• Sonuç bulunamadı

MECİDİYEKÖY’DEKİ DOWN CAFE’DE ÇALIŞIYORLAR, ÖTEKİ GARSONLARIN YAPTIĞI İŞLERİ BELKİ DE ONLARDAN DAHA İYİ YAPIYORLAR

141

B

ir kafe düşününüz, içeri girdiğiniz zaman, ışıl ışıl

gözlerle size “hoş geldiniz” deniyor. Siz yürekle-rinde hiçbir kötülüğün olmadığı tertemiz insan-lar tarafından karşılandığınızı biliyorsunuz. Sadece midenizin değil, yüreğinizin de doyduğu bir yer... Bu kafede mutluluğun ve sevginin tüm varlığıyla yaşandı-ğını ve sizi çepeçevre sarmaladıyaşandı-ğını hissedersiniz. “Var mı böyle bir yer?” demeyin. Down Cafe’ye yolu-nuzu düşürün. Göreceksiniz ki söylediklerim az bile kalacaktır.

Mecidiyeköy’de Profilo Alışveriş Merkezi’nin yanında yer alan bir kafe! Hafta içi bir gün arkadaşımla yolu-muzu buraya düşürenlerden olduk ve şimdiye kadar gitmediğimize de pişmandık. Burası down sendromlu çocukların ailelerinin açtığı, Şişli Belediyesi’nin des-teklediği ve Zihinsel Engelliler Vakfı’na (İZEV) bağlı bir kafe.

Mecidiyeköy metrobüs durağında indiğimizde, insan-ların yüz ifadelerini okumaya çalışarak ilerliyorduk. Şehir bezginliği insanların yüzünden akıyor. Ve böy-le bir günde ziyaret ettiğim down kafe bana yeniden nefes almak gibi geldi. İçeri girdiğiniz andan, çıkana kadar yüreklerindeki masumiyeti size hissettiriyorlar. Mütevazı bir ortamda aile sıcaklığı, hatta bundan öte bir şey var burada.

Renkli ışık saçan ferah bir yanı var buranın. Rengârenk olarak dekore edilmiş. İçeri girdiğimizde bizi güler yüz-leriyle, boş masalardan birine davet ediyorlar. Gittiği-mizde öğle saati olduğu için kalabalıktı. Bir bankanın yöneticileri yemeğe gelmişlerdi. Dönüşümlü olarak her hafta bir şubenin yöneticileri burada yemek yeme-ye geliyorlarmış.

Bu arada küçük bir sürprizle karşılaştık. İstanbul Üniversitesi’nden de haber yapmak için gelen öğren-ciler de vardı. Bize bilgi veren Saruhan Bey ve Miri Hanımı hep birlikte dinlemeye başladık. Anneleri, “ken-dilerinin haberini yapacağımızı” onlara söylediğinde meraklı gözlerle bize bakmaya başladılar.

Kafe hakkında buranın kurucusu olan Mimar Saruhan Singen’den bilgi alıyoruz. Kızı Sezin de kafede çalı-şıyor. Yaşları, 18–30 arası değişen yirmi beş çocuk çalışmakta. Aileleriyle dönüşümlü olarak her gün beş çocuk kafede çalışıyor. Çalışan çocuklar sadece down sendromlu çocuklar değil, otistik ve mental rahatsız-lığı olanlar da var. Bugün burada bulunan çocuklar;

Eyüp, Rubi, İpek, Ali Cenk ve Gürsoy.

Down Cafe, pazar günü hariç her gün açık. Pazar gün-leri ise doğum güngün-leri gibi özel etkinlikler için açıldığı oluyormuş. Solda kafenin mutfağı bulunmakta. Bu-rada her gün aşçıları tarafından günün menüsü belir-lenip, tatlısı ve salatasıyla üç çeşit yemek yapılıyor. Bunun yanı sıra çay ve kahvenizi de yudumlayabilece-ğiniz bir mekân.

