• Sonuç bulunamadı

bu yolda bir fetva yayınlayarak insanların yeraltın-da yolculuk yapmalarını uygun görmemiş, “günah” demiştir. Deneme seferlerinin ardından İstanbullu-lar Karaköy’den İstiklal Caddesi’ne, tersine İstiklal Caddesi’nden Karaköy’e 10 para karşılığında taşın-maya başlar.

Bugün de İstanbulluları taşıyan Tünel, yerli, yabancı muteber davetli topluluğunun katılımıyla görkemli bir törenle açılır. O günler buhar gücünün kullanıldığı bir dönemdir, Tünel tesislerinin enerjisi de 150 beygirlik iki buhar makinesiyle sağlanır. Tünel seferlerine baş-ladığında, iki tarafı açık olan vagonlar elektrik olmadığı için gaz lambalarıyla aydınlatılır. O günkü yolculuğu an-latanlar diyorlar ki, “Kısa yolculuk iki ucunda ışık olan, karanlıktan aydınlığa çıkaran küçük bir yolculuktu.”

Tünelde ilk yolculuğum…

Kaç yıldır İstanbul’daydım ama dünyanın en eski ikinci metrosuna binmemiştim. İlk yolculuğumu Karaköy’den yukarı doğru İstiklal Caddesi’ne doğru yaptım. Kara-köy istasyonuna girerken insanın yüzüne tatlı bir se-rinlik çarpıyor. İstanbullular yazın en sıcak günlerinde bile bu istasyonun serinliğini yaşarlar; burası kısa da olsa sıcaktan bir kaçış gibidir… Tarihi istasyona gir-diğimde sokak müzisyenlerinden biri Barış Manço’nun bir ezgisiyle karşıladı yolcuları, “Sen gülünce güller açar gülpembe, bülbüller seni söyler, biz dinlerdik gül-pembe…”

Yukarıdan aşağıya inen Tünel vagonu geldi, durdu, kapılarını açtı yolcularını indirdi. Sonra bizim taraftaki kapılarını açtı, hızla içeri girdik. Kısa süre sonra irkil-tici güçte bir zil sesi kapladı istasyonu ve kapılar ka-pandı; yukarıya, İstiklal Caddesi’ne doğru tıngır mıngır tırmanmaya başladık. Yolun tam ortasında öteki va-gonla karşılaşıyoruz, tek yol birden ikileşiyor. Bütün yolculuk tam bir dakika kırk saniye sürüyor. İnen yol-cular Beyoğlu’nun dört bir tarafına yayılıyorlar. İstiklal Caddesi’ne yolcularını indiren Tünel, sonra aynı yoldan aşağıya iniyor: bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı…

Tünelde kaza…

Tünel vagonları birbirlerine bir kayışla bağlı. Bu kayış koptuğunda vagonlar kontrolden çıkıyor. 6 Temmuz 1943’te Tünelin kayışı kopar, Beyoğlu’dan inmekte

olan tren büyük bir hızla Galata istasyonuna çarpar. Vagonlar, istasyonu tahrip ettikten sonra bir vagon caddeye kadar fırlar. Kazada bir kişi hayatını kaybe-derken, 20 kişi yaralanır.

Tünel dediğimiz sistem iki vagondan oluşuyor; sanki dev bir oyuncak bu. Biri aşağıya inerken öteki yukarıya çıkıyor, sonra tam tersi, bütün gün bu böyle sürüp gidi-yor. Şimdi yazının canalıcı sorusuna gelelim:

“Tünel vagonları neyin üstünde gidiyor?” Bu soruyla karşılaşan biri şöyle cevaplayabilir: “Ray üstünde gidiyor, neyin üstünde gidebilir ki!” Ama tünel vagonları kocaman, neredeyse kamyon las-tiği büyüklüğündeki tekerleklerle beton yollar üstünde gidiyor! Bunu yıllarca Tünel vagonlarında gidip gelen kişiler bile bilmiyorlar. Yazıyı okuyan ve Tünel’i kulla-nan İstanbullular şaşırıp kalmışlardır ihtimal!

Merakımı gidermek için vagonların önünde giden la-civert üniformalı makinistin yanına gittim ve kendimi tanıttım.

185

Tünel beton yollar üstünde yol alıyor

“Bu vagonların işleyişi hakkında bilgi verir misiniz?” “Vereyim; trenin hareket etmesini sağlayan bir kuman-da merkezi vardır. Biliyor musunuz, biz trenin önünde gidenler sadece kapıları açıp kapatırız, güvenliği sağ-larız.”

