• Sonuç bulunamadı

İkinci Cumhuriyetin Kuruluşu ve 1961 Anayasası

Radyoevinde Türkeş’in tok sesiyle okunan ilk ihtilâl bildirisiyle birlikte harekete geçen askeri birlikler, kilit noktaları kontrol altına almışlardı.425 Hemen hiçbir tasnife tutulmadan DP’liler teker teker toplanmaya başlanır. Ankara’da toplanan DP’liler Harp Okuluna sevk edilirken, İstanbul’dakiler, Balmumcu Garnizonunda geçici olarak tutulmaya başlanıyorlardı.426 DP’nin önemli isimleri, ihtilâle karşı herhangi bir

480 bin lira maaş ve tazminat almış. Sabık Başbakanın 1954 ve 1957 seçimlerinde yaptığı propaganda gezileri için de yolluk aldığı tespit edildi”. Milliyet, 13 Temmuz 1960. “Bayar kahve ithali işinde de ortakmış”, Akşam, 27 Eylül

1960. Tabiî ki bunların hepsinin koca birer iftira olduğu anlaşıldı.

422 Gürsel, ayağının tozuyla geldiği İstanbul’da, başlatılan iftira kampanyasına, Harp Okulunun Menderes iktidarınca imha edilmesi için hazırlanan bir plan olduğunu açıklayarak katıldı. Gürsel’in beyanına göre: “Sabık Cumhurbaşkanı

1500 Harbiyelinin imhasında hiç mahzur olmadığını söylemiş”, Milliyet, 9 Haziran 1960.

423 Sonradan aralarında bölünecek olan bu hocalar, Sıddık Sami Onar, Naci Şensoy, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli ve Hüseyin Nail Kubalı’dan müteşekkildi. Hocalar, metnin ilk cümlesinde bugün içinde bulunulan durumun adî bir siyasi hükümet darbesi sayılamayacağını ifade ediyorlardı. Bu isimlerden ikisi (Tunaya ve Giritli) Sıddık Sami Onar tarafından komisyondan atılmış bir müddet sonra da 147’lere dâhil edilerek üniversiteden de kovulmuşlardır. İsmet Giritli, hem Anayasa Komisyonundan kovularak, hem üniversiteden atılarak hem de fetvacı damgası yiyerek harcandığını ifade ediyor, bkz. Nazlı Ilıcak, 15 Yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor–2, İstanbul: Kervan Yayınları, 1975, s.481.

424 Bunların başında Sıddık Sami Onar gelmektedir. Yakınlarda vefat eden merhum Göze şunları aktarıyor:

“İhtilâlden iki-üç gün sonra bu hukuk imparatorunun, bu soğukkanlılık timsalinin üniversite bahçesinde ‘Şehitlerimiz

bu kadar değildir, daha çok şehitlerimiz var’ dediğini ve bu şehitleri aratmak için başında Profesör Kemal

Oğuzman’ın bulunduğu bir komisyon seçtirdiğini gördük.” Bkz. Ergun Göze, Profesörler Geçiyor (Üniversite

Dosyası), İstanbul: Bedir Yayınevi, 1975, s.39.

425 Tebliğin tam metni için bkz. “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Millete Tebliğleri”, Hürriyet, 27 Mayıs 1960.

426 Mevkufların Harp Okuluna getirilirken yaşadıkları nahoş hâdiseler karşısında, Yassıada’da yargılananların Ada

kumandanı Yb. (sonra Alb.) Tarık Güryay’dan gördükleri sui muameleye karşın Balmumcu Garnizonu kumandanının müşfik tavrı tüm DP’liler tarafından beyan edilen hususlardandır. Tarık Güryay’ın anılarına karşı bir reddiye kaleme alan Nusret Kirşçioğlu’nun, “Bir de konuşuyor!” kabilinden hazırladığı karşı hatıratında şunları söylüyor.

