• Sonuç bulunamadı

B. İktidar ve Meşruiyet

2. Siyasal İktidarın Meşruiyet Kaynakları

149 Siyasal iktidar diğer taraftan bir siyasal ilişkiler ağı olarak karşımıza çıkmaktadır. “İktidar kavramının tarihsel gelişimine baktığımızda, ilk kullanımının genel olarak yönetim ve devlet erki, özel olarak ise ‘egemenlik’ kavramıyla eş anlamlı olduğunu görüyoruz. Önceleri, iktidar, daha çok ‘emir-onay’ ilişkisi, yönetme, insanların davranışlarını kontrol etme, insanların kaderlerine tahakküm etme anlamlarında tek taraflı bir güç olarak teşekkül ediyordu.”457 Günümüzde ise özellikle demokrasinin artık siyasal yaşamın önemli bir parçası haline gelmesiyle birlikte siyasal iktidar olgusunun çok boyutlu bir ilişkiler ağına dönüştüğünü belirlemek gerekiyor.458 Son birkaç yüzyılda özellikle sanayi devrimi sonrasında çözülen geleneksel toplumsal yapı sonrası yenilenen siyasal hayat ve üretim süreçleri sonrasında daha geniş kitleler, siyasal iktidarlara karşı baskı grupları oluşturma yoluna gitmişlerdir. İktidarların oluşumuna katkısı olan toplumun geniş tabanı, söz konusu oluşum sürecine katılım sağlamışlar ve çeşitli basamaklarla iktidara ya ortak olmuşlar ya da iktidar üzerinde etkili kurumsal yapılar oluşturmuşlardır. Demokrasi idaresindeki ülkelerde bu durum daha da yaygınlaşma eğilimine girmiştir. Dolayısıyla siyasal iktidar, daha önce zikredilen nitelikleriyle birlikte iktidar ilişkileri açısından bakıldığında egemenlik sahasındaki iktidar ilişkileriyle de yakın temas halindedir.

Siyasal iktidarın meşruiyet/yasallık/gerekçe kaygısı, insan bireyinin varoluşuyla ilgili ürettiği kaygının benzeri niteliğindedir. Meşruiyeti olmayan siyasal iktidar egemenlik sahası olarak kullandığı toplumsal haritada varlığı ile ilgili sıkıntılar yaşamakla yüz yüze gelmek zorundadır. Zaten meşruiyet, buna ihtiyaç duyanın dayandığı temeldir. Kendi toplumsal tabanının ürettiği kendi varoluşuna dönük cevaplar, aslında siyasal iktidar için kalkış noktasıdır. Ve bu dayanaklar zamana ve mekâna göre değişebilmektedir.

150 birinci bölümde ortaya koymuştuk. Kültürel havza, insanı çevreleyen bu çevrelerin de sonucudur. Burada ortaya çıkan örf ve adetler diğer bir ifadeyle gelenekler, insanların etkileşimi sonucunda oluşur. Gelenek, daha geniş ifadeyle kültürel havza, insanlara metafizikten varlığa kadar geniş bir yelpazede cevaplar üretir. Bu anlamda, yaşadığı süreci makul bir çerçevede anlamak ve varoluşunu temellendirmek kaygısı taşıyan tek varlık insandır. Aynı şekilde insanın oluşturduğu kurumsal yapılar -özellikle varoluşunu toplumun varlığına bağlı olarak yaşatmak zorunda kalan-, toplumu oluşturan bireylerin ortak kaygılarını, temellendirme çabalarını o kültürel havza içerisinde anlamlı hale dönüştürmek zorundadır. Bu duruma meşruiyet kaygısının giderilme çabası denebilir. Özellikle siyasal iktidarlar için bu kaygı elzemdir. Zira güç kullanımı, meşru bir zemine oturmalıdır. Zaten iktidar için meşruiyet, onun güç kullanımıyla doğrudan ilgilidir. Elbette güce sahip olamayan bir siyasal iktidardan bahsetmek mümkün değildir.

Meşruiyet, siyasî iktidarın varlık sebebinin yönetilenler için, makul bir anlama kavuşturulması, halkın rızasına ve onayına dayandırılmasıdır. İktidarın yasa, emir ve tasarruflarının toplumca kabul edilmesi ve uyulmasının tek dayanağı meşruiyettir.

Bu yüzden; siyaset, devlet, iktidar ve egemenliğin söz konusu olduğu her alan meşruiyet alanıdır. Meşruiyet, birey-toplum-siyasal iktidar arasındaki ilişkilerin üzerine bina edildiği ilkeleri, kuralları ve değerleri göstermektedir. Meşruiyet, hem toplumun, hem de siyasal iktidarın bağlı kaldığı bir üst sözleşmedir ki, bu durum her iki alanın da karşılıklı rızaya dayalı olarak var olmasını ve iktidar ilişkisinin sürekliliğini sağlamaktadır.460

Siyasal toplum ya da siyasal kurum ve iktidardan bahsetmek aslında toplumun varoluşunu ön koşul olarak kabul etmeyi gerektirir. Başka bir ifadeyle insanlar, tek başına yapmakla ulaşamayacağı birtakım işleri daha kolay ve ulaşılabilir kılmak için toplumsal birliktelikler kurmak zorunda kalmıştır. Siyasal iktidar, bu birliktelikler sonucunda ortaya çıkmış olan bütün kurumların üstünde duran herkesin ve kurumun kendini gördüğü bir meşruiyet zemini inşa etmek durumundadır. “Meşrûiyet olmadan kullanılan güç ilişkilerinde yüz yüze

yasallık anlamına gelir. Bu nedenle meşruiyet, bir düzen tesis eder veya otoriter ya da zorlayıcı bir özelliğe hâkimdir; dolayısıyla iktidarı/gücü otoriteye dönüştürür. Meşruiyet, yasallıktan farklıdır;

öyle ki yasallık, bir hükümetin saygı gördüğünü veya vatandaşlarının hükümete itaat etme görevini kabul ettiğini garanti altına almak zorunda değildir. Siyaset felsefecileri, meşruiyeti ahlâki veya rasyonel bir ilke, hükümetlerin vatandaşlarından itaat etmelerini talep edebildiği temeller olarak ele alır. Meşruiyet iddiası, dolayısıyla, itaat gerçeğinden daha önemlidir. Mamafih, siyaset bilimciler, genellikle meşruiyeti sosyolojik anlamda, yani nasıl elde edildiğine bakılmaksızın bir kural sistemine itaat etmeye rıza gösterme olarak ele alır. Weber’in görüşlerini takip edersek, bu görüş meşruiyeti, meşruiyete olan inanç anlamında, yani ‘yönetme hakkı’na olan inanç olarak ele alır.”

Heywood, Siyaset, s. 306.

460 Çetin, “İktidar ve Meşruiyet”, Siyaset, ed. M. Türköne, s. 42.

151 kalacağımız şey de siyasal iktidar değil despotizm olacaktır.”461 Siyasal iktidar egemenlik alanında, ‘niçin’, ‘hangi amaçla’, ‘kim/ne adına’ gibi sorulara cevap vererek kendini ortaya koymalıdır. İktidar, gücü kullanırken, gücün kendisine yöneldiği kişiler ve kurumlar tarafından da kabul edilebilen haklı bir gerekçeye dayanmak zorundadır. Bu durum aynı zamanda siyasal iktidar için sürekliliğin sağlanmasıdır. Bir haklı gerekçe olmadığında ise salt gücün kullanımıyla siyasal iktidarlar, sürekli olarak ayakta kalamayacaktır.462

Tüm siyasal iktidarların temel problemi, toplumsal rıza arayışıdır. Siyaset bilimi literatüründe siyasal iktidarın gücüne meşrûiyet arayışının rasyonel olduğu kadar irrasyonel; realist olduğu kadar idealist ve ütopik; seküler olduğu kadar kutsal;

göreceli olduğu kadar mutlak; günübirlik, relatif ve subjektif olduğu kadar dogmatik, mutlak ve objektif; amaçsal ve ahlakî olduğu kadar araçsal ve pragmatik oluğunu görebiliriz.463

Dünden bugüne siyasal iktidarların kendilerini bu çerçevede temellendirdiği meşruiyet kaynakları vardır. Kültürel havzanın çizdiği sınırlar dâhilinde ve o toplumun kabul ettiği değerler doğrultusunda dünden bugüne oluşturulan meşruiyet kaynakları olarak şunlar öne çıkmaktadır: Din, Mitoloji, Gelenek, Karizma, ‘toplum sözleşmesi’ teorilerinde öne çıkan Devlet, Toplum, Birey’dir.464 Şimdi bu başlıkların bir kısmına kısaca göz atalım.

İnsan, evrendeki yalnızlığına çeşitli açılardan bakarak ilk ilke ve nihaî amaç konusunda çeşitli fikirler geliştirmiş ve bunları birer inanç konusu da yapmıştır.

Diğer taraftan özellikle semavî dinler ise ne olup bittiğiyle ilgili doğrudan bilgi vererek, insanlardan kendi dairesi içerisinde kalarak inançlarını inşa etmeleri gerektiğini vurgularlar. Totemist/pagan dinlerden semavî dinlere kadar bütün dinler, yeryüzünde yaşayan insanların varoluşlarıyla ilgili bilinemezlere dönük inançlar ve bilgiler sunarlar. Doğal olarak bu da sınırlılıkları içerisinde bilgi üretmeye çalışan insanın ilgisini çekmekte ve doygun iman konularına ulaşmalarına vesile olmaktadır.

Böylece insanların yaşamları sürecinde ortaya koydukları diğer bütün uğraşları da bu inanç sistemlerinden etkilenmektedir. Bilinemeze dönük bir şeyler söyleyen dinlerin, istediği insan tipi de doğal olarak bu yönde şekillenmek durumunda kalmaktadır. Fakat bir güç mücadelesi şeklinde geçen toplumsal çatışmalarda daha

461 Çetin, “İktidar ve Meşruiyet”, Siyaset, s. 46.

462 A.g.m., s. 47.

463A.g.m., s. 47.

464 Bu konuda geniş bilgi için bkz. A.g.m., s. 47–60.

152 geniş tabanlı destek bulmak için taraflar, toplumların genel kabul ettiği her şeyin kendileri için meşruiyet kaynağı oluşturduğunu vurgulama eğiliminde ve çabasındadırlar. Dinler de bu konuda yüzyıllardır, çok önemli bir etkinlik içerisindedir.

En samimi dindar hükümdardan din ile fazla bağı olmayanına kadar bütün siyasal iktidarlar, tarih boyunca dini ya bir iktidar aracı olarak görmüşler ya da dinin yüksek ideallerinin iktidara dönüşmesi için çaba sarf etmişlerdir. Eski Mısır’da krallar aynı zamanda Tanrı’nın temsilcileriydiler, eski Yunan’da da şehir-devletin kutsal bir yanı vardı ve burada ortaya çıkan kurallara itaat etmek, aynı zamanda dinin bir gereğiydi. Roma üzerinden batıya taşınan Hıristiyanlık ise özellikle kilise yapılanması sonrasında iktidar sahibi olarak ortaya çıkıyordu.465 Patristik felsefenin en önemli ismi olan Augustinus ile başlayan Tanrı Devleti (Gökyüzü Devleti) ile Yeryüzü Devleti ayrımı, zamanla yeryüzü devletinin meşru olarak kabul görmesi için diğerinin amacı doğrultusunda yapılanması gerektiği olgusunu beraberinde getiriyordu. İlk olarak Augustinus, yeryüzü devletiyle Tanrı devletini birbirinden ayırarak süreci başlatmış oluyordu.466 Augustinus,

Yeryüzü Devleti ile Tanrı Devleti ayrımı yaparak “Tanrıya yönelmek yerine maddeye yönelen... ruhları... duygusal isteklerinin hizmetine girmiş olanların bir araya gelerek, yeryüzü devletini, buna karşın iyi ve gerçek aşk içinde olup, ruhsal yönlerini temele alarak yaşayan ve Tanrı’yı sevenlerin de gökyüzü devletinde birleştiklerini söylemiştir.467

Buradaki amaç, dinin tarih içerisinde siyasal iktidarlar tarafından nasıl meşruiyet kaynağı olarak gösterildiğini tarihsel bir dizi halinde sunmaktan ziyade bir meşruiyet aracı olarak vurgulandığını ortaya koymaktır. Günümüzde ise İsrail bu konuda en canlı örnek olarak karşımızda durmaktadır. İsrail devleti bugün, Yahudilik dini ile kendi meşruiyetini inşa etmektedir.

Burada şunu ifade etmekte fayda vardır: Din siyasal iktidarlar için toplumsal bir gerçeklik olarak kaldıkları müddetçe bir meşruiyet kaynağı olarak görülecektir.

Hatta din ile devlet işleri konusunda ciddi bir ideolojik ve mesafeli bir tutum içerisinde olan devletler bile yine dinin toplumsal bütünlük konusunda ortaya koyduğu ritüelleri kullanmaktan geri kalmamışlardır. Başka bir ifadeyle din, siyasal

465 Bu konuda daha kapsamlı bilgi için bkz. Mehmet A. Ağaoğulları-Levent Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, İmge, Ank. 2001, s. 91–257.

466 Augustinus’un bu konudaki fikirleri için bkz. Larry Arnhart, Siyasî Düşünce Tarihi, çev. Ahmet K. Bayram, Adres Yay., Ank. 2005, s. 82-100.

467 Cevizci, Ortaçağ Felsefesi Tarihi, s. 56.

153 iktidarlar için meşruiyet sağlamada kaynak oluşturması açısından en yaygın ve eski olanların başında gelmektedirler.

Dinler gibi mitolojiler de en eski meşrulaştırma aracı olarak ileri sürülmüştür. “Mitolojiler, aslında siyasal iktidarların ideolojik metinleridir…

Mitoloji, şeylerin niçin o şeyler olduğunu açıklayan sosyal teorilerdir… Sonuçta ise siyasal iktidar, mitoloji aracılığıyla, insanları kendine bağlayan gerekçelerini güçlendirmiş olur.”468 Efsaneler/Mitolojiler özellikle ulus-devletleşme sürecinde de ortaya çıkmış, yeni ulus-devletler, kendi tarihsel süreçlerinin kaynağını açıklamak için çeşitli efsanelere yeniden sahip çıkmaya başlamışlardır. Siyasal iktidar açısından ise bu durum, aynı zamanda yeniden yapılandırılan toplumlar için çıkış noktalarından biridir. Bilginin gelişimi açısından bakıldığında, toplumların bir nevi çocukluk dönemlerine denk gelen efsanelerin ortaya çıktığı zamanlardan günümüze, devrim sayılabilecek gelişmeler oluştu. Fakat siyasal iktidarlar içinde bulundukları toplum için -egemenlik sahasında yaşayan insan toplulukları için- rasyonel gerekçe inşa ettiği kadar, zaman zaman irrasyonel gerekçeleri de birer meşruiyet kaynağı olarak kullanabilmektedirler. Efsanelerin bu bağlamda önemli bir boşluğu doldurduğu aşikârdır.

Bu mitolojilerden meşhur olanlarından biri de Protagoras Mitosu olarak bilinir. Burada insanlar doğadaki şartlara uyum sağlamada diğer canlılardan avantajsız bir durumdayken, ona siyaset ve devlet kurma ve yürütme bilgisinin bahşedildiği anlatılır.469

Diğer taraftan gelenekler470 de siyasî iktidarlar için bir meşruiyet kaynağı sağlar. İnsanlar doğduklarında, yaşam tarzından inanç ve düşünsel kalıplara kadar

468 Çetin, “İktidar ve Meşruiyet”, Siyaset, s. 50, 51.

469 Canlılar yaratıldıktan sonra onları donatma görevi Prometheus ile Epimetheus kardeşlere verilmiştir. Epimetheus düşüncesizce fazla fazla elindeki korunma imkânlarını hayvanlara vermiştir. Böylece insan türüne verecek bir şey kalmamıştır. Prometheus sahneye çıkar ve Olympos’a çıkıp tanrılardan ateşi (ve onunla birlikte yapılabilen alet ve zanaatları) çalar, insana verir. Böylece insanlar diğer hayvanlardan kendilerini korurlar ama devlet bilgisi olmadığından birbirlerine saldırmaktan kendilerini koruyamazlar. Yaptığı işten dolayı Prometheus’u cezalandıran Zeus, insanlara acımış ve haber tanrısı Helmes’le onlara kent-devletlerde kural yerine geçmesi ve insanları dostluk bağlarıyla birbirlerine bağlaması için doğruluk (adalet) ve utanmayı (siyaset erdemini ve siyaset sanatını) göndererek devlet bilgisini öğretmiştir. Helmes, bu bilgiyi bazılarına mı yoksa herkese mi götürmesi gerektiğini sorduğunda Zeus bilginin tüm insanlara götürülmesini istemiştir. Eflatun, Protagoras, çev. Nurettin Şazi Kösemihal, Sosyal Yay., İst. 2001, 320c-322d.

Diğer taraftan yaşayan birçok paganist topluluğun özellikle yaratılış efsaneleri konusunda bkz.

Akal, İktidarın Üç Yüzü, s. 225-229.

470 “Gelenek kavramı, kuşaktan kuşağa geçen veya geçmişten bugüne aktarılan her şeyi kapsar.

Kelime anlamıyla gelenek… geçmişin devamlılığını gösterir. Devamlılık, genellikle nesilleri birbirine bağlamak olarak anlaşılır… Gelenek kavramı aynı zamanda ‘geleneksel’ toplumlarla

154 hayatın hemen bütün alanlarında kendilerini kuşatan bir gelenekle karşılaşırlar.

Hemen her toplumun da kendine göre gelenekleri bulunmaktadır. Bir insan, farklı gelenekler içerisinde yaşamak zorunda kalsa dahi kendi geleneğini yaşatma uğraşı içinde olabilmektedir. Gelenekler, insan toplumlarının genetiği gibidir. O topluluğu o yapan ayrıt edici nitelikleri öncelikle geleneklerde aramak gerekir. Gelenek, tek bir insan hayatından çok daha uzun bir geçmişe sahiptir. İnsanlar, tek başlarına doğarlar ve birlikte yaşam içerisinde hayatlarını devam ettirirler. Doğumdaki yalnızlık, ölümde de karşı karşıya kalınan bir zorunluluktur. Doğumla ölüm dâhil olmak üzere insan hayatının her alanında geleneksel tavır ve davranışlar, kendini yoğun bir tonla hissettirirler. İnsanın başlangıçtaki yalnızlığını karşılayan ilk olgular onlardır.

Gelenekler insanların kısa ömürlerini kuşatan ve onlara daha uzun zaman diliminden seslenen bir ruha sahiptir. Dolayısıyla insana kendi ömründen daha geniş bir zaman diliminde yaşama ruhu veren özelliğe de sahiptir. Ama en önemlisi doğum ile ölümdeki yalnızlık dışında insanlara, daha güvenlikli bir dünya sunarlar.

İnsanlar, doğduktan sonra tanımlanmış ve ölçülüp biçilmiş yani bildik hale getirilmiş bir evren ve dünyayı hazır bulurlar. Elbette her insanın da bu sürece katkısı bulunmaktadır, hatta eleştirel bir şekilde içinde yaşadığı geleneksel yapıyla ciddi tartışmalara da girebilmektedirler. Ama herhangi bir geleneğin içinde doğmayan insan hemen hiç yok gibidir. Burada hazır bulunan dünya içerisinde bir güvenlik alanı oluşturulur. Bu alan aynı zamanda meşru bir sahadır.

Siyasal iktidarlar da belli bir gelenek içerisinde ortaya çıkarlar. Dolayısıyla geleneklerin iktidarlar için ciddi bir temellendirme unsuru olması kaçınılmazdır.

Gelenek, siyasal iktidara bir tarihsellik ve süreklilik kazandırır. Siyasal iktidarın gücü de bu tarihsellik ve süreklilik niteliğine bağlıdır. Siyasal iktidarın varlık nedeni ve meşruiyet ilkeleri, gelenekler aracılığı ile topluma sunulur. Gelenek, siyasal iktidar ve toplumsal rıza arasındaki en köklü ve güçlü bağları içerir. Gelenekler, insanların iradelerinden ve eylemlerinden bağımsız olarak, siyasal hayatı ve onun işleyiş şekillerini tayin eden, onu idare eden, siyasal iktidarı ve toplumu kontrol eden tarihî, siyasal ve toplumsal kurallardır.471

İnsanın bireysel hayatından toplumsal hayatına kadar yaşamın hemen her alanında bir meşruiyet kaynağı olarak gelenekler, toplumun ortak mutabakatıdır. Bu mutabakata göre de bireyden siyasal iktidara doğru, bilinen ve kestirilebilen bir alan

‘modern’ toplumları karşılamak için kullanılır. Geleneksel toplumlar, genel olarak statü temelinde ve organik hiyerarşiler tarafından; modern toplumlar ise, sözleşme temelinde ve demokratik süreçler tarafından şekillendirilir.” A. Heywood, Siyaset, s. 308.

471 Çetin, “İktidar ve Meşruiyet”, Siyaset, s. 51–52.

155 oluşturabilmektedir. Dolayısıyla birey için güvenlikli bir dünya inşa eden gelenekler, bireylerarası ve siyasal iktidar ilişkilerinde aynı şekilde güvenlikli bir sınır inşa eder.

Bu sınır dairesinde kalarak insanlar belli bir güvenlik algısı ile ilişkilerini düzenlerler. Bu yönüyle gelenek de bir meşruiyet kaynağı olarak belirlenebilir.

Başka bir meşruiyet kaynağı ise karizmatik kişiliktir. Karizma,472 belli bir makamda oturan insanın o makamdan kaynaklanan güç ve iktidarını anlatmak için değil, makama kişinin iktidar ve güç özelliklerinden dolayı çok şey katmasıyla ortaya çıkar. “Karizmatik liderlik, kutsallıkla, tarihsel misyonla, mitoloji veya gelenekle, dinsel veya ideolojik argümanlarla bir kişisel kült yaratılması ve bu yolla insanın diğer insanlar üzerinde mutlak bir güç oluşturmasıdır.”473 Elbette karizmatik kişilik, gücünü salt kas gücünden değil toplumun ortak kimliğini oluşturduğu bütün değerlerden almaktadır. Siyasal iktidar, karizmatik bir kişilikle ortaya çıkmak durumundaysa, her şeyden önce lider, toplumun ortak değerleri üzerinde bir otorite konumunda algılanmak durumundadır. Diğer bir ifadeyle karizmatik siyasal lider, toplumu ilgilendiren hemen her alanda öncülük edecek bir kabiliyete sahip olmalıdır. Karizmatik liderin çevresinde oluşan siyasal iktidar, meşruiyetini, liderinin kişisel özelliklerinden ziyade, liderin de uyması gereken temel kurucu ilkelerden almaktadır. Burada karizma, temel unsurlar konusunda daha hassas ve daha kurucu bir unsur olarak öne çıkar. Başka bir deyişle siyasal iktidar konumunda bulunan karizmatik lider, gücünü ve meşruiyetini temelde kurucu ilkeler ve beklenen hedefler doğrultusunda almaktadır.

Diğer taraftan batı felsefe geleneğinden bakıldığında, toplumu oluşturan bireylerin aslında doğal hal üzere olduğu ve bu halden zorunluluklar sonucu mutabakat ile toplumsal kurumları oluşturduğu yönündeki toplum sözleşmelerinde ortaya çıkan teorileri, Stoalılar’a kadar geriye götürebiliriz. Toplum sözleşmeleri

472 “Karizma esasında ‘Tanrı vergisi’ anlamına gelen teolojik bir kavramdı. Bu, İsa’nın havarileri üzerindeki gücünün ve Katolik teolojide azizlere atfedilen gücün kaynağıydı. Ancak sosyo-politik bir kavram olarak karizma, diğer insanlar üzerinde psikolojik açıdan denetim kurmak suretiyle liderlik oluşturma yeteneği olan cazibe veya kişisel güç manasına gelir. Dolayısıyla, karizmatik otorite, hemen hemen mistik bir niteliğe sahiptir ve sadakati, duygusal bağlılığı ve hatta kendini adamayı teşvik etmeye muktedirdir. Karizmatik otorite genellikle ‘doğal’ yetenek olarak görülmesine karşın bütün siyasî liderler, karizmatik vasıflarını propaganda, yaptıkları konuşmalar, hitabet yetenekleri, vb. vasıtasıyla oluştururlar.” A. Heywood, Siyaset, s. 309.

473 Çetin, “İktidar ve Meşruiyet”, Siyaset, s. 53.

156 teorilerinde ortaya çıkan meşruiyet kaynakları, devlet, birey ve toplum olarak önümüze çıkar.474

Burada sırasıyla Hobbes (1588–1679), Locke475 (1632–1704), Rousseau476 (1712–1778) bu konuda örnek olarak verilebilir. Meşruiyet kaynağı olarak toplumun kabulünü ileri süren söz konusu teorilerden Hobbes’un iddiasına kısaca göz atılabilir.

Hobbes’a göre insan insanın kurdudur.477 Toplumsal hayatta eşitsiz bir sosyal doku vardır. Buna göre güçlü olan hayatta kalma mücadelesinde öne çıkacak ve diğerlerine yaşama şansı bırakmayacaktır. Daha güçlünün, sadece gücü yüzünden ve çıkarı doğrultusunda kurallarını koyduğu bir toplumsal hayat aslında tam bir kaos halinde olmak zorundadır. Hobbes’a göre, bu durumdan kurtulmanın yegâne yolunun, tek tek bireyleri aşan ve kuşatan bir üst organizasyona ihtiyaç vardır. Bu kurallar ve kurumlar topluluğunun, bireylerin hayatı ve onların belli bir düzen içerisinde yaşayabilmesi için devlete gerek vardır gibi bir önermeye dayanır.478

“Ölüm korkusu ve güç tutkusunu dayanak alan Hobbes düşüncesinde, tabii hal/medeni hal karşıtlığı üzerinde, bir kurum olarak devlet ya da Bir tanımlanmaktadır.”479

Kendisini topluma kurucu unsur olarak takdim eden hemen hemen bütün dönüşüm sağlayan siyasal/toplumsal hareketler, kendilerinden önceki dönemlerle ilgili genellikle bir kaos tablosu çizmeye eğilimlidirler. Bunun gibi devlet olgusu da

474 Çetin, “İktidar ve Meşruiyet”, Siyaset, s. 55.

475 Locke’un bu konudaki fikirleri şu esere alınmış makalelerinde ortaya çıkmaktadır. John Locke,

“Doğal Durum, Savaş Durumu”; “Açık ve Örtülü Rıza”, Siyasal Düşünce, der. M. Rosen-J. Wolff, çev. S. Çalışkan-H. Çalışkan, Dost Kitabevi, Ank. 2006, s. 34–39, 83. Ayrıca bkz. Cevizci, Onyedinci Yüzyıl Felsefesi, s. 228–234. Diğer taraftan Locke’un siyasal alana dair fikirlerini Amerikan siyasetiyle de örtüşen yönlerinin incelendiği şu esere de bakılabilir. Larry Arnhart, Siyasi Düşünce Tarihi, s. 229–270. Yeri gelmişken aynı eserde Locke’un Amerikan siyasetine etkisi konusunda bkz. A.g.e, s. 230, 233, 235, 245, 249, 257 vd.

476 Bu konudaki fikirleri için bkz. Rousseau, Toplum Anlaşması, çev. Vedat Günyol, MEB, İst. 1989, s. 17–20, 24–25. Ayrıca bkz. Rousseau, “Soylu Vahşi”; “Doğal Özgürlük ve Yurttaşın Özgürlüğü”, Siyasal Düşünce, s. 41–44, 93–95. Yine bkz. Cevizci, Aydınlanma Felsefesi, s. 201–206. Arnhart, a.g.e., s. 277–302. Ağaoğulları, Ulus-Devlet ya da Halkın Egemenliği, İmge, Ank. 2006, s. 68–99.

477 Bu fikirler Hobbes’un başyapıtı olan şu eserde ortaya konulmuştur: Hobbes, Leviathan, çev.

Semih Lim, YKY., İst. 2004, s. 92–96. Ayrıca bkz. Hobbes, “İnsanlığın Doğal Durumunun Istırabı”, Siyasal Düşünce, s. 31–34. Eğer iki insan aynı anda her ikisinin de elde edemeyeceği şeyi isterse birbirlerine düşmanlık yapmaya başlayacaklarını ve birbirlerini yıkmaya çalışacaklarını düşünen Hobbes, böylece insanın hemcinsine karşı siyaset alanında kuvvet ve hile yollarına başvuracağını ve kaçınılmaz olarak insanların birbirinin kurdu olacağını kabul eder. W. Ebenstein, Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri, çev. İsmet Özel, Şule Yay., İst. 1996, s. 165.

478 Hobbes, a.g.e., s. 97–98, 99–100, 101–102, 128–131. Ayrıca bkz. Hobbes, “Leviathan’ı Yaratmak”, Siyasal Düşünce, s. 86–89

479 Akal, İktidarın Üç Yüzü, s. 18. Öte yandan insanın doğasına dair ifadeleri için bkz. Hobbes, a.g.e., s. 92–96. Hobbes, “İnsanlığın Doğal Durumunun Istırabı”, a.g.e., s. 31–34.

157 Hobbes’ta böyle bir durumla karşımıza çıkmaktadır. Güçlünün her türlü imtiyaza sahip olduğu ve güçlünün çıkarı söz konusu olduğunda hiçbir engelin onu durduramayacağı koşullarının geçerli olduğu kaos durumundan, tabii halden, devlet gibi en üst sözleşme unsuru sayesinde düzen kurulmuştur. Meşruiyetini böyle bir tarih algısıyla oluşturan sözleşme teorilerinde ortaya çıkan devlet, modern dönemin de en güçlü aktörü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çalışmamız açısından bakıldığında pragmatizm, içinde doğduğu kendi siyasal ve tarihsel koşulları açısından güçlü bir meşruiyet kaynağı oluşturmaktadır.

Amerikan yaşamı ve çıkarları doğrultusunda siyasal iktidarlar için her dönem yeni açılımlar doğrultusunda kendini yenileyen bir meşruiyet kaynağı olarak kullanılmaktadır. Fakat burada zikredilen her meşruiyet kaynağı yeri geldikçe birer gerekçe olarak toplumsal/siyasal hayatta kullanılmaktadır. Din, gelenek, karizmatik lider olgusu, toplum sözleşmeleri genel olarak siyasal iktidarlar için yeri geldikçe birer temellendirme unsuru olarak değerlendirilmektedir. Elbette iktidarlar kendi varoluş sebeplerini temellendirirken, egemenlik kullanımları bir devlet adına mümkündür. Modern dönemin önemli bir aktörü olarak devletin de bugünkü anlamıyla ortaya çıkışıyla birlikte siyasal iktidar, egemenlik hakkını, çeşitli meşruiyet kaynakları doğrultusunda kullanmaktadır. Modern dönemin bu kapsamlı egemeninin bugünkü pozisyonunu ve anlamını nasıl kazandığını değerlendirelim.

Benzer Belgeler