• Sonuç bulunamadı

Risk insanın varoluşuyla birlikte var olan bir durumu ifade eder. Korku ve kaygının kaynağı olan risk, belirsizlik ve güvensizliğin olduğu ortamlardan beslenmektedir. Toplumsal yaşantıda risk faktörleri dönemsel olarak niteliksel ve niceliksel farklılıklar ile her zaman bulunmaktadır. Dönemin parametreleri ile risk faktörleri de değişmekte risk algılaması ve risk tanımlaması da değişmektedir. Beck riskin modern bir kavram olarak var olduğunu söyleyerek risk ile felaket, kriz ve tehlike kavramlarını ayırt etmiştir. Felaket Beck’e göre öngörülebilir özelliğe sahiptir ve gerçekleşecek olanı ve gerçekleşecek olandan kaçamamayı temsil ederken içinde umutsuzluk barındırmaktadır. Risk ise hayali, sinsi ve hem her yerde varlığı hem yokluğu temsil eder. Risk olarak görülen şeylerin önlenmesi için girişimlerde bulunulmaktadır. Risk politikanın konusu haline gelebilme özelliğiyle risk oluşturan durumları önleme

umudunu içinde barındırmaktadır. Tehlike ve risk arasındaki fark ise tehlikenin fiili zaman ve mekânda emprik olarak ölçülebilir olmasından kaynaklanmakta bunun tersi olarak risk olasılık içermektedir ve riskler ölçülemezdir. Krizde durumlar istisnaidir ve öncesine dönülebilir iken risk normal bir durum ve büyük değişimlerin oluşumunu sağlar. Ayrıca risk yaklaşmakta olan küresel tehlikeler ve ulusal politikalar arasında verilecek cevapların olabilirliği ayrımını göstermektedir (Çelik, 2014:85,97).

Beck gibi Giddens’ta çalışma alanı olarak riskleri incelemiş ve riskleri ikiye ayırmıştır: Dışsal riskler ve imal edilmiş riskler. Dışsal risk, doğadan ya da geleneğin sabitliğinden kaynaklanan risklerdir. Örnek olarak kuraklık, sel, volkan patlaması vb. İmal edilmiş riskler ise insanın gelişen bilgisinin dünyayı etkilemesi sonucu oluşmuştur. Nükleer patlama ve sızıntılar, sera gazı etkisi, küresel ısınma gibi riskler imal edilmiş risklerdir ve sonuçlarının felaket getirdiği yüksek maliyetli risklerdir (Giddens, 2012: 1006, Bayhan, 2002:193, Koyuncu, Delibaş, 2012:163,164). Giddens risk toplumunun insanın doğaya hâkimiyetiyle ve doğanın toplumsallaşmasıyla başladığını söylemektedir. Giddens’a göre risk toplumunun diğer kaynağı ise gelenekteki statü değişimidir (Koyuncu, Delibaş, 2012:165).

Günümüz küresel riskleri mekânla sınırlı değillerdir, sonuçları bilgi ve deneyimle, zaman içindeki etkileri hesap edilemez ve uzunca bir süre gizli kalabilirler, karmaşıktırlar. Bireylerde kaygıya neden olurken önlemek için önceden önlem alınması gerekir ve sonuçları telafi edilmez. Örneğin çevre felaketleri ve finansal krizler gibi (Çelik, 2014: 85). Risklerin özellikleri risk toplumunu şekillendirmektedir. Risk toplumu aşağıda sıralanan özelliklere sahiptir.

1. Belirsizlik ana kavram haline gelmiştir. (Koyuncu, Delibaş, 2012:165-166). Değişimdeki hızın bu kadar yüksek olduğu bir dönemde, ekonomide hangi becerilerin değerli olacağı konusunda ki belirsizlik, buna bağlı olarak eğitimsel niteliklerle meslek yaşamındaki yollarla ilgili verilecek kararların risk düzeyi oldukça yüksektir. Sadece bireyin ekonomik faaliyetleri değil evlilikle ilgili verilecek kararlar da gelecek öngörüsü düşük olduğundan risk faktörlerinden etkilenmektedir. (Giddens, 2012: 1019).

2. Güvensizlik ve tehditlerin boyut değiştirdiği dönemdir. Bu dönemde hesaplanabilirlilik azalmıştır (Koyuncu, Delibaş, 2012:165-166). Bilimsel ve teknolojik kalkınmalar beraberinde kazanımları getirdiği muhakkak, fakat bu kazanımlar birçok yitimleri olanaklı kılan riskleri barındırmaktadır. Çernobil nükleer güç tesisindeki 1986

yılında gerçekleşen felaket yakın çevresini etkilediği kadar etkilerini daha sonra Avrupa’nın her yanında yüksek radyasyon olarak göstermiştir (Giddens, 2012: 1019).

3. Günümüzdeki tehlike ve tehditler öz-yıkım ve öz-tehditlerden oluşmaktadır. Yani insan eliyle oluşan tehlikeler insanı tehdit etmektedir. (Koyuncu, Delibaş, 2012:165- 166). Küresel ısınmanın sebepleri sanayileşme ve atıklarla ilgilidir. Giddens çevresel felaketlerin gelişmiş ülkelerden çıkıp gelişmemiş ülkeleri daha fazla etkilediğini söylemektedir. Gelişmemiş ülkelerde hastalık ölüm ile felaketler yaşanırken gelişmiş ülkelerdeki etkisi ise daha çok göç ve göçün yaratacağı sorunlar üzerinden değerlendirilebilir. Giddens bu felaketlerin temelinde tüketimi görmekte ve tüketimin denetlenmesiyle insan eliyle olan felaketlerin duracağını söyler. Büyümenin sınırlarına değinen Giddens, sürdürülebilir kalkınma, yenilenebilir kaynaklar, ekonomik büyümeyi ve hayvan türlerinin yaşam çeşitliliğinin korunmasını çözüm olarak sunmaktadır (Giddens, 2012:992).

4. Geleneksel sosyal yapılar çözülmektedir. Bu yapıların çözülmesi insanları tehditler karşısında çaresiz hissetmelerine neden olmaktadır. (Koyuncu, Delibaş, 2012:165-166). Ailenin çözülmesi, cinsler arasındaki rol değişikliği sonucu gerçekleşmiştir. Kadının eğitim düzeyinin artması, emek piyasasında yer alması, bu rollerin değişmesindeki temel sebeplerdendir. Bu değişiklik sadece kadın cephesinde gerçekleşmemekte olup erkekte ise çocukların ve kadının bakım yükünün üzerinden kalkması, mesleğe ve aileye bağlanma şeklini değiştirmiştir. Yeni yaşam tarzlarının çekiciliği, deneme arzusuyla birleştiğinde boşanma oranlarında artışa neden olmaktadır (Beck,2011:170). Buna rağmen geleneklerin ve Tanrı inancının zayıflaması, insanların arasında etkileşimin yok olmaya yüz tutması, doğru ve yanlış arasındaki farkın bulanıklaşması sonucu bireyselleşmenin kendi içinde paradoksunu yaratmıştır. Artık ailenin oluşumu maddi temel ve aşktan ziyade yalnızlık korkusu ile gerçekleşmektedir. Evliliğin istikrarı yalnızlık korkusu ile sağlanmaktadır (Beck,2011:171-173).

5. Tekilciliğin yerine birlikte var olma vurgulanmaktadır. (Koyuncu, Delibaş, 2012:165-166). Fakat bu birliktelik çoğulculuk, demokrasi ve hoşgörü etrafında olmayıp etnosantrik bir çerçevede gerçekleşmektedir (Bayhan, 2002:196).

6. Bireyler, dünyayı risklerle dolu olarak algılamakta ve bu durum eylem yeteneklerinin yitimiyle sonuçlanmaktadır (Beck, 1999:46-47’den aktaran Bayhan, 2002:196). Bireyler bu yitimin neticesinde paranoya ve içe kapanma yaşamaktadırlar.

7. Siyaset, güvenlik ve risk politikaları üzerinden devam etmektedir (Koyuncu, Delibaş, 2012:165-166). Bireyler korku temelli söylentilerden dahi etkilenmektedir. Bu söylentiler sonucu hükümete güven dahi kalmamıştır ve siyasi politikalar toplumsal korkuları yok etmeye göre şekillenebilmektedir.

8. Modernliğin başlangıcında aktif olan sigortalama bu dönemin riskleri karşısında yok olmaya yüz tutmuştur (Koyuncu, Delibaş, 2012:165-166). Risk toplumunda riskler ve tehlikeler arasında ayrım bireyler arasındaki algılama farkına göre değişmektedir. İnsan veya doğa kaynaklı sigorta kapsamına girecek tehlikeler, sigorta şirketlerinin iflasına neden olmaktadır (Bayhan, 2002: 195).

9. Öz-eleştirel bir toplumdur. Yani karşılaşılan tehlike ve tehditlerin herkesi ilgilendiren özelliğe sahip olmasıdır. Tehditler ve riskler karşısında herkes eşit oranda karşılaşmak olasılığına sahiptir (Koyuncu, Delibaş, 2012: 174). Bu tehditlerin neden ve sonuçları mekânla sınırlı değildir. Ulus devletleri aşmaktadır. Ayrıca insanlar arasında sınıfsal tabakalaşma yerine riskten daha az veya daha çok etkilenme yönünde bir ayrışma mevcuttur (Çelik, 2014:85).

10. Eşitsizlik veya adaletsizlikten yakınma yerini güvende olma ve kötüyü engelleme almıştır. Güvende olamama hissiyatı korku toplumunu yaratmıştır (Bayhan, 2002: 194). Toplum, korkulu ve endişeli olmasından dolayı temel sorun endişe ve korkudur (Koyuncu, Delibaş, 2012:174). En basitinden gündelik hayatta GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) besinler küresel bir korkudur. Bu besinler günlük beslenmede tüketilen gıdaların genetiğiyle oynanmış olup olmadığının bilinmezlik içermesi ve ayrıca henüz bu besinlerin etkilerinin tam kestirilmemiş olması küresel topyekûn bir korku ve endişe kaynağı haline getirmiştir. Aynı şekilde terörün tüm dünya kentlerinde eşit oranda ortaya çıkma olasılığı insanları başka bir korkunun kucağına atmıştır. Ayrıca ekonomik faaliyetleri gerçekleştirilirken yapılan işin, alınan eğitimin ve yeteneğin sürdürülme olasılığının azlığı ise bireyleri topyekûn bir korku ve endişe taşımalarına neden olmuştur. 11. Güvensizlik duygusu risk toplumunda kişisel verilerin kaydedilmesi ve takip ve gözetleme sistemleri ile bütün bireylerin birer sosyo-politik şüpheli olarak görülmesiyle sonuçlanmıştır. Ayrıca sadece sistemin güvenliği açısından bu araçlar kullanılmamaktadır. İlaveten emek piyasasında ve tüketim noktasında da bu veriler kullanılmaktadır. Elbette ki bu durum temel özgürlüklerin korunması noktasında sorun yaratmakla kalmayıp demokrasinin zorbalaşmasıyla sonuçlanmaktadır. Risk toplumunda şüphe mantığıyla hareket edildiğinden dolayı korku verecek her türlü durumu elimine

etmek adına demokrasiye dayanak oluşturan temel değerlerden vazgeçilmektedir (Mattelart, 2012:8-9).

12. Sosyal hareketler sınıfsal ve kültürel olmaktan uzak; gevşek bağlarla birbirine bağlı internet üzerinden yaygınlaşmaktadır (Bayhan, 2002: 188-200, Koyuncu, Delibaş, 2012:165-166). İnternet üzerinden bu sosyal hareketlerin başlayabilmesi için bu araçların küresel olarak her yerde bulunması gerekmektedir. Fakat risk toplumunda gerek gelişmiş toplumların kendi içinde gerekse gelişmiş ve geri kalmış ülkeler arasında gelir durumu uçurum haline gelmiştir. Küreselleşme ile gelişmiş ve geri kalmış ülkelerde görülen işsizlik, bireylerin geleceğe yönelik umutlarının yitimi kadar güvensizlik duygusuyla başa çıkmak için aidiyet duygusuna sığınmalarına neden olmaktadır. Bunun sonucunda ise fundementalist ve milliyetçi akımlar güç kazanmaktadır (Bayhan, 2002: 199).

13. Korku ve risk toplumunun oluşmasında temel etken bilgidir. Bilginin iletişim ağlarıyla hızla yayılmasıyla birlikte bilginin niceliğinin çok niteliğinin ve doğruluğunun düşük olması güvenilirliği, doğruluğu, yasallığı ve bilimselliğinde sorunlar doğurmaktadır. Yani bilgi kirliliğiyle toplum karşı karşıya kalmıştır. Siyaset ise bu bilgi kirliğiyle birlikte şekil almakta hükümet politikalarına etki etmektedir (Koyuncu, Delibaş, 2012:174, Glassner, 2010: 207). Başka bir açıdan değerlendirildiğinde ise bilginin hızlı yayılımı toplumların manipülasyonunda kullanılmakta kitle iletişim araç sahipleri manipülatif amaçlarla bilgiyi kullanmaktadırlar. Buna bağlı olarak siyaset toplumdan etkilendiği kadar toplumu bu bilgi kirliliği ile şekillendirebilme yeteneğini de kazanmıştır. Ayrıca bu bağlamda başka bir sorun ise dünyanın bir yanı bilişim çağını yaşarken diğer yanı teknolojik ürünlere ulaşamamaktadır. Bazı çevreler ise bu durumu bu bölgelerin öncelikli olarak gıda, eğitim ve sağlık sorunlarının çözülmesi gerektiğine dair söylemlerle mantığa bürümektedirler (Bayhan, 2002: 198). Ki bu sayılan konuların çözümü dahi günümüzde teknoloji sayesinde daha kolaydır.

14. Yeni endüstrilerin ortaya çıkması, ailenin sorumluluğunun zayıflaması, teknolojik ilerlemelerle birlikte emek piyasasının değişmesi, bu yeni yapının sosyal ilişkileri değiştirmesi sonucu tecrübe aktarımının bu yeni yapıda gerçekleşememesi bireyler arasındaki dayanışma ruhunu zayıflatmıştır (Özdemir, 2007:192). Beck, emek piyasasının bireyleri geleneksel örüntü ve düzenlemelerden kopararak ekonomik döngünün içinde yoğurduğunu söylemekte, böylelikle bireylerin miras alınan veya yeni oluşturulan bağlardan koparılarak zorunlu olarak bireyselleştirildiğini vurgulamaktadır (Beck, 2011: 143).

15. Gelişmiş ülkeler hegemonyası artık ulusal savaşlardan ziyade terör örgütlerini kullanarak karşı ulusal ülkelerin ya da blokların politikalarına etki etmektedirler. Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler arasında halen daha savaşlar gerçekleşmektedir. Fakat terör küresel bir ikna mekanizması olarak kullanılmakta bu durum ise terör eylemlerinin dünyanın her yerinde eşit görülebilme olasılığıyla sonuçlanmaktadır (Tavlaş, 1995:129). Savaş, terör ve bunların sonucunda görülen yoksulluk, göç ve sorunlarını tüm dünyada endişe yaratacak kadar tırmandırmaktadır.

16. Giddens’ın da vurguladığı gibi doğanın sömürülmesi ve tüketilmesi ekolojik felaketler kadar insanın özünde de felaketlere neden olmaktadır. Tüketim kültürünün yaygınlaşması insanlar arasında “kullan at” felsefesinin özümsenmesi sonucu, insan doğa ve insan insan ilişkilerinde hedonist ve narsist kişiliklerin yaygınlaşmasına neden olmaktadır (Bayhan, 2002: 200).

İnsan, her çağda hareket halindedir. Toplumların her döneminde hastalıklar, siyasal değişimler, bireyler arasındaki güven bağlarının zayıflaması gibi unsurlar var olduğundan ve bunun dalga dalga yayılma olasılığının varlığı riskin her dönemde de var olduğunu söylemeyi gerektirmektedir. Haçlı seferleri, veba salgını, Moğol istilası veya dönemsel olarak bireylerin diğer bireyleri tehlike olarak algılaması, dönem parametrelerine bağlı risk oluşumuyla ilgilidir. Günümüzün risk toplumu olarak nitelendirilmesi bir dönem öncesine göre niceliksel olarak risk faktörlerinin artması, insanların risk algılamasındaki yoğunluk ve iletişim araçları sayesinde haberlerin hızla yayılmasından kaynaklıdır. Belirsizliğin neden olduğu risk, küreselleşme sonucu mekân ve zaman kaymaları, bireyin başka toplumların risklerini de göğüslemesine neden olmaktadır. Bundan dolayı günümüz insanı geleneksel ve modern dönemin ilk aşamasında olan insandan daha fazla riskle karşılaşmakta ve riskleri daha yoğun algılamaktadır.

Küresel olarak bazı ortak risklerin etkisi altında olunmasına rağmen her toplum kendi risklerini barındırmaktadır. Topluma özgü olan risklerden topluma has olan bazı değerlerin yitimi, ayrılıkçı hareketlerin olasılığı, savaş olasılığı sayılırken küresel riskler olarak bulaşıcı hastalıklar, göçmen krizi, çevre kirliliği ve bu kirlilik sonucunda oluşabilecek riskler sıralanabilir. Elbette ki risklerin yok edilmesi veya azaltılması için bireysel hareketler ve sosyal hareketler önemlidir fakat bu hareketler başa çıkmada yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizlik sosyal devlet tarafından giderilmektedir. Sosyal devlet, hizmetleri ile risklerin bertaraf edilmesini sağlarken önem kazanmakta bundan

dolayı da ulus devlet küreselleşmenin içinde güç kazanmaktadır. Ekonomideki dalgalanmalar ister küresel kaynaklı ister ulusal çapta olsun bu dalgalanmalar sonucunda artan işsizlik, düşük ücretler, güvensiz istihdam ve bunlara bağlı olarak artan yardıma muhtaç insan sayısı devletleri ve vatandaşları riske sokmaktadır. Bu riskler ulus devletlerin minimum standartlarını koruyabilmeleri ve refah devleti özelliğini sürdürmeleri için sosyal harcamaları artırmalarına neden olmaktadır. Sadece ekonomik temelli sorunlar ulus devletin alanını oluşturmaz. Toplumsal yapıdaki değişikliklerden kaynaklı, aile yapısındaki değişikliklere bağlı olarak boşanma oranlarının artması, tek ebeveynli aileler, demografik yapıdaki değişikliklerden doğum oranlarının düşmesi, yaşam süresinin uzaması, yaşlı nüfusun ve bağımlılık oranının artması, bu risklerin, ulus devlet tarafından minimize edilmesini gerektirmektedir (Özdemir, 2007:229). Devletin bu büyük hacimli riskleri minimize etmesi sosyal güvenlik politikaları sonucunda gerçekleşmektedir. Toplumu gelecekte karşı karşıya kalabilecekleri risklerden korunaklı kılarak güvenli ve korkulardan uzak bir gelecek sunmak, günümüz ekonomik alanı elinde tutan aktörlerin değil devletin görevidir (Özdemir, 2007:87). Bu güvencenin eksikliği sonucunda ise korku toplumu oluşmakta ve korku toplumu sonucunda en temelsiz iddialar bile toplum tarafından ciddiye alınarak güven duygusunu zedelenmektedir.

2.3. Modern Toplumda Toplumsal Korkuların Oluşumunu Etkileyen