• Sonuç bulunamadı

Sosyalleşme Kuramları Açısından Çocukluk

BÖLÜM 1: ÇOCUKLUK ÇALIŞMALARINDA DEĞİŞİMLER VE YENİ

1.2. Sosyalleşme Kuramları Açısından Çocukluk

Sosyalleşme kavramı, tecrübesiz (naïve) kişiliklerin çocuğun içinde yetiştiği kültür bağlamında bir işlevi olmak üzere becerileri, örnek davranışları, değerleri edinme sürecidir. Bu süreçte çocuklar için önemli olanlar, sosyal tecrübeler, sosyal anlayış ve daha geniş gruplara katılmayı kolaylaştırmak amacıyla başka kişilerle anlaşabilmek için yetişkin duygularını anlamaktır. Sosyalleşme tüm bu edinimleri içerirken, eğitim ve özel mesleklerde özel rolleri de kapsayan, kültürün, her kuşaktan sonrakine aktarılma sürecidir aynı zamanda. Kültürün kuşaklar arası geçişi, yeni kuşakların kültürün değişmeyen (statik) bir şekilde aktarılması değildir. Kültürler de yeni teknolojiler, refah, iklim değişimleri, salgın hastalıklar gibi çok farklı etkenlerle değişimler geçirmektedir. Yeni kuşakların bu değişimlere ayak uydurmasında, geniş sosyal girişim ve yeniliklere katılmasında eğitim programlarının (rejimleri) önemli rolü vardır. Bu, ebeveynlerin çocukların sosyalleşmesinde başarısız oldukları anlamına gelmez. Ama yeni kuşaklar, büsbütün de seleflerinin biçimlendirdiği bir kuşak olmamaktadır. Dolayısıyla daha geniş anlamıyla sosyalleşme, yeni kuşaklara yavaş yavaş telkin edilen ebeveyn kuşağının hala işlevini sürdüren ve yeni şartlarla bağlantı kurmasına yarayan eski normları ve yeni

değişimlere ayak uydurmasını sağlayan sosyal normların benimsenmesini

kapsamaktadır (Maccoby,2007:5).

İnsanın hayvanlardan farklı olarak doğumdan sonraki ilk yıllarda her yönden çevresindekilerin yardımına ihtiyacı vardır. Sadece biyolojik ihtiyaçların giderilmesinde değil, toplum içinde yer edinmek için de yetişkin bilgi ve desteğine ihtiyaç vardır. İste hem ihtiyaçlarını öğrenmesi hem de ihtiyaçlarının giderilmesinin yol ve yöntemini öğrendiği sürece sosyalleşme denilmektedir. Sosyalleşme, toplumun beklentilerinin yerine getirilmesi, yetişkinlerden çocuklara kültür aktarımı, çocuklar ile yetişkinler arası çift yönlü bir etkileşimi ve çocuğun toplumun aktif bir üyesi olması anlamında yaşam boyu süren bir süreçtir (Bern, 2010: 6-7).

Doğumla başlayan sosyalleşme, yaşam boyunca devam eder. Sosyalleşme, kişinin bireysel olarak etkileşimde bulunduğu diğerlerinden bir karşılık bulmasıdır. Bu karşılıklı etkileşim, dinamik bir süreç olarak tüm zamana yayılırken, kendisi çevresindekileri etkilediği gibi, çevresi de kendisini etkilemektedir. Anthony Giddens sosyalleşmeyi “Yardıma gereksinimi olan bebeğin, yavaş yavaş içerisinde doğduğu kültür için geçerli olan becerileri edinerek kendi bilincinde olan, bilgili bir kişi haline gelme süreci” olarak tanımlarken, bu süreçte çocuğun etkilere karşı pasif bir özümleme yapmadığını, bilakis, kendisinin bakımından sorumlu olanlardan istekleri olduğunu ve bu açıdan yeni doğmuş bir bebeğin bile etkin bir varlık olduğunu belirtir. Sosyalleşmenin insana has olan tarafı, birçok canlının aksine, onun doğumdan 4-5 yaşına kadar çok yakın bir ilgiye muhtaç olması ve güdüleri aşan ileri ve karmaşık bir öğrenebilecek donanıma sahip olmasıdır. Sosyalleşme, bebeklik ve çocukluk döneminde yoğun olsa da ölüme kadar devam eden ve farklı kuşakları birbirine bağlar. Sosyalleşme, doğumla başlayıp ölüme kadar süren bir süreçtir. Topluma yeni katılan bireyler, mevcut kültürü, yasam biçimini benimsemesi ve bunlara uyması sürecini ifade ederken; başka bir açıdan sosyalleşeme, yetişkinlerin bilgi, kültür ve deneyimlerini yeni kuşaklara aktarmayı da anlatmaktadır. Ayrıca bir çocuğun doğuşuyla onun bakımından sorumlu yetişkinlerin yaşamlarını değiştirmekte, ebeveynlik, yetişkinlerin etkinliklerini çocuklara bağlamakta ve yaşam boyu sürmektedir (Giddens, 2000;25).

Toplumsallaşmanın “insani” yönüne vurgu yapan Özkalp’e göre; “Bireysel yönden toplumsallaşma, insanın hayvansal yönlerini bırakarak, insani değerler kazanması ve kişiliğini bulması sürecidir.” Ayrıca, toplumsallaşma, “sosyal ve kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılmasını” ve bireyin tutarlı davranma, düşünme ve hissetme biçimi olarak ifade edilen “kişiliğin gelişim” sürecini simgeler (Özkalp,2011:101-102).Çoğu sosyal bilimcinin sosyalleşmenin insana has olduğunu belirten Bern, Mead başta olmak üzere sosyal etkileşim teorisyenleri, dilin insanı diğer hayvanlardan keskin bir biçimde ayırdığını belirterek, Mead’in, dilin düşünce ve iletişim yarattığını, bu sayede düşünce ve eylemlerini değiştirmesini ve düşüncelerin davranışa dönüştürmenin mümkün olduğunu belirtir. Dil, aynı zamanda insanın muhakeme gücünü ve davranışın biçimsel özelliklerini geliştirebilmesini sağlar. Muhakeme gücü ve davranışlar ise başkalarının tutumlarını benimsememizi mümkün kılmaktadır (Bern, 2010:6).

İnsanoğlu doğumdan başlayıp yaşam boyu çevresinden edindiği bilgi ve deneyimleri kaydetmekte, kurgulamakta ve kullanmaya çalışmaktadır. Yaşamın ilk yıllarında yetersiz fiziksel özelliklere rağmen, beyin ve sinir sistemi en hızlı gelişim dönemini yaşar. Çocuğun ilk yıllarındaki ebeveyne fiziksel bağımlılığı giderek azalırken hiçbir zaman son bulmayacak ama ileriki yaslarda bu bağımlılık yakın çevresindeki insanlara ve kendi çocuklarına karşı yön değiştirmektedir. Onlardan bakım, sevgi, onay beklerken; bir taraftan da kendini değerlendirir. Bu süreçte gerekli bilgiye, tekrara, başkalarının tepkilerini değerlendirmeye ve sosyal desteğe ihtiyaç duymaktadır (Özkalp,2011:105-106). İşte bireyin tüm bu gözlem, davranış, duygu ve hisleri ile ilgili geri dönüşler sosyalleşme sürecini ve deneyimlerini oluşturmaktadır. Bu deneyimler aynı zamanda kişiliğin temelini oluşturmaktadır.

Çocukların değişen dünyada nasıl sosyalleştiği ile ilgili olarak Roberta M. Berns, bunun için ‘insan ekolojisi’ kavramına başvurmak gerektiğini belirtir. İnsan ekolojisi, insanın sosyalleşme süreci boyunca algılama, öğrenme ve davranış gibi etkileşimlerinin gerçekleştiği biyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel bağlamları içerir.7 Bu bağlamda, demografik, ekonomik, politik ve teknolojik değişimler, insanın uyumlarını tehdit etmektedirler. Bunlara karşı, insanlar doğası gereği, kişisel sosyal ve toplumsal dönemlere bağlı olarak sürekli uyum sağlamalıdır. İşte bu uyum sürecinde çocukları aileleri, okullar, topluluklar, onların refahından sorumlu ilgili ve yetkili kurumlar tarafından desteklenmektedirler. Bu sosyalleştirici kurumlar çocukların yetişkinlerin dünyasına katılmasında onları yetiştirmektedirler. Görüldüğü gibi birçok toplumsal güç çocukların gelişimlerine katkı sağlamaktadır. Sosyalleşme, aile, okul, akran grubu, topluluk ve medya aracılığıyla olmaktadır. Sosyallleşme, kişiye sosyal gruplara ve topluma katılmayı sağlarken, toplumun ve sosyal kuralların yaratıcı bir üyesi olmayı da sağlar. Sosyalleşme ile ilgili çağdaş yorumcular da ve bunun diğerleriyle anlamlı etkileşimleri boyunca, kişinin iletişim yoluyla, önemli duygusal şartlar içinde, toplumsal grupların çeşitli hedeflerine kesin ulaşmaya yönelten sosyalleşmenin yaşam boyu devam eden bir süreç olduğunu kabul etmektedirler (Bern, 2010 :7).

7

Çocukların gelişimlerini etkileyen aile ve sosyal çevrenin tüm unsurları kapsayan, ABD kaynaklı bir yaklaşım, özellikle gelişim psikolojisi alanında boylamsal araştırmalarda kullanılmaktadır., “Erken çocukluk gelişim ekolojileri” olarak adlandırılan bu yaklaşımın teorik ilkeleri ve örnek bir uygulama için bakınız: Nazlı Baydar, Aylin Küntay vd. Türkiye’de Erken çocukluk gelişim Ekolojileri Araştırması, Proje no: 106k347, 2010.

Sosyalleşmeyi, bireysel olarak kişiyi grupların ve toplumun etkili bir katılımcısı olmak için bilgi yetenek, karakter özelliklerini elde edilme süreci olarak ifade eden Bern, aile, akran grupları, okul, din, devlet, hukuk ve medya gibi temel kurumların her birinin çocuklara kendi işlevleri açısından bazı direktifler verdiğini belirtir. Ona göre, sosyalleşme kavramı, ebeveynlik ve çocuk yetiştirme, sosyal gelişme ve eğitimi içeren insanlık tarihi kadar eskidir.

Sosyalleşme süreci, biyolojik, sosyo-kültürel ve ikili ilişkiler gibi birçok faktörün etkili olduğu bir süreçtir. Geçmişte sosyalleşme ile ilgili araştırmalar, daha çok çocuğun dışındaki faktörlerin, örneğin yetişkinlerin, etkilerine odaklanıyordu. Günümüzde ise bu sürecin çocuğun kendi gelişim sonuçları üzerinde katkısını vurgulayan dinamik ve karşılıklı bir etkileşim süreci olduğu kabul ediliyor.