• Sonuç bulunamadı

Demokrat Partili Yıllar ve Adım Adım 27 Mayıs

14 Mayıs 1950’ye yaklaşıldığında CHP’liler bir yenilgi beklemiyor, iktidarlarını sürdüreceklerine inanıyorlardı ancak bu inanç, kamuoyunun nabzını bu yönde algıladıklarından değil, iktidarın tüm memlekete kök salmış idarî mekanizmadaki mensuplarının biraz da genel merkeze yaranmak için aktardıkları yanlış istihbarattan kaynaklanıyordu.338 Seçimlerin nihaî neticeleri belli olmaya başlarken herkes de bir tedirginlik vardı.339 DP’liler böylesine büyük bir ekseriyetle mecliste olacaklarını tahmin etmiyorlar, iktidarın seçim sonuçları çerçevesinde kendilerine devredileceğinden kuşku duyuyorlardı. Hatta ordunun bazı üst düzey komutanlarının İnönü’ye giderek seçimleri iptal edip CHP yönetiminin devamını sağlama yönünde, kendisinden emir bekledikleri

336 Parti içindeki mücadelede Bayar antipatisi bu müfrit çevrede o denli kesifti ki Samet Ağaoğlu bu durumu gösteren şu ifadeyi aktarıyor: “Osman Nuri’ye, ‘siz niye istifa etmiyorsunuz?’ diye sordukları zaman, ‘Hayır, biz içeriden,

Kenan dışarıdan bunları yıkacağız’ dedi.”, bkz. Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük (Demokrat Parti’nin Kuruluşu),

Yay. Haz. Cemil Koçak, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993, s.115.

337 Genel Başkanlığını ünlü tarihçi Yusuf Hikmet Bayur’un, Fahrî Genel Başkanlığını Mareşal Fevzi Çakmak’ın yürüttüğü parti, 20 Temmuz 1948’de kurulmuştur. Kurucu üyeleri şunlardır: Fevzi Çakmak, Enis Akaygen, Hikmet Bayur, Kenan Öner, Mustafa Kentli, Osman Bölükbaşı, Osman Nuri Köni ve General Sadık Aldoğan. Yusuf Kemal Tengirşenk, Suphi Batur, Ahmet Tahtakılıç, Hasan Dinçer, Ahmet Oğuz, Reşat Aydınlı, Enver Kök ve Şahin Lâçin da partinin ileri gelenlerindendirler, bkz. Sacit Karaibrahimoğlu, Demokrasimizin Kronolojisi, Ankara: Alkan Matbaası, 1972, s.119.

338 Tabi ki; bir kişi istisna olmak üzere, İnönü daha seçimler yapılmadan eşine, Çankaya Köşkünden taşınmak zorunda kalabileceklerini hatırlatarak, yıllarca oturdukları Pembe Köşkün hazır edilmesini öğütlüyordu, bkz. Cüneyt Arcayürek, Yeni İktidar, Yeni Dönem 1951–1954 (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor–2) Ankara: Bilgi Yayınevi, 1985, s.199.

339 “Demokrat Partinin, yurdun birçok ilinde seçimi kazandığı anlaşıldı”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 1950 (İkinci baskı). Çoğunluk sistemine göre yapılan seçimlerde DP’nin 36 ilde tam liste halinde seçimi kazandığı ilân ediliyordu. Mevcut kabinedeki vekillerin, bir iki isim hariç tamamının milletvekili seçilememeleri karşısında, yeni hükümetin kurulmasını beklemeden görevi bırakmak istedikleri haberleri için bkz. “Kabinenin durumu günün başlıca mevzuu”,

