• Sonuç bulunamadı

Sosyal Kontrol Teorisi (Social Control Theory)

1.BÖLÜM: ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Hipotez 13.3: Bireyin çevredeki insanların kendisinden daha mutlu olmasından rahatsızlık duyması ile suç eğilimi arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki mevcuttur

2. BÖLÜM: KURAMSAL ÇERÇEVE

2.1. SOSYOLOJİK SUÇ TEORİLERİ

2.1.5. Sosyal Kontrol Teorisi (Social Control Theory)

kimi bölgelerde suç oranının daha yüksek artması nedeniyle Modern Sosyal Düzensizlik Teorisi olarak yeniden gündeme gelmiştir.9

Bu çalışmada sosyal düzensizlik teorisi kapsamında, göç eden katılımcıların göç sonrası yaşadıkları yerin suça itici özellikleri ve uyum problemleri ile suç davranışındaki ilişki analiz edilecektir.

2.1.4.1.Sosyal Düzensizlik Teorisine Yönelik Eleştiriler

Ekolojik determinizmin hakim olduğu bir dönemde ortaya atılan bu teorinin coğrafi yerleşime fazla odaklandığı, böylece sosyal yapı ve kurumları ikinci planda bıraktığı eleştirileri bulunmaktadır. Bu teoriye yönelik diğer bir eleştiri, teorinin kentleşmenin özellikle II. Dünya Savaşı sonrası çok hızlı seyrettiği Şikago eyaletine uygun olmakla beraber diğer eyaletlere uygun olamayabileceği yönündedir.

Bu teori, neden suçluluk bölgelerindeki herkesin değil bazı grupların suç işlediğini açıklayamamaktadır (Kızmaz, 2005:153). 1960’lı yıllarda bireysel faktörlere vurgu yapan suç sosyolojisi teorilerinin gündeme gelmesi, Sosyal Düzensizlik Teorisi’nin bireysel farklılıkları gözönüne almaması yönünde eleştirilmesine neden olmuştur.

Bu teorinin suç sosyolojisine önemli bir katkısı, resmi istatistikler üzerinden analiz yapmasıdır. Bu durum katkı sağlamış olmakla birlikte, suçluluğun boyutunun sadece polis istatistikleri ve mahkeme kayıtları ile ölçülemeyeceği noktasında eleştirilmektedir. (Kızmaz, 2005:153)10

Sosyal Düzensizlik Teorisine yönelik diğer bir eleştiri, çevrenin bireyi alıkoyma becerisinin düşük olması durumunda bireyin suç işleyeceği varsayımıdır. Bu varsayımın doğru olduğuna dair bir çalışmaya rastalamamıştır. (Sampson ve Groves, 1989)

“neden bazı insanlar suç işlerler” iken, kontrol teorisinin temel sorusu “neden insanların çoğunluğu kurallara uyar” şeklindedir (Burke, 2009). Sosyal kontrol teorisine göre, bireyleri suç işlemekten alıkoyan bir takım mekanizmalar, suç işleme güdüsünün önüne geçmektedir. Jensen (2003), sosyal kontrol teorilerinin, bireyi suç işlemekten alıkoyan ilişkiler, taahhütler, değerler, kurallar ve inançlara öncelik verirken, önceki teorilerin bireyi suç işlemeye sevkeden faktörlere öncelik verdiğini ifade etmektedir. Kontrol teorisyenleri arasında önemli yer tutan Hirschi, bireylerin suç işleme güdüsünü çok doğal karşıladığı için, suça neden olan faktörler üzerinde durmak yerine, bireylerin neden suç işlemedikleri üzerine odaklanmıştır.11 Yani bu teori, şu ana kadar değinilen sosyolojik suç teorilerinin, bireyin aslen sosyalleşme sürecinde sosyal değerleri öğrendiği ve ahlaki açıdan düzgün olduğu temel varsayımını reddetmektedir. Böylece suç, toplumda bireyi

“dizginleyici” güçlerin zayıflığının bir sonucu olarak görülmektedir. (Burke, 2009:246) 2.1.5.1.İlk Sosyal Kontrol Teorileri

Burke (2009:247), aslında Durkheim’in ilk sosyal kontrol teorisyenlerinden bir tanesi olabileceğini ifade etmektedir. Çünkü Durkheim’e göre, bireyin yapısı itibariyle doğuştan gelen sınırsız istekleri bulunmakta ama bireyi içinde bulunduğu sosyal ortama bağlılık duygusu ve yaşadığı kültürün sosyal değerlerine olan sayıgısı dizginlemektedir. Ancak özellikle toplumsal dönüşüm/kriz dönemlerinde, güç kaybeden sosyal bütünleşme (integration) olgusunu ikame edecek yeni sosyal düzenin teşkili zaman almakta, sosyal kontrol düzeyi ve biçimi (hızlı modernleşme gibi) sosyal değişim dönemlerinde yetersiz kalmakta, bu durum anomiye neden olmaktadır. Bu çerçevede Şikago Okulu çalışmalarında da, özellikle “sosyal düzensizlik” kavramı kapsamında, kontrol teorisinin izlerini görmenin mümkün olduğunu ifade etmektedir.

Jensen (2003:2), ilk sosyal kontrol teorisyenlerinin suç eğilimini analizlerinde psikolojik faktörlere daha fazla yer verdiklerini ifade etmektedir. İlk kontrol teorisyenlerinden Albert Reiss (1951), bireysel ve sosyal kontrol kavramlarını ayırmış, bireysel kontrolü “bireyin ihtiyaçlarını içinde yaşadığı toplumun kural ve kanunlarına aykırı yollarla karşılaşmaktan kaçınma becerisi” olarak açıklarken, sosyal kontrolü “sosyal grup veya kurumların kuralları ve kanunları daha etkin kılma becerisi” şeklinde açıklamıştır. Reiss bu beceriler ve kurallara uymayı sağlayan kontrol

11 Hirschi, 1969 tarihli Causes of Delinquency isimli doktora tezinde, kontrol teorisinin önceki teorilerden farklarını, kontrol teorisine ilişkin temelleri derli toplu ve sistematik bir biçimde ifade etmesi nedeniyle, kontrol teorisi denilince akla gelen isimdir. Literaturde kontrol teorisini ortaya atan kişi olarak Hirschi’ye atıfta bulunulsa da, Hirchi’den önce suç davranışını kontrol teorisi perspektifinden ele alan araştırmacılara rastlamak mümkündür. Bunlar arasında, Jensen (2003);

Albert Reiss (1951), Walter Reckless et al (1961), Toby (1957) ve F. Ivan Nye (1958), Scott Briar ve Irving Piliavin (1965) gibi isimleri saymaktadır. Hatta, Burke (2009:245), sosyal kontrol teorisi temel varsayımlarının Hobbes (1651)’un rasyonel birey geleneğinde, Freud’da (1927) ve Durkheim’de (1897) görülebileceğini ifade etmektedir.

mekanizmaları hakkında bilgi vermemiş, ancak özellikle aile gibi birincil sosyal grupların suç olmayan davranış kalıplarını güçlendirme becerisi eksikliğinin suç eğilimine etkisini gösterebilmiştir.

İlk sosyal kontrol teorisyenlerinden bir tanesi olan Jackson Toby (1957), bulunduğu toplumla bağları olmayan ergenin suç işlemeye aday olduğunu ifade etmiştir. Özellikle çeteler yoluyla sosyalleşme üzerinde duran Toby, toplumla birçok ve güçlü bağları olan ergenlerin, çete türü organizasyonlara katılarak suç işleme eğiliminin, toplumla az ve güçsüz bağları olan ergenlere göre daha fazla olduğunu fade etmektedir (Burke, 2009:247).

Ivan Nye (1958), sosyal kontrol teorisini daha sistematik bir hale getirmiş ve sosyal kontrolün en önemli unsuru olarak aile kurumuna vurgu yapmıştır. Nye, içsel, doğrudan, dolaylı kontrolleri içeren değişik kontrol tanımları yapmıştır. Buna göre, birey ailesi aracılığıyla, gözlemlenerek, ceza ve ödül verilerek doğrudan kontrol edilebilir. Bunun yanısıra, birey, ailesinin doğrudan gözetiminde olmadığı zamanlarda, içselleştirdiği kontrol yöntemleriyle, dolaylı olarak da kontrol edilebilir.12 Nye’nin suç eğiliminde aileyi en önemli kontrol unsuru olarak öne çıkarması, suçluluğun temel nedeninin ekonomik koşullar olduğu kabulünün hakim olduğu dönem anlayışından farklılık göstermiştir (Jensen, 2003:4, Burke, 2009:248).

Reckless, bireyin suç davranışında bulunmamasında en önemli mekanizmanın içsel kontrol mekanizması olduğunu ifade etmektedir. Reckless’e göre, benlik algısı (self concept) güçlü ve olumlu olan bireyler, koşullar ne olursa olsun suç davranışında bulunmaktan kaçınacaktır. Bireyleri suç davranışından alıkoyacak diğer özelliklerini ise, hedef odaklı (goal oriented) olmak, hayalkırıklığıyla başedebilme (frustration tolerance) ve kuralları dikkate alma (norm retention) olarak ifade etmektedir (Burke, 2009:249).

Sosyal kontrol teorisini “Delinquency, situational inducements and commitments to conformity”

isimli çalışmalarıyla 1965 yılında net bir biçimde açıklayan Briar ve Irving Piliavin, dönemin suç teorilerinden farklı olarak, suç davranışında sapmış altkültür ya da zıt kültür değerleri gibi motive edici unsurlar üzerinde durmak yerine, sosyal kontrol değişkenleri üzerinde durmuşlar, bireylerin suç işleme eğiliminde toplumsal kurallara uyum ve çevrelerine bağlılık değişkenlerinin belirleyici olduğunu ileri sürmüşlerdir (Burke, 2009:249).

12Hirchi, Gotfredson ile birlikte, Nye’nin içsel kontrol kavramına benzeyen “öz kontrol” kavramını yıllar sonra ortaya atacaktır.

2.1.5.2.Yakın Dönem Sosyal Kontrol Teorileri

Sosyal kontrol teorileri arasında, Hirschi’nin 1969 yılında yayınladığı Sosyal Bağ Teorisi (Social Bond Theory) önemli yer tutmaktadır. Sosyal bağ teorisine göre, suç davranışı, bireyin içinde bulunduğu toplumla olan bağları zayıf olduğunda gerçekleşmektedir.

Hirschi, söz konusu çalışmasında, bireyin suç işleme güdüsünü engelleyen içsel kontrol mekanizmaları yerine, bireyi suç işlemekten alıkoyan dışsal mekanizmalar olarak “sosyal bağlar”

üzerinde durmuştur. Hirschi’ye göre, bireyi durduran dışsal mekanizmalar, bağlılık (attachment), adanmışlık (commitment), meşguliyet (involvement) ve inanç (belief) olmak üzere dört tanedir.

Bağlılık, aile, okul, arkadaşlar gibi sosyal çevre unsurlarıyla kurulan bağı ifade etmektedir.

Özellikle ailelerde, ebeveyn ve çocuk arasında kurulan güçlü bağların çocuğun ileriki dönem suçluluk eğilimini etkileyen en önemli unsur olduğu ifade edilmektedir. Adanmışlık, bireyin toplumla ilişkisine esas oluşturan aktivitelerdir. Örneğin çalışıyor olmak, eğitim alıyor olmak gibi aktiviteler, bireyin toplumla olan bağlarını güçlendirecektir. Meşguliyet ile, toplumsal değerleri yansıtan aktivitelere ayrılan enerji ve zamanı ifade etmektedir. Özellikle çocuklar için enerjinin faydalı alanlara aktarılması önem taşımaktadır. İnanç ise, toplumsal kural ve değerlerin benimsenmesini, kabul edilmesini ifade etmektedir (Zembroski, 2011:249).

Hirschi’nin yukarıda sözü edilen ilk çalışması, bugün bilinen şekliyle kontrol teorisinden farklıdır.

Hirschi, ilk çalımasında “sosyal bağ” kavramını geliştirmiştir. Sosyal bağ, sosyal kontrolün kurulmasında kolaylaştırıcı bir araçtır (Jensen, 2003:9).

Hirschi, sosyal bağ teorisini ampirik olarak da güçlü olarak ortaya koyabildiği 1969 tarihli çalışmasıyla sosyal kontrol teorisi temsilcileri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Hirschi, değişik etnik köken ve sosyal kesime mensup 4000 ergenle yaptığı çalışmada gerilim, kontrol ve kültürel farklılık teorilerini test etmiş ve ebeveynleriyle olumlu ve yakın ilişkisi olan ergenlerin ebeveynlerine daha bağlı olduğu, ebeveynleriyle güçlü bağları olan ergenlerin suç işleme eğiliminin az olduğunu tespit etmiş, böylece sosyal bağ teorisinin açıklayıcılığı en yüksek olan teori olduğunu gözlemlemiştir (Burke, 2009:250).

Jack Gibbs, 1981 yılında yayınladığı çalışmasıyla sosyal kontrol teorisini geliştirmiş, diğer kavramlardan ayırarak kavramın netleşmesini sağlamıştır. Gibbs’e göre, bir bireyi bir davranışta bulunmaktan alıkoyan şey, kişisel “kontrol”dür. “Sosyal kontrol” tabirini kullanabilmek için,

“üçüncü bir unsur” (third party) sözkonusu olmalıdır. Bu üçüncü unsur, gerçek bir kişi olabileceği

gibi, “toplum”, “beklentiler” ya da “kurallar” olabilir. Bu üçüncü unsurun otorite olduğu kabul edilebilir. (Örneğin, çocuklar arasındaki “seni anneme söylerim” türü savunma mekanizmaları,

“anne”nin kendisi orada olmasa bile bir otorite figürü olarak kontrol sürecinin devam etmesini sağlayabilir) (Jensen, 2003:10). Bu çerçevede Hirschi’nin teorisi “sosyal bağ teorisi”, Gibbs’in teorisi “sosyal kontrol teorisi” olarak tanımlanabilir.

Hirschi’nin “sosyal bağ teorisi”, bireyin dışsal unsurlarla kontrol edilmesine vurgu yaptığı için eleştirilmiştir. Hirschi kendisi de sapkın arkadaşların etkisini azımsadığı ve sosyal aktivitelerin etkisini abarttığını ifade ederek kendisini eleştirmiştir (Burke, 2009:253). Hirschi’nin çalışmasından sonra yürütülen kimi çalışmalarda sosyal bağların suç eğilimine etkisinin olduğu tespit edilmiş ancak sapkın arkadaş grubunun suç eğilimini açıklayıcılığının yüksek olduğu tespit edilmiştir.

Hirschi de, suç eğiliminde çevre faktörünün önemini kabul etmek durumunda kalmıştır. Bu gelişmeler üzerine Hirschi ve Gottfredson tarafından 1990 yılında yayınlanan “Suçluluğun Genel Teorisi” (“A General Theory of Crime”) isimli çalışmada, “öz kontrol” (self kontrol) kavramı üzerinde durulmuştur.

2.1.5.3.Suçluluğun Genel Teorisi (General Theory of Crime)

Gottfredson and Hirschi (1990) tarafından geliştirilen, bazı akademisyenler tarafından toplulaştırılmış olarak ifade edilen Genel Teori, köklerini kontrol teorisinden almakta, ancak kontrol teorisinden farklı olarak bu teori, “öz kontrol” (self control) faktörü üzerinde odaklanmaktadır (Wilkins, 2006:5). Burke (2009:254), bu teorinin hem rasyonel aktör modelini, hem de muktedir aktör (predestined actor) modelini bir araya getirdiğini ifade etmektedir: faydacı yaklaşıma paralel olarak suç, bireyin kendi faydası için güç kullanması ve sahtekarlık yapmasıdır, muktedir aktör modeliyle paralel olarak, birey yetersiz ebeveynliğin sonucu olarak düşük kontrole sahiptir ve yetersiz ebeveynliğin bireyin kişisel kontrolü üzerindeki etkisini geri almak mümkün değildir.

Jensen (2003), öz kontrolün çok küçük yaşlarda, ebeveynler ve yakın çevrede bulunan diğer bireylerle iletişim içerisinde tesis edildiğini ifade etmektedir.

Genel teoriye teoriye göre, bireylerin suç eğiliminde etkili olan unsur, bireyin kendisini kontrol etmedeki yetersizliğidir. Bireyin kendisini kontrol etmedeki yetersizliği ise, çocukluk döneminde maruz kaldığı yetersiz ebeveynliğin sonucudur. Çocuğun ilk sekiz yıllık döneminde ailesi tarafından yeterince gözlemlenmemesi, sapmış davranışlarının önüne geçilmemesi ve bu davranışlara gerekli yaptırımların uygulanmaması, çocukta ileriki dönemde suç davranışı oluşmasına neden olmaktadır (Wilkins, 2006:5).

Gottfredson ve Hirschi’ye göre, kendisini kontrol etmede başarısız olan, düşük öz kontrollü bireyler, düşünmeden hareket eden (impulsive), risk almayı seven, zihinsel çaba gerektiren aktiviteler yerine fiziksel aktiviteleri tercih eden, bencil ve tahammülsüz, basit işleri karmaşık işlere tercih eden, sözel kabiliyeti zayıf ve problemlerini güç kullanarak çözmeyi seven bireylerdir. Onlara göre, doğru yapılandırılmamış çevrelerde büyüyen çocuklar, kendi davranışlarını kontrol etmeyi öğrenememekte, böylece kendilerine kısa dönemli tatmin sağlamak ya da anlık sıkıntılarını bastırmak üzere riskli davranışlarda bulunabilmektedirler. Bu teoriye göre, bireyler kendi davranışlarını kontrol etmedeki yetersizliklerini ailelerinden ya da öğretmenlerinden öğrenmemektedirler, yetiştikleri ortamdaki disiplin ve eğitim yetersizliği, evdeki kaotik ortam, çocukların bu şekilde davranmasına yol açmaktadır, yani öğrenilmiş (ve güçlendirilmiş) bir davranış değildir (Unnever ve diğerleri, 2006:5).

Genel Suç Teorisine göre, öz kontrolü düşük bireyler, suç işlemeseler bile sapmış davranışa meyillidirler. Öz kontrol eksikliğinin suç işlemede temel belirleyici olmadığı, ancak koşulların tetiklemesiyle etken olabileceğini ifade etmekle birlikte, öz kontrol eksikliğinin suç işlemede temel faktörlerden bir tanesi olduğu ifade edilmektedir. Öz kontrolü düşük olan bireyler, tahammül düzeyleri düşük olduğu için, içinde bulundukları durumdan bir an önce kurtulma güdüsüyle hareket ederler, örneğin maddi sıkıntıları varsa, bu durumdan bir an önce kurtulabilmek için illegal yollara başvurabilirler. Uyuşturucu kullanımı, gayrımeşru çocuk sahibi olma gibi kabul görmeyen davranışlarda bulunabilirler. Suç işlemek fazla yetenek ve planlama gerektirmez, zaten eğitim benzeri aktivitelere ilgileri azdır ve tahammülleri yoktur. Suç işledikleri zaman zarar verdikleri bireylerin hisleriyle ilgilenmezler, empati duyguları yoktur ve antisosyal davranışlar sergilemektedirler (Jensen, 2003:12).

Genel suç teorisinin önemli bir tezi, yetersiz ebeveynliğin suç davranışı üzerindeki etkisinin, düşük öz kontrol davranışı aracılığıyla oluştuğu yönündedir. Kriminoloji literatüründe, ailenin suçluluk eğilimi üzerindeki etkisini ölçmeye yönelik çalışmalarda, bu teorinin güçlü olduğu tespit edilmiştir.

Yapılan çalışmalar, çocukluk döneminde ebeveynin kontrol ve gözleminin ve çocuğun ebeveyne bağlılığının çocukların öz kontrol becerisini geliştirmelerini sağlayarak suçluluk eğilimlerini azalttığını göstermektedir (Wilkins, 2006:5).

Kısaca ifade etmek gerekirse, Hirschinin sosyal kontrol teorisi, dışsal kontrol mekanizmalarını ifade eden “dolaylı kontrol” ve içsel kontrol mekanizmalarını ifade eden “doğrudan kontrol” kavramları çerçevesinde şekillenmiştir. “Öz kontrol” düzeyi düşük olan bireylerin sapmış davranışa daha

yatkın olacağı, öz kontrol düzeyi yüksek olan bireyin kendisini durdurabileceği, öz kontrol düzeyinin ise çocukluk döneminde, ebeveyn-çocuk bağlanma düzeyi, çocuğun gözlenmesi ve uygun ceza-ödül sisteminin uygulanabilmesiyle, yani “etkin” ebeveynlik yoluyla tesis edilebileceği ifade edilmiştir. Bu çerçevede ebeveynler tarafından sağlanacak olan “sosyal kontrol” ile çocukta gelişmesi beklenen “öz kontrol” birbirine paralel kavramlardır.

Bu çalışmada sosyal kontrol teorisi kapsamında anne ve babaya ilişkin özellikler, ebeveynler arasındaki sorun çözme yöntemleri, ailede şiddet görme, aile yapısının bozulması gibi aile yapısna ilişkin değişkenlerle suç davranışı arasındaki anlamlılık ilişkisi incelenecektir.

2.1.5.4.Sosyal Kontrol Teorilerine Yönelik Eleştiriler

Sosyal kontrol teorilerine ilişkin eleştiriler arasında, suçlunun motivasyonunun gözardı edilmesi, yetişkin suçluluğunun açıklanmasında yetersiz olması, bireyin kriminalleşme sürecini ihmal etmesi, çocukların yetişkinlik döneminde suç davranışını terketmesini açıklayamaması, çocukların nasıl sosyalleşmesi gerektiğini açıklamaması gibi eleştiriler yer almaktadır (Kızmaz, 2005:167).

Sosyal kontrol teorisi, özellikle ailenin bireyin suçluluk eğilimi üzerindeki etkisini inceleyen araştırmalar için önemli bir teorik altyapı sunmaktadır. Özellikle Hirschi ve Goffredson’un 1990 yılında Hirschi’nin 1969 yılında ortaya attığı kontrol teorisini geliştirmek üzere ekledikleri “öz kontrol” unsuru, çocukluk döneminin yetişkinlik dönemi suç işleme eğilimine etkisi açısından önemli açıklamalar sunmaktadır.

Literatürde öz kontrol teorisini test eden çalışmalara göre, ailenin suç davranışı üzerine etkisini açıklamada kontrol teorisinin açıklayıcılığının yüksek olduğu gözlenmektedir. Öyle ki, Fry’a (2010:19) göre, öz kontrol teorisi, “aile yapısında, boşanma oranlarının artması, kadının aile reisi olması, kadının çalışıyor olması gibi unsurların suçluluğu nasıl etkilediğini tamamıyla açıklayabilmektedir: eğer çocuk yeteri derecede gözlemlenmezse, rehberlik edilmezse ve disipline edilmezse, suç eylemine katılması mümkündür”. Bununla birlikte Sosyal Kontrol Teorisi, suçlu arkadaş etkisini gözardı etmiştir.

Sosyal kontrol teorisinin özellikle aile tutumuyla ilişkili olarak en fazla referans alınan ve test edilen teori olmasının en önemli nedeni, anlaşılabilir ve test edilmesi kolay bir teori olmasıdır. Bununla birlikte Burke (2009:260), bu teorinin Amerika Birleşik Devletleri’nde özellikle sağ kesim arasında popüler olmasının önemli bir nedeninin, bu teorinin işsizlik, yoksulluk gibi sosyal eşitsizlikleri gözönüne almaması olduğunu ifade etmektedir. Bu çerçevede aslında Sosyal Kontrol Teorisi, sosyal

devlet anlayışının ortadan kalkmasının doğrudan ve dolaylı etkileriyle sosyal ve ekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerin marjinalleşerek suça itilmesi sürecini, yani devletin sorumluluğunu gözardı ederek suçun nedenini sadece aile gibi yakın çevreye ilişkin faktörlere bağlamaktadır.