• Sonuç bulunamadı

2.5. Korkunun Etki Alanı: Sosyal Sermaye ve Güven

2.5.1. Sosyal Sermaye

Sosyal sermaye toplumda bireyler, gruplar veya sınıflar içinde birlikteliği, dayanışmayı, işbirliğini ve gücü sağlayan; iletişim kanallarıyla aktive olan toplum, grup ya da örgüt için birleştirici görevi üstlenen varoluş dinamiğidir. Sosyal sermayenin Batı düşünürleri arasında dile getirilişinin ilk temsilcileri olarak sosyolojik alanda Tocqueville'ye, Durkheim'a, Weber'e, Marks'a, Tönnies'e dayandırılmaktadır (Şan, Şimşek, 2011:90). İslam dünyasında ise dayanışmanın ilk çeşitlerini Farabi ve İbn-i Haldun’da görmek mümkündür. Farabi, “Medinetü’l Fazıla” eserinde dayanışmayı ve

günümüz modern dayanışmanın betimlesini yapmaktadır. Farabi, cahil toplumlarda bireyselliğin yüksek olmasına rağmen ilişkileri düzenleyen ve hedeflere varmada ki kolaylığı sağlayan unsurları sıralarken modern dönem dayanışmasını görmek mümkündür. Farabi’den sonra ise sosyal sermaye kavramının dayanışma olarak İbn-i Haldun’un “Mukaddime” eserinde asabiyet kavramında köklerini bulmak mümkündür. İbn-i Haldun’a göre asabiyetle, kan bağıyla kurulu birleşme ve kaynaşma sonucu oluşmaktadır. Mülk sahibi olma asabiyete, asabiyet de iktisadi ve maddi şartlara bağlıdır. Yine kökeninde asabiyet olmakla birlikte mal ve servet makama, siyasi ve askeri güce tabiidir ki İbn-i Haldun, tüm bunları asabiyetin sonucu olarak görmektedir. (İbn-i Haldun, 2008:713). Kan bağına ilaveten bireylerin, siyasi, idari, içtimai ve dini makam, mevki, itibar, nüfuz, rütbe ve payeleri mal ve servet sahibi olmada etkilidir. Makam ve itibar kimin eline geçerse, mal ve servet de onu takip eder. Mal sahipliği ile makamı elde edersin ve bu zincirlerle bağlı bir halka gibi siyasi, idari kudret ve salahiyet kimin elinde ise, mali ve iktisadi kuvvet de onun elinde olmaktadır. İbn-i Haldun, mal ile kazanılmayan makamı elde etmenin yolunu da ya asabiyet sahibi olmak ve asabiyet sahiplerinin uysal ve itaatkâr bir hizmetçisi, yaltakçısı olmak ile mümkün olacağını söylemiştir (İbn-i Haldun, 2008: 711). Yani sosyal sermayenin dinamiğine asabiyeti koyarak grupsal ve örgütsel birleşme ve kaynaşmaları açıklamıştır. Bourdieu’nun sosyal sermaye kavramının tanımlamasını ve işlevselliğini İbn-i Haldun yüzlerce yıl önce yapmıştır. Dayanışmayı bu iki İslam düşünürünün ele almasındaki temel nedenlerden biri mensubu oldukları dinin, dayanışma ve işbirliğine mensuplarını yönlendirmesidir. Gerek ayet gerekse hadisler de toplumdaki birliği, dayanışmayı, işbirliğini ve gücü sağlayan sosyal sermayeyi diri tutulmasına yönelik birçok emirler mevcuttur.

Batı düşünürleri ise İbn-i Haldun’dan sonra bu bağı açıklarken asabiyet kavramından çok uzaklaşmamışlardır. Sadece dayanışmayı modern ve geleneksel dönemler olarak sınıflandırmışlardır. İbn-i Haldun ise bu ayrımı bedevi ve hadari olarak yapmıştır. Dönemin yapısına bağlı olarak asabiyet bedevi ve hadari yaşamda temel dinamik iken; hadari toplumlarda bireyselliğin yaygınlaşması buna bağlı olarak toplumsal bağlardaki kopukluk neticesinde zor kullanarak ya da devlete dayanarak uşaklık, kölelik, yağcılık ve dalkavukluk ahlakıyla bu bağlılık ve bu iletişim kanalları kullanılmaktadır (İbn-i Haldun, 2008: 665,713). Yani toplumların tarihinde modern dönem insanının özellikleri sadece modern insana ait bir durum değildir. Bireyselliğin arttığı, güvenin azaldığı, hedonist hislerin yükseldiği her dönemde aynı kişilik ve benlik yapısı

bulunmakta ve bireyler aynı eylemlere yönelmektedirler. Toplumlar ise bu yapıların toplumda yansımasıyla aynı özelliği göstermektedirler.

Batı düşünürlerinin sosyal sermaye kavramının temelinin oluşmasındaki katkılarını ele alındığında Tocqueville, demokratik toplumlardaki bireylerin önemli hedeflere ulaşmada kullandıkları işbirliği ve oluşturulan kamu ruhudur diye açıklamaktadır. Marx ise sınıf bilinci içindeki dayanışma ile açıklamaktadır. Durkheim sosyal sermaye kavramının temeli olan dayanışmayı insan ilişkilerinin değişen doğasında var olan mekanik ve organik dayanışmanın birlikteliği vurgusuyla yapmıştır. Tönnies’in Durkheim gibi gesellschaft ve gemeinschaft’ın birlikteliğinin başarıyı getireceği inancı aynıdır ve temelinde sosyal sermaye bulunmaktadır. Coley farklı olarak bu dikotomiyi kendi içindeki var olan sosyal sermaye ağlarıyla açıklamıştır. Birincil toplumsal gruplarda aile, arkadaşlık, komşuluk gibi davranışlar üzerinde din gelenek görenek etkindir. İkincil toplumsal gruplarda dernekler, kuruluşlar, sendikalar gibi yasaların, tüzük, yönetmelik, genelge ve sözleşmelerin ilişki ve davranışları sosyal sermayeyi belirler. Coley’e göre bu iki grupta sosyal sermayenin farklı türleri ortaya çıkmaktadır. Weber ise kültürel değerlerle ekonomik gelişme arasındaki ilişkiyi kurarak sosyal sermayeyi kişisel ilişkiler ağı olarak nitelemiştir (Şan, Şimşek, 2011: 91, 92, 93).

Benhabib, dayanışmanın ve birliktelik ruhunun insan tabiatının ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulamaktadır. Benhabib’e göre birey, topluluk içinde ancak varlığını sürdürebilir, ihtiyaçlarını temin edebilir ve benliğini geliştirebilir. Dayanışma için cemaatleşmenin önemini anlatan Benhabib, topluluk içinde cemaatleşildiğinde bireyler arasında ilişki ve etkileşimlerle konuşma ve eylem yeteneğine sahip bir duruma geleceğini söylemektedir (Benhabib 1999:12,22’ten aktaran Yüksel,2011:169). Ayrıca bireyin kendini toplumdan yalıtması, bireyin cemaat duygusuna ve ahlaki gelişmeye zarar vereceğini söyleyerek bireyselliğin yıkıcı sonuçlarından bahsetmektedir (Yüksel, 2011:169).

Bu toplum düşünürleri net bir şekilde sosyal sermayeyi kullanmayıp onun tanımında kullanılan dayanışma, işbirliği, güç oluşturup nüfuz edebilmeyi kullanırken sosyal sermaye kavramı, Lyda Judsen Hanifan tarafından 1916 yılında ilk defa kullanılmıştır. Hanifan’a göre sosyal sermaye, “sermayenin ekonomik boyutu dışında kalan fakat ona katkı yapan, toplumsal bütünlüğü oluşturan bireyler ve aileler arasında, insanların günlük yaşamlarıyla ilgili, iyi niyet, arkadaşlık, sempati ve sosyal bir takım münasebetlerin” varlığıdır (Şan, Şimşek, 2011: 91, 92, 93).