doğrultusundaki haberler kulaklarına gelmiyor değildi.340 CHP’liler de ise DP’nin hesap soracağı, mazinin defterlerini açmaya başlayacağı yönünde, derin endişeler mevcuttu.341 Oysa CHP’nin seçimleri kaybetmesine yol açacak şartların hemen hepsi daha 1925’ten itibaren oluşmaya başlamıştı. Bu şartlar şöyle özetlenebilir: bir kere uygulanan militan lâiklilik geniş kitleler nezdinde çok olumsuz karşılanmıştı.342 Ülke nüfusunun % 80’nini oluşturan köylülerin büyük bir bölümü ya az topraklı, ya maraba ya da ortakçıydı ve bu koşullarda doğal olarak yoksulluk had safhadaydı. Vergiler çok ağır, vergilerin ödenmemesi halinde angarya uygulaması yaygındı; jandarma dipçiği ile CHP iktidarı âdeta özdeşleştiriliyordu.343 Sınırlı sayıdaki işçi sınıfı 1936 tarihli İş Kanunuyla bazı güvenceler kazanmıştı ancak gerek çalışma saatleri, gerek düşük ücretler gerekse artı değer üzerinden yapılan sömürü inanılmaz boyuttaydı. Hele savaş koşullarındaki iktisâdi darboğaz ve kıtlıklar ücretli kesim için dayanılmaz seviyedeydi. Memurların durumu da işçilerden farklı değildi. Varlık Vergisi uygulamasının sermaye çevrelerinde yarattığı ürküntü bu kesimleri de toplumsal muhalefetin karşı kutbuna itmişti.344 Hele

“Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”, büyük toprak sahibi sınıfın karabasanına

dönüşmüştü. Böylece askeri ve sivil bürokrasiyle büyük toprak sahipleri, tüccarlar, sanayiciler ve yerel eşraf arasındaki örtülü koalisyon bozulmuştu.

Çok partili hayata geçişle birlikte siyasetin, bir ölçüde tavandan tabana doğru inişi bazı noktaların esnetilmesini gündeme getirdi. İlk olarak kırsalda yaşayan kitlelerin

340 Zürcher, bu gelişmeyi şu cümlelerle açıklıyor: “Ayrıntıları hiçbir zaman ortaya çıkarılmamış olmakla beraber,

ordu içerisindeki bazı unsurların İnönü namına bir darbe yapma ve seçimleri iptal etme teklifinde bulunmuş oldukları anlaşılıyor.”, bkz. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, çev. Yasemin Saner Gönen,

İstanbul: İletişim Yayınları, 1995, s.316.

341 Menderes, bu endişeleri giderecek o ünlü cümlesini o zaman sarf etmişti. “Devr-i sabık yaratmayacağız.” Menderes buna rağmen tek partili yıllar ile DP’nin yaptıklarını sıkça gündeme getirecek, CHP’den gelen eleştirileri hep karşılaştırmalı bir perspektifte açıklayacaktır, bkz. Faruk Sükân, Başbakan Adnan Menderes’in Meclis

Konuşmaları (TBMM 1950–1960), Ankara: Kültür Ofset Ltd. Şti. 1992.

342 DP, bu uygulamalardan güç aldığı gibi aynı görüntüyü vermemeye de dikkat etmiştir, bkz. “Haftada üç defa,

Ankara Radyosunda Kur’an okunacak”, Hürriyet, 6 Temmuz 1950.

343 Anadolu’da vergilerden yılmış halkın, içinde bulunduğu koşulları anlatan kimi özdeyişler bu durumu sergiler niteliktedir. “Senin yaptığını Çorumlu bile yapmaz” sözünün hikâyesi belki bir fikir verebilir. Vergi tahsildarları hayvan vergisi toplamak üzere Çorum’a gelirler. Zavallı bir adamcağızın tek bir eşeği varmış. Eşeği tahsildarlardan gizlemek için ayaklarını bağlayıp yer yatağına yatıran köylüye, yatanın kim olduğunu soran tahsildar, köylüden

“babamdır… hasta yatıyor” cevabını alınca, yatanın eşek olduğunu anlamış. Bu hikâyede babasını eşeğin yerine

koyan Çorumlunun yarı ayıplanması, yarı da çaresizliği anlatılır. Bkz. Mahmut Tezcan, Türk Kişiliği ve

Kültür-Kişilik İlişkileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1997, s.247. Bu sebeplerin yanı sıra, batılılaşma yönünde

girişilmiş inkılâpların baskısından kurtulmak isteyiş de DP’ye meyletme yönünde önemli bir sebeptir, bkz. Ağaoğlu,

Demokrat Partinin Doğuşu ve Yükseliş Sebepleri Bir Soru, s.13.