“Balmumcu Garnizonunun muhterem komutanı da pekâlâ, hem de Tarık Güryay’dan daha şerefle ‘BALMUMCU’DA KUMANDAN BENDİM’ diye bir hatıra serisi yayınlayabilir ve orada rastladığı zaaf işaretlerini teşhire tevessül edebilirdi. Onda, hiç mi sır yoktu? Vardı şüphesiz ama onda vicdan da vardı.”, bkz. Nusret Kirişçioğlu, Yassıada

mukavemet göstermeden nezaret altına alınırken, ihtilâlciler arasında ilk tedirginlik yaratan olay Çankaya’da vuku buldu.427 Bir taraftan tutuklamalar yapılırken diğer taraftan DP iktidarı döneminde siyasi suçlardan tutuklu asker ve siviller serbest bırakılıyordu.428

Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Muhafız Alay Kumandanı Kur. Alb. Osman Köksal’ın429 ihtilâlciler arasında olduğunu ve kendisini enterne etmeye çalıştığını fark eder fark etmez direnir. Osman Köksal’ın yaşadığı tereddüt ile birlikte Çankaya’nın henüz kontrol altına alınamadığı haberi geçici bir tedirginlik yaratır.430 Bayar’ı almak üzere başlarında Veteriner General Burhanettin Uluç olduğu halde bir grup subay Çankaya’ya ulaşır. Uluç, Bayar’a milletin kendisini istemediğini istifa etmesi gerektiğini ifadeyle teslim olmasını ihtar eder ancak Bayar “millet iradesiyle bu

makama geldiğini ve kendisini ancak milletin görevden alabileceğini” söyleyerek bunu

reddeder. Kendisini zorla alıp götürmeye teşebbüs edenlere karşı ansızın silâhını çekerek şakağına dayar fakat hemen buna mani olunur ve kapıdaki araçlardan birine bindirilerek Harp Okuluna doğru yola çıkarılır.431

hakkında yazılan ve anlatılanlara karşı o kadar hırs doluydu ki, anılarının henüz başlarında aynen şu cümleleri kuruyordu: “O kadar ki hakkımda yazılanları bir kurşun kalemiyle değil, bir kurşunla cevaplandırsaydım bile,

insanlık şerefinin gerçek değerini müdrik olacak her mahkeme, benim öyle bir mukabelede bulunmamı sonsuz bir vicdan rahatlığı duyarak mazur görebilirdi”. Bkz. Tarık Güryay, Bir İktidar Yargılanıyor, İstanbul: Cem Yayınevi,

1971, s.13. Güryay’ın anılarının kritik edildiği bir çalışma için bkz. Cengiz, Sunay “Tarık Güryay’ın Anıları

Ekseninde Yassıada Duruşmaları”, Düşünen Siyaset, Yıl: 2006, Sayı:22, ss.339–351.

427 İhtilâlciler açısından en nefret edilen şahısların başında Cumhurreisi Celâl Bayar geliyordu. Çankaya’nın kolay lokma olmayacağını biliyorlar; bu nedenle ihtilâl hazırlıkları yapılırken ele geçirdikleri Erkan Şubesi kanalıyla oraya aralarından birini atamayı başarıyorlardı. Ancak Bayar’ın gösterdiği direnç karşısında afalladılar. Sonradan iki ihtilâlci arasında polemik konusu olacak olan (Osman Köksal ve Emin Aytekin) Çankaya Olayı, Bayar’ın tevkifinden Kayseri’ye nakline kadar takındığı vakur tavır, ihtilâlciler arasında bile garip bir hayranlık yaratacaktır. 14’lerden Numan Esin de bunu İttihatçılığından mülhem mücadele geleneğinden gelişine bağlıyor, bkz. Numan Esin, Devrim

ve Demokrasi (Bir 27 Mayısçının Anıları), İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2005, s.162.

428 “Baş Kumandan Meclisi Feshetti. Bütün yurtta mutlak huzur hâkim. Mevkuf subaylar tahliye edildi. İnönü

hayatta, salim ve evinde. Sabık Devlet Erkânı Nezaret Altına Alındı”, Yeni İstanbul, 28 Mayıs 1960.

