• Sonuç bulunamadı

bir kabus gibi, ama

burada her şey bir

kara gerçek. Hayatta

kalan maden işçileri

arkadaşları için hızla

mezar kazıyorlar.

Daha ne kadar

kazacaklarını da

bilmiyorlar...

Kamil Çal, resmi makamların verdiği rakamlara göre madende hayatını kaybeden 301 işçiden biri. O gün Soma Belediye Mezarlığı’na ilk defnedilen madenciler-den. Çal’ın genç karısı mezarın üzerine toprağa kapan-mış tam karşımda dua ediyor. Onun da gözlerinde yaş kalmamış. Kısık sesle konuşuyor mezardaki eşi Kamil Çal ile. İki çocuğundan söz ediyor kocasına, kısık sesle “Ben onlara ne derim Kamiliiiim,” diyor.

İmam gün boyunca bitmeyecek duasına devam ediyor: “Acıyı veren sensin, sabrı da senden istiyoruz.”

Mezarlığa getirilen tabutlar artmaya başlıyor. Tabut-ların mezarlığa getirilmesiyle mezarlıkta tansiyonlar yükseliyor. Kadınlar hep bir ağızdan tabutların arkasın-dan ağıt yapmaya başlıyor. Kalabalığın artmasıyla bir-likte imam sesini insanlara duyurmakta güçlük çekiyor. “Yarabbi sabredenlerden olmayı bize de nasiiiip eyle...” İmamın etrafından “Amin” sesleri yükseliyor. Madenci Kamil Çal’ın karısı kocasıyla konuşmaya devam ediyor. “Aşkım, canım, her şeyimdin sen benim. Doyamadım ben sana.”

Etraftakiler kadını sakinleştirmeye, su içirmeye çalışı-yorlar ama nafile.

“Sen su içmiyorsan, ben de içmem canım... İki yavrum kaldı, bir tanesini hiç göremeden gittin. Benim kızım hiç uyumuyor, anne, babamın yanına gitmek istiyorum di-yor Kamil’im. Ciğerlerimiz yandı Kamiiiiil’im...”

Akrabaları götürmek istiyor, zar zor ayağa kaldırıyor-lar onu. Kadın kalkıyor, geriye bakıyor, tekrar mezara sarılıyor. Eşinin adının yazıldığı tahta tabelayı öpüyor, okşuyor.

“Tamam hiç ses yapmıyorum, biraz daha kalayım... Be-nim adı güzel, kendi güzel Kamil’im. Seni çok sevdim aşkım. Hiç korkma canım, ben de gelicem...”

Bir kameraman kadının tam karşısına geçmiş, bu anları çekmeye çalışıyor ancak yüzü gözü kıpkırmızı olmuş, ağlıyor, titriyor, kamera da onunla beraber...

***

Diğer bir tarafta başka bir kadın ağıt yakıyor. Eşini kay-betmiş Duygu Çolak. Yüzünden daha yirmili yaşlarda olduğu besbelli. Yakasında eşinin fotoğrafı. “Bırakın acımı yaşayayım, yandım Allahım,” diye feryat ediyor. Oğlu İsmail her şeyden habersiz annesinin kucağında, babasının fotoğrafıyla oynuyor. Henüz bilmiyor ama İsmail babasını bundan sonra sadece fotoğraflarda görebilecek.

Hemen onun yan tarafında evine ateş düşen başka bir kadın. Aslında o gün herkesin evine düşmüştü bu ateş. Herkes bir yakınını, akrabasını kaybetmişti, çünkü tek geçim kaynağı madencilikti Soma’da. Hatta çalışmak için, Zonguldak’tan, Ordu’dan, Kütahya’dan bile aile-ler Soma’ya göçüp yerleşmişaile-lerdi. Çünkü onlara göre Soma’da çalışma şartları daha iyiydi.

83

Usta yazar Yaşar Kemal “Ağıtlar” kitabında der ki: “Ölüme karşı etkin bir direniş olan ağıt, insanoğlunun ölümle yüz yüze geldiğinde duyduğu şaşkınlığı, korku-yu ve inanmazlığı dayanılır kılma çabasının sonucudur.” Evet, bir başka kadın daha var yüreği yanan... Yüzü, gözü kıpkırmızı, yakasında oğlunun fotoğrafı. Ağla-maktan gözlerinde yaş kalmamış. Kimse kadını avut-maya cesaret edemiyor. Su içirmeye çalışıyorlar ama kimse söndüremiyor kadının yüreğindeki acıyı. “Oyyy acılar dayanılmaz, bu gençler bizim gençlerimiz offff...” diye ağıt yakıyor. Bir gazeteci dayanamıyor bu sahneye sarılıyor kadının boynuna.

