• Sonuç bulunamadı

A. Pragmatik Etik

4. Pragmatizmin Doğruluk Anlayışı.…

“Doğruluk” kavramı, insanların baktığı çerçeveye göre değişiklik gösteren bir kavram olarak öne çıkar. Mantık ve matematik bilimleri açısından ortaya çıkan

“doğruluk” kavramıyla doğa bilimlerinin iş gördüğü “doğruluk” kavramı farklı olarak tanımlanır. Bunların yanında sosyo-psikolojik hayatta “doğruluk” kavramı ise başka sonuçların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.341 Buna göre “pragmatizm,

341 “…doğruluk sözcüğü çok anlamlıdır… akılsal doğruluk ve olgusal doğruluk… bu ifadeler Leibniz zamanı için yeterli olan ifadelerdi. Ne var ki bugün için yetersizdirler… Bu iki alanın problemleri çok yönlü ve karmaşıktır. Formelleştirilmiş dillerde örneğin semantik doğruluktan söz edilir.

Semantik doğruluktan kastedilen şey, bir önermenin işlev özelliğidir… B. Russell, matematiksel doğruluğu sentaktik olarak adlandırır; yani bu doğruluk ona göre, matematiksel simgeler arasındaki formel ilişkilerle ilgilidir. Dedüktif bilimlerde bir önerme, sistemin aksiyomlarından zorunlu olarak

106 enstrümantalizm ya da operasyonalizmle birlikte, düşünce eyleme göre düzenlendiği için, bir önermenin doğruluğu onun kullanılabilirliği, yararlılığı ya da verimliliğiyle özdeştir. Burada herhangi bir kabul (tutum) kendisinden beklenen işlevi yerine getirebiliyorsa doğru olarak görülür.”342

Doğruluk teorisiyle ilgili olarak bu genel ifadelerden sonra pragmatizmin doğruluk anlayışı,343 mantık ya da matematik doğruluk anlayışından farklı olarak, doğrudan hayatın içinde olup bitenlerden etkilenen insanın eylemi için, yarar/fayda üreten, değişkenlik arz eden bir anlayış olarak değerlendirilebilir. İlk olarak Peirce’ün inancın sabitlemesi olarak öne çıkan doğruluk hakkındaki fikirlerini irdeleyelim.

a. Charles S. Peirce

Peirce’te inancın oluşması için farkındalık, şüphe ve alışkanlık oluşturma gereksinimlerinden kaynaklanan bir üçlü sacayağına ihtiyacın olduğunu belirtmiştik.

Bunlarla birlikte bir inancın temel işlevi bir alışkanlığı ortaya çıkarmak olmalıdır.344 Bir durumun sorgusu, şüpheyle başlar ve inanç ile sona erer.345 Her yeni inanç yeni bir gelenek demektir. Şüphe durumu, yaşayan gelenek veya kabul edilen hakikat ile ilgili bir durum olarak ortaya çıkar, sonrasında ulaşılan yeni sonuç, yeni bir inanç olarak yeni geleneğin başlangıcı olarak belirlenir. Bu durumda ulaşılan sonuç aynı zamanda bir bilimsel sonuç olmalıdır. Zira deneyim sonucunda elde edilen hakikat bir genelleme olarak kabul görmektedir. Peirce, inanç ve alışkanlık arasında, zihnin inşa edici yönünü vurgularken, aynı zamanda yeni bir alışkanlık kazanılmasının kurucu unsuru olarak düşünceyi öne çıkarır. Öte yandan alışkanlık değiştirme arzusu ve iradî tutumunun olması, düşüncenin gerçekleşmesinin ön koşuludur. Bunun gerçekleşmesi ise yeni bir alışkanlığın oluşmasının yolunu açar. Bunların sonucunda oluşan inanç, yeni bir davranışın kazanılmasıyla sonuçlanır. Dolayısıyla eylemler belli bir gayeye yönelik olarak oluştuklarından dolayı –zira onu düşünce tesis

çıkıyor ve bu sistem içinde bir yere oturtulabiliyorsa, doğrudur. Buna karşılık empirik bilimlerde bir önerme, ancak, gözlem ya da deneyle doğrulanabildiği sürece doğru olarak kabul edilir.

Doğrulama yöntemleri bilimden bilime değişir.” Fritz Heinemann, “Bilgi Kuramı”, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, s. 196.

342 A.g.m., s. 196–197.

343 Bu konuda diğer doğruluk teorileriyle birlikte, pragmatizmin doğruluk anlayışı ile ilgili başka bir değerlendirme için bkz. C. Türer, “Pragmatizmin Doğruluk Evi”, Bilimname, S. XVII, Kayseri 2009/2, 165–185.

344 Peirce, “How to Make Our Ideas Clear”, Selected Writings, s. 121.

345 Peirce, “The Fixation of Belief”, a.g.e., s. 100.

107 etmişti- doğal olarak inanç ve düşünme sürecinin sonucunda ortaya çıkan bu eylemlilik durumu, ürettikleri faydaya bağlı olarak değerlendirilmelidir.346 Alışkanlıklara -ortaya çıkmış olan davranışa- bakarak aslında inançların ne olduğu ile ilgili olarak bilgi sahibi olunabilir. Zira Peirce’e göre alışkanlık ya da davranış kalıbı, bir inanç sonucu olarak ortaya çıkar.

İnancın özü bir alışkanlığın kurulmasıdır. Birbirinden farklı olan inançlar, ortaya çıktıkları farklı davranış kalıplarıyla ayrılırlar. Eğer inançlar bu bağlamda farklı olmaz ve aynı eylem kuralını üreterek aynı şüpheyi yatıştırırlarsa, dahası onların salt bilinçteki farklılıkları, onları farklı inançlar yapamazsa, artık, tıpkı farklı perdelerde çalan bir makam değil de farklı makamların çalınması gibi bir sonuç ortaya çıkar.

Yalnızca sözel vurgularda ortaya çıkan inançlar arası farklılıkların genelde hayalî ayrımlar olduğunun altı çizilir. Fakat sonrasında gelen münakaşalar yeterince gerçektir.347

Sosyo-politik hayatta ortaya çıkan davranışlar, bu çerçevede değerlendirilebilir. Her siyasal tavır, aslında bir inanç istikametinde olgunlaşmakta ve kendi geleneğini inşa etmektedir. Burada Peirce’ün gerçeklik hakkındaki fikirleri gereği doğruluk değerinin oluşmasında, fikir-eylem uyumu şarttır. Gerçeklik kendi hakikatinde zaten var olurken bir dış gerçeklik olarak algılanır. Mesele onun fikirdeki yansımasıdır. Fikirde bulunan gerçeklik tanımı aslında gerçekliği tam olarak asla çevreleyemez. Onun için hakikatler hakkında farklı ihtimaller ortaya koyulurken aslında bu ihtimallerin her biri gerçekliğin değişik şekillerde ifadesi ve tercihi olacaktır. Peirce’e göre olması gereken de budur. Zira yeni inançların ve yeni davranış kalıplarının oluşması için ileri sürülen fikirlerin, insanlar için fayda sağlaması gerekmektedir.

Gerçeklik konusunu, özellikle bilimsel çalışmalarda önemsemiş olsa da348 kendi çabası, aslında gerçeklik üzerinden yürütülen bir çalışmayla, insanın fikirleri nasıl daha açık ve kabul edilebilir bir bilimsel ölçüte dönüşebilir şeklindedir. Gerçek olan şeyin insan üzerindeki yansıması şüphe-sorgu-inanç-davranış istikametinde insanın yaşadığı bir iç süreçle ortaya çıkar.349 Bu durumu insan hayatı açısından ifade edecek olursak gerçeklik, inancın ortaya çıkmasının ölçütü olan eylem alışkanlığıdır. Dolayısıyla buradan çıkan sonuç, gerçeğin inanca ihtiyaç duyduğudur.

Diğer açıdan ise inanılan -eylem ile alışkanlık haline dönüşmüş olan- şey ise

346 Peirce, “How to Make Our Ideas Clear”, Selected Writing, s. 121.

347 A.g.m., s. 121.

348 A.g.m., s. 133–134.

349 Peirce, “The Fixation of Belief”, a.g.e., s. 98-99. Krş. Perice, “How to Make Our Ideas”, s. 118–

121.

108 gerçekliktir. Dolayısıyla şüphe durumundan çıkıp inancın sabitleştirilmesi, insanın davranış alışkanlığını/gerçekliğini sabitleştirmesi anlamına gelecektir. Ona göre, gerçeklik, insan davranışlarına indirgenerek yorumlandığında, insan davranışlarının uyması gereken genel alışkanlık durumu olmasına rağmen, onun ortaya çıkması için bireysel inanca ihtiyaç vardır. Gerçeklik, bu şekilde ortaya çıkma imkânına kavuşur.

Başka bir deyişle onun var olabilmesi için algılayan bir özneye ihtiyaç vardır. Bu bağlamda gerçekliğin oluşabilmesi için algıya ihtiyaç olmaktadır.350 Doğruluğu buradan çıkan sonuca göre değerlendirecek olursak, doğruluk dış gerçekliğin tercihleri yanında insanın bilişsel ve duyuşsal tercihlerine (iç dengesi açısından öne çıkan beklentilerine, amaçlı çalışmalarına vs.) göre farklılık gösteren bir kavram olarak öne çıkacaktır.

Tek tek olgulardan yola çıkarak tüme varma çabasında olan bilimsel realizmi gereği, burada ortaya çıkan solipsizm (tekbencilik) sorununu, belli süreçlerden sonra ortaya çıkan “davranış”ın bir gelenek olarak aslında tüme varma sonucu oluştuğu varsayımıyla aşmaya çalışır. Başka bir ifadeyle faydalı olanı arama çabası, bir gelenek/davranış oluşturma çabası olarak tümevarımla elde edilmiş bir doğruluktur.

Dolayısıyla Peirce, genelin faydasına olan bir doğruluk değeri oluşturmaya çalışmıştır. Tek tek olgulardan yola çıkan araştırmacıların kaçınılmaz olarak aynı sonuca ulaşması, doğruluğun insanların araştırma sürecine bağımlı olması gibi, insanı aşan bir tarafı da bulunmaktadır.

Farklı zihinler birbirine çok muhalif görüşlerle yola koyulabilirler fakat araştırmanın ilerlemesiyle onları, dışarıdan bir güç, aynı sonuca doğru sevk eder. Düşüncenin bizi, dilemediğimiz bir yöne yani önceden tayin edilen bir amaca doğru sevkeden bu hareketi, tıpkı kaderin işleyişi gibidir… Bu mükemmel kural, doğruluk ve gerçeklik kavramlarında cisimleşmiştir. Bu konuda araştırma yapan herkesin tam olarak uyuşmasının kaçınılmaz olduğu fikir, bizim doğruluk olarak kastettiğimiz şeydir, bu fikirdeki temsil edilen nesne ise gerçektir.351

Burada Pierce gerçekliğin varlığını genel düşünceden değil, tek tek bireylerin düşüncesinden bağımsız olarak kabul eder. Ama ulaşılan doğruluk fikrine genellemeyle ulaşılsa bile nihai noktada bireyin çabasının ürünüdür. Başka bir ifadeyle bireye bağımlıdır.352 Kısaca ifade edecek olursak, “Peirce düşüncesinde bir önermenin doğruluğu veya yanlışlığı, o önermenin duyulabilir etkileriyle belirlenir.

350 Peirce, “How to Make Our Ideas Clear”, Selected Writings, 130–131, 133–134.

351 A.g.m., s. 133.

352 A.g.m., s. 133.

109 Çünkü doğruluğun ne anlama geldiğinin nihai testi, bu doğruluğun yaptırdığı veya ilham ettiği davranışlardır. Doğruluğun davranışı ilham etmesinin sebebi ise, tecrübemize yapacağımız müracaatı haber vermesidir; çünkü tecrübeye yapacağımız bu müracaat bizden bu davranışı isteyecektir. Burada önemli husus, tecrübenin aktif olmasıdır.”353

b. William James

Doğruluğun değeri ile ilgili olarak pragmatizm açısından yapılan tartışma, en çok James’in pragmatizminde öne çıkmaktadır. Zira pragmatik doğruluk değeri ile ilgili en belirgin çalışmayı James’in yaptığı söylenebilir.

Pragmatik doğruluk konusuna girerken kısmen çerçevesini oluşturmaya çalıştığımız gibi felsefe tarihi dikkate alındığında, doğruluk konusunda yapılan tartışmalar üç ana noktada ortaya çıkmıştır. Bunlar; tekâbüliyet/uygunluk, tutarlılık ve pragmatik doğruluk teorisidir. Suckiel’a göre, James’in doğruluk teorisi, diğerlerinden faydalanmakla birlikte esasında onlara karşı oluşturulmuştur. Bu teori, James’in felsefesinin merkezini oluşturmaktadır.354 Doğruluk bunlarda ortaya çıktığı kadarıyla “tecrübî kanaatler, mantıkî olarak zorunlu doğrulara inançlar ve James’in isimlendirmesiyle ‘rasyonelliğin postulatlarına’ inançlardır. James’in doğruluk teorisindeki en önemli vurgusu, tecrübî inançların doğruluğu ve bunlara göre düşüncelerimizi sınırlandıracağımızdır.”355 Bu doğrultuda konuyu detaylandırmaya çalışalım.

Doğruluk ile ilgili yaptığı tartışma, tecrübe konusundaki vurgusunda olduğu gibi, James’in pragmatizmi gereğidir. James’e göre, bir fikrin doğruluğu, fikrin sahibinin hayatında ne gibi somut değişikliklere ya da uygulamalara yol açtığıyla ilgili olarak değerli bulunur. O, ‘deneyim alanıyla ilgili olarak oluşan kavramların, uygulanabilir olmasının değeri ne olabilir?’ diye sorar.356 James’in cevabı, pragmatizmi gereği uygulamayı dolayısıyla faydayı vurgulamak zorundadır. “Doğru fikirler, bizim özümseyebildiğimiz, onaylayabildiğimiz, doğrulayabildiğmiz ve geçerliliğini gösterebildiğimiz fikirlerdir. Yanlış fikirler ise bütün bunları

353 C. Türer, “Charles S. Peirce’ün (Pragmatik) Doğruluk Teorisi”, Kaygı, Uludağ Üniv. Matb., Bursa 2009, S. 13, s. 75.

354 Suckiel, William James’in Pragmatik Felsefesi, s. 87.

355 A.g.e., s. 90.

356 James, “Pragmatism’s Conception of Truth”, Pragmatism, The Meanings of Truth, s. 97.

110 yapamadığımız fikirlerdir.”357 Uygulamasız fikrin doğruluğu ile ilgili herhangi bir tartışma James’in pragmatizmi açısından gereksizdir.

Doğruluk, James’in pragmatizminde uygunluk/tekâbüliyet teorisiyle ilgili bir kavram olarak ortaya çıkar. Fakat burada tekâbüliyet algısı,358 anlamın ve doğruluğun öncelikle bireysel tercihlerle ortaya çıkmasından dolayı sosyal hayatla doğrudan ilişkilidir.

Sıradan sosyal tecrübeden alınmış olan her birimizden bağımsız olan gerçeklik görüşü, doğruluğun pragmatist tanımının temelini oluşturur. Herhangi bir ifadenin bu şekilde doğru sayılması için gerçeklikle uyum içinde olması gerekir.359 Pragmatist, uyuşma/fikir-uygulama birliği başarılı bir şekilde devam ederse, var olan fikirden gelecekteki bir amaca kadar, bunun herhangi bir şekilde devam ettirilmesine izin verir.360

Aslında başlangıçta doğruluk fikri vardır ama doğruluğun esas ortaya çıkması bir süreçle mümkündür. Fikirler olaylarla doğrulanırken aynı zamanda olayların ardından gelen bir tasdikle açığa çıkmış olur. Doğruluğun bir süreçle ortaya çıkması fikrin doğrulanmasıyken,361 fikrin fayda üreten bir hal alması ise onun geçerliliğini ortaya çıkarır. Buradaki fikir-uygulama örtüşmesi, James’in teorisini uygunluk/tekâbüliyet teorisi durumuna getirmektedir.

Epistemolojik bir tanıma girme çabasında olan James,362 bilgiyi insanın zihnî faaliyeti olarak ele alan ve bilginin oluşumunda dış gerçekliğin herhangi bir katkısı olmadığını iddia eden zihincilerden farklı olarak dış gerçekliğin var olduğunu ve bilginin konusu olduğunu, ayrıca bilginin bu gerçeklikle uyuşarak oluştuğunu vurgular:

Hakikat, size herhangi bir sözlüğün ifade edeceği gibi, fikirlerimize verilen belli bir özelliktir. Yanlışlığın, gerçeklik ile uyuşmaması anlamına gelmesi gibi, o da gerçeklikle uyumluluk anlamına gelir. Pragmatistler ve zihincilerin her ikisi de doğal olarak bu tanımı kabul ederler. Yalnız onlar ‘uyumluluk’ terimiyle tam olarak neyin kastedilebilir olduğu sorununa ve ‘gerçeklik’ terimiyle ise kastedilen şeyin, fikirlerimizle gerçekliğin birbiriyle uygunluk göstermesi şeklinde anlaşılmasına gelince kavgaya başlarlar.363

357 James, “Pragmatism’s Conception of Truth”, Pragmatism, The Meanings of Truth, s. 97.

358 Tekâbüliyet algısı için bkz. A.g.m., s. 96, 102.

359 James, “The Meaning of the Word Truth”, Pragmatism, The Meanings of Truth, s. 283. Aynı makale şurada da geçmektedir. Richard Kamber (ed.), William James: Essays and Lectures, Pearson, New York vd. 2007, s. 102.

360 James, “Pragmatism’s Conception of Truth”, s. 103.

361 A.g.m.,s. 107-108.

362 Bu konuda rasyonalistlere dönük eleştirisi de bulunan James’in tartışması için bkz. James,

“Pragmatism’s Conception of Truth”, s. 109.

363 A.g.m., s. 96.

111 James doğruluk olgusunu, gerçeklik ile uyuşan bir zihin faaliyetinin sonucu olarak değerlendirir. Fakat pragmatizmi gereği zihin faal olmalıdır.364 Aksi takdirde doğruluk kuramının en önemli kısmı yarım kalacaktır. Diğer bir ifadeyle doğruluk diye tanımlanan olgu, etkin olmalıdır.

Kabul edelim ki bir fikrin ya da inancın doğru olması… bir kişinin hayatında somut olarak ne gibi bir değişikliğe yol açtığı ile ilgili olacaktır? Doğru olan şey nasıl uygulamaya konulacaktır? İnanç yanlış olsaydı, ortaya çıkan deneyimlerin birbirinden farkı ne olacaktır? Kısaca, deneyimin ifadeleriyle hakikatin uygulanabilir değeri ne olur?365

Bu soruları James, kendi diyalektiği açısından tutarlı bir şekilde cevaplayacaktır. Ona göre doğru fikirler, kendilerini inşa edebilecekleri sağlam zeminler bulmak durumundadır. Öyle ki insan, bu sağlam zeminler üzerinde inşa ettiği kendi doğrularını, meşru bir çerçeve ile makulleştirebilmelidir. İnsan ancak bunu yaparsa doğru fikirlere ulaşır. Aksi yapıldığında ulaşılan fikirler, yanlış fikirler olacaktır. Doğru fikirler ayrıca ortaya çıkabilecek pratik yaşam alanlarında test edilebilmelidir. Fikrin doğruluğu bir olay olarak ortaya çıkmayı ön koşul olarak kabul eder ve kendisini bu şekilde doğrulayabilir. Aksi takdirde doğruluk tanımının pragmatizm açısından hiçbir önemi olmayacaktır. Pragmatik doğruluk anlayışı diğer tanımlardan farklı olarak ancak bu şekilde ortaya çıkar.366

Doğruluk tanımı, eylem alanında ortaya çıkan her değişmeyle birlikte farklı anlam ve içerik kazanabilir. “Biz ulaştığımız doğru olan şeyle ‘bugün’ yaşamak

364 Burada James’in gerek rasyonalistlere gerekse empiristlere yönelik yapmış olduğu eleştirilere bağlamında bir paragraf zikretmekte yarar var. “Duyuşsalcı yanlışlık, uygulanabilirlikten uzak adalet, cömertlik ve güzellik gibi soyut şeyler üzerine gözyaşı dökmektir. Ama asla bunları sokakta karşılaştığınız nitelikleriyle tanımlamayacaktır. Çünkü söz konusu konuların yaşamın içerisine girmesi onları bayağılaştırmaktadır. Nitekim akılcıların önde gelenlerinden birinin basılmış olan bir biyografisini okudum: ‘Soyut olan güzelliğe büyük hayranlık besleyen kardeşimin, mükemmel bir mimarî esere, güzel bir tabloya, ya da güzel çiçeklere hiçbir hayranlık duymaması şaşırtıcıydı.’ En son okuduğum felsefî bir çalışmada yaklaşık olarak aşağıda da gösterdiğim bölümler gördüm:

‘Adalet yalızca fikirde kusursuzdur. Akıl onun var olması gerektiğini tasavvur eder fakat deneyim onun olmasının mümkün olmadığını gösterir… Akıl, deneyim tarafından bozulur. Akıl deneyim alanına girer girmez kendine muhalif olur. Akılcıların yanlışlığı da tam olarak duyumcularınki gibidir. Her ikisi de deneyimin çamurlu tekil olgularından bir sonuç çıkarır ve bütün çamurlu örneklerin her birinin aksine bu çıkarımı yaptıklarında, sanki daha üstün ve bambaşka bir doğaya sahipmiş gibi kendi çıkarımlarını oldukça saf bulurlar. Onlarınki bütün çıkarımın özüdür.

Hakikatlere, doğrulanmak ve onaylanmak için kaynaklık yapar. Onaylanmak için fikirlerimize karşılığını verir. Hakikati araştırma zorunluluğumuz, karşılığı verilen şeyi yapmaktır, bu aynı zamanda genel zorunluluğumuzun bir parçasıdır.” James, “Pragmatism’s Conception of Truth”, Pragmatism, The Meanings of Truth, s 110.

365 A.g.m., s. 97.

366 A.g.m., s. 97.

112 zorundayız ve ‘yarın’ ona yanlış demeye hazır olmalıyız.”367 Doğrulanma sürecinde ortaya çıkan eylem en nihayetinde bir fayda üretmiş olmalıdır. Aslında ‘faydalı olmak’ demek, doğru olarak kabul edilen fikrin eyleme dönüşmüş görünümüdür.

O halde siz onun (fazladan hakikatin) ‘ya doğru olduğu için faydalı olduğunu’ ya da

‘faydalı olduğu için doğru olduğunu’ söyleyebilirsiniz. Her iki ifade de tam olarak aynı anlama başka bir ifadeyle uygulanabilir olan ve gerçekleşen bir fikir anlamına gelir. Doğru (hakikat) kavramı, uygulama sürecini başlatan her türlü fikre ve onun uygulamaya geçirilmiş işlevine verilen isimdir.368

Burada da görüldüğü üzere hakikat/doğruluk, dış gerçekliğin dilde tam bir karşılığını ifade etmez, o uygulanma haline denk gelir. İnsan eylemi dışında bir kendilik hali olarak dış gerçeklik yoktur. Başka bir deyişle doğru, dış gerçeklik ile ilgisinden ziyade insan eyleminde fayda üreten bir durumda olmalıdır. Ortada bir fayda yoksa pragmatik doğruluk olgusundan söz etmek gereksizdir.

James’in ezelî-ebedî hakikatler konusuna mesafeli bir tutum içerisinde olduğunu vurgulamıştık. Aslında James, mutlak doğruluk -doğruluğun nesnelliği- konusunda büsbütün bir olumsuzlama tavrı içerisinde değildir. James, olguyu ifade eden kavramlarla mutlak doğruluğu tanımlamaya çabalar. Ona göre mutlak doğruluk artık insanî tecrübenin ve eğilimlerin -yeni bir doğruluk ve uygulama sürecinin- olmadığı durumda ortaya çıkar.369

Daha sonraki deneyimimizin bile değiştiremeyeceği ‘mutlak doğru’nun anlamı, bizim, gelip geçici doğrularımızın birgün kendisinde bütünleşeceğini hayal ettiğimiz birleşme noktası olan kusursuz bir örnektir. Bu doğruluk, dört başı ma’mur, mükemmel şekilde bilge olan bir insanda devam eder ve mutlak bir deneyimle tamamlanır… Bu arada biz ulaştığımız doğru olan şeyle ‘bugün’ yaşamak zorundayız ve ‘yarın’ ona yanlış demeye hazır olmalıyız.370

Aslında burada bireyin arzu ve tatmin olma yönündeki takipçiliğini yok saymakla bir noktada James, deneyimden bağımsız bir doğruluk kavramı ile bu açığı kapatma istikametinde bir tartışma yapmaktan öteye gidemiyor. Ayrıca mutlak doğruluk, zamanın sonunda -hayatın bittiği bir noktada-, artık tecrübe edilemeyecek, doğrulanma imkânı olamayacak bir değer olarak kabul görür. “Daha sonra ortaya çıkacak olan hiçbir deneyimin değiştiremeyeceği ‘mutlak doğruluk’, bütün geçici doğrularımızın birgün kendisinde birleşeceğini hayal ettiğimiz kusursuz bir birleşme

367 James, “Pragmatism’s Conception of Truth”, Pragmatism, The Meanings of Truth, s. 107.

368 A.g.m., s. 98.

369 James, “Abstractionism and ‘Relativismus’”, a.g.e., s. 143-145.

370 James, “Pragmatism’s Conception of Truth”., s. 107.

113 noktasıdır.”371 Hangi açıdan bakılırsa bakılsın James’in doğruluk anlayışı deneyimle açığa çıkmak ve doğrulanmak durumundadır.

Doğruluk iddiası için sadece oluş sürecine bakan ve o süreç ile ilgili doğruluk iddiasında bulunan James, elbette hakikatler konusunda da oluşun gölgesinde şekillenen tanımlar geliştirmek zorundadır. Bu anlamıyla doğruluk bir araç olarak görülecektir.

Size, doğru düşüncelerin her yerde eylemin paha biçilmez bir aracı olduğunu, doğruya ulaşmak olan görevimizin, şimdiye kadar damdan düşer gibi boş bir buyrukla ortaya çıktığını ya da gerekçelerini mükemmel bir beceriklikle açıklayabilen zihnimiz tarafından hünerli bir şekilde kabul ettirilmeye çalışıldığını hatırlatarak başlayalım.372

Pragmatizm, doğruluk değerini uygulama ile ölçmektedir. Bu durumda pragmatik yöntem, uygulama olarak seçilmiş olan sonuca göre ortaya çıkan farklılıkları araştırma yöntemidir. Diğer bir ifadeyle doğruluğa, kendi başına bir değer atfedilmez. Ona uygulama için ortaya koyduğu araç niteliğiyle değer biçilir.

Yoksa görüldüğü gibi James’e göre, bütün zamanı ve mekânı kuşatan ‘doğruluk’

anlayışı, zaten kendi zamanına kadar kabul edilen bir olguydu. Bunu sağlayan, zihnin öteden beri kendini haklı görebileceği makul gerekçeler üzerinde temellendirme çabaları bulunmaktadır.

Öyleyse hakikat, şimdi ve burada olmak durumundadır. James’e göre her doğruluk, kendi zamanı ve zemininde kendi faydasını üretir. Bütün zamanları kuşatan bir doğruluk/hakikat kuramı veya ilkesi olamaz. Geçmişe bakıldığında ortaya çıkmış birçok olay ve mücadele içerisinde, her doğruluk, kendi zamanının doğrusu olarak kabul edilmelidir.373 Faydaya bağlanmış olan doğruluk, aslında eylem ile organik bir bağ içerisindeir. Eylem, doğası gereği ortaya çıkan her türlü değişiklikle birlikte kendisini yeniler, başkalaştırır. Dolayısıyla eylemin insan için değeri değiştikçe doğruluk değeri de değişecektir. Hatta şimdi hiçbir işe yaramayan doğruluk değeri bir zaman sonra iş görür hale gelebilmektedir. Bu tür doğrular sadece zamanını bekleyen fazladan doğru olarak kabul edilmelidir.

Bazen başka şartlar altında eve ihtiyacım olmayabilir. O halde ev hakkındaki fikrim doğrulanabilir olmakla birlikte uygulanabilme açısından gereksiz olacaktır ve örtülü kalması daha iyidir. Fakat hemen her nesne bir gün, geçici bir öneme sahip olabilir olduğundan dolayı, yalnızca muhtemel durumlarda karşılaşılacak olan fazladan

371 James, “Pragmatism’s Conception of Truth”, Pragmatism, The Meanings of Truth, s. 106-107.

372 A.g.m., s. 97.

373 A.g.m., s. 102-103.

114 fikirlerin ve doğruların birikimine sahip olmanın faydası açıktır. Böyle fazladan doğruları hafızamızda biriktiririz ve oradan taşanlarla da başvuru kitaplarımızı doldururuz. Böyle fazladan doğrular, karşılaştığımız olağünüstü olaylarda uygulanabilme açısından her ne zaman gerekli olursa, dünya üzerinde iş yapmak için hafızadan çıkar ve inancımızın eyleme geçmesini sağlar.374

Burada felsefî açıdan üzerinde fikir inşa edilebilen, tartışılabilen, zihinsel bir çabanın tatminkâr bir uğraşı gibi algılanabilecek söz konusu fikirler, eylemin, kendini sürekli haklı çıkarma eğiliminin ve meşruiyet kaygısının daha yoğun hissedildiği ve yaşandığı siyaset olgusunun başvurduğu bir zemin olduğunda, bütün tarafları ilgilendiren bir sorun olarak ortaya çıkması muhtemeldir. Diğer alanların aksine insan, birbiri üzerinde iktidar kurma çabası içerisinde olduğunda, bu fikirler Sokrates’i idama götüren (Sofist) anlayışın modern yorumu gibi algılanabilmektedir.

Zira o dönemde Sokrates için fayda üretmeyen –hayatını kaybetmişti- durum, iktidar sahipleri için fayda üretmişti. Sokrates, iktidarlarının meşruiyetini sorgulayan ve insanları bir nevi yerleşik anlayışları ve hâkim sofist algıyı sorgulamaya davet eden ve değerler konusunda yeniden inşa sürecini başlatan kişiydi. Dolayısıyla iktidar sahiplerinin meşruiyetini ortadan kaldırıcı bir etki oluşturmuştu. Siyasal mücadele alanında söz konusu pragmatist anlayış, bu türden sonuçlara yol açacak şekilde yorumlanabilmektedir. Oysa Sokrates, artık toplumsal ve siyasal hayatın yozlaştığını düşünüyor ve bölge insanlarını ezelî-ebedî hakikatlere ulaşmaya ve dolayısıyla bu değerler doğrultusunda eylemde bulunmaya davet ediyordu. Zaman zaman insanlar, kendi inandıkları bu tür hakikatler uğruna hayatlarını kaybetmişlerdir.

James’e göre akıp giden hayatın içinde bulunan insan için doğruluk, birbirine zincirleme olarak bağlıdır. Bir zihin halinin doğruluğu diğer doğruluk düzeyine geçiş veya başka bir doğruluk durumuna evrilme için işe yarayabilir. Dolayısıyla birbirini tamamlayan bir olgular süreci olarak doğruluk, hayata sağladığı katkılarla denenmiş olacaktır. Bu zincirleme süreç hep talebin giderilmesi yönünde değerlidir.

Bütün bunlardan yola çıkarak, insanın kavramsal dünyasında ‘doğru’ olarak kabul etmiş olduğu her çeşit alanla ilgili olarak doğruluk değerinin özellikle ahlâkî alanda iyilik kavramına karşılık geldiğini ifade edebiliriz. Zira işe yarar olması -fayda üretmesi/tatmin edici olması- ve eyleme bu doğrultuda yol gösterici olması,375

374 James, “Pragmatism’s Conception of Truth”, Pragmatism, The Meanings of Truth, s. 98.

375 Ve aynı zamanda James bu konuya bağlı olarak pragmatizmin doğruluk teorisinin diğerlerinden farkını ortaya koyar: “Doğru konusu, böylece kesin olarak tatmin edicilik konusuyla özdeş olmuştur. Siz ilk ifade ettiğiniz şekildeki gibi ortaya koyabilirsiniz fakat, (benim pragmatizmimin

Benzer Belgeler