429 Bayar’ın yaptığı en büyük hatalardan biri de budur. Gerek Atatürk, gerekse İnönü Muhafız Alay Kumandanının kim olacağına çok büyük önem verirlerdi. Kumandanı en çok güvendiklerinden seçerler, denetlerlerdi. Oysa Bayar bu seçimi Milli Savunma Bakanlarına bıraktı. Bkz. Ağaoğlu, Demokrat Partinin Doğuşu ve Yükseliş Sebepleri Bir

Soru, s.152. Yassıada’da aralarından verdikleri iki fire oldukları anlaşılan Ethem Menderes ve Şemi Ergin’in, bu

bakanlıkları işgal etmiş oldukları ve bunların da bu işi tamamen Erkân Şubesine bırakmaları, söz konusu şubenin ihtilâlcilerin eline geçmiş olmasıyla, Köksal’ın bu iş için bizzat atamasının yapıldığı sonradan anlaşılacaktı. Aynı Köksal, Ethem Menderes’in emir subayı olan, ihtilâlciler arasındaki Adnan Çelikoğlu’nun tavsiyesiyle, daha önce Erkan Şubesi Müdürlüğü’ne getirilmişti, bkz. Sadi Koçaş, Atatürk’ten 12 Mart’a, (Anılar 1. Cilt), İstanbul: Doğuş Matbaası, 1977, ss.466–469.

430 Osman Köksal’ın kendisi köşke girer girmez silâhını teslim ederek jandarma tabur kumandanını arayarak tevkif edildiğini, mukavemet etmeyip onların da teslim olmalarını tavsiye ettiğin aktaran Aytekin’in yazdıkları önemlidir. Bkz. Emin Aytekin, İhtilâl Çıkmazı, İstanbul: Dünya Matbaası, 1967, s.41. İlginçtir ki, Osman Köksal, yapması gerekeni yapamamış, içeri giren diğer subaylara bunun bir inkılâp olup olmadığını soracak kadar olaydan bîhaber gözükmüş, hatta bir üstçavuş tarafından hükümet yanlısı olduğu gerekçesiyle enterne edilmeye kalkılmıştı. Bkz. Uğur Mumcu, İnkılâp Mektupları, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1993, s.89.

431 Bayar, Yassıada’daki tavrı ve duruşuyla vakurdur. Mahkemede konuşurken, burada yargılanan arkadaşlarının hapsinin vatansever, mümtaz insanlar olduğunu, şayet bir kusur aranacaksa kendisinde aranması gerektiğini

Ankara’da ise tam bir keşmekeş hâkimdir. Başta CHP’liler olmak üzere, DP iktidarının gadrine uğradıklarını düşünen birçok şahıs, arkalarında bir manga askerle birlikte DP’li avına çıkar.432 İlgili ilgisiz birçok kişi evlerinden alınarak harp okuluna doğru yola çıkarılır. Harp Okulu tam bir barut fıçısı gibi patlamaya hazırdır. Mevkufların Harp Okuluna girişinde yaşananlar akıllara durgunluk verecek niteliktedir. Araçlardan indirilir indirilmez öfkeli kalabalığın ortasına düşen bu insanlar, tekmeler, yumruklar, küfürler, hakaretlerle birlikte tükürük yağmuruna tutulurlar. Sağduyulu bir grup subay olmasa neredeyse oracıkta yargısız infazların gerçekleştirileceği an meselesidir.433 Bu esnada en çok bu tip muamelelere muhatap olan iki şahıs vardır: Sabık İçişleri Bakanı Namık Gedik ve Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun.434

Tüm bu olaylar cereyan ederken DP hâlâ tüzel kişiliğe sahip ve fiilen olmasa da hukuken varlığını devam ettirmektedir. Ta ki 29 Eylül 1960 tarihine kadar.435 Sonunda Yassıada’da kurulan436 Yüksek Adalet Divanı olarak isimlendirilen bir mahkemede 14

söyleyebilecek kadar diğerkamdır, bkz. Ağaoğlu, Demokrat Partinin Doğuşu ve Yükseliş Sebepleri Bir Soru, s.141.

