• Sonuç bulunamadı

2.1. Sosyal Bilimlerde Korku Olgusu

2.1.2. Felsefe ve Korku

Dönemsel farklılıkların oluşturan paradigmaların analizi ince bir fark gibi dursa bile etkileyicileri ve aktivasyonun temellerindeki değişim araçlarının hiç birinin kaçırılmamasını elzem kılar. Bundan dolayı her döneme damgasını vuran tek tanrılı dinin analizi, hem toplumun düşün yapısını hem de diğer yapıların ve kurumların değerlendirilmesinde önemli bir noktadır. Elbette ki bu dinler süreç itibariyle teknolojik gelişmeler, ekonomik yapıdaki değişmeler, kültürel yapıdaki değişmelere bağlı olarak en yorumlanması değişmiş ve buna bağlı olarak eylem alanını da etkilemiştir. Günümüz dünyasını iyi bir şekilde anlayabilmek için modern dünyayı etkileyen bazı felsefi görüşlere bakılması gerekmektedir. Bu anlamda günümüz filozoflarının arkasından gittiği veya eleştirisini yaparak kendi felsefelerini kurdukları Kierkegaard’ı incelenmesi elzem olmuştur. Kierkegaard, korkuyu din, felsefe ve psikoloji alanlarıyla iç içe analiz etmiştir. Ayrıca günümüz felsefesinin onun eleştirisi veya destekçisi şeklinde gelişmesinden dolayı Kierkegaard, korku analizinde önemli bir düşünürdür. Kierkegaard’dan sonra ise Heidegger, Sartre, Russell, Feuerbach’ın korku analizleri alınacaktır.

Kitabı Mukaddesten beslenen Kierkegaard, “Korku ve Titreme” eserinde korkunun farklı boyutlarını İbrahim ve kurban edilecek İshak öyküsü içinde diyalektik bir şekilde anlatmaktadır. Kierkegaard’a göre korku, insani bir duygu olarak Tanrı kaynaklıdır. Korkunun insanın Tanrı’ya imanıyla ilişkili bir durum olduğunu, fakat Tanrı kaynaklı korkunun diğer insanlardan ve yaşamın getirdiklerinden korkmamak için bir

savunma aracı olacağını söylemektedir. Kierkegaard, korkunun eyleme geçirme fonksiyonuna sahip olduğunu anlatmaktadır. Birey bir eylemi yaparken korku bir nedendir. İshak’ın cesaretli bir şekilde bıçağın altına yatmasının diyalektik olarak çözümlerken İshak’ın İbrahim’den korktuğu için Tanrı’ya yaklaşmasına sebep olduğunu söylemektedir (Kierkegaard, 2014: 26,27). İnancın, insanın hayatındaki önemi vurgulayan Kierkegaard, en iyinin umudunu taşıyan yaşlanır, en kötüsü için hazır olan çabucak çöker, inancını koruyan ise ebedi gençlik sürer diye sınıflandırma yaparak korku ve kaygının insanı çökerteceğini anlatmıştır (Kierkegaard, 2014:37). İnanç eksenli hayatın ebedi teslimiyet eksenli olduğu, ebedi teslimiyetin ise gençlik bağışlamasının temelinde bu teslimiyetle insani korkuların yok olmasına bağlamaktadır. Cesaret insana gençlik bağışlarken korku insanı yıpratarak yaşlandırmaktadır. İman ile birey düşünmeyi terk eder ve teslim olur (Kierkegaard, 2014: 80,82). Bununla birlikte kaygılar ve korkular yok olduğundan birey hayatı daha cesur, daha anlamlı ve mutlu yaşamaya başlar.

Varoluşu, devlet ve toplumdan ayıran Kierkegaard, çağdaşlığın ötesine taşır. Birey toplumsallık içinde tikelliği başarabildiği takdirde evrenselliğe ulaşır ve var olur (Kierkegaard, 2014: 95). Bireyi büyük yapanda başına ne geldiği değil bunlar karşısında ne yaptığıdır (Kierkegaard, 2014: 97). Fakat eylemde yapılan seçimler ve başa gelenin niteliği çok önemlidir. Ona göre hüzünsüz, kedersiz ve paradokstan muaf bir ortamda büyük olunamaz (Kierkegaard, 2014: 99). Keder, hüzün ve paradoksla evrensel olandan yüce olunur. İmanın olduğu yerde dehşete düşüren hiçbir duyguya yer yoktur (Kierkegaard, 2014: 100, 109). Tanrı’yı sevenin gözyaşlarına veya takdir edilmeye ihtiyacı yoktur. Bu bireye göre Tanrı her şeyi görür, bilir ve hesabı tutar hiçbir şeyi asla unutmaz (Kierkegaard, 2014: 174). Bundan dolayıdır ki bireyin bireyselliğinden ve tam bağımsızlığından söz etmek imkânsızdır. O sadece kendine sunulanlar arasında seçim yapar. Fakat bu seçim onun Tanrı ile olan ilişkisini şekillendirir.

