• Sonuç bulunamadı

Ölüm Savaş’ta emanet gibi duruyordu

Sanki her an

uyanacakmış gibi.

Bütün meslektaşları

yanı başındaydı,

bütün sevenlerinin

yüzlerinde bir

burukluk...

© Vedat Tunçtan © Vedat Tunçtan

41

Savaş Ay başını bir kaldırsa acaba ne derdi?

Büyük bir izdiham yaşanıyordu. İmam sürekli anons geçiyordu. “Lütfen cenazeye saygı, biraz geri çıkın. Herkes bir adım geriye doğru çıksın,” diyordu. Ancak kimse yerinde kımıldayamıyordu. Diğer cenazelerin sahipleri sürekli basın mensuplarına laf atıp duru-yorlardı. Herkesin öfkesi birden patlayıverdi. Ce-naze sahipleri ile basın mensupları kaynaşıverdiler, yumruklarla!. Savaş Ay başını bir kaldırsa acaba ne derdi? Pek iyi şeyler diyeceğini düşünmüyordum... Kameralar kırıldı, muhabirler dayak yedi. Ben de o anı görüntülemek için araya girmeye çalışırken, bir beyefendi beni tutup:

“Oğlum sen girme araya zaten bir yumrukluk canın var,” diyerek beni engellemeye çalışsa da ben ısrar-la girip fotoğrafısrar-lar çektim. Ancak diğerleri benim kadar şanslı değillerdi. Çoğunun gözleri şişmiş ya da kameraları kırılmıştı.

Kaptan’a son yolculuğunda büyük ayıp ettiler... Savaş Ay’ın kemikleri sızlamıştır daha toprağın altı-na girmeden...

İmam:

“Değerli Müslümanlar lütfen saf tutalım” demesi pek kâr etmedi. Kavga, itişme, bağrışma devam edi-yordu. İmam artık çareyi namazı başlatmakta bul-du. “Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrah-manirrahim, er kişi niyetine...” deyip namaza durdu. Ortalık sakinleşti, insanlar derin bir sesizliğe gömül-dü. Ölüm sesizliğinde muhabirlerin makinelerinde çıkan “şak şak” sesinden başka ses yok... Sesizliğin sesi diyorlar ya bu olsa gerek... Dışardaki ölüm se-sizliğine karşın, beynimde fırtınalar kopuyor. Savaş Ay’ın hafızamdaki sesi, sessizli€ime davul vuruyor-du. Ne güzel okurdu sürgün şiirini, ne güzel anlatırdı Erdal Eren’in son saatlerini...

Ölüm, Savaş’ta emanet gibi duruyordu. Sanki her an uyanacakmış gibi. Bütün meslektaşları yanı başın-daydı, bütün sevenlerinin yüzlerinde bir burukluk... Namaz bitti. Ortalıkta bir telaş; muhabirlerin telaşı. Foto muhabirleri en güzel fotoğrafı çekme yarışın-da, haber muhabirleri ünlü birini bulup konuşturma peşinde... Cenazeyi omuzlara alıp yavaş yavaş av-ludan dışarıya çıkardılar. Cenaze arabasına konulup Topkapı mezarlığına defnedilmek üzere yola çıktı. Bizim de görevimiz bitmişti. Arkadaşlarla dışarı

çı-kacakken, arkadan bir ses: Gençler bakar mısınız? Arkamızı döndük. Bir beyefendi. Takım elbiseli, ba-dem bıyıklı, “Nevi şahsına münasır bir tip diyemiye-ceğim, çünkü klasik bir imam veya müezzin kılıklı” biri.

“Gençler basın mısınız?” deyip ceketinin önünü ilik-lemeye başladı. Evet cevabını alır almaz başladı anlatmaya: “Bakın burada aslında cemaatin hiçbir suçu yok. Üç tane cenaze aynı vakte denk gelmiş. İnsanlar acı çekerken bence basın mensubu arka-daşlarınız onları biraz rahatsız etti. Lütfen böyle yazın. Ben caminin müezziniyim,” deyip dinlediğimiz için teşekkürlerini iletip yanımızdan ayrıldı. Biz dı-şarı çıktık. Kaldırımdan yürürken caminin öbür çıkı-şında, belli ki mafya dizilerini çok izlemiş bir grup, suratlar asık ve kavgacı bir şekilde dışarı çıktılar. Zaten cenazede muhabirleri tartaklayan, kamerala-rı kıran o mafya bozuntulakamerala-rıydılar.

Herkesin Savaş’a dair bir sözü vardır. Benim son sö-züm ise; şapkası kafasında, kocaman, tatlı, çocuk-su gülüşüyle İstanbul bir delikanlısını yitirdi. Türk Basını, duygu sömürüsünün medyatik delikanlısını kaybetti.

BİR OKUL DÜŞÜNÜN...YAZI TAHTASINDAN, SIRALARINA, SINIFLARDAKİ KİTAPLIKLARDAN

ÖĞRETMENLERİNE KADAR HER ŞEYİ HAZIR OLAN BİR OKUL. TEK EKSİK OKULUN ÖĞRENCİ

KABUL EDEBİLMESİ İÇİN DEVLETTEN ÇIKACAK İZİN. BÖYLE BİR OKUL OLUR MU DEMEYİN, ZİRA

HEYBELİADA RUHBAN OKULU 43 YILDIR BU İZNİ BEKLİYOR...