344 Vitali Hakko, anılarında, yabancılar, gayrimüslimler, dönmeler ve Müslüman Türkler olarak tasnif edilen vergi mükelleflerinden Müslüman Türklerin servetlerinin 1/8’ini, dönmelerin ise 1/4 ünü ödemekle mükellefken, kendisinin de dâhil olduğu gayrimüslimlerin 1/2’sini ödemekle yükümlü tutulduklarını anlatıyor, bkz. Vitali Hakko,

pek olumlu bakmadıkları Köy Enstitüleri uygulaması etkisiz hale getirildi.345 Milli Eğitim Bakanlığını uzun bir süre yönetmiş olan Hasan Ali Yücel’e 1946 sonrasındaki hükümetlerde görev verilmedi.346 Okullara seçmeli din dersleri konuldu. Ankara’da bir müddet tedrisata açık tutulmuş İlâhiyat Fakültesi tekrar açıldı.347 Çalışma Bakanlığı ihdas edildi; İşçi Sigortaları ile İş ve İşçi Bulma Kurumu oluşturuldu.

Seçim sath-ı mailine girilmesiyle birlikte, 14 Mayıs seçimleri öncesinde İnönü, anayasa gereği yansız olması gerektiği halde seçim kampanyasını bizzat yürüttü. Kendisini dinlemeye gelen kalabalıklara, rejimin iki kırmızı hattı olduğunu açıklıyordu. Bunlardan ilki, dinin asla siyasete âlet edilmemesi, ikincisi ise komünizm propagandasının yapılmamasıydı. İşçilerin hak arama mücadelesinin en etkin aracı olan grev denilince, tüm CHP’lilerin tüyleri âdeta diken diken oluyordu. CHP’lilere göre üreten bir fabrikanın grev adı altında kapısına kilit vurulması, vatana ihanetle eş anlamlıydı.348 Dolayısıyla komünizm ile masum bir hak arayışı aracı olan grev hakkı neredeyse eşdeğer tutulmaya başlandı.

14 Mayıs 1950’de, DP’nin seçimlerle ilgili talep ettiği yasal düzenlemelerin hemen tümünün sağlandığı şartlarda seçime gidildi. Seçimlerde DP, geçerli oyların % 52,68’ini alıp, 408 milletvekilliği elde ederek iktidara geliyordu.349 DP’nin başarısı ne kadar göz kamaştırıcı olsa da burada çoğu kez ihmal edilen bir gerçek vardır ki üzerinde önemle durulması gerekiyor. 27 yıllık iktidar yıpranmışlığıyla CHP, geçerli oyların %

345 17 Nisan 1940 gün ve 3803 sayılı kanunla kurulan Köy Enstitüleri’ne 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilât Kanunuyla son biçimi verilmişti. Bu kanunla kurulan enstitülerden amaçlanan: köylü erkek ve kız çocuklarına parasız yatılı beş yıllık bir eğitimle kazandırılacak vasıfların, yine köyde faaliyet gösterecek öğretmenlik mesleğiyle köylüye aktarılmasıydı. Bkz. Necdet Ekinci, Sanayileşme ve Uluslaşma Sürecinde Toprak

Reformundan Köy Enstitülerine (1923–1950), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1997, s.118. Enstitülere asıl

damgasını vuran isim ise İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’tu. Adı geçenin biyografisi için bkz. Mehmet Cimi, Tonguç Baba (Ülkeyi Kucaklayan Adam), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2001.

346 6 Ağustos 1946’da bakanlıktan ayrılan Yücel, 1950 seçimlerinde Giresun’dan aday gösterilir ancak seçilemez. Ulus Gazetesinde de artık yazı yazmaması istenmiştir; nitekim emir büyük yerdendir, bkz. Şinasi Sönmez, Eğitim ve

Siyasette Hasan Ali Yücel, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2000, s.113.