432 İhtilâl esnasında Zeytinburnu’nda görevli olan MBK üyesi, sonradan 14’lere dâhil, Ahmet Er, bulunduğu mahaldeki CHP’lilerin sevinç içinde olduklarını, şımarıklığın ise çehrelerinden okunduğunu, DP’lilerin ise başları öne eğik ve ağlamaklı olduklarını anlatıyor. Bkz. Ahmet Er, Hatıralarım ve Hayatım (27 Mayıs’tan 12 Eylül’e, Ahmet Yesevi’den Yunus Emre’ye), İstanbul: Pamuk Yayıncılık, 2007, s.72.

433 Halk arasında DP’lilere yapılanlar Gürsel’in ve MBK’nin de zaman içinde tepkisini çekmiş ve sert bir uyarıyla bu tür davranışların bırakılması istenmiştir. “Gürsel ‘DP’lilere tecavüz edenler ceza görecek’ dedi”. Milliyet, 28 Haziran 1960.

434 Basının Gedik’in intiharını haberini yapış biçimine bkz. “Menderes iktidarının kanun dışı icraatını

soğukkanlılıkla tatbik ettiren Dr. Gedik kendini pencereden attı ve derhâl öldü”. Tercüman, 31 Mayıs 1960. Namık

Gedik’in şüpheli ölümü hakkında söyleyecekleri olanların ifadeleri iki zıt yönde olmuş kimilerine göre olay, intihar süsü verilmiş bir cinayet, kimilerine göre ise kesinlikle bir intihardır. Kati olan bir şey var ki; Gedik Yassıada’daki hücresine getirildiğinde yüzünde balgam ve tükürükten iğne ucu kadar bile yer yoktur. Böylesi bir muameleye tabi tutulan herhangi bir insanın intiharı düşünmemesi pek mümkün gözükmemektedir, bkz. Öztuna, /Gökdemir,

Türkiye’de Askeri Müdahaleler, s.118. Erdelhun ile Gürsel arasında örtülü bir rekabetin de olduğu anlatılır. Buna

göre, Erdelhun’un görev süresi yaş haddi ötesinde uzatılmasaydı, yerine Gürsel Genelkurmay Başkanı olacaktı. 3 Mayıs 1960 tarihli, Gürsel’den Ethem Menderes’e giden mektubu, bu olayın tetiklediği ileri sürülür, bkz. Füruzan Tekil, Türk Demokrasisi İçinde Süleyman Demirel, İstanbul: Göktürk Yayınları, 1978, s.126.

435 Cemal Özbey isimli bir şahsın başvurusu üzerine, “Demokrat Parti Dün Kapatıldı. 17 dakikalık bir duruşmadan

sonra Ankara 4. Aslîye Hukuk Mahkemesi Hâkimi, kararı bildirdi: DP’nin feshine karar verilmiştir; kapatılmıştır”,

Yeni Asır, 30 Eylül 1960. DP böylece kendi iktidarı döneminde kapatılan ve kapatılmasında büyük rolü olduğu

Millet Partisi’nin akıbetine uğruyordu. MP’de Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesince kapatılıyordu. Bkz. “Mahkeme,

Millet Partisinin kapatılmasına karar verdi”, Cumhuriyet, 28 Ocak 1954.

436 “Düşüklerin Yassıada’da yargılanması katîleşti. Milli Birlik Komitesi, Yassıada’da gerekli hazırlıkların yapılması

için ilgililere emir verdi”, Akşam, 20 Temmuz 1960. Bu arada tutukluların yandaşları tarafından kaçırılacağı

haberleri gelmekte, buna karşı tedbirler alınmaktadır. Yassıada’ya yer altından kazılacak tünel planları gibi mesnetsiz haberler çıkarılmaktadır. Üstelik bir grup sarhoş vatandaşın ağzından çıkan böylesi bir plan (!) yüzünden bu insanlar aylarca Balmumcu Garnizonu’nda tutuklu kalacaklardır. Bkz. Mehmet Turgut, Çıkış Yolu, İstanbul: Tur Yayınları, 1980, s.136. Sanıkların mektuplarındaki kimi ifadeler bile mercek altına alınmaktadır. Samet Ağaoğlu’nun ablası Süreyya Ağaoğlu hatıralarında şu ilginç olayı anlatır: “Bir gün kardeşim Gültekin, Samet’e mektubunda: ‘Ağabey,

sen kendine dikkat et, biz kuvvetliyiz’ yazmış. Harbiye’de Örfî İdare Kumandanı Gültekin’i çağırttı ve ‘kuvvetiniz nedir?” diye sordu. Kardeşim: Babam Malta’da iken annemin ona böyle mektuplar yazdığını ve bu suretle babamın moralini yükselttiğini büyüyünce öğrenmiştim, onun için bu tabiri kullandım, yoksa top, tüfek sizde’ cevabını vermiş”. Bkz. Süreyya Ağaoğlu, Bir Ömür Böyle Geçti, İstanbul: İshak Basımevi, 1975, s.146.