Yazı l Ayten Abbaslı (İAHA) Fotoğraf l İAHA Fotoğraf Grubu

K

abataş’da bindiğiniz vapur sizi Kadıköy,

Kınalıa-da ve BurgazaKınalıa-da’Kınalıa-dan sonra HeybeliaKınalıa-da’ya götü-rür. Sessizliğe bürünmüş bu ada vapurdan inen gezgin gruplarla ve burayı keşfetmek isteyen Türkler-le canlanır. Ama buna rağmen yine de sokakları yaz bafl›nda sessizdir, esnafın yüzünde ise adalı olmanın verdiği gizli bir mutluluk vardır.

Küçük bir kasaba gibi....

Ümit Tepesi denilen yerdedir Ruhban Okulu... Adaya her gelen ziyaretçi uğrar buraya. Çünkü daha vapur-dan inmeden ormanlıklarla çevrili bu alan dikkatinizi çekmiştir. Adanın neresinden yukarıya doğru bakarsa-nız bakın görürsünüz bu okulu. Öyle bir okul ki burası kendi kendine yetebilen küçük bir kasaba gibi...

Kanti-43 Yıllık Bir Bekleyişin Öyküsü...

ninden manavına, berberinden hamamına kadar içinde her şey vardır.

“Dünyanın her yerinden öğrenci kabul eder bu okul. Afrika’dan Rusya’ya kadar bütün Ortodoks öğenciler burada eğitim alabilmektedirler. Ayrıca okulumuzda eğitim ücretsizdir. Öğrencilerin burada okuyabilmesi için Yunanca bilmesi gerekmektedir. Bilmiyorlarsa ha-zırlık görüyorlar. Bundan başka istedikleri dili öğren-me şansına sahipler. Almanca, İngilizce ya da Fran-sızca öğrenebilirler. Haftanın 6 günü dersleri oluyor. Derslerden sonra çocukların çalışması bitmiyor, etüt-lere kalıyorlar. Etütlerden sonra da öğrenciler kütüp-haneye iniyorlar.”

Okulun ziyaretçilere açık merdivenlerinden çıkarken 2005’den beri burada kütüphaneci olarak çalışan Yannis Ananas anlatıyor okulun kapanmadan önceki durumunu. Öğreniyoruz ki bu merdivenler aslında okul eğitime açıkken sadece din adamları ve öğretmenler tarafından kullanılıyormuş. Şimdi ise Türkiye’nin ve

dünyanın çeşitli yerlerinden gelen meraklılarını ağır-lıyor...Yannis, bu rakamın yılda 20-30 bine ulaştığını söylüyor.

43 yıldır beklenen an...

Merdivenlerden içeri doğru girip bir mum yaktıktan sonra dümdüz ilerlerseniz Aya Triada kilisesini gö-rebilirsiniz. Zaten okul binası 9. yüzyılda bu kilisenin üzerine inşa edilmiş. Daha sonra 1844 yılında din adamı yetiştirmek amacıyla teoloji dersleri verilmeye başlanmış. Ta ki 1971 yılında yüksekokul olarak kabul edilen Ruhban Okulu’nun “Özel Öğretim Kurumları Ka-nunu’ndaki ‘özel üniversite açılamaz’ hükmü gerekçe

gösterilerek kapatılmasına kadar.

Bu yüzden okulun sol tarafı kırmızı şeritlerle ziyare-te kapatılmıştır. Okul yetkililerinin yıllardır gösziyare-terdiği çabalara, bekleyişe rağmen olumlu bir sonuç alına-mamıştır. Okulun sadece sağ bölümü, yani Milli Eği-tim Bakanlığı’na bağlı olan Erkek Lisesi açıktır. Ancak

öğrencisi olmadığından dolayı boş sınıflara bakmak-la yetinirsiniz. Bu sınıfbakmak-larda eskiden kalma sırabakmak-ları, Atatürk’ün portresini, İstiklal Marşı’nı, içinde Halide Edip Adıvar’ın ‘Mor Salkımlı Ev’inden, Peyami Safa’nın ‘Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’na kadar geniş bir yel-pazeye sahip kitaplığı görebilirsiniz.

Saklı bir kitap cenneti...

Ruhban Okulu’nun hemen alt katı “L” şeklinde, 96 binin üzerinde kitap hazinesine sahip bir kütüphanedir. Alt katta olmasının bir tek nedeni var diye açıklıyor kütüp-haneci Yannis Ananas, “güvenlik”.

“Üst katlar ahşap. Yani her an yangın tehlikesi olabilir. Ancak alt katlar ise yığma taş. Bu yüzden kütüphane-miz alt katta.”

Aristophanes’in komedilerinin 1848’de basılmış bir nüshasından, ilk matbu İncil ve Tevrat nüshalarına, 1498’e ait eski matbu kitaplara, 1871 senesine ait güzel yazıyla yazılmış katologlara kadar çeşit çeşit kitaplara sahip bu kütüphane... Ancak dini ağırlıklı ki-taplar daha fazla. O yüzden birçok araştırmacının

uğ-“Dünyanın her