347 Bu yapılanların lâikliğe zarar verdiğini iddia etmek güçtür. Zamanın ruhu, dini eğitimin yeniden devlet eliyle yapılmasına uygundu. Ne CHP iktidarının son dönemlerinde yapılanlar, ne de DP dönemindekiler, laiklikten açık bir sapma olarak kabul edilemezdi. Sitembölükbaşı’nın ifadeleriyle: “1950 yılından itibaren aydınlar arasındaki genel

eğilim, din eğitimi lehine kaymaktaydı. Hatta bazı CHP’liler bile milli kimliği güçlendirmek bakımından, din eğitiminin gerekliliğini kabul etmeye başlamışlardı. Milli bir hüviyete dayanan bir din, Türk kültürünün bir unsuru, onun öğretileri de milli birliği güçlendirici bir vasıta olarak görülmekteydi.”, bkz. Şaban Sitembölükbaşı,

Türkiye’de İslâm’ın Yeniden İnkişafı (1950–1960), Ankara: İSAM Yayınları, 1995, s.82.

348 Bir örnek vermek gerekirse; Çalışma Bakanlığı Müsteşarı Fuat Erciyaş’ın basına akseden şu sözleri zikredilmeye değer: “Grev isteyenler Türk değildir, hatta ahlâksızca rey avcılığı yapan muhalif siyasi partilerin kışkırtmalarıyla

harekete geçen siyasi gafillerdir.”, bkz. 26 Ocak 1950 tarihli Hürriyet Gazetesinden nakleden, Kemal Sülker, 100

Soruda Türkiye’de İşçi Hareketleri, İstanbul. Gerçek Yayınevi, 1968, s.84.

349 Sonuçların kesinleşmesinden sonra TBMM yeni veçhesiyle toplanıyor; Bayar Cumhurbaşkanlığına, Koraltan ise Meclis Başkanlığına seçilirken, Menderes hükümeti kurmakla görevlendiriliyordu, bkz. “9’ncu Büyük Millet Meclisi

39,45’ini alabilmiştir; aslında bu sonuç bile CHP’nin tam anlamıyla bir hezimete uğramadığının kanıtıdır. Temsilde adaletin sağlanmasını hedeflemeyen seçim sistemi nedeniyle ancak 69 milletvekilliği kazanılmasına rağmen CHP’nin, 8.051.650 adet geçerli oyun 3.176.561’ni toplayabilmiş olması da, aslında büyük bir başarı sayılmalıdır.350 Oysa nispi temsil sisteminin benimsenmesi halinde CHP 190, DP 250 civarında milletvekili çıkaracaktı. CHP bir anlamda kendi kazdığı kuyuya düşmüş, muhalefetin nispi temsil sistemi taleplerine kulak tıkamıştı. Oysa ilerleyen yıllarda bu kez kendisi nispi temsil sistemini gündemde tutacaktı. Tüm sonuçları itibar ile 14 Mayıs 1950 tam bir dönüm noktasıydı; CHP bu tarihten itibaren 1973 seçimlerine kadar sandıktan hep ikinci parti çıkacaktı.

Aksi yöndeki tazyiklere rağmen İnönü, bir kez kararını vermişti. Seçim sonuçlarına saygı gösterilecek, iktidar bir an evvel seçimi kazanan DP’ye bırakılacaktı. Bu hususta oldukça aceleciydi de; ancak DP lideri Celâl Bayar’la yapılan görüşmede Bayar, yeni hükümetin kurulmasına kadar CHP hükümetinin devam etmesi gerektiği ricasını iletti. Eski hükümet, 22 Mayıs 1950’ye kadar bir hafta daha vazifesinin başında kaldı.351 Bu arada iki tarihi sima arasında ilginç bir konuşma geçti. Bayar, İnönü’ye iktidarı devrederken kendisine aktarması gereken devlet sırrı düzeyindeki gizli bilgilerin olup olmadığını sorarken bir ara NATO’ya neden girilmediğini öğrenmek istedi. İnönü’nün cevabı biraz müstehziydi: “aldılar da girmedik mi?”.352 Neticede oldukça sert geçen dört yıllık çok partili hayata geçiş deneyimi, beklendiğinden daha yumuşak, kansız bir ihtilâlle gerçekleşmiş oluyordu. Artık DP’li yıllar başlıyordu, yeni meclis kompozisyonu öylesine farklı isimlerden müteşekkildi ki, hayatında ilk kez Ankara’yı görecek milletvekilleri vardı. DP’nin iktidara gelmesi ordu saflarında da, özellikle alt ve orta rütbeliler arasında yeni bir beklentinin doğmasına neden oluyordu. Ancak kabine kurulurken önemli bir hata yapılmış, emekli bir Kurmay Yarbay Milli Müdafaa Vekilliğine getirilmişti. Konumu gereği Genelkurmay Başkanının üstü pozisyonunda