Korkunun başlangıcı kaygı, Kierkegaard’a göre Tanrı’ya karşı duyulan bir kaygı olarak, insanın eylemlerinin iyi veya kötü mü olacağı yani günah olasılığı endişesi sonucu oluşur. Sembolik olana, günaha girme olasılığına duyulan kaygıdır. Oysaki Heidegger’in kaygısı hiçlik üzerinde temellenmiştir. Ölüme doğru giden bir varlığın, zamanın tükenişiyle birlikte tükenip bitme kaygısıdır. Şimdiki zamanda var olan insan, dünyanın anlamsızlığıyla birlikte geleceği ölüme doğru giden kendi temelsizliği ve temelindeki hiç olma kaygısını taşır (Aşar, 2014: 91). Sartre ise Tanrı’nın yokluğuyla, varoluşu formülleştirirken varoluşu özden önce tutarak Tanrı’yı bu varoluşun dışında tutmaktadır.

İnsan var olur sonra ise özünü oluşturur. Özünü oluştururken insan özgürdür ve bu özgürlük bir anlamda kaygınında başladığı alandır. Tanrı’nın yokluğuyla kader ve evrensel ahlak da yok olmuştur. İnsan, bu fırlatılmışlıkla sürekli bir seçim yapma eyleminin içine girer. İsterse iyiliği isterse kötülüğü seçer. Burada insanın tutan sadece kendi varoluşu ve özü için yapacağı seçim bulunmaktadır. Bu yalnızlık insanda sorumluluk duygusunu oluşturur. Sorumluluk duygusu iç sıkıntısına neden olur. Fakat birey, bu ikisini sebep sonuç olarak bağdaştıramaz. Sorumluluk duygusu, insanda ahlaksal bir varlık yükümlülüğü getirir. Çünkü insan dünyaya fırlatılmış ve yalnız olmasına rağmen kendisi gibi birçok insanla birliktedir. Bu insanlar, sürekli birbirlerini değiştirmek için eylemde bulunurlar. Diğer filozofların “kaygı” olarak aldığı kavramı Sartre “bulantı” olarak işlemekte ve varoluşun temeline yerleştirmektedir. İnsan, bulantı ile bu dünyadaki anlam arayışını, kendini gerçekleştirmesini ve ne olacağını seçme ve belirlemesini gerçekleştirmektedir (Aşar 2014: 94-98).

Korku genel anlamıyla varlığın tehlikeye girmesiyle oluşur. Fakat varlığın tehlikeye girmesi denildiğinde bedenle kısıtlanmamalıdır. Bedenle birlikte kendisinin toplum içinde bireysel varlığı yani kabul edilmişliği veya toplumda herhangi bir yer edinmişliği, kurumsal olarak eylemde bulunabilme yapıp edebilme özelliğiyle varoluşu, kendi kendinin düşünsel varoluşunu, kendi kendini kabul edişinin yok olma tehlikesi altında yani olasılık durumunda kaygı taşırken daha somut eylemlerle karşılaştığında ise korkuya dönüşmektedir. Korku varlığı koruma güdüsüyle harekete neden olmakla birlikte bireyin varlığının hissedildiği anları da yaşamasına neden olmaktadır. Korkunun yok olması, Sartre ve Heidegger felsefesinde imkânsız hale getirilmişken Kierkegaard, insanın kendi varoluşunu Tanrı’ya güvenle garanti altına almıştır. Kierkegaard’ın korku ve iç daralmasıyla ilgili metinleri sadece felsefe alanı için kaynak olarak görülmemelidir. Psikoloji bilimine kaynak olarak, bu çalışmalar değerlendirilmeye alınabilmektedir. Kierkegaard’ın iç daralması ve korku kavramlarının ayırt edilmesi için verdiği örnekler Sartre’a kaynaklık etmektedir. Sartre’a göre korku, var olan karşısında duyulurken “iç daralması” olasılık karşısında duyulmaktadır.