Sosyal sermaye, ortak bir hayat görüşü ve bireyin etrafındaki insan sayısıyla değerlendirilir. Bireyler, birbirleriyle iletişim kurarak ilişki içine girerler ve birey, hayatı boyunca bu ilişkileri devam ettirir ya da bitirir. Fakat bu ilişkiler bireyin hayatında önemli bir role sahiptir. Kendi başlarına başaramayacakları ya da sadece büyük zorluklarla başarabilecekleri şeyleri gerçekleştirmek için bu ilişkilerin sürdürülmesi gerekmektedir. İnsanlar bir dizi iletişim ağıyla birbirine bağlanmakta, ortak değerleri bu iletişim ağlarıyla birbirleriyle paylaşmaktadırlar. Bu iletişim ağları yararlı ve birikimi gerektiren bir kaynak oluşturduğundan bu kaynak sermaye olarak değerlendirilir (Field, 2008:1). Sosyal sermaye, iletişim ağlarının bireylerin birlikte çalışmasını sağlayan karşılıklı avantajlar içeren sosyal bağlılık için iletişim ağlarını içerir (Field, 2008:16). Sosyal sermaye kavramını Bourdieu şöyle tanımlamıştır.

“Gerekli olduğunda faydalı destekler sağlayan ilişkilerin sermayesi: Herhangi biri toplumsal açıdan önemli konumlara, örneğin siyasi bir kariyer gibi aynı zamanda para değeri de olan konumlara, sahip olan müşterilerinin ilgisini çekmek istediğinde çoğu zaman vazgeçilmez olan saygınlığın ve onurluluğun sermayesidir”. (Bourdieu, 1977:503, Field, 2008:20).

“Sosyal sermaye, gerçekte veya uygulamada karşılıklı tanışıklık ve tanımaya dayalı olarak az ya da çok kurumsallaşmış, uzun ömürlü iletişim ağına sahip olması nedeniyle, bir bireyin veya bir grubun haklı olarak hissesine düşen kaynakların toplamıdır. ” (Bourdieu ve Wacquant 1992:119).

Bourdieu sosyal sermaye kavramını açıklarken kültürel sermayenin bir boyutu olarak almış ve bireyler arasındaki eşitsizliğin nedeni olarak görmektedir. Bireylerin eşdeğer ekonomik ve kültürel sermayeden kaynaklı sosyal sermaye, gruplar arasındaki farklılıkları oluşturmaktadır. Sosyal sermayenin oluşabilmesi için uzun süreli iletişim ağlarına sahiplik, gerçek ve potansiyel kaynakların bütünü olarak bağların dayanıklılığı ve yoğunluğu çok önemlidir. Bireylerin kendi eğitimlerine yani profesyonelliğine güvenmeleri sonucunda ve bireyselliğin arttığı durumlarda bireyler, hem diğer bireylerle bağlantıların zayıflamakta hem de eksik kültürel sermayeleri ve güven pazarı hakkındaki bilgiler azalmaktadır. Sonuç olarak bireyler arasında güven erozyonu yaşanmakta ve sosyal sermaye zayıflamaktadır. Bourdieu sermayeyi birikmiş emek ürünü olarak gördüğünden dayanışmayı sermayenin temeli sayar (Field, 2008:23,24).

Bourdieu’nun sosyal sermaye kavramını tanımlarken sadece elit sınıfla sınırlandırması kavramın içeriğini daraltmaktadır. Bourdieu’ya göre elit sınıflar, aynı

kültürel çevreden ve benzer yaklaşımlara sahip olmalarından kaynaklı olarak sosyal sermayeye sahiptirler ve sosyal sermaye sosyal hiyerarşinin durağanlığının sağlayıcısıdır (Field, 2008:23,24).

Bourdieu’dan farklı olarak Coleman sosyal sermayenin güç sahibi elitlerle sınırlı olmadığını fakirler ve kenarda kalmışlara da fayda sağladığını söylemiştir. Coleman’a göre sosyal sermaye, karşılıklı beklentiler, ilişkilerin yüksek derecede güven ve ortak değerle yönetildiği bir bireyin ötesine geçen daha geniş iletişim ağlarını kapsar. Sosyal sermaye insanların nasıl bir arada çalıştığını açıklayan bir araçtır. Sosyal sermaye bireyin kendi sosyal bağlantıları ile ulaşabileceği yararlı kaynaktır (Field, 2008:28-32).

“Aile bağlarına ve toplumun sosyal kurumlarında var olan ve bir çocuğun veya gencin toplumsal bilişsel gelişimine faydalı birtakım kaynaklardır. Bu kaynaklar farklı insanlara göre farklılık gösterir, çocukların ve gençlerin insani sermaye gelişimi için de önemli bir avantaj oluşturur.” (Coleman, 1998:330 ‘dan aktaran Field, 2008:33).

Sosyal sermaye bireyin sosyalleşirken öğrendiği bir hayatı kolaylaştırma aracıdır. Sosyal iletişim ağları ile bireyler çocukluk döneminde aile içinde, yetişkinlikle birlikte toplum içinde bu iletişim ağlarında yer bularak yapacağı aktivitelerde işbirliğini ve dayanışmayı öğrenerek hayatı kolaylaştırmayı öğrenir.

Coleman, sosyal sermayenin sadece güven belgesinin kazanılmasında öneminin değil ayrıca bireyin sosyalleşirken bilişsel gelişim ve güvenli özbenliğin evrimi içinde gerekliliğini vurgulamaktadır. Sosyal sermaye, bireyler arasında ki ilişkilerin, bireyler arasındaki yükümlülük ve beklentilerin kurulmasında yardım ederek sosyal çevre içerisinde sadakat ve dürüstlüğü temin etmektedir. Bireyler bilgi kanallarını açarak, başıboş davrananlar üzerinde yaptırımlar uygulayarak ve kabul edilen davranışları onaylayarak sermaye kanallarını oluşturur (Field, 2008:34). Bundan dolayı İbn-i Haldun gibi Coleman’da akrabalık ilişkilerine önem vermektedir. Sosyal yapının bazı özelliklerinden oluşmuş olan sosyal sermaye, sosyal yapının içindeki bireylerin hareketlerini kolaylaştırıcı bir etkiye sahiptir (Field, 2008:36). Akrabalık ilişkileri uzun süreli ilişkiler olduğundan güçlü bağların oluşması, güvenli bilgi ve kaynak sağlaması bakımından bireylere kolaylık sağlamada ve dayanışma, işbirliğini teşvik etmede önemlidir (Öztaş, 2007: 84).

Sosyal yapının özelliklerinden oluşmasından dolayı sosyal yapı içerisindeki kurumlarda sosyal sermaye için önem arz etmektedir. Fakat tüm kurumlar aynı derecede öneme sahip değildir. Aile ve din kurumunun önemine değinen Coleman, dini kurumları

nesilleri kesiştiren bir etkiye sahip olduğunu söylemektedir. Dini kurumlar vasıtasıyla sosyal sermaye çocuklar ve gençler içinde ulaşılabilir olmaktadır. Yani nesiller arası geçişleri din kurumu kolaylaştırmaktadır (Field, 2008:336,37). Aile ise sosyal sermayenin merkezindedir. Beşeri sermayenin oluşabilmesi ve sosyal sermayenin hedefine ulaşabilmesi aile ile mümkündür (Tüysüz, 2011: 12). Ailenin, genç bireylerin bilişsel gelişimindeki rolü ve bireyin üzerindeki sosyal kontrolün derecesinde ve sosyal sermaye üzerindeki etkisini görmek mümkündür. Ebeveynlerin sosyal sermayenin bireylerde gelişimine etkisini inceleyen Coleman, çalışan annelerin, ailenin sosyal sermayesinin çocuğa olan katkısını azalttığına inanmaktadır (Field, 2008:68).