Ekim 1960’da yargılanmaya başlayan437 DP’lilerden 15’i hakkında idam, diğerleri hakkında çeşitli hapis cezaları verilir.438 İdamlardan 4’ü onaylanır ancak Celâl Bayar’ın cezası yaş haddi sebebiyle müebbede çevrilir;439 Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül sabahı440, Adnan Menderes ise 17 Eylül’de öğle vakti idam edilirler.441 Yargılama safahatı incelendiğinde, basının süren bir davayı etkileyecek yönde yayın yaptığına her gün şahit olunuyordu.442

11 Şubat 1961’de 6 yeni partinin kuruluş dilekçeleri İçişleri Bakanlığına sunuluyordu.443 Sağda yer alan partilerin ortak kaygısı; hepsinin de kapatılan DP’nin boşta kalan oylarını toplayabilmekti. Bir taraftan da yeni anayasa çalışmaları devam ediyor; anayasanın şekillenmesindeki ana ilkeler tartışmaya açılıyordu. 27 Mayıs anayasası olarak takdim edilen 1961 Anayasası birçok açıdan incelenmiştir. Türk anayasa geleneğine ruhunu veren ana eğilimin tasfiye edilen bir önceki döneme dönüşü engelleyecek kurallar içermesi olgusu, tabi ki bu anayasa için de geçerlidir. Yeni anayasa öyle birdenbire ortaya çıkmadı. 1957 senesinden itibaren CHP tarafından

437 Bebek ve Köpek Davası olarak başlayan muhakemelerde asıl amaçlanan: sanıkların cemiyet nezdindeki itibarlarını sarsmaktı. Haberin ayrıntısına bakıldığında tutuklandıktan bu yana okumanın bile yasak olduğu anlaşılıyordu.

“Hesap vermeye dün başladılar. Sanıkların okuyacak her şeyi getirebilecekleri dün açıklandı”, Akşam, 15 Ekim

1960.

438 Bunun yanı sıra inkılâp mahkemelerinin kuruluşu hakkında basında haberler yer almaya başlıyordu. “İnkılâp

Mahkemeleri Kuruluyor. Milli Birlik ruhunu bozmaya matuf faaliyetleri önlemek için gereken yerlerde geniş yetkili mahkemeler kurulmasına dair tasarı Milli Birlik Komitesince kabul edildi. Askeri veya sivil 3 yargıç ile bir savcıdan meydana gelecek mahkeme, Geçici Hükümet süresince faaliyette bulunacak”, Akşam, 4 Ağustos 1960.

439 Kanunların geriye yürümezliğinin ihlâl edildiği bir düzendir 27 Mayıs düzeni. 27 Mayıs’ı hukuk ve demokrasi adına kutsayanların tamamen Bayar için çıkarılan şu kanunu nasıl savundukları merak konusudur. “İdam cezasında

yaş haddi kaldırıldı. Türk Ceza Kanununda yapılan değişikliğe göre 65 yaşını geçenler de idam edilebilecek. Kanun önceden işlenmiş vatana ihanet suçlarına da uygulanacak”. Akşam, 12 Temmuz 1960. Tabiî ki bu değişikliğin

ardından Bayar için istenen ceza da ilân ediliyordu. “Bayar’ın idamı istendi. Milli Birlik Komitesi sakıt

Reisicumhurun ‘Hıyaneti Vatanîye’ suçu ile yargılanmasına karar verdi”. Milliyet, 13 Temmuz 1960. Muammer