350 23 yıllık iktidarın yıpranmışlığı, üstelik yepyeni bir rejimin tüm hoşnutsuzlara karşın ihdası gayreti, bütün dünyayı kasıp kavuran bir dünya savaşının yarattığı iktisâdi, içtimaî ve siyasi sorunlara rağmen bu sonuçlar, gerçekten de CHP için başarı sayılmalıdır. Ayata’nın da ifade ettiği gibi: “CHP, seçimleri % 13,4’lük bir farkla kaybetti. DP’nin

zaferine, bu farkın gösterdiğinden çok daha fazla önem verilmiştir.”, bkz. Ayşe Güneş Ayata, CHP (Örgüt ve

İdeoloji), Ankara: Gündoğan Yayınları, 1992, s.76.

351 O dönemde bir milletvekili iki yerden aday gösterilebiliyordu. İsmet İnönü de hem Ankara’dan hem de Malatya’dan aday gösterilmişti. Ne var ki Ankara’da seçimi kaybetmiş, meclise Malatya milletvekili olarak girebilmişti, bkz. Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, s.199.

352 NATO’ya girişi hararetle isteyen ancak muvaffak olamayan İnönü’nün Türkiye’nin NATO’ya kabul edilmesinden sonra bu başarıyı küçümsediği ve ittifakın sadece Trakya’nın emniyetini sağlayacağı yönünde yorum yapması ilginçtir, bkz. Mehmet Arif Demirer, Demokrat Parti (Alparslan Türkeş’in Anıları ve 27 Mayıs 1960), İstanbul: Demokrat Parti Yayınları, 1994, s.64.

olan bu makama, yasal bir engel olmamasına rağmen E. Kur. Yb. Seyfi Kurtbek’in getirilmesi içten içe tepki yaratıyor; Kurtbek, iki yıl sürdürdüğü vazifesinden istifa ettiğinde ise, kendi mesai arkadaşları bile bundan memnun oluyorlardı.353

Demokrat Parti iktidarının Türkiye için nasıl bir yol takip edeceği hususunda, değişik kesimlerde farklı tahminler yürütülmekteydi. Öncelikle şu husus belirtilmelidir ki, DP’yi kuran kadrolar, CHP içinden yetişmiş önemli vazifeler almış şahıslardan oluşuyordu. Celâl Bayar, İttihatçı komitacılık geleneğinden gelen, alaylı bir iktisatçıydı. Kendi kendini yetiştirmiş, İktisat Vekilliği, İş Bankası Umum Müdürlüğü yapmış, 1937’de baş gösteren Atatürk-İnönü ihtilâfı ertesinde, İnönü’nün tasfiye edilmesiyle birlikte başvekillik görevini ifa etmişti.354 Atatürk’ün vefatının hemen ardından cumhurbaşkanlığına seçilen İnönü döneminde de kısa bir süre başvekillik görevini yürütmüş, sonrasında görevini Dr. Refik Saydam’a devretmiş; savaş süresince de sadece mecliste milletvekili olarak bulunan Bayar, bir köşede sessizce olayların seyrini takip eder vaziyetteydi.

Adnan Menderes’in hikâyesi ise daha bir ilginçtir. Menderes, büyük toprak sahibi bir ailenin öksüz bir çocuğu olarak yetişmiş, toprağa âşık bir Ege çocuğuydu. İzmir’deki Amerikan Kolejindeki öğrenimi esnasında Milli Mücadeleye yedek subay olarak katılmış, savaşın ardından tekrar toprağına dönmüş bütün mesaisini acımasız doğaya karşı tarımsal metanın nasıl verimli kılınabileceğine harcayan neredeyse apolitik bir maziye sahipti.355 Siyasetle ilk tanışması 1930 yılının sonlarına tesadüf eder. Fethi Bey liderliğinde Atatürk’ün teşvikiyle kurulan SCF’nın Aydın İl Başkanlığı vazifesini yürütmüştür. Partinin bir müddet sonra kendi kendini fesh etmeye mecbur

353 “Milli Savunma Vekili istifa etti. Seyfi Kurtbek’in istifası mesai arkadaşlarını memnun etti”, Hürriyet, 28 Temmuz 1953.