Lin, Coleman ve Burt’un sosyal sermayenin kaynağını farklı iki iletişim ağı mekanizmasından yola çıkarak dayanışmacı sosyal sermaye, aracı sosyal sermaye olarak ikiye ayırmıştır (Şan, Şimşek, 2011: 96). Dayanışmacı sosyal sermaye, yoğunluğu yüksek ağbağların tek tek her bireyine hem de bu iletişim ağına bağlı olan tüm bireylere faydası bulunmaktadır (Coleman, 1998: 98, Öztaş, 2007:84). Dayanışmacı sosyal sermaye, bireyleri arasında sıkça temasta bulunulan yapılar, ortak davranış normları, bireylerin birbirlerine karşı beklentilerinin oluşmasını sağlayan bir işleve sahiptir. Burada önemli olan düzenli temaslar ve davranış normları vasıtasıyla güven ve itibarın sağlanmasıdır (Burt, 2000:31). Dayanışmacı sosyal sermayenin kapalılık özelliği, sosyal sermayede iletişim ağın içindeki bireylerin bağlarının güçlülüğü, sık tekrarlanan ilişkilerden meydana gelmesi, kolektif normların geliştirilmesine ve bunların özenle uygulanabilmesini sağlar. (Coleman, 1998:104, 1990: 310, Burt, 2000:8, Öztaş, 2007: 84). Dayanışmacı sosyal sermaye sonucunda güçlü ilişkiler neticesinde grup içinde anlaşmazlıklar azalmakta, çatışmalar grubun işlevselliğine zarar vermemektedir (Öztaş, 2007:84). Kapalılık özelliği gösteren iletişim ağları ile örgüt içerisinde değişimlerin yarattığı olumsuzlukları ve belirsizliğin hüküm sürdüğü zamanlarda örgüt işgörenlerine güven sağladığından daha kolay atlatılmaktadır (Krackhardt, 1992:238, Öztaş, 2007:84). Aracı sosyal sermayede dayanışmacı sosyal sermayenin kapalılıkla neden olduğu sınırlılık yoktur. Aracı sosyal sermaye, düşük iletişim ağının yoğunluğu, hiyerarşisi az fakat ağbağlantısı geniş olan, birbirlerine bağlı olmayan, aynı bilgi ve kaynakları paylaşmayan, farklı bilgi ve kaynak sağlayabilecek bağlantılarla örülü sosyal sermaye türüdür. Farklı ilişki akışlarının sahipleri olmalarına rağmen bu ağ üzerinde birleşen bireyler birbirlerinden haberdardırlar. Yoğun ilişkinin aksine bu yapılaşmada boşluklar bulunmakta fakat buna rağmen dayanışmacı sosyal sermayeye göre daha işlevseldir

(Burt, 2000:8, Öztaş, 2007: 89). Bu iki sermayenin birbirinden ayrı olduğunu söylemek imkânsızdır. Günümüz koşullarında değerlendirildiğinde iki sermayeyi ve bu iki iletişim ağını aynı anda işlevsel hale getirmek mümkündür. Böylece iletişim ağının gücünü sınırlılıklar veya boşluklar değil yapılacak olan dayanışmanın gücünü iki sermaye türüne de sahip olmak belirler.

Sosyal sermayeye erişebilirlik ve kaynakları harekete geçirebilmek bireyin iletişim ağları içindeki konuma bağlıdır. Sosyal sermayenin eşitsizliğini de bireylerin sosyal sermaye içindeki konumu yapmaktadır. Bilgi, destek, güven gibi sosyal sermayenin kaynakları, bireyin konumu itibariyle sosyal sermayenin faydasını niceliksel ve niteliksel olarak belirlemektedir. Lin’e göre sosyal sermayenin kaynaklarından yapı konumu, bireyin sosyal tabakalaşma hiyerarşisini ve diğer katmanlara erişimini belirler. Bu ise dâhil olduğu tabakanın gücüyle orantılı bir fayda sağlanacağını göstermektedir. Fakat bu iletişim ağındaki bireyin konumu sağlanılacak faydanın nitelik ve niceliğinde etkindir. (Lin, 2001:13-14, Öztaş, 2007: 92).

