• Sonuç bulunamadı

Modernleşme97 özellikle, 19. Yüzyılın son çeyreğindeki siyasal gelişmelerin yönünü tayin eden temel ideoloji olmuştur. Geri kalmışlılığının farkına varan Osmanlı aydınının devletin kapsayıcı ve vazgeçilmez varlığını muhafaza ederek Tanzimattan beri başlayan devletin dağılmasının önüne geçme amaçlı yaptığı ve genelde üst yapı kurumlarını değiştirme yöntemini kullanarak gerçekleştirmeye çalıştığı mecrada cereyan etmiştir. O zamana dek devletin kapsayıcı otoritesinin ideologluğunu yapan

92 Osmanlı döneminde ordunun siyasetle olan ilişkisinin güzel bir özeti için bkz. Yılmaz Öztuna/Ayvaz Gökdemir,

Türkiye’de Askeri Müdahaleler, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1987, ss.5–36.

93 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, İstanbul: Yedigün Matbaası, 1960, ss.27–28.

94 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yay. Haz. Ahmet Kuyaş, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2004, s.29.

95 Murtaza Korlaelçi, Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi, İstanbul: İnsan Yayınları, 1986, s.201.

96 Şafak Ural, Pozitivist Felsefe (Bilimde ve Felsefede Doğrulama), İstanbul: Remzi Kitabevi, 1986, s.18.

97 Modernleşme konusunda kaleme alınmış şu makalede, etraflı bir modernleşme analizi yapılmaktadır. Bkz. Hüseyin Emre Bağce, “Modernliğin Temelleri ve İkircikli Serüveni”, Güngör Erdumlu (der.), Modernlik ve Modernleşme

geleneksel ulema, Tanzimatla birlikte girilen kurum ithali süreciyle yerini Osmanlı devlet bürokrasisine bırakmış98, tercüme odası, ilk dönemde yeni tip aydınların yetiştikleri kurumlar olurken sonraları açılan askeri ve sivil tıbbiye, mülkiye ile harbiye en kaliteli ve modern eğitim kurumları olmaları itibarıyla devletin yeni aydın üretim merkezleri haline gelmişlerdir.99

Kapıkulu Ocağının piyade kısmını teşkil eden yeniçeriler hakkında yazılanların aşağı yukarı tamamı; yeniçeriliğin başı bozuk durmadan ayaklanan bir serseri grubu olduğu yönündedir. Ancak yeniçeriliğin ortadan kaldırılmasının altında başka sebepler arayanlara göre yeniçeriliğin ilgası, bugüne kadar ileri sürüldüğü gibi, durmadan ayaklanan bir serseri takımının değil, iktidara karşı kendisini bir güç olarak örgütleyen yeni bir sermaye kesiminin toptan yok edilmesidir. Süreç içerisinde önemli bir sermaye grubu olarak örgütlenen yeniçeriler, askeri güçleri nedeniyle hem halkı koruyan, hem de iktidarı kontrol eden bir fonksiyona sahip olmuşlar; merkez karşısında bir iktidar odağı durumuna gelmişlerdir. Modernleşme girişimlerine son derece sıcak bakmışlar ve dönemin Fransız gazetelerine göre bu amaçla ülkeye gelen yabancıları çeşitli hediyelerle karşılamışlardır. Osmanlı sultanı ve çevresinin yeniçerilere karşı olan husumetinin temelinde bu kurumun tabandan gelen bir baskıyla halkçı ve zamanın koşullarına göre adaletçi bir rol oynaması yatıyordu.100

Ancak bu yorum, ocağın kaldırılmasında medrese talebeleri ve padişaha sadık olan askerle birlikte halkın da fiilen çarpışmış olması karşısında, geçersiz olmaktadır.101

Padişah II. Murat zamanında kurulan ocakların, iki yüzyıl sorunsuz bir biçimde vazifesini icra ettiği görülmüşse de, zaman içinde özellikle insan kaynağı açısından bozulmaya başladığı gözlenmektedir. Devşirme yoluyla insan kaynağını temin eden yeniçeri ocağına bir süre sonra esnaf ve köylülerin alınmasıyla birlikte başlayan bozulma, zor ve meşakkatli bir vazifenin icrası için gereken karakterdeki neferin yerine,

98 Ortaylı, İlber, “A Young Ottoman General and The Emergence of A National Leader”, Ankara: The Turkish

Yearbook of International Relations, Vol: XX., 1980–1981, ss.229–234.