“Önce Kierkegaard’a hak vermek gerekiyor: İç daralması korkudan şununla ayrılır ki, korku dünyanın varlıklarından duyulan korkudur ve iç daralması da ben karşısında duyulan iç daralmasıdır. Baş dönmesi uçuruma düşmekten değil de kendimi oraya fırlatmaktan ürktüğüm ölçüde iç daralmasıdır. Yaşamımı ve varlığımı değişime uğratma tehlikesi taşıdığı sürece korkuya neden olan bir durum. Bu konuma özgü

tepkilerime güvenemediğim ölçüde iç daralmasına neden olur. Saldırı öncesindeki topçu hazırlık ateşi, bombardımana hazırlık ateşi, bombardımana maruz kalan askerde korkuya neden olabilir ama iç daralması, onda, bombardımanın karşısına çıkaracağı davranışları öngörmeye çalıştığı zaman dayanmayı başarıp başaramayacağını kendine sorduğunda başlayacaktır. Aynı biçimde, savaşın başında silah altına alınan kişi birliğine intikal ettiği zaman bazı durumlarda ölümden korkabilir; ama çoğu zaman korkmaktan korkar, yani kendi kendisi karşısında daralması duyar. Tehlikeli ya da tehdit edici durumlar çoğu zaman çok yüzlüdür: durumu insan üzerinde etkiyen olarak ya da insan durum üzerinde etkiyen olarak düşünmemize göre, bunlar bir korku ya da bir içdaralması duygusu içinde kavranırlar.” (Sartre, 1998:80).

Korkunun oluşumunu toplumsal olarak çözümlenmesi istendiğinde Sartre için, insanlar arasındaki en ilkel ilişki yapılarının çözülmesi gerekmektedir (Sartre, 1998:467). Bunun ilk aşaması kişinin kendi iç sorgulamasıyla başlamaktadır. Buradan elde edilen bilgilerle ancak birey, kendi kendisiyle ve başkasının mevcudiyeti karşısındaki ilişki ve bu ilişkinin sonuçlarını değerlendirdiğinde korku aslında bir varoluş ve karşılıklı bir kabul ediş olarak ortaya çıkmaktadır. Yani korku başkasının varlığını kanıtladığı gibi kişinin kendi varlığını da kanıtlayan enstrümandır.

Korkunun oluşumu bilinemeyenler üzerinden gerçekleşirken, korku nedeniyle Tanrı’nın oluştuğu savını destekleyen filozoflardan Russell dinlerin korkudan kaynaklanan yanlış düşünceden türediğini iddia etmiştir. Gizemli olandan, başarısızlıktan, ölümden korkma dinin çıktığı temel dayanaklardır (Skazkin, 1987: 270). Elbette ki sadece dinin çıkışı korkuyla sınırlanmamakta Epikuros’a göre insanları edingenleştiren aciz bir yaratık haline getiren duygunun ismi korkudur. Epikuros insanların dünyanın oluşumuna yönelik bilgi eksikliği, dinin oluşumunu, kendi geleceklerinin korkusu ise acizliğinin yaratıcısı olmuştur (Skazkin,1987:176).

Feuerbach’ın felsefesinde insanın istekleri, arzuları ve ihtiyaçları vardır. İstek, arzu ve ihtiyaçlar Tanrı’yı yarattığı gibi bu isteklerin somutlaşmasını ve gerçekleşmesini de çocukluk olarak nitelendirdiği kendinin ortaya çıkardığı Tanrı’nın varlığına borçludur. Bireyin istekleri her zaman bir engelle karşılaşacaktır. Bundan dolayı bir hiçlik duygusu isteklere eşlik eder. Bu hiçlik duygusu bireyde kaygı ve korku duyguları oluşturur. Tanrı ise yapabilirliğin, arzuların nesnelleşmesinin adıdır. Yani birey isteklerinin gerçekleştirebilmek için kendini bağımlı hissettiği varlıklara yönelir ve bu istekler bu varlıkların yaratıcısıdır (Yıldırım, 2014: 197). Bu filozoflara göre Tanrı korku sonucunda

oluşan ve korkunun azaltılmasında bir araçtır. Korku, duygu olarak tutumlara ve eylemlere yön vermektedir. Bundan dolayı felsefe, korku analizi yaparken psikoloji yönlü çıkarımlar yaparak analiz etmiştir.