Putnam ise Coleman’ın sosyal sermaye kavramını biraz daha geliştirmiştir. Kısa bir özetle Putnam’a göre sosyal sermaye, “iletişim ağları, normlar ve güven gibi katılımcıların paylaşılmış nesneleri sürdürebilmek için bir arada hareket etmelerini sağlayan, sosyal yaşamın özellikleridir”. Putnam da sosyal sermayenin bireyler ve gruplar üzerinde verimliliği artırıp azaltmada etkili olduğunu söylemektedir. Sosyal sermaye iki temel bileşenden oluşmaktadır: normlar ve iletişim ağları. Güveni ise karşılıklıkla birlikte sosyal iletişim ağlarından ortaya çıkan temel unsur olarak görmektedir. Sosyal sermaye Putnam’a göre bağlayıcı ve köprü oluşturan iki biçime sahiptir. Bağlayıcı biçimi seçkin kimlikleri desteklerken homojenliği sürdürür ve özgün kimlikleri destekleyici, grup içi sadakati güçlü tuttuğundan yapıştırıcı görevi bulunmaktadır. Köprü oluşturan biçimi ise farklı sosyal bölümlerden gelenleri bir araya getirme özelliğine sahip, heterojen, harici varlıkların bağlantılarında, bilgi dağılımında yararlıdır. Geniş kimlikler ve karşılıklılık oluşturan yenilenme sağlar ve yozlaşmayı engeller temizleyici bir özelliğe sahiptir. Putnam bağlayıcı sermaye ile köprü kuran sermaye arasında gerginlik olabileceğini de vurgulamıştır (Field, 2008:45,51).

Pahl ve Spencer, bağlayıcı ve köprü kurucu sosyal sermayenin hayatın farklı dönemlerindeki ağırlığına değinmişlerdir. Bağlayıcı sosyal sermayenin fiziksel ve zihinsel destek sağlama işlevinden kaynaklı olarak çocukluk ve yaşlılık döneminde önemli olduğunu köprü kurucu sosyal sermayenin ise yetişkinlik döneminin

belirsizliklerini, değişimleri ve riskleri aşmada faydalı bir işleve sahip olduğunu savunuşlardır. Temelde bu iki sermaye tipi, bireyin yaşam boyunca yaşam kalitesini artırma amaçlıdır (Field, 2008: 97). Lin ise sosyal sermayenin faydalarını şöyle sıralamıştır. Bireyin kendi başına amaç olan faaliyetler ve hedefler elde bulunanların muhafaza edilmesi, kayıplara karşı ve fiziki varlığın korunması ve bireylerin birbirini tutması, akıl sağlığının korunması ve diğerkâmlılık, hayattan tatmin olmak, çeşitli araç faaliyetlere, hedeflere, yeni ve sahip olunamayan bilgi ve kaynaklara ulaşabilmeyi, ekonomik olarak varlık kazanımını, siyasal olarak iktidar kazanımını, sosyal olarak itibar kazanımını ve ayrıca iyi bir iş, maaş, kar ve kaynak dağılımından pay elde etmeyi kolaylaştırmakta veya sağlamaktadır (Lin, 2005’den aktaran Öztaş, 2007: 91).

Putnam ve Lin sosyal sermaye ve refah arasında güçlü ve olumlu bir ilişkinin varlığını savunmuştur (Field,2008:51). Fakat Putnam’a göre bu olumlu işlevlere rağmen sosyal sermaye, bir toplumun bütünü için olumlu sonuçlar doğurmadığı takdirde negatif yönü fazlalaşacaktır. Örneğin mali ve kültürel sermayeleri yüksek olan bireylerin sosyal sermayeleri de yüksek olacaktır. Bu bireylerin diğer bireylere göre daha fazla bağlantıya sahip olması ve bu bağlantılarında güçlü bağlantılara sahip olması Bourdieu’nun tezini güçlendirmektedir. Yüksek gelir, iyi eğitimli olmak, yüksek bir sosyal sınıf mensubu olmak, eğitimle edinilmiş vasıflar kazanmak, sosyal sermayenin bazen tek sınıflı kazanımları olarak kalmaktadır ( Field,2008:107).