Aksoy, bu değişikliğin bizzat Orhan Erkanlı tarafından yapılan bir tehdit neticesinde ortaya çıktığını belirterek, aksi

halde Bayar’ı öldüreceklerdi diyor. Bkz. Nazlı Ilıcak, 15 Yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor–1, İstanbul: Kervan

Yayınları, 1977, s.141. Bayar, Yassıada’daki tutukluğu esnasında intihara da teşebbüs etmişti. Adaya asıl getiriliş biçimlerini örtmek için film senaryosu hazırlayan ve bir kez daha ama bu sefer medenî bir şekilde getirilmişler gibi giydirilip, demir atmış bir gemiden indiriliş sahnesini çok haysiyet kırıcı bulmuş; ölmeye karar vermişti. Tabiî Bayar’ın bu girişimi basın tarafından suçluluğunun telâşına bağlanmıştır. “Bayar, intihara teşebbüs etti”, Akşam, 27 Eylül 1960.

440 MBK’nin 59 nolu tebliğiyle açıklanan infaz haberinde Menderes’in cezasının hastalığı sebebiyle hükmün infaz edilemediği bildiriliyordu. Menderes intihara teşebbüs etmişti ancak bu açıklanmıyordu, bkz. “F.R. Zorlu ve Hasan

Polatkan dün sabaha karşı idam edildiler. Menderes’in hastalığı henüz geçmediği için hakkındaki idam hükmü infaz edilemedi”, Yeni İstanbul, 17 Eylül 1961.

441 “Menderes de idam edildi. Altı doktor, sıhhatinin iyi olduğuna dair rapor verdi”, Hürriyet, 18 Eylül 1961.

442 DP’nin dikta yönetimine heveslendiği bunun için de muhalefeti yok etmek üzere valiliklere gizli tamimler gönderdiğine ilişkin belgeler bulunduğu haberine bkz. “Sabıkların bir tertibine ait yeni vesika bulundu”, Akşam, 17 Ağustos 1960.

oluşturulan ve “İlk Hedefler Bildirgesi”yle somuta indirgenen, neredeyse bütün talepler 1961 anayasasının özünü oluşturmuştur.444

1961 Anayasası Milli Birlik Komitesi445 ile Temsilciler Meclisinden oluşan bir

“Kurucu Meclis” tarafından hazırlandı.446 Anayasa taslağı üzerinde uzlaşmak

konusunda sanıldığının aksine oldukça ateşli tartışmalar yaşandı. Temsilciler Meclisi içinde yer alan özellikle sosyal haklarla ilgili maddelerin müzakere edilmesi sürecinde reformcu aydınlar ile siyaset adamlarının bu maddelerin ısrarlı savunucuları olmaları karşısında, tarımdaki hâkim çevrelerin menfaatlerini temsil eden üyeler arasında yoğun tartışmalar yapıldı. Özellikle toprak reformu konusundaki maddenin müzakeresinde, tarih bir kez daha tekerrür ediyordu. Topraksız köylünün toprak sahibi kılınmasının savunulması politikacılar tarafından temsil edilen kanattan değil, memur, öğretmen ve yazarlardan oluşan aydın kanat tarafından üstleniliyordu.447

1924 Anayasasının aksine 1961 Anayasası, meclis iradesi üstünde bir norm ve merci fikriyle birlikte hazırlanıyordu.448 Bu çerçevede 1961 Anayasasıyla belki de en önemli yenilik olarak, kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek Anayasa Mahkemesi kuruluyordu. Böylece meclis iradesinin üstünlüğü ilkesi, yerini, herkesi bağlayacak “anayasanın üstünlüğü” ilkesine bırakıyor, eski anlayışta hâkim olan

“meclisin çıkarttığı hiçbir yasa anayasaya aykırı olamaz” anlayışı terk ediliyordu.449