354 Bayar hakkında yazılan eserlerin birçoğunda anlatılan hayat hikâyesi konusunda pek ihtilâf bulunmamakla birlikte, doğum tarihi konusunda ortak bir yanlış vardır. Bayar’ın 1883 değil, 16 Mayıs 1882’de doğduğu Özgen tarafından kanıtlanmıştır. Bkz. İhsan Fuat Özgen, Milli Mücadelede Galip Hoca Celâl Bayar, İstanbul: İnsanlık Vakfı Yayınları, 2003, s.3. Bayar’ın doğum tarihinin 1882 olduğunu gösterir sicil-i umumî için bkz. Özgen, Milli

Mücadelede Galip Hoca Celâl Bayar, s.176. Görkemli geçmişi tescilli olmasına rağmen, Milli Mücadelenin Galip

Hocasına, Yassıada Savcısı Egesel, İstiklâl Savaşından kaçtığı imasında bulunabilmiştir. Bkz. “Savcı, Celâl Bayar’ın

istiklâl harbinden kaçtığını ima etti”, Akşam, 16 Ekim 1960. Oysa, Bayar’ın İttihat ve Terakki’nin İzmir katib-i

mesulü olarak yürüttüğü vazifeler ve bu vazifelerde gösterdiği başarıların Milli Mücadelenin lideri Mustafa Kemal Paşa tarafından nasıl takdir edildiği, o yıllara tanıklık etmiş isimlerin önemle vurguladıkları bir hakikattir. Bkz. Hüsamettin Ertürk (Anlatan), İki Devrin Perde Arkası, Yazan: Samih Nafiz Tansu, İstanbul: Sebil Yayınevi, 1996, ss.326–330.

355 Yassıada duruşmalarında Menderes’in avukatlığını yapmış olan Fersoy’un kaleme aldığı kapsamlı biyografide Menderes’in hayatının bu dönemine ilişkin ayrıntılar takip edilebilir, bkz. Orhan Cemal Fersoy, Bir Devre Adını

bırakılmasının ardından Menderes, Halk Fırkasına girer; Menderes’in tekrar siyasette yükselişinde elinden tutan şahıs da, bizzat Atatürk’tür.356

Atatürk SCF’nın kapanmasının357 ardından çıktığı yurt gezisinde Aydın’a da uğramış ve Menderes’in kendisini buyur etmesi üzerine önceleri isteksizce bu davete icabet etmiş ve Menderes’i dinlemiştir. Başlangıçta sigara ve kahve ikramına “hayır” diyen Atatürk, bir müddet sonra karşısında heyecanla konuşan henüz 31 yaşındaki bu genç adamın yeteneklerinin farkına varınca sohbet koyulaşmış, başlangıçta reddettiği ama sonrasında içtiği kahvenin adedi onu, sigaranın ise adedi bir paketi bulmuştur. Sohbetin ardından hemen Menderes’in mebus yapılması emrini veren bizzat Atatürk olmuştur.358 Bu hadise Menderes’in hatıralarında önemli bir yer tutmaktadır ve Menderes sıkça kendisini Atatürk’ün keşfettiğini gururla söylemektedir. Mebusluğun yanı sıra parti müfettişliği vazifesini de yürüten Menderes’in yüksek öğrenimini de bu esnada tamamladığı bilinmektedir. Menderes Ankara Hukuk Mektebinden şahadetname almıştır. Siyaset yıldızının parladığı en önemli hadise “Çiftçiyi Topraklandırma

Kanunu”na karşı gösterdiği reaksiyonla olmuştur.