“İnsanlar arasındaki dayanışmanın, meta ilişkileri nedeniyle paramparça olduğu yerde sempati de sevgi de belli davranış tekniklerinin kullanılmasıyla elde edilebilen ve satın alınması mümkün değerler olarak belirmektedir. Oysa, sevgiyle sempatinin henüz elde edilmediği, ama kazanılmak istendiği yerde de, sevgi kaybı tehlikesinin yarattığı korkuyla, meydan okuyan bir çevreden kaynaklanan tehdit sürekli olarak vardır.” (Dumh, 2002:64).

Duhm’unda belirttiği gibi dayanışma ve dayanışmanın var olmasını sağlayan sevgi ve sempati kavramları modern toplumlarda satın alınması mümkün meta haline gelmişlerdir. Yardımlaşma, gönüllülük güven, empati, sempati gibi kavramların uygulanışındaki niyet toplumsal dinamikler tarafından şekillenmektedir. Ahlaki açıdan olumlu bu kavramların uygulanma istencindeki niyet, içerisinde bireysel faydayı, narsistliği taşıdığı zaman ahlaklı bir davranıştan ve gerçek bir dayanışma, yardımlaşmadan söz etmek mümkün değildir. Çıkarın veya karşılıklı faydanın bittiği alanlarda bu davranışların gösterilmesi de zorlaşmaktadır.

Smith, insanlar arasında sempati ve karşılıklı ihtiyaçlarının kavrayabilme yeteneğinin diğerinin acısının kavrandığında kendiliğinden beliren bir ahlaki duygu olduğunu belirtmiştir. İş bölümü böyle bir kendiliğinden çıkışı engellemekte ve merhamet ahlaki açıdan hak eden ve etmeyene genel bir duygu haline gelmiştir. Smith’e göre toplumsal yapı tarafından şekillenen karakterde rutinlik, özerkliği hapsetmiştir. Birey, kendi karakterini geliştirmek istiyorsa rutinden kurtulması gerekmektedir (Sennet, 2014:40,43). Rutinlikle birlikte yoğun iş faaliyetleri birleştiğinde bireyin kendini dinleme süresi kısalacak ve buna bağlı olarak sempati ve karşılıklı ihtiyaçları karşılama isteğinin oluşabilmesi koşulları bireyde gerçekleşemeyecektir. Bu koşulların oluşmaması sadece dayanışma isteklerini azaltmakla kalmayıp dayanışma isteğinin oluşmasındaki anlamı da etkilemektedir. Karşılıklı çıkar ile yapılan bu dayanışma ve yardımlaşmadan gerçek bir diğerkâmlılığı bulmak mümkün olamaz. Bu ise ahlaklılık sorununu ortaya çıkarmaktadır. Öteki için olmak veya ötekinin yanında olmak ahlaki olarak kompleks bir süreci içerir.

Karşılıklılığın ve sosyal sermayenin ilk önemli unsuru birlikteliğin yani diğerlerinin var olmasıdır. Geleneksel yaşamda diğer bireyler hayatın her anında vardır. Buna bağlı olarak sosyal sermaye her yerde oluşabiliyordu. Modern dönem, toplumsal yaşamı alanlara bölerek rasyonel yaklaşımla şekillendirmiştir. Buna bağlı olarak kendi aygıtlarını ve mekanizmalarını geliştirmiştir. Her alanın kurumlaştığı ve kendi mantığını rasyonel yaklaşımını geliştirerek bireyleri birbirlerinden uzaklaştırmıştır (Yüksel,2011:54). Birey geleneksel yaşam içinde sosyalleşirken aile, ekonomi, inanç, etik, hukuk, siyaset aynı ortamda gerçekleşen kurumlardı. Geleneksel yaşamda sosyal sermaye, buna bağlı olarak aynı çevre ve kişiler üzerinden ve samimiyet bağıyla gerçekleşmiştir. Kan bağı ve profesyonel ekonomik yaşam iç içe olup karşılıklılık, diğerkâmlılık içeriğinde bulunmakta, aile içinde ve soy bağıyla oluşmuştur. Karşılıklılık