99 Şerif Mardin, Jöntürklerin Siyasi Fikirleri 1895–1908, İstanbul: İletişim Yayınları, 1992, ss.7–19; Mustafa Yalçın, Jöntürklerin Serüveni, İstanbul: İlke Yayınları, 1993, ss.5–14; Mümtaz’er Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak

İslâmcılığın Doğuşu, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991, ss.13–45; İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı,

İstanbul: Hil Yayını, 1983, ss.15–37.

100 Taner Akçam, Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence, İstanbul: İletişim Yayınları, 1992, ss.112–115; Konuyu tam da bu eksende işleyen güncel bir çalışma için bkz; Mehmet Mert Sunar, Cauldron of Dissent: A Study of the

Janissary Corps, 1807–1826, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), New York: Binghamton University, 2006.

101 Sirvanlı Fatih Efendi, Gülzar-ı Fütuhat, Hazırlayan: Mehmet Ali Beyhan, İstanbul: Kitabevi Yayınları 2001, s.XXVII’den nakleden Sezgin Kaya, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ordusu (1839–1876), (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Eskişehir: AÜ SBE, 2005, s.21.

askerlik harici meslekleri icra etmeye başlayan, bu sebeple rahatını bozacak hemen her yeniliğe karşı direnen bir güruhun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Islahata girişen padişaha karşı ayaklanan, II. Osman ve III. Selim örneğinde olduğu gibi kimi zaman padişah, çokça da vezir katlededen ocağın kaldırılması, bu açıdan pek o kadar sınıfsal bir koruyuculuk perdesi altında kötülenemez gibi gözüküyor.102 Özellikle orduya ilericilik fonksiyonu yüklemenin tarihsel temellerini oluşturmak amacıyla altmışlı yıllardan itibaren yapılmaya başlanan yeniçerilerin halkçılığı yorumu, epey tartışmalıdır. Yeniçeri Ocağının bir parça bu tip işlevleri ifa ettiği söylenebilirse de, aslında ocağın daha Nizam-Cedit ordusu kuruluş çalışmaları esnasında, asli vazifesini hakkıyla yerine getirebilmesinin temel şartı olan talim yapma zorunluluğunu haftanın hiç değilse iki gününde icra etmesi gerektiği yönündeki telkine bile karşı çıktığı görülmektedir. Bu itaasizce tavrın varlığı bile, ocağın asli görevini ifadaki gönülsüzlüğünü sergilemektedir.103 Dolayısıyla Yeniçeri Ocağının yukarıda belirtilen halkçı yönü, ocağın asli görevini icrada gösterdiği zaafiyet yanında pek bir anlam taşımamaktadır.104

Yeniçeriliğin ortadan kaldırılmasıyla birlikte ordu üzerinde denetimin sağlanması mümkün olmuş, batılılaşma çabaları diğer alanlara da yayılmaya başlamıştır. Bürokrasinin sivil kanadı bu gelişmeyle birlikte izlenecek siyasetin belirlenmesinde söz sahibi olmaya başlamıştır.105 Artık klasik medrese müfredatını uygulayan eğitim kurumlarının yanında müspet ilimlerin öğretildiği yüksek öğrenim kurumları da birer birer açılmaya başlanmıştır. Devleti ne pahasına olursa olsun kurtarmak eli kalem tutan her aydın için baş mesele halindedir. Bu amaçla kurulan okullar mezun verdikçe, yeni tip aydınlar da siyaset sahnesinde yerlerini alıyorlardı. Osmanlı aydını bu yüzden kısa yoldan devleti kurtaracak reçeteler arıyordu. Bu tip okullardan biri olan Harbiye’den yetişen asker aydınların bir kısmı, önemli sayıdaki

102 Ahmet Yaramış, II. Mahmut Döneminde Asakir-i Mansure-i Muhammediye (1826–1839), (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara: AÜ SBE, 2002, s.2 vd.

103 Sipahi Çataltepe, 19. Yüzyıl Başlarında Avrupa Dengesi ve Nizam-ı Cedit Ordusu, İstanbul: Göçebe Yayınları, 1997, s.95.