444 Bülent Tanör, İki Anayasa 1961–1982, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. 1986, s.16.

445 Komiteyi oluşturan isimler toplam 38 kişidir ve aralarında sadece 5 general bulunmaktadır. Bunlardan sadece ikisi orgeneraldir. Biri tümgeneral ikisi ise tuğgeneral rütbelerindedir. Komite şu isimlerden oluşuyordu: Cemal Gürsel, Fahri Özdilek, Cemal Madanoğlu, Sıtkı Ulay, İrfan Baştuğ, Osman Köksal, Selahattin Özgür, Muzaffer Yurdakuler, Fikret Kuytak, Refet Aksoyoğlu, Vehbi Ersü, Ahmet Yıldız, Kamil Karavelioğlu, Mehmet Özgüneş, Kadri Kaplan, Sezai O’kan, Suphi Gürsoytrak, Suphi Karaman, Sami Küçük, Mucip Ataklı, Emanullah Çelebi, Haydar Tunçkanat, Ekrem Acuner, Şükran Özkaya, Alparslan Türkeş, Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Ahmet Er, Muzaffer Karan, Rıfat Baykal, İrfan Solmazer, Fazıl Akkoyunlu, Orhan Erkanlı, Orhan Kabibay, Şefik Soyuyüce, Münir Köseoğlu, Mustafa Kaplan. Bu isimlerden İrfan Baştuğ, Şükran Özkaya ile birlikte yaptıkları bir seyahat esnasında, 6 Eylül 1960 tarihinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu vefat etmiş ve komite 37 kişiye düşmüştür. Son 14 isim ise 13 Kasım 1960’da tasfiye edilerek yurtdışındaki büyükelçiliklere hükümet müşaviri olarak atanmıştırlar; yani tasfiye edilmiştirler. Hikmet Özdemir, “Siyasal Tarih (1960–1980)”, Sina Akşin (Yay. Yön.), Türkiye Tarihi–4 (Çağdaş Türkiye 1908–1980), İstanbul: Cem Yayınevi, 2000, s.231.

446 “Milli Birlik Komitesi bir kurucu meclis şeklinde çalışacak”, Milliyet, 9 Haziran 1960.

447 Tanör, İki Anayasa 1961–1982, s.17.

448 Celâl Bayar, anayasanın ruhuna rengini veren ana eğilimin, “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir ve millet bu

hâkimiyetini bizzat kullanır” düsturundan, “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir ancak hâkimiyetini yetkili organlar eliyle kullanır” düsturuna geçiş olduğu görüşündedir. Aslında her ne kadar bu eğilim demokrasinin temel ilkelerine ters de olsa Türk siyasi geleneğine uygundur der. Böylece seyfiye, MGK ile kalemiye, Anayasa Mahkemesi, TRT,

Planlama ve seçim dışı gelmiş senato üyeleriyle, ilmiye ise özerk üniversiteyle tekrar yitirdikleri mevzileri kazanmıştırlar, bkz. Celâl Bayar (Anlatan), Başvekilim Menderes, Der. İsmet Bozdağ, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1986, ss.10–11.

449 Bu anlayış esas itibarıyla birinci ve ikinci TBMM’nin gücünden mülhem bir geleneğe dayanıyordu. Ülkenin kaderi üzerine aldığı kritik kararları başka hiçbir merciiyle paylaşmadan uygulayan böylesine güçlü bir organın denetime tabi tutulması düşünülemezdi. Ancak DP’li yıllarla birlikte, TBMM’nin aldığı kararların klasik normlar

Anayasa Mahkemesi, her türlü anayasa ya da yasa değişiklikleri konusunda tam yetkiyle donatılmıştı. Bugünkü yetkisinden fazla olarak, anayasa değişiklikleri sadece biçim yönüyle değil, esastan da incelenebiliyordu.450 Cumhuriyet Senatosu ile Milli Güvenlik Kurulu da, millet meclisiyle birlikte egemenliği paylaşan iki organ olarak ortaya çıkıyordu. Üstelik tamamen denge anlayışının bir ürünü olarak hazırlanan 1961 Anayasasında senato terkibi bile, seçimle gelmeyen kontenjan senatörlüğü, tabiî

senatör gibi atanmışlardan da oluşturuluyordu.451 Böylece kuvvetlerin dağıtılması ve birbirlerini dengelemesi, egemenliğin ve iktidarın kullanılmasının paylaştırılması esasına müstenit olarak hazırlanan anayasa “bölüştürülmüş egemenlik” esasını