Refik Koraltan ise Birinci TBMM’den beri mecliste yer alan tecrübeli bir siyasetçidir. Fuat Köprülü, yetkin tarihçiliğiyle beynelmilel bir üne sahiptir. Bu isimlerin hiçbiri gerek 1925’te meydana gelen TCF hâdisesinde, gerekse rejim muhalifi olarak nitelendirilebilecek herhangi bir akım ya da eylem içinde olmamışlardır. Dolayısıyla DP’nin iktidar bloğu içinde meydana gelen bir hizipleşmenin mahsulü olduğu söylenebilir.359

1950–1954 yılları arasında cereyan eden DP iktidarının birinci dönemi tam anlamıyla tek partili yılların ardından gelen bir rahatlama devresi görülebilir. Uzunca bir süredir yürürlükte olan ezanın Türkçeden başka bir dilde okunması yasağı CHP

356 Atatürk, biraz da, mevcut CHF Aydın İl Başkanı Menderes‘in eski SCF’lı olmasından ötürü il merkezine gelmek istemez. Ancak geldiğinde de yaklaşık dört saat kalır. Mebus seçimleri yaklaştığında fırka genel merkezine gelen 6000 mebus adaylığı müracaatında Menderes’in ismi yoktur. Buna rağmen Atatürk’ün Recep Peker vasıtasıyla Menderes’e yaptığı iltifat, onun listeye alınmasıyla somutlaşır, bkz. Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı

(1899–1960), İstanbul: Remzi Kitabevi, ty. ss.102–104. Mithat Perin, Aydemir’in bu eserinin yazılış hikâyesi için

şöyle diyor: “Şevket Süreyya Aydemir’in, Menderes’in dramı için malzemeyi Ethem Menderes vermiştir. Buna

Sarol’un, Samed Ağaoğlu’nun adları da karışmıştır. Doğruluk derecesini tayin etmek bizce mümkün olmamıştır”.

Bkz. Mithat Perin, Yassıada ve İnfazların İçyüzü, İstanbul: M. Çevik Matbaası, 1970, s.322.

357 Ayrıca, Adana’da 29 Eylül 1930’da Abdülkadir Kemali Öğütçü tarafından kurulan Ahali Cumhuriyet Fırkası dört ay sonra kapatıldı, bkz. Kurtul Altuğ, Bir Numaralı Tanık, İstanbul: Doğan Kitapçılık A.Ş. 2006, s.51. Abdülkadir Kemali Öğütçü, romancı Orhan Kemal’in (asıl adı Mehmet Reşit Öğütçü) babasıdır. Bkz. Seyit Kemal Karaalioğlu,

Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü, İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevleri, 1983, s.581.

358 Aydemir, Menderes’in Dramı (1899–1960), s.104.

oylarıyla birlikte yapılan kanun değişikliğiyle kaldırılır.360 İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkelerarası saflar yeniden tanzim edilirken, Türkiye’nin ABD öncülüğündeki Batı Bloğunda yer alması ve bunun tabi sonucu olarak Marshall Yardımı361 çerçevesinde ülkeye akan sermaye ve kapital teçhizatı bir anda muazzam bir gelişme hamlesinin meydana gelmesine neden olmuştur.362 Tarım sektörüne aktarılan sermayenin, ekilebilir arazi miktarının arttırılması, verimin yükselmesi, izlenen destekleme fiyat politikasıyla birlikte bu kesimdeki üreticilerin yüzünü güldürmüş, tarımsal mekanizasyonun yaygınlaştırılmasıyla birlikte özellikle kırsal alanda, coşkulu bir DP sempatisi yaratılmıştı.363 Ülke tam anlamıyla bir şantiye haline gelmişti. Özellikle karayolu ağının genişletilmesiyle birlikte ulusal pazar olgusu ortaya çıkmış, bu da tam anlamıyla yüzleri güldüren kârlı bir evrenin başlangıcını müjdelemişti.

CHP’de ise yüzler asıktır. Partinin önde gelen şahsiyetlerinin önemli bir çoğunluğu meclis dışında kalmış, meydana gelen bu büyük yıkım hakkında özeleştiri yapma gibi bir temayül ortaya çıkmamıştı. CHP’liler 14 Mayıs seçimlerindeki