Kafenin içinde bağış yapılan tablolar ve satılması için hediye edilen eşyalar bulunmakta. Türkiye’nin birçok yerinden hediye edilmiş ressamların eserleri sergileni-yor. Bunların satılmasıyla kafeye katkı sağlanısergileni-yor. Duvarlarda, kafede çalışan çocukların resimleri yanı sıra, buraya gelen birçok ünlünün de fotoğrafları ası-lıydı. Basında yayımlanan haberler de kesilip duvara asılmış.

Çocuklarla birlikte, ziyaretçilerin de faydalanması için kafenin içindeki, bilgisayarlar dikkatimizi çekiyor. Kafe çalışanlarından Ali Cenk tüm samimiyetiyle sev-gi dolu gözlerle hepimize, “Hoş geldiniz, tanıştığıma memnun oldum,” diyor.

Biz orada olduğumuz sürece de defalarca, gelip mem-nuniyetini dile getiriyor. Diğer arkadaşları görevlerinin başında tüm ciddiyetleriyle çalışıyorlar. Kimi masaları düzenliyor, eksikliklerini gideriyor, peçeteleri, çatalları yerleştiriyor. Bir diğeri müşterilere servis yapıyor. Gö-rev dağılımı var ve her biri en çok sevdiği işi yapıyor. Hepsi eğitimli, turizm ve otelcilik okulundan sertifika almışlar. Ritim dersleri almışlar, tiyatro oyunları ser-gilemişler. On kadar okulda izleyiciyle buluşmuşlar. Yoga ve dans eğitimi de almışlar. Bundan haz aldık-larını ifade ediyorlardı. Ve hâlâ çalışıyorlar, haziran ayında sergileyecekleri tiyatro oyununun hazırlıklarını yapıyorlar bu aralar.

Kelebeğin kozasından çıkması gibi…

“Kafe fikri nasıl oluştu?” diye soruyorum Hale’nin an-nesi Miri Hanıma. Mihri Hanım sıcacık kocaman gü-lümsemesiyle cevap veriyor. “Ankara’da böyle bir kafe açıldığını duymuştuk. Sosyal hizmetlerin açtığı bir kafeydi. Çocuklarımızın eğitimi bitmişti. Bazı velileri-miz Ankara’daki kafeye ziyarette bulundu. ‘Ah biz de açsak, biz de böyle bir yerde çalışsak,’ nasıl olur diye düşündük. Sonra babamız Saruhan Bey’in katkılarıyla ve öncülüğünde 2011’de açtık burayı. Kelebeğin

ko-zasından çıkması gibi oldu bizim için.”

Dernek altında bir araya gelene kadar, yaşadıkları zor-lukları ve yaptıklarını anlatıyor Miri Hanım.

“Zihinsel Eğitim Vakfını ve derneğini kurduk doksanlı yıllarda. Kendimizin açtığı okulu devlete bağışladık. Doksanlı yılların başlarında Şişli Belediyesi’nin rehber-lik birimine başvurduk ‘Çocuğumuzun eğitim yaşı geldi, nasıl eğitiriz?’ diye başvurunca, oranın müdiresi olan hanım bize yardımcı olacağını söyledi. Bizi bir çatı al-tında topladı. Dernek kurdu. Milli Eğitim Müdürlüğü ile görüşmelere, yazışmalara başladı. Bir devlet okulunun tiyatro salonunu bize verdiler. Kendi imkânlarımızla, bağışlarla sınıflar oluşturduk. Başlarken dört sınıfımız vardı. Öğrenci sayımız durmaksızın arttığı için, uzun uğraşlarla bunun büyütülmesini istedik. Daha sonra, ‘tamamen size verelim’ dediler. O zamanlar çok okul yoktu.”

