinden emin olmak isteğiyle Boğazların tahkimatıyla zorunlu bir savunma tedbiri almayı düşünmektedir….Boğazları Türk egemenliğinin ayrılmaz parçası olarak gören hükümetimiz buna uygun hareket etmiştir….Türk Hükümeti’nin önerisi, barışın sağlamlaştırılmasına ve Türkiye Hükümetinin sınırlarının güvence altına alınmasına, dolayısıyla Karadeniz ve Akdeniz’de de barışın sağlanmasına hizmet etmektedir.”140

Sovyet Hükümeti Boğazlar’da Türk egemenliğini desteklemiştir. Ancak 1935- 1936 yıllarında kıyılarını korumayı hedefleyerek, denizaltılarını güçlendirmeye dayanan siyaseti yerine büyük gemiler inşa edip, denizlerde önemli bir güç olmayı istemiştir. Bu nedenle Türk notasındaki taleplerden “boğazların kapalılığı ilkesi” yeni hedefleri ile örtüşmemektedir. Boğazların kapalılığı meselesinde farklı politikaların yarattığı anlaşmazlığın yanısıra Montrö Konferansı öncesi Türk-Sovyet ilişkilerinde bir pürüz daha patlak vermiştir. Türkiye notasına Romanya’nın cevap notasında yer alan

“...anlaşmalarla kabul edilmiş olan topraklarını hiçbir zaman görüşme konusu etmediği ve hiçbir zaman etkileyemeyeceği gerçeği ışığında, Türk Hükümetinin Boğazlar konusunda destekleneceği...” ifadelerden Besarabya ilhakına141 atıfta bulunulduğu ve bu konuda Türk tarafından bir destek alındığını düşünmüşlerdir. Ancak Ankara

140 Komünist Enternasyonal Belgelerinde Türkiye Dizisi-1, Pravda, “Türkiye’nin Güvenliği ve Boğazlar

Rejimi Boğazlar Meselesi Lozan ve Montrö”, İstanbul, 1977, ss.98-100.

141 Besarabya bugünkü Moldova’yı içine alan bölgenin adıdır. 18. ve 19. yüzyıllarda Rus Çarlığı’nın sıcak

denizlere inme ve Balkanlardaki Ortodoksları koruma politikaları doğrultusunda yaptığı işgallerden biri de Osmanlı’nın Boğdanı’nın doğusu Besarabya’nın işgalidir. 1806-1812 tarihli Türk-Rus Savaşı’nın ardından Bükreş Anlaşması’yla Tatarlar Besarabya’yı terk etmek zorunda kalmışlardır. İşgal bölgenin Tatarlardan arındırılması ve Ortodokslaştırılmasıyla sonuçlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından galip devletlerden Romanya, Besarabya’yı ilhak ederek topraklarını genişletmiştir. Buna karşın SSCB, Romanya’nın ilhak ettiği toprakları daha sonra ilhak etmek amacıyla 1924 yılında Moldovia Özerk SSC kurmuş ve 1940’ta bölgeyi işgal ederek yeni siyasi dönemde SSCB’nin on altı cumhuriyetlerinden biri haline getirmiştir. Bkz. Süer Eker, “Doğu ile Batı Arasında Çıkmaz Yolların Kavşağında Yolunu Arayan Bir Ülke: Moldova”, Karadeniz Araştırmaları, sayı:43 (Güz 2014): 1-3.

Hükümeti Sovyetler’in bu meseledeki kuşkulu yaklaşımına karşı çıkmış, Türkiye’nin Sovyetler’in çıkarlarına aykırı bir girişimde bulunmadığını beyan etmiştir.142

SSCB’nin bu yıllardaki politikası Avrupa dengesi, Balkan Devletleri ile işbirliği ve ortak güvenlik noktalarında bir dış politika takip etmek olmuştur. Karadeniz üzerinde güvenlik ve Sovyet donanmasının Boğazlarda serbest geçişinin sağlanması için Türk notasına yönelik olumlu bir tutum sergilemiştir.143

1.2.1.2.3. Türk Notasına İtalya’nın Yaklaşımı

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Anadolu’nun işgaline katılmış olmasına rağmen, Türkiye ile ilişkilerini düzelten ilk devlet İtalya olmuştur. 1928’de Türkiye ve İtalya arasında Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Yargısal Çözüm Antlaşması imzalanmış ve İtalya’nın endişe verici emellerinin bir süre de olsa şüphe uyandırmadığı görülmüştür. Ancak Mussolini’nin 1930’larda sürdürdüğü yayılmacı politikasının etkisi Türk-İtalyan ilişkilerine de yansımıştır.144 Mussolini, Roma İmparatorluğu’nun mirası olarak gördüğü Akdeniz ve Ortadoğu’da yayılmacı siyaset izlemiştir. Türkiye de bu yayılma alanı içerisinde yer almaktadır. İtalya’dan adalar yolu ile gelebilecek saldırılar, korumasız Boğazlara kolaylıkla saldırabileceği endişesine sebebiyet vermiştir. Aynı zamanda İtalya’nın Balkanlar üzerindeki yayılmacı politikası da bilinmektedir. İtalya’nın Arnavutluk ve Yunanistan üzerinden Selanik’e inme planı İstanbul’u tehdit altında bırakmaktadır.145 Türk notasında Boğazların statüsünün değişmesi arzusunun, açıkça İtalyan tehdidine dayandırılması bu sebeplerle açıklanabilir.

Dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü, 1930 yılında düzenlenen Londra Deniz Konferansı’nda İtalyan mevkidaşı Grandi’nin “İtalya Bahr-i Sefid146’de kendi ve bütün

sahildar devletler için sulh ve emniyet ister.” şeklindeki beyanını tahlil ederken

İtalya’nın revizyonist politikalarını sürdürdüğü şeklinde yoruma açık olduğunu belirlemiş ve Tevfik Rüştü’nün bu yorumu Türkiye’nin İtalya’ya olan güvensizliğini

142 Montreux ve Savaş Öncesi Yılları..., s.43-50.

143 Feridun Cemal Erkin, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi (Başnur Matbaa, Ankara, 1968): 68. 144 Korkmazcan, İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Diplomasisi, s.15-16.

145 Yel, Değişen Dünya Şartlarında Karadeniz ve Boğazlar Meselesi, s.59-60. 146 Osmanlı’ca Akdeniz demektir.

ortaya koymuştur. Grandi’nin nutkunda İtalya’nın herhangi bir anlaşmaya taraf olabilmesinin kendisine uygulanmakta olan zorlama tedbirlerinin kaldırılması şartı ile olabileceğini söylemesi bir diğer dikkat çeken husus olmuştur.147

İtalya Hükümeti, Türk Dışişleri’ne çektiği telgrafta; İngiltere’nin Akdeniz’deki mevcut sağlam statükosunun İtalyan çıkarlarına aykırı olduğunu savunmuş, Türk- İngiliz yakınlaşmasının kendilerini endişeye sürüklediğini belirtmiştir. İtalya, Türk notasını 28 Nisan 1936 tarihinde cevaplamış, görüşmeye hazır olduklarını bildirmişlerdir. Ancak bu notanın alınmasının birkaç hafta sonrasında Roma Büyükelçisi Ragıp Baydur, Suviç ile yaptığı görüşmenin ardından İtalya’nın görüşlerini ilerde bildirmek üzere saklı tuttuğuna açıklık getirmiştir. İtalya’nın bu belirsiz tutumu İtalyan Dışişleri Bakanlığı mevkiine Galeazzo Ciano gelene kadar sürmüş ve yeni bakanın tutumu ile de Montreux Konferansı’na İtalyan katılımının olmayacağı kesinleşmiştir.148

1930’lu yıllarda Türkiye için en önemli endişe kaynaklarından biri İtalya olmuştur. Akdeniz üzerinde gerçekleştirmek istediği emellerin, Türk ulusal çıkarları ile çatışması İtalya’nın Boğazlar üzerinde Türk hakimiyetinin artmasını desteklememesine sebebiyet vermiştir. Fransız gazeteci Maurice Pernot’un da belirttiği gibi, Boğazlarda mevcut statünün değişmesine en karşı olan devlet İtalya idi.149 Türkiye üzerinde İtalyan etkisini, İsmet İnönü’nün Tevfik Rüştü Aras’a çektiği şu telgrafta açıkça görmek mümkündür:

“Türkiye’nin en mühim ve belki bu gün için yegâne meselesi Akdeniz emniyeti ve İtalya ihtirasatı meselesidir. Müstakbel belki yakın harbi umumile İtalya’nın hangi grupta bulunacağı yeni bir harpte nihayete kadar bitaraf kalması da ciddî bir ihtimal dahilindedir. Bizim alâka ve menfaatimiz olmadan sürükleneceğimiz yeni bir harp sonunda, ister galip ister mağlup taraftan çıkalım, İtalya’ya karşı yıpranmış bir vaziyette bulunmamızı kendi elimizle hazırlayanlayız. İtalya bitaraf kaldığı halde, mutlaka bitaraf kalmalıyız. İtalya harbe girdiği halde yine bitaraf kalıp kuvvetimizi muhafaza etmek en faydalı yoldur. Eğer İngilizler veya Ruslarla şimdiden uzun

147 Montreux ve Savaş Öncesi Yılları..., 50-51. 148 Montreux ve Savaş Öncesi Yılları..., s.52-53.

müddetli, İtalya’ya karşı emniyet için bir taahhüdümüz olsaydı, bu hazır ve esaslı faydaya mukabil müttefiklerimizin müstakbel büyük harpteki risque’lerine iştirak edebilirdik. Halbuki Rusya ve Fransa İtalya’yı gücendirmemek için, en basit muahedelerden içtinap ettiler. İngiltere kendi istediği zaman için bu imkânı kendine mahsus olarak muhafaza etmek istiyor. Türk noktai nazarından bir taahhüde girmekten dikkatle içtinap ediyor.”150