Karşılıklı ağlaşıyorlar...

Bu sırada cenazeler de bir taraftan gelmeye devam ediyor. Seksenli yaşlarda beli resmen bükülmüş yaşlı bir kadın, elinde bastonu iki kişinin yardımıyla cenaze-sinin defnedilip edilmediğini öğrenmeye gelmiş. Haya-tının en ağır gününü yaşıyor. Belki o güne kadar kendi ölümünü düşünmüştü ama hiç aklına gelmezdi, oğlu-nun ondan önce bir faciaya kurban gideceğini.

Yaşlı kadın sırılsıklam olmuş gözleriyle oğlunun def-nedildiği yeri arıyor. Kocasını buluyor ama seksen yıl-dır yükünü taşıyan dizleri ona hemen oracıkta ihanet ediyor. Dizleri onu oğlunun yanına kadar taşıyamıyor. Kızılay görevlileri hemen bir tabure bulup oturtuyorlar kadını, dizlerinin kilitlenip kaldığı noktaya.

“Bak anana yavrum, yavrum talihsiz anana, senin acını göreyim, acını göreyim de bundan böyle nasıl yaşa-yayım ben, nasıl?” Troya savaşından sonra Hektor’un anasının yaktığı ağıt, Anadolulu bir kadının ağzından tekrar oğlu için dökülüyor.

***

İmam var gücüyle dualara, fatihalara devam ediyor ama kalabalığa sesini duyurmak ne mümkün! Cenaze-ler geldikçe geliyor... Hiç durmuyor. İki mezarlık görev-lisi hocanın kulağına usulca fısıldıyor, “Hocam biz bir ses sistemi ayarlayalım.” Hoca, yarım saatten fazladır sürdürdüğü duasına ara vermeden başıyla onaylıyor. Mezarlığa bir bir tabutlar girmeye devam ediyor...

85

İsmail ve Süleyman Çata tek yumurta ikizleriydi. 32 yaşındalardı daha. Aynı gün askere gitmişler, dört yıl önce aynı gün evlenmişlerdi. Süleyman’ın bir oğlu, İsmail’in tek yumurta ikizi olan kızları vardı. 11 yıl önce de madende işe başlamışlardı. Beraber yaşayacakla-rı daha çok anlar bekliyordu onlayaşayacakla-rı, ancak maden aynı vardiyada çalışan kardeşlerin sonu olmuştu. Yine de ölüm bile ayıramadı ikizleri...

Daha 28 yaşındaydı Ergün Sidal. Evin tek oğluydu. Defnedilidiği gün bir oğlu dünyaya gelmişti. Göreme-den gitti onu. Eşi maGöreme-den kazasını duyar duymaz on-dan haber alamamış, erken doğum yapmıştı. Ergün’ün babası da böyle bir günde gelinini yalnız bırakamamış, oğlunun cenazesine katılamamıştı.

Şevket Saban ise bundan 4 yıl önce emekli olmuş, ama kızının çeyiz parası için tekrar madene girmişti. Ne yazık ki kızının nişanını görmek nasip olmadı... Hüseyin Avkaş da emekli olmasına rağmen evini daha iyi geçindirmek için çalışıyordu. Başçavuştu, yaklaşık 60 kişinin sorumluluğunu üstleniyordu. Üstelik oğulla-rı Fatih ve Ferhat’ı da yanına almış, ailecek geçimlerini madenden sağlıyorlardı. O gün Hüseyin ve Ferhat

Av-kaş evden ayrıldı. Fatih ise rahatsızdı, izin almıştı. Bil-miyordu o iznin hayatını kurtaracağını. Hüseyin Avkaş facianın meydana geldiği gün durum raporu vermek için telefon hattının bulunduğu bölüme çıkmış, karbon-monoksit gazı tüm ocağı kapladığında yerin altında olan oğluna koşmuştu... Bir gün sonra oraya ulaşan kurtarma ekiplerini bekleyen bir manzara vardı. Yan yana yatan baba ve oğul. Onlardan geriye gözü yaşlı anne, izin alarak evde kalan Fatih ve evin küçük oğlu Ferdi kalmıştı.

İmam var gücüyle