“Toplum içinde farkındalık oluşturmak”

Toplum içinde farkındalık gelişmediği için çocuklarının okula başladığı zaman, çok sıkıntılı süreç geçirdiklerini

belirten Miri Hanım, ilk başlarda ailelerin, hatta öğret-menlerin bile kendi çocuklarının, diğer öğrencilerle bir-likte “kötü etkilenirler” diye, aynı anda teneffüse bile çıkarmak istemediklerini söyledi. O günlerde yaşadık-larını bizimle paylaştı:

“O çocuklar mezun olana kadar bizim çocuklarla birlik-te kaynaşması için bir arada okudular. İlk başlarda çok zorluk çektik. Velilerden itirazlar geldi. Çocuklarımız teneffüse çıktığı zaman veliler kötü etkilenir diye, bi-zim çocuklarla birlikte sınıfa çıkmasın, birbirlerini gör-mesinler dediler. Hâlbuki bu bizim çocukların yanı sıra onların çocuklarına faydası oldu, çünkü bu kaynaştır-mayla çocuklarına faydalı olacak. Bu çocuklar ilerde işadamı olduğunda bilim insanı olduklarında ya da herhangi bir işte oldukları zaman bizim çocukların da hayatlarını kolaylaştıracak işler yapabilirler. Her şey-den önce vicdanı öğrenirler. Bu toplumun önyargılarını kırmak çok zor oldu. Hatta ilk başlarda öğretmenlerde de bununla ilgili zorluk yaşadık. İlk başta her sınıfa bir öğrenci yerleştirerek uyum sağlamasını istedik, sonra karşı çıkan öğretmenler, en baş savunucuları oldu.”

143

Özel insanlar

Sempatik tavırlarıyla kendilerini o kadar çok sevdiri-yorlar ki, yüreklerinde nefret barındırmayan çok özel insanlardı onlar. Yeryüzüne indirilmiş melekler gibi saf ve temizler... Birçok ailenin çocuklarının ilk doğduğu zaman verdiği tepki olan; “niye ben?” sorusuna karşın, zaman içinde onların üstün yeteneklerini gördüklerin-de ise “iyi ki ben,” diyebilecekleri bir durum.

Ne dersiniz daha yaşanılır bir dünya için böylesi gönül-lere ihtiyacımız yok mu? İçinde sevgiden başka bir şey barındırmayan, dürüst ve samimi gönüllüler. Kötülük-lerin, nefretin, kinin olmadığı, karşılıksız sevginin yeşe-rip büyüdüğü tertemiz yürekler. Hiçbir kötülüğün kök salmasına olanak sağlanmayan bu gönüllerde kaybol-mak istiyor insan. Yemek servisine geçiyoruz. Günün menüsü: Tavuk suyu çorba, zeytinyağlı yaprak sar-ma, püreli çanak köfte, zeytinyağlı semizotu, spagetti makarna, yoğurt, salata ve cacık. Özenle hazırlanan sofrada bize Eyüp ve Rubi servis yapıyor. Yemeklerin

hepsi birbirinden lezzetli ve oldukça ekonomik fiyata satılıyor.

Ve sonunda ayrılık vakti…

Birbirimize bu kadar alıştıktan sonra gitmek istemiyo-ruz. Ayaklarımız isteksizce hareket ediyor. Nasıl kolay-ca gidebilirdik; çocuklar ve aileleri bize yüreklerini so-nuna kadar açmışken. Artık daha samimiydik, beraber toplu fotoğraf çektiriyoruz neşe içinde, şen kahkahalar eşliğinde. İstanbul Üniversitesi’nden gelen iki arkada-şımızın; ikisinin de ismi Elif ve Ali ikisinin ortasında durduğu zaman bir dilek tutuyor. Dileğinin ne olduğunu sorduğumuzda; “zengin olmak” olduğunu söylüyor bize. Hepimize ayrı ayrı, defalarca tekrarlıyor dileğini… “Zengin olup araba ile sizleri gezdireceğim.” “Ali bak, zengin olunca sakın unutma bizi!”

“Aşk olsun! Unutur muyum? Hem de hiçbirinizi unut-mam. Söz veriyorum, gezdireceğim.”Yüreğin zengin Ali… Biz de seni asla unutmayacağız!

AH HAYAT, SEN İNSANI REZİL DE EDERSİN VEZİR DE! SANA CAHİDE SONKU’YU HATIRLATAYIM,