• Sonuç bulunamadı

Gerilim (Strain) ve Anomi (Anomie) Teorileri

1.BÖLÜM: ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Hipotez 13.3: Bireyin çevredeki insanların kendisinden daha mutlu olmasından rahatsızlık duyması ile suç eğilimi arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki mevcuttur

2. BÖLÜM: KURAMSAL ÇERÇEVE

2.1. SOSYOLOJİK SUÇ TEORİLERİ

2.1.1. Gerilim (Strain) ve Anomi (Anomie) Teorileri

Gerilim ve Anomi teorileri, kendilerinden sonra gelen suç teorilerinin temellerini atan ve bugün hala sıklıkla atıfta bulunulan teoriler olarak, suç sosyolojisinin temel kuramları arasında yer almaktadırlar.

Zembroski (2011), çağdaş suç teorilerinin birçoğunun Durkheim’in İntihar (1897) isimli çalışmasında ortaya atılan ve daha sonra Merton’un gerilim (strain) teorisine ilham kaynağı olan anomi (kuralsızlık) teorisinden etkilendiğini ifade etmektedir.

Durkheim, suçun nedenlerinin bireyin psikolojisi veya biyolojik özelliklerinde saklı olduğu düşüncesinin hakim olduğu 1800’lu yıllar döneminde, suçun nedeninin bireyin psikolojik ve biyolojik özelliklerinde değil, içinde bulunduğu grup ve sosyal organizasyonda aranması gerektiğini ifade etmiştir (Zembroski, 2011:242). Bu çerçevede Durkheim’in çalışmaları, Quetelet ve Guerry tarafından öncülüğü yapılan istatistiki ve ekolojik çalışmalara hakim olan düşünce şeklinin yeniden canlandırılması olarak görülebilir. Durkheim, kentleşme sürecinin suçu artırdığını ileri süren ilk sosyal bilimcilerden bir tanesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyolojinin kurucularından olan Durkheim’a göre, sanayileşme ile birlikte toplumsal dinamiklerde gerçekleşen değişimler, geleneksel bağları (mekanik bağlılık-mechanic solidarity) zedelemekte, belki “bireyselciliği”

(individualism) artırarak daha fazla özgürlük alanı sağlamakta, ancak kentleşmenin hızlanması, kentlere göç türü eğilimler, birbiriyle ortak geçmişi, birlikte yaşayarak oluşturdukları ortak değerleri olmayan, farklı sosyal çevrelerde yetişen ve farklı etnik kökenlere, kültürlere sahip bireylerin bir araya gelmesiyle oluşan kentsel yaşama (organic solidarity-organik bağlılık), kuralsızlık ve kontrolsüzlüğe ortam hazırlamaktadır. Böyle bir ortam, özellikle siyasi istikrarsızlık ve ekonomik kriz gibi toplumsal yapının derinden etkilendiği dönemlerde, grupların/bireylerin bir arada yaşamasını sağlayan değer ve normların etkinliğini yitirmesine ve böylece bir sosyal düzensizlik ortamının, yani anominin oluşmasına neden olmaktadır. Durkheim, böyle dönemlerde üzerinde uzlaşılan değerlerin değişmesi ve/veya etkinliğini yitirmesi nedeniyle toplumda suç oranlarının artabileceğini ifade etmiştir. Böylece suça yapısal fonksiyonalist yaklaşımı da ortaya koymuş olmaktadır: insan davranışı, insanın içinde yaşadığı sosyal yapının bir ürünüdür, buna göre suç davranışının oluşmasında da belirleyici olan toplumsal yapıdır. Toplumlar modernleştikçe, kentleştikçe ve değiştikçe, küçük gruplara has geleneksel yakınlık kaybolmakta, insanlar arasındaki yakın ilişkinin azalması ile birlikte ortak değerler de yok olmakta, toplumda bireylerin birbirinden farklı ve zıt çıkarlarınınn çatışması sebebiyle oluşan çelişkiler insanların hayatlarının öngörülemez olmasına ve grupların çıkarlarının çatışmasına neden olmaktadır. Nüfus yapısındaki değişimler nedeniyle köklü kuralların varlığını yitirmesi, toplumlarda kuralsızlığın ve anomi durumunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. (Zembroski 2011:243).

Merton, 1930’lu yıllardaki büyük bunalım sırasında ve sonrasında 1960’lı yıllarda halk arasındaki hareketliliği açıklamada Durkheim’in “anomi” teorisini ödünç almıştır (Burke, 2009:119). Bu ifadeyle endüstrileşmiş toplumlarda sosyal normların insan davranışlarını düzenleme kabiliyetini kaybettiği ifade edilmektedir (Pratt, 2001:64). Durkheim’in anomi teorisini geliştirerek değişik sapmış davranışları açıklayan bir teori olarak genelleştiren Merton, suçun nedenlerinin biyolojik

özelliklerde aranmaması gerektiği konusunda Durkheim’le hemfikir olmakla birlikte, onun ortaya attığı “anomi” fikrinin oluşması için ani sosyal değişimlere gerek olmadığını ifade etmektedir.

Durkheim gibi fonksiyonalist olan Merton’un temel argümanı, sosyal yapıların bazı bireyler üzerinde uyumsuz davranışa yol açacak şekilde baskı uyguladığı yönündedir (İçli, 2013:101).

Sosyal düzensizlik teorisinin, kentlerdeki gecekondu (slum) bölgelerinde geleneksel orta sınıf değerlerinin reddedilmesi nedeniyle suçluluk oranlarının yüksek olduğu varsayımı hakimken, Merton’un gerilim teorisinde, bu görüşün aksine, geleneksel orta sınıf değerlerine bağlılığın yüksek olmasınının suçu artırdığı varsayımı hakimdir (Pratt, 2001:63). Amerikan toplumunda bireylerin başarı odaklı değerlerin öğretildiği güçlü bir sosyalizasyon sürecinden geçtiğini tespit eden Merton, toplumun avantajsız bazı kesimlerinin bu amaçlara ulaşma konusunda yetersiz olduklarını, ekonomik başarının, zenginliğin kutsandığı ancak her bireyin bu kutsanmış hedeflere ulaşma şansının eşit olmadığı bir toplumsal yapıda, bu eşitsizliğin yaratacağı gerilimin bireyleri sapmış davranışa itebileceğini ifade etmektedir. Toplumsal yapının özendirilen hedeflere ulaşma konusunda bazı kesimlere kısıtlar getirmesi, bireylerin sözkonusu hedeflere ulaşmada alternatif ve çoğunlukla illegal yollar bulmasına neden olabilir. “Bir başka ifade ile kültürün istedikleri ile yapının izin verdikleri arasındaki bütünleşme eksiklikleri olması, örneğin, kültür başarıyı teşvik ederken yapının onu önlemesi, normların bozulmasına neden olur, çünkü normlar artık bu davranışı yönlendirmede etkin değillerdir” (İçli, 2013:102).

Toplumsal yapının firsat eşitsizliği görünümü veri iken, ekonomik kriz gibi dönemlerde gerçekten de suç oranının arttığı gözlenmiştir (Hall, 2007:6). Böylece, Durkheim tarafından ortaya atılan anomi neden bazı dönemlerde suç oranının arttığını, Merton’un ABD örneğinde analiz ederek ortaya koyduğu gerilim teorisi ise neden bazı bireylerin suç işlediğini açıklamaya çalışmaktadır.

Sosyal gerilim teorileri, sapmış davranışın içinde bulunulan toplum yapısının bir sonucu olduğunu vurgular. Suç davranışının çözümlenmesinde, sosyokonomik statü, içinde yaşanılan muhit ve sosyal yapıya adaptasyon süreci üzerinde durur. Merton, araç amaç dengesizliği gerilimi içinde bulunan bireyin beş farklı adaptasyon süreci yaşayabileceğini öngörmektedir. Bunlar, uyum (conformity), geri çekilme (retreatism), şekilcilik (ritualizm), yenilikçilik (innovation) ve isyan (rebellition) olarak sıralanabilir.

Uyum, bireyin amaçlarına ulaşmada imkanlarıınn kısıtlı olduğunu farketmesine rağmen sapkın davranışta bulunmamasını, ya amacını ya da araçlarını mevcut durumuna göre revize etmesini ifade

etmektedir. Merton, insanların büyük bölümünün bu adaptasyon sürecinden geçtiğini, aksi takdirde birçok bölgede isyanların olmuş olacağını ifade etmektedir (Burke, 2009:120).

Geri çekilme, bireyin hem amaç ve hem de araçlardan kopmasını ifade etmektedir. Çekilenler, yaşadıkları topluma yabancılaşan, genellikle uyuşturucu ve alkol türü maddelerle yaşadıkları toplumdan kopan bireyler olarak tarif edilmektedir. Şekilcilik de, yine amaçlara ulaşma sıkıntısı yaşayan bireylerin, daha kolay amaçlar belirlemesi ve içinde bulundukları koşulları neyse o koşullara göre davranmasıdır. Yenilikçilik sürecinde birey amaçlarına sadıktır ancak amaçlarını gerçekleştirebilmek adına, kendince uygun olan ama kanunen uygun olmayan, suç teşkil edebilecek yollara başvurmaktadır. Sapkın davranışla sonuçlanan süreç, bu süreçtir. İsyan sürecinde ise bireyler, hem kendilerin dayatılan hedefleri ve hem de bu hedeflere ulaşmak için sunulan yollara karşı isyan ederler.

Gerilim teorisinin diğer bir önemli ismi olan Robert Agnew, gerilimin, insanların incitildiğini düşündüğü negatif ilişkiler sonucunda ortaya çıktığını ifade etmektedir. Genel Gerilim Teorisi adını verdiği teoride salt beklenti/araç uyumsuzluğunun değil diğer negatif ilişkilerin de gerilime ve bireyde suç işleme güdüsünün artmasına neden olacağını ifade eder. Bu negatif ilişkiler, parasal amaçlara ulaşmada engellendiğini hissetme şeklinde olabileceği gibi, kötü ebeveynliğe maruz kalmak, sevdiği birisini kaybetmek, parçalanmış bir ailede büyümek ,fiziksel ya da psikolojik tacize uğramak, öğretmenleriyle sorun yaşamak gibi değişik şekillerde olabilir. Bu tür deneyimlere maruz kalan insanların muhakkak suç işleyeceği söylenemez ama bu tür deneyimlerin bazı kişilerde suç işleme eğilimini artırdığı söylenebilir.

Zembroski (2011:250), gerilim teorilerinin uzun bir dönem boyunca, anomi ve sosyal düzensizliğe ilişkin güçlü önermeleri ile sapmış ve suçlu davranışa yönelik sosyolojik bakış açısını etkisi altında tuttuğunu ifade etmektedir. Bu alanda yapılan çalışmalarda bu teorinin açıklayıcılığının yüksek olduğu görülmüştür. Gerilim teorilerinin en büyük katkısının çete suçlarına ilişkin olduğu söylenebilir.

2.1.1.1.Gerilim Teorisine Yönelik Eleştiriler

Merton’un gerilim teorisine ilişkin olarak, kültürel değer ve hedeflerin toplumun tümü tarafından bilindiği ve paylaşıldığı varsayımı üzerine eleştiriler bulunmaktadır. Oysa toplum içindeki grupların hedefleri ve değerleri arasında farklılıklar bulunabilir. Merton, hedeflerin ve değerlerin farklılıklarını gözönüne almadığı için eleştirilmektedir. (Burke 2009:122).

Gerilim teorisi ve türevlerine ilişkin eleştiriler arasında, bir önceki eleştiriyle bağlantılı olarak, alt sınıfa mensup bireylerin suç işleme eğilimi göstereceği tespitine ilişkin eleştiriler bulunmaktadır.

Yapılan çalışmalar, alt sınıfa mensup bireylerin genellikle mevcut durumlarını kabullendikleri ve beklentilerini buna göre ayarladıklarını ortaya koymuştur. Bu çerçevede gerilim teorilerine ilişkin en önemli eleştirilerden bir tanesi orta ve üst sınıf mensuplarınca işlenen suçları açıklamakta yetersiz olmasıdır. Robert Agnew, gerilim teorisinin makro sosyokültürel hedefler ve mikro olanaklar arasındaki çatışmaya dayalı suç süreci öngörüsünün belli bir sınıfa özgü suç davranışını açıklama sınırlılığından kaynaklı zayıflığını gidermek üzere daha sonra teoriyi geliştirmiştir.

Gerilim teorisi, bireylerin aslında “iyi” olduğunu (inherent goodness) ve bireyin maruz kaldığı çevresel faktörler nedeniyle suç davranışında bulunduğu varsayar. Bu bakış açısı, teorinin, özellikle mala karşı suçlarda alt (ekonomik) sınıfa mensup bireylerin suç davranışını açıklayıcı olmasını sağlarken, üst gelir gruplarında suç davranışını açıklayamamasına neden olmaktadır. Bu noktada, Kontrol Teorisi zıddı bir varsayımla suç davranışının analizinde tamaamlayıcı bir perspektif sunabilir; Kontrol Teorisinde, Gerilim Teorisinin aksine temel varsayım, bireyin aslında kötü olduğu ve kontrol edilmezse suç işleyeceği yönündedir (Plum, 2016). Bu bakış açısıyla üst (ekonomik) snıfa özgü (özellikle mala karşı) suçları da açıklayabilmek daha mümkün olabilmektedir. Sosyal öğrenme teorisi de, bireyin sosyalleşme süreci içerisinde sapkın grupların değerlerine maruz kalma eğiliminin bireyde suç davranışına yol açabileceği öngörüsüyle sadece alt sınıfta değil, diğer kesimlerde de suç davranışının açıklanabilmesine olanak sağlamaktadır.

Hirschi, Kontrol Teorisini anlattığı 1969 tarihli çalışmasında, suçlu gençlerin büyüdüklerinde kanunlara uyan yetişkinler olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, gerilim teorisinin tespitlerine ters düşmektedir. Bu çerçevede suç davranışı üzerinde sosyal denetimin etkisini gözardı etmesi ve suçluların bir çoğunun sosyal koşulları fazlaca değişiklik göstermese de yetişkinlik döneminde suç davranışını terk etmesini açıklayamaması yer almaktadır (Kızmaz 2005b:157).

Gerilim teorisi genel olarak mala yönelik suçları açıklamaya yönelmiştir, şiddet içeren suçları dikkate elmamaktadır. Gerilim teorilerinin ayrıca kadın suçluluğunun düşük olmasına ilişkin açıklaması da bulunmamaktadır (Sociological Explanations of Juvenile Delinquency, 13).

Merton’un gerilim teorisine yönelik eleştiriler bulunmakla birlikte, gerilim teorisi kriminoloji alanına önemli katkıları olan, kendisinden sonraki suç teorilerini etkileyen bir teoridir. Gerilim teorisinin kriminoloji alanına en önemli katkılarından bir tanesi, insanların yaptıkları seçimlerde içinde bulundukları sosyal yapının önemini vurgulamasıdır (Burke 2009: 124).