Bir kez daha şaşırmıştım; vagonlar kamyon tekerlekle-riyle beton yollar üstünde gidiyorlardı, şimdi ise vago-nun önünde giden görevli sadece kapıları açıp kapatı-yordu; hatta daha dikkatli bakınca görevlinin bulmaca çözdüğünü gördüm!

İstanbul’un ruhuna dahildir İstanbul’un Tünel’i. Bir Fransız mühendis Yüksekkaldırım’dan çıkarken yo-rulmuş ve böylece küçüklüğüyle, sevimliliğiyle, hızıyla bir ulaşım aracı hayatımıza girmiştir. Tünel, İstanbul’u

İstanbul yapan varlıklardan biridir. Tünel seferleri-ne başladıktan sonra İstanbulluların hayatına öyle girmiştir ki bozulduğunda herkesi bir hüzün kaplar. Dönemin ünlü röportajcısı Hikmet Feridun Es, bir arı-zadan sonra seferlere başlanmasını bakın nasıl bir se-vinçle anlatıyor:

“(…) Evet Tünel! Birdenbire içimde uzun seneler has-ret çekilen bir sevgiliye kavuşmanın heyecanı uyandı. Benimle bereber, Beyoğlu’na çıkmak üzere aynı kaldı-rımda tramvay bekleyenlere, mesela şu can sıkıntısın-dan ince kaşlarını kaldırıp her dolmuş tramvaya saldı-ran genç kadına, şu sabırsız etrafına bakınan gözlüklü adama, şu şişman adama, herkese,herkese: “-Yahu ne duruyorsunuz? Tünel’e binsenize! İşliyor, vallahi billahi işliyor diye bağıracağım geldi, kendimi zor zapt ettim!”

“Yeni ülkeler bulamaYacaksın, bulamaYacaksın Yeni denizler.

Hep peşinde, izleYecek durmadan seni kent. dolaşacaksın

aYnı sokaklarda. Ve aYnı maHallelerde Yaşlanacaksın

Ve burada, bu aYnı eVde ağaracak aklaşacak saçların.

Hep aYnı kente Varacaksın. bir başka kent bekleme sakın”

Konstantinos Kavafis

Yazı ve Fotoğraflar l Duygu İnanç (iaHa)

U

fak sımsıcak içinde hasretleri, özlemleri,

kavgaları kucaklayan koca bir yürek Ak-taş köyüm. Bu köyde her nefes alışınızda Bosna-Hersek’i içinize çekersiniz... Her kö-şesinde Bosna’nın izlerini taşıyan köyüm de Bosna’ya olan özlemle yanıp tutuşan, sıcak güler yüzlü köyümün sakinleri, kapılarını her daim misafirlerine açarlar... Her yaz gittiğimiz babamın da büyüdüğü Aktaş Köyü’ne sanki ilk kez gidecekmişim gibi heyecanla ya-tağımdan fırladım. Fotoğraf makinemi ve çantamı ak-şamdan hazırlamıştım. Babamı heyecanla beklemeye başladım. İçimdeki bu heyecan nedendir bilmem ama yerimde duramıyordum. Köyde benim de bilmediğim yerler keşfedecek ve Boşnak köyümüzü yazacaktım. Babamın gelmesiyle halam ve babaannemi de alarak yola koyulduk. Halamın benden daha heyecanlı oldu-ğunu görüyorum.

“Halacığım çok heyecanlısın neden? “ Halam buruk bir sesle;

“Nasıl heyecanlı olmayayım! Boşnakların da yaşadı-ğını ve halen kültürlerini devam ettirdiği Boşnakların bulunduğu köyümüzü yazacaksın, seninle gurur duyu-yorum.” Kafasını pencereye çevirerek yolu izlemeye başladı.

“Sözlerinde sevda saklı Boşnak şarkısı eşliğinde”

Aktaş Köyü’nün yolları kıvrım kıvrımdır. Yolların kıv-rımlı olması ilk kez gidenlerin başını döndürür ama alışınca da bu kez doğanın görüntüsü baş döndürücü olur. Araçtaki sessizlik babamın bir Boşnak şarkısını açmasıyla bozuluyor. Boşnakların Balkan müzikleri yaşamlarının bir parçası, olmazsa olmazıdır. Kulağa hareketli gelen müziğin aslında, kocaman bir sevdayı sakladığı sözleri vardır. Babamın açtığı bu müzik ise en meşhur Boşnakların dilinde olan bir şarkıdır. “Sve je laž, samo pusta laž

(hepsi yalan, hem de kuyruklu yalan!)

što se oko nas u krug vrti (Etrafımda dönüyor)

Sarajevo Cennettir,