104 Yeniçeri Ocağının 15 Haziran 1826’da kaldırılmasından sonra kurulan yeni orduya Düzenli İmparatorluk Ordusu anlamına gelen Muallem Asakir-i Mansure-i Muhammediye ismi verilmesi de bir anlamda, önceki ordunun başıbozukluğuna duyulan tepkiyi yansıtmaktaymış gibi görünüyor. Bkz. M. Belin, Osmanlı İmparatorluğu’nun

İktisadi Tarihi, çev. Oğuz Ceylan, Ankara: Gündoğan Yayınları, 1999, s.463. Ocağın kaldırılmasıyla birlikte

vekiller heyetinde yer alan ancak sadece kapıkulu ocaklarına ulufe dağıtımı merasiminde bulunmaktan ötürü divana katılan kazaskerler artık heyete sokulmamış, yerini şeyhülislam almıştır . Bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı

Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara: TTK Basımevi, 1988, s.263.

sivil muadilleri gibi, bu reçeteyi belki de devletin modernleşme rotasını çevirdiği yön olması itibariyle Fransa’da ve Fransa’nın büyük filozofu Comte’da bulmuşlardı.

Comte, siyasi ve sosyal fikirlerin bir kanuna göre birbirini takip ettiğini, bu

kanunun keşfi halinde tarihin bir kaos olmaktan çıkacağını iddia ediyordu. Tarihsel olaylar böylece doğa bilimsel olaylardaki zorunluluğun aynısı olan bir zorunlulukla birbirlerini izler ve birbirlerine bağlanırlar.106 İşte bu tezler dönemin aydını için birer amentü haline gelmiştir. Türk siyasi hayatına damgasını vuran felsefe, etkilerini her alanda açığa vuran pozitivist felsefeydi. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin karizmatik lideri de bu ekolün büyük ölçüde etkisi altında kalmıştı. Tıpkı döneminde işbirliği yaptığı diğer asker ve sivil yoldaşları gibi. Nitekim o da “Hayattaki en hakiki mürşidin ilim” olduğuna inanıyordu. Halkçılık anlayışının siyasi ve sınıfsal anlamı, Comte’cu toplumsal dokular ve Durkheim’in organik mekanik iş bölümü, kolektif bilinç fikri ile örtüşüyordu.107 Laiklik anlayışı da Comte’un dinin varlığının belirli koşullar içinde gerekli olduğundan hareketle devletin güdümünde olan bir din şeklindeydi.108

Türk Ordusunun Prusya ekolü çerçevesinde modernize edilmesi yönündeki önemli simalardan biri olan Liman Von Sanders’e Türkiye’ye gelmeden önce İmparator Wilhelm’in öğüdü önemlidir. Bir Batılının gözünde Türk Ordusunun vaziyetini yansıtır bir ifadeyle Kayzer, geleceğin Liman Paşasına “Türk subaylarının saflarından siyaseti

çıkart. En büyük kusuru siyasi faaliyetidir” demiştir, ancak vakit çok geçtir artık.109

Ordunun modernleşme çabalarına olan kaydedilir en büyük katkısı laikliğin idame ettiricisi olmasından ileri gelmektedir. Nitekim 1923’te kurulan devletin karizmatik liderinin dayandığı güç olarak ordu, onunla en çok laiklik noktasında hemfikirdir. Zaten Atatürk’ün yeni rejimde en çok önem verdiği şey de devletin laik niteliğinin muhafazasıdır.

106 Korlaelçi, Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi, s.123. Comte’un felsefesi yaşamının son yıllarında gitgide o reddettiği, miadını doldurmuştur diye itham ettiği dine doğru kaydı. Ancak tanrısız bir dindi bu din, insanlık bu dinin yegâne emir mercii idi, metafizik yön bertaraf edilmişti bu dinin, ancak kült yönü aynen bırakılmıştı. “Bu dinin

Katolikliği pek andıran ibadetleri, yortuları, kutsal eylemleri var (....) Bütün bilimsel bilginin anlamı da, fenomenlerin yasalarını öğrenerek, sonra bunların yardımıyla gelecek fenomenleri önceden bildirebilmektir. “Savoir pour prevoir” (bilmek önceden görebilmek içindir.)” , Bkz. Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi

Kitabevi, 1990, ss.465–466.

107 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, Ankara: İmge Kitabevi, 1993, ss.104–109.

108 Korlaelçi, Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi, s.33.

109 Liman Von Sanders, Five Years in Turkey, Naval Institute: United States, 1927, den naklen; Hale, Türkiye’de