• Sonuç bulunamadı

Kendisi döne döne uzayan bir dumandan başka bir şey görmüyordu.”

S

ait Faik’in “Projektörcü” hikâyesini okumuş muy-dunuz? Dalgaların beyaz uçlarının göründüğü o hikâyede Burgazada’ya giden vapurun projek-törcüsü ile sohbet eder Sait Faik, vapurun burnunun üstünde. Bir projektörcü ne yapıyor diye soruyorsunuz-dur şimdi... Çünkü ben de bu hikâyeyi okumadan önce bilmiyordum bir projektörcünün ne yaptığını! Projektör-cü, geceleyin vapurun ucunda oturarak geminin önünü aydınlatırdı. Artık vapurlar gece ona ışık tutan birileri olmadan da gidebiliyor.

İstanbul o gün sisli yüzünü takınmış... Tam da Sait Faik’in yazdığı gibi. Yağmurdan göz gözü görmüyor. Buna rağmen Burgazada’ya gidecek motor için onlarca insan toplanmış şimdiden Kabataş’ta... Saat 12.30’a geliyor ve Medarı Maişet Motoru görünüyor uzaktan. Motor adını Sait Faik’in romanından almış. Anlamı “Ge-çim Motoru”. Gelen konuklara üstlerinde yağmurluk, ellerinde Medarı Maişet Motoru ve 60. Sait Faik Abası-yanık Hikâye Armağanı pankartını tutan birkaç kişi yol gösteriyor. Aralarındaki konuşmalara tanıklık ediyo-rum.

“Hava sıcak olsa bu kadar kişi gelmezdi herhalde!” Toplanan kalabalıktan onlar gibi hikâyeseverler de

mem-nun. Bir Cumartesi günü bu kalabalık, Burgazada’da dü-zenlenecek 60. Sait Faik Hikâye Armağanı Ödül Töreni için bir araya gelmiş. Biraz sonra herkes motora biniyor. Türk edebiyat dünyasının duayeni Doğan Hızlan da var kalabalığın arasında. Hızlan, “Olduğu Kadar Güzeldik” kitabıyla ödüle layık görülen Mahir Ünsal Eriş’e ödülünü takdim edecek...

Motor Kadıköy ‹skelesi’ne yanaşıyor. Kalabalığı, el-lerinde Sait Faik hikâyelerinin isimlerinin bulunduğu pankartlarla küçük çocuklar karşılıyor. “Az Şekerli”, “Havada Bulut”, “Lüzumsuz Adam”... Kadıköy’den

nenlerle motordakiler birbirlerine sarılıyorlar; belli ki uzun zamandır görüşmüyorlar. Öğrenciler, sanatçılar, gazeteciler...

Size biraz da motorun içini anlatayım. Hemen girişte Sait Faik standı açılmış. Hikâye kitapları satılıyor. Ça-yını ve simitini alıp deniz eşliğinde kitapları karıştıran insanlar vardı o gün orada... Bazıları da küçük çocuk-lar tarafından dağıtılan 1929 tarihli Milliyet gazetesini okuyordu. Sayfalardan birine gözüm ilişiyor. Gazetenin 7. sayfasında Sait Faik’in ilk hikayesi olan “Uçurtmalar” öyküsü.

“Gök bahtiyar, rüzgar kıskanç, güneş hasretle dolu; uçurtmalar birer çocuk ruhudur.

“Ben bir kuş olsaydım! Yükseklerden uçan bir kuş... Ka-natlarını germiş, gölgesinin düştüğü yerden bihaber bir kuş...Uçurtmaları gagalar mıydım?

“Ben bir kuş olsaydım! Ufacık bir kuş, uçurtmaları aca-ba nerden seyrederdim? Çınarın üstünden mi? Yoksa yukarlardan, atmacalardan korkmıyarak daha yukarlar-dan, uçurtmaların üstünden mi?”

Zaman çabuk geçiyor... Burgazada’ya ulaşılıyor. Ancak hava o gün bizden yana değil, göğü gri bulutlar kapla-mış. Bu yüzden ödül töreni Sait Faik Müzesi’nin bah-çesinde değil, teknenin güvertesinde yapılıyor. Doğan Hızlan, Mahir Ünsal Eriş’e ödülünü takdim etmeden önce konuşmasını yapıyor:

“Her yeri iyi anlatan bir yazar vardır. Varoş dediğimiz semtleri, o semtlerin ‘küçük insanlarını’ anlamak, öğ-renmek için Sait Faik’i mutlaka okumak gerekir. İyi bir yazar hem de bir kentin muhtarıdır, o kentin defterini tutmuştur. Ayrıca o yerin noteridir.”

Daha sonra ödülü alan Mahir Ünsal Eriş konuşuyor. Ha-yatının geri kalanında adının Sait Faik ile anılacak

sından dolayı yaşadığı mutluluğu, onuru dile getirerek başlıyor söze Eriş:

“İlk kitabım iki yıl önce çıktı. Gittiğim her yerde bana genç edebiyatçı dediler. Ben Cahit Sıtkı’nın hesabıyla yarıyı buldum. Artık genç sayılmam. Ama geçen yazın Gezi olaylarındaki pırıl pırıl çocukların hiçbiri 30’unu bulamamıştı. Ben bu onurlu ödülü onların anısıyla pay-laşmak isterim.”

Emanetimiz emin ellerde!

Bu yıl yapılan törenin bir başka özelliği vardı. Ressam Bedri Rahmi Eyuboğlu, Sait Faik öldüğünde yüzünün maskını çıkarmıştı. O gün gelinleri Hughette Eyuboğlu, “Emanetimizi nihayet teslim edeceğiz. Eminim ki en iyi şekilde bakılacaktır”, diyerek maskı müzeye teslim etti. Törenden sonra yağmur dinmişti... Herkes çoktan Sait Faik Müzesi’ne doğru yola koyulmuştu bile.

“Asıl yuvama dönmüştüm”

“İşte çocukluğumun ve ilk gençliğimin haritalarındaki adalar beni, sonunda bir gün özlediğim gibi bir adaya tesadüfen bırakıverdiler. Yaşım orta yaşı bulmuştu ama nihayet asıl yuvama dönmüştüm.”

Evin çatı katında ada ve deniz manzaralı odanın duva-rına yazılmış “Son Kuşlar” kitab›ndan bir alıntı bu. Asıl yuvam dediği yerde kimi zamanlar ikilemler de yaşamış. Ne de çok yaşanmışlığa tanıklık etmiş bu ev!

“Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacak-tım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım, koştum tütün-cüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yol-larında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yont-mak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”

Sevenlerinden Sait Faik’e mektuplar

Çoğu hikâyesinde bir Burgaz, deniz kokusu vardır Sait Faik’in... Sinmiştir ruhuna hikâyelerinin... Şimdi ise müze evinde gezinirken, her merdiveni çıkarken tanık

71

olursunuz Sait Faik’in hayatına... Hayatından alınmış

fotoğraflarının altında hikayelerinden kesitler düşül-müştür. Çatı katına çıktığınızda ise bir oda vardır ki bu sefer sevenleri yazar hikâyeleri. Kimi mektuplar yıllar önce yazılmıştır, bir derdini anlatmıştır ona seveni mek-tubunda... Kimi mektuplar özlem kokar, hasret kokar. Ama mektubu kim yazarsa yazsın, bunun Sait Faik’e ulaşacağını mutlaka bilir. O gün de bu mektuplardan bazıları çıkarılmış bahçeye diğer Sait Faik severleriyle buluşmak üzere....

14 Ağustos 2013 / 12:14 Sevgili,

Bu saate kadar gelmememin sebebi hayat yoğunluğu idi. İstanbul çok kalabalık. İşler bazen yolunda gitmeyebiliyor.

Biliyorsun çocukluğum geçti seninle... İlk gençlik yıllarım... Bü-yüttün beni cümlelerinle...Yazabildiğin kadar yazdım. Daha çok yazman gerektiği kanaatindeyim. Belki senin cümlelerini çalar ben devam ederim yazmaya. Bugün senden bir öykü çaldım; “Pen-ceresiz Oda”.

Unutma seninle geçen çocukluğum, gençliğimi güzelleştirirken öğrencilerime hikaye oldu. Anlatıyorum seni hikayelerinle hika-yelerimde.

Unutma! Sevgiler

Yıldız Öğretmen

Bir diğer mektup çarpıyor gözüme. 9 yaşındaki İpek Naz yazmış. Yazının altına da bir kitap çizmiş kendince. Üzerinde koca harflerle Semaver yazıyor.

“Sevgili Sait Faik,

Sizin kitabınız bende var ama henüz okuyamadım. Biliyor

mu-sunuz? Belki ben de yazar olurum. Burgazada’daki evini gezdim, çok beğendim. Sizi daha fazla yormayayım.”

Bir mektup ise 11 aylık Ulaş’tan...

4.08.2013 Sevgili Sait Dede,

Benim adım Ulaş. Henüz 11 aylık bir bebeğim. Annem benim adı-ma bu mektubu yazıyor. Senin kitaplarını büyüdüğüm zaadı-man okuyacağım. Bizlere bıraktığın eserler için çok teşekkür ederim. Huzur içinde uyu....

Ulaş Erçetin

7.07.2013

Pazar, Burgazada

Mevsimler mi çabuk geçiyor, insan yaşlandıkca zaman mı azalı-yor giderek. Sevgili Sait Faik, yalın yaşamak zor bu günlerde. Ya-şanan en güzel anlar sizinkiler mi bizimkiler mi bilinmez... Kuş-lar, kuşlar arada geliyorlar. Balıkçılık ise eskisi gibi revaçta değil. Hani bir poyraz, lodos esse sert... Sizin gibi dizeler, kelimelerle günü güzelleştirenler de azaldı. Ama bu günlerde yeryüzü çocuk-ları çok güzel. Bir bilseniz, bir görseniz, siz...

Sevgi ve saygılarımla

Sizin evinizden ve sizin özelinizden

Burgazada’daki konuklar müzeevi dolaşıp adaya yayı-lıyorlar. Kimi sahilde Heybeli’ye, Kaşıkadası’na doğru otururken kimisi de Kalpazankaya’ya doğru yürüyor... Kimisi de iskelenin yolunu tutuyor. Medarı Maişet Mo-toru İstanbul’a, anakaraya dönecek... Uzaktan bir vapur ötüyor.