• Sonuç bulunamadı

3.BÖLÜM: YETİŞKİN SUÇLULUĞUNA NEDEN OLAN FAKTÖRLER

3.3. KENTLEŞME VE GÖÇ 1.Kentleşme

3.3.2. İç Göç

Dünya üzerinde 1970’li yıllardan sonra küreselleşmeye koşut olarak ortaya çıkan değişimlerden bir tanesi olan göç olgusu, ülkemizde de, özellikle 1980’li yıllardan itibaren göç eden bireyler, göç alan kentler ve göç veren bölgeler bağlamında yaşanan sorunlar çerçevesinde önemli yer tutmaktadır.

Göç olgusuna ilişkin nedenler genel olarak itici, çekici ve iletici nedenler olarak sınıflandırılmaktadır. Kısaca ifade etmek gerekirse, itici nedenler, yaşanılan yerin ekonomik ve sosyal olanaklar itibariyle bireyin/ailenin beklediği yaşam kalitesinin altında bir yaşam sunması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Böylece bireyi/aileyi göç etmeye zorlayan koşullar oluşmaktadır.

Çekici nedenler, kent hayatının sunduğu, yaşanılan yerden daha iyi olan tüm olanakları içerir. Göçe etki eden diğer bir unsur olan iletici nedenler, özellikle küreselleşme sonrasında ortaya çıkan, bireye diğer yaşamları öğrenme ve karşılaştırma imkanı sağlayan etkenlerdir. Türkiye’de iç göçü tetikleyen unsurlar, benzer şekillerde işlemektedir. Yıldırım (2004), Türkiye’ye özgü iç göç nedenlerini “... nüfus artışı, ekonomik nedenler, eğitim, kültür ve sağlık hizmetlerinden faydalanma isteği, ulaşım, haberleşme ve enformasyon ağının gelişmesi ve kültürel sebepler..” olarak sıralanmaktadır. Tüm bu sıralanan nedenlere ek olarak, Türkiye’ye özgü diğer ve çok önemli bir faktör, terör olayları ve zorunlu köy boşaltmalarıdır.3334 Göç etmek zorunda kalan bireyler, aslında

33Yapılan çalışmalar, zorunlu göç nedeniyle kentlere gelen bireylerin daha zorlu yaşam koşullarıyla mücadele etmek zorunda kaldığını göstermektedir. Gönüllü göç edenlere göre hazırlıksız ve donanımsız olarak şehre glen bireyler, devlete

kırsal yerleşim yerinde kendini ve ailesini ekonomik olarak idame ettirebilecekken, şehirde sıkıntı çekmekte, şehre uyum sağlayamamakta, psikoljik sıkıntılar çekmekte, dil sorunları yaşamakta, tüm bunlara dışlanmışlık da eklenince bireylerin saldırgan davranışlar göstermesi ve ekonomik nedenlerin de etkisiyle suç işlemesi mümkün olmaktadır.

“Göç, temelde sanayi toplumunun bir niteliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Kırsal alanlardan, kentlere doğru olan çağdaş iç göç hareketleri, ilk kez Sanayi Devrimi sırasında büyük bir ivme kazanmış; bunun sonucunda da kırsal alanlardan kentlere doğru büyük göç dalgaları yaşanmıştır. Bu bağlamda göç, geleneksel toplum yapısından modern toplum yapısına doğru yönelen bir süreçtir. Nitekim, tarım toplumlarının temel özelliği toprağa bağlılık olduğundan, göçün yaşanması için topraktan bir kopuşun olması gerekmektedir”

(Aktaran, Öztürk, ve Altuntepe 2008:1590).

Ülkemizde nüfus politikası dönemler arasında farklılık göstermekle birlikte, nüfus sürekli artış eğilimi göstermektedir. Türkiye’de nüfus politikaları, planlama dönemine denk gelen 1960’li yıllara kadar nüfus artışını teşvik edici yönde seyrederken, bu dönem sonrasında nüfus artış hızı düşürülmesi yönünde politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Günümüzde ise, nüfus artışını teşvik edici politikalara dönüş yapıldığı görülmektedir.

Nüfus artışı, ülkelerin kalkınması adına önemli bir adım olmakla birlikte, ülkelerin kalkınmasında salt nüfus artışının etken faktör olduğunu düşünmek doğru değildir. Nüfus artışının ülke kalkınmasına katkıda bulunacak yönde etki etmesi, ülkenin fiziksel altyapısının yanısıra, ekonomik ve sosyal kalkınma stratejilerinin de nüfus gelişimine paralel yönde evrilmesi süretiyle mümkündür.

Türkiye’de 1960’li yıllarda başlayan iç göç, yıllar içerisinde artış göstermiş ve terör ve güvenlik politikalarının kırsal kesimde yaşamı olanaksız hale getirmesinin yanısıra, ekonomideki yapısal değişimlerin tarım kesiminde işgücü fazlası açığa çıkarmasının da etkisiyle, 1990’li yıllarda gittikçe artmıştır. Sözü edilen etkiler, salt köylerden kentlere değil, kentlerden kentlere doğru da bir iç göç yaşanmasına neden olmuştur.

Türkiyede “gönüllü göç” ve “zorunlu göç” akımlarıyla şekillenen kentleşme süreci, yapay olduğu söylenebilecek bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. “Türkiye’de kentleşme, sanayileşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmamıştır. Aksine, kentlerde, kentin ekonomik ve sosyal faaliyetlerinin

karşı güvenlerini kaybetmenin yanısıra, halk nezdinde de dışlanmakta olduklarindan zorlu bir psikolojik süreçten de geçmektedirler.

34 Türkiye genelinde boşaltılan toplam köy sayısı 930, mezra sayısı ise 2018 dir. Toplam 3 000 civarında yerleşim birimi boşaltılmıştır. Devletin elinde 353 000 insanın yerini, köyünü terk ettiği konusunda resmi bir rakam vardır. Bu rakam 12 ile mahsus olarak çıkarılmış bir rakamdır. Sivil toplum örgütleri içerisinde 1 milyon ile 3 milyon arasında değişen rakamlarda söylenebiliyor.” (TBMM, 5045 sayili dilekceye iliskin olarak verilen 8 no’lu karar, http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/dilekce/belge/kararlar/karar8.pdf)

emme kapasitesinin üzerinde nüfusun bu yerleşim alanlarına yığılmasıyla meydana gelen demografik kentleşme şeklinde olmuştur” (Alıntılayan, Özfinader, 2007:56).

İç göçlerin arttığı 1960-1980 döneminde kentlere ilişkin işgücü talebi, sayı ve nitelik açısından kentlerde bulunan mevcut işgücü arzına karşılık verememiştir. İşgücü arzı işgücü talebinin üzerinde olurken, kentsel işgücü talebinin nitelik gerektiren alanlarda yoğunlaşması, eğitim ve sosyal imkanlardan faydalanamayan ve kent yaşamına katılamayan/katılma imkanları bulamayan göçmenlerin iş bulma sıkıntısı çekmesine yol açmıştır. Bir şekilde “kentlileşme” sürecini gerçekleştirememiş bireyler, işgücü piyasasında kentlilere göre dezavantajli konumda olmuşlardır.

Bu durum marjinal ve enformel sektörlerin kurumsallaşmasına yol açmıştır.

Göç, özellikle gönüllü olarak gerçekleştirilen göç, bireylerin mevcut yaşantılarından daha iyi bir yaşam beklentisiyle yapılmaktadır. Bireylerin çocukları için daha iyi bir eğitim, daha yüksek bir gelir düzeyi, iş imkanı elde etme gibi beklentilerle gerçekleştirdikleri göç eyleminin sonucunda altyapı yetersizlikleri ve sağlıksız kentleşme sonucu kent yaşamına entegre olamayan bireyler, hayalkırıklığı yaşamaktadırlar. Üstelik kent yaşamı içerisinde zengin kesimle karşılaşan ve kendi durumuyla kıyaslayarak “göreli yoksunluk” yaşayan bireylerin hissettikleri hayalkırıklığı ve yoksunluk hisleri saldırganlık şeklinde ifade edilebilmektedir.

Kentsel yaşamın dışında kalmaları, bireylerin yukarıda ifade edilen mekanizmalarla saldırganlık ve suç eylemlerinde bulunmalarına ya da yaşamlarını idame ettirebilmek icin yasal olmayan iş alanlarına yönelmelerine neden olmaktadır.

Göç nedeniyle kentsel yerlerde bulunan insanların illegal eylemlerde bulunma nedeni, içinde bulundukları ortamdaki suça itici nedenlerdir. “Kırsal alandaki yaşam tarzının kentte imkan bulamaması nedeniyle önceki yerleşim alanındaki yapı özelliklerinin değişmesine, dolayısıyla sosyal kontrolün yaptırım gücünün azalmasının suç işleme eylemine neden olacağı ileri sürülmektedir” (Keskinkılıç, 2008:28 ). Kentsel yerler, kırsal kesimlere göre sosyal denetimin oldukça az olduğu, homojen bir yapının bulunmadığı, bu çerçevede gelir grupları arasındaki farklılığın ve bu farklılıkların getirdiği gerginliklerin en fazla yaşandığı, kırsal kesimin aksine çekirdek aile türü yaşamların hakim olduğu ve yardımlaşmanın düşük olduğu bölgelerdir. Ayrıca kentsel koşullar, özellikle kentlere özgü bir suç türü olduğu ifade edilen mala karşı suçlar için de kolaylaştırıcı bir etkiye sahiptir. Öte yandan, sanayileşme sürecine koşut olarak ortaya çıkan kentsel yerleşim, kırsal kesime göre kültürel anlamda da oldukça farklılıklar göstermektedir.

Bireylerin iş sıkıntısı, uyum sorunu, beklentilerine ulaşamamanın verdiği rahatsızlık gibi nedenler, bireylerin suç davranışına itilmesine neden olmaktadır.

Sağlam (2006), göç edenlerin kabile ve cemaat algılamalarının da suç işlemede etken olduğu, kendilerinden olanı “biz”, şehre kendilerinden önce yerleşmiş olanları “öteki” olarak algılamalarının suç işlemeye yönelik kültürel dayanakları sağladığını ifade etmektedir.

Göç ve sağlıksız kentleşme ile ve suç arasındaki ilişki üzerine gerek Türkiye gerekse dünya literatüründe bir çok çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalarda göç olgusu kentleşme kavramıyla paralel olarak değerlendirilmekte, Türkiye’de kentleşme sürecinin sağlıksız ve hızlı işlemesinden kaynaklanan sorunlar, göç etmek zorunda kalan bireylerin temel haklardan mahrum kalması ve illegal aktivitelere yönelmesi çerçevesinde değerlendirmeler yapılmaktadır. Yapılan çalışmalarda, özellikle şehir merkezlerine ve ticari tesislere yakın alanların yüksek suç oranlarına sahip olduğu ifade edilmektedir (Ergun ve diğerleri 2003:2)

Göç olgusuna tam karşılık gelmemekle birlikte, suç işlenen yere ilişkin olarak, TÜİK tarafından açıklanan veriler göç ve suç ilişkisine yönelik olarak fikir verebilir. Suç işlenen yerler içerisinde şehirlerin ağırlığı, istikrarlı bir şekilde kaydadeğer biçimde artış göstermektedir. 1990 yılında sehirlerde işlenen suçların toplam içerisindeki payı yüzde 80 civarındayken, bu oran 2008 yılında yüzde 98’e ulaşmıştır.

Şekil 2: Hükümlülerin yerleşim yerine göre dağılımı (%)

Kaynak: TÜİK

Sağlıksız kentleşmenin olumsuz sonuçlarından bir tanesi olan, kentsel yerlerde suç oranı artışı, yukarıda ifade edilen unsurlar kısaca toparlanacak olursa, göreli ve mutlak yoksunluk, işsizlik, sosyal kontrol eksikliği, kültürel uyum sorunu, sosyal dışlanma gibi mekanizmalar aracılığıyla

oluşmaktadır. Bu çerçevede sağlıksız kentleşme ve göçün suç oranlarını pozitif yönde etkilemesi, sosyal düzensizlik teorisi, gerilim ve göreli yoksunluk teorisi, sosyal kontrol teorileri bağlamında incelenebilir. Sözü edilen teoriler de, suç eğiliminin kentleşme ya da göç olguları olduğunu değil, bu olguların yarattığı bireysel ve sosyal ortamların sonucu olduğunu ima etmektedirler.

Ergun ve diğerleri (2003) tarafından İstanbul’un 32 bölgesinde 1994-1998 yılları arasında suç dağılımının analiz edildiği çalışmada, göç eden bireylerin hala geleneksel değerlerine bağlılıklarını sürdürmeleri nedeniyle suç oranının düşük olduğu, ancak bunun uzun süre devam edemeyeceği ifade edilmektedir. Nitekim 2003 yılı sonrasında suç oranındaki artış, geleneksel ilişkilerin artık devam etmediğini göstermektedir. Dolayısıyla özellikle İstanbul gibi göç alan şehirlerde gençlerin entegrasyonunu, kent yaşamına geçişinin kolaylaştırılmasını sağlayacak uygulamalara ihtiyaç duyulduğu, bu uygulamalar arasında kültürel, sanatsal ve boş zaman aktivitelerinin yer alabileceği ifade edilmektedir.

Şen (2012) tarafından İstanbul’da kentsel yapının değişimi üzerine yapılan çalışma bilgi vericidir.

Şen, ekonomik aktiviteye göre kentlerin şekillenmesinde orta-üst sınıfın kentin değişik alanlarına göç etmesi, kentlerin çeperlerine doğru büyümesi, merkezdeki iş alanlarının bölgeyi terk etmesi gibi süreçlerin ve banliyöleşme eğiliminin birbirini izlediğini, böylece eski kent merkezlerinin

“çöküntü” (deprivation) alanları olarak ortaya çıktığını ifade etmektedir. “Getto” türü yaşam alanlarını ifade eden bu bölgeler, “..büyüyen işsizliğe bağlı olarak yaşanan iş kayıpları, artan sosyal dışlanma, fiziksel çöküntüleşme ve yoksulluk ile kötüleşen yaşam standartları gibi istenmeyen sonuçlar ile kentsel mekânların insansızlaşmaya başlayan alanları olarak ortaya çıkmaktadır……

Göçmen nitelikleri yanında düşük gelirli-tutamaksız kesimlerin yoğun çekim merkezi haline gelen bu kent içi alanlar, zaman içinde yoksulluğun kalıcılık kazanması ve devam etmesini sağlayan özellikleri barındırır hale gelmiştir” (Şen 2012:294).

Şen (2012:320), İstanbul’da kentsel yapının değişmesi nedeniyle kent merkezinde özellikle tekstil türü üretimde yer alan emek gücünün yoğun yaşadığı kent merkezlerinde “çöküntü” mahalle yapısının görüldüğünü ifade etmektedir. Özellikle Eminönü’nün bu karakteri en fazla gösteren yer olduğu ifade edilen çalışmada, bu bölgelerin zaman içinde göç de almaya başladığını, zaman içerisinde bu bölgelerdeki aile sayısının azaldığını ve bu durumun da çöküntüleşme eğilimini daha da arttırdığını ifade etmektedir. Eminönü-Süleymaniye Bölgesi yanında Gedikpaşa-Laleli, Beyoğlu, Tarlabaşı, Kasımpaşa, Balat-Ayvansaray gibi semtlerde de benzer eğilimlerin gözlendiği, işçiler için oda/han/ucuz otel türü barınma olanaklarının oluşturulduğu ancak bunun karşılığında ailelerin

oluşturduğu toplum olma özelliğini yitirdiği, gelen göçle birlikte yoksulluğun da arttığı, ucuz işgücü/yoksul bireylerin nüfusunu oluşturduğu söz konusu bölgelerde çevresel koşulların ve barınma olanaklarının da bu eğilime paralel olarak yetersiz ve düşük nitelikli olarak şekillendiği ve bu bölgelerde bir tür “gettolaşma” eğilimi ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Son dönemde bu bölgelerin kentsel dönüşüm projelerinin hedefi haline gelmesi de, bu kesim nüfusunun karşı karşıya kaldığı diğer bir tehdit olarak göze çarpmaktadır. Şen tarafından aktarılan bu gözlemler, Sosyal Düzensizlik Teorisi’nin tespit ve öngörülerini akla getirmektedir.

Sanidad-Leones, Filipinler’de kentleşme ve suç arasındaki ilişkiyi konu alan çalışmasında, kentleşme ve suç arasındaki ilişkinin, yoksulluk, aile değerlerinin yitirilmesi, annelerin çalışması, hem suç işleyenlerin hem de kurbanların hakları ve cezalarına ilişkin bilgisizliği, yargı sistemine ilişkin sorunlar, kanunların yeterince caydırıcı olmaması, yazılı ve görsel medyada ya da internet üzerinde yer alan özendirici programlar/görüntüler mekanizmalarıyla kurulduğunu ifade etmektedir.

Akduman ve diğerleri (2007) tarafından yapılan çalışmada, Ankara’da suç işlemiş ergenlerin çoğunluğunun göçle Ankara’ya geldiği tespit edilmiştir. Akduman ve Baran (2010) tarafından yapılan çalışmada, akranlara karşı işlenen ezicilik (bullying) davranışında göç etmiş olma durumunun farklılık yarattığı gözlenmiştir.

Bu çerçevede genel olarak düzensiz kentleşme ve kentlerin kaldıramayacağı düzeyde göçün suç oranlarını artış yönünde etkileyeceği ifade edilebilir. Türkiye açısından da benzer bir durum olduğu düşünülmektedir.