• Sonuç bulunamadı

B. Siyasi Faktörler

3. Siyasal Düşünce ve Vergi Yapısı

Bir ülkedeki vergi yapısını etkileyen etmenlerden birisi de (esasen en önemlisi olması gereken) siyasal düşünce ya da iktidar sahiplerinin ideolojik düşünceleri ile kamu yönetimi konusundaki anlayışlarıdır. Elbette bir ülke sadece ideolojilerle yönetilmez ama iktidara gelenlerin liberal, sosyalist ya da sosyal demokrat bir düşünceye sahip olması yönetimi etkilemektedir. Kamu ekonomisi içerisinde yer alan vergi yapısı da doğal olarak bu süreçte etkilenmektedir. Her ne kadar siyaset ile yönetim anlayışının birbirinden farklı birer süreç olduğu; siyasetin karar verme, yönetimin ise uygulama olduğu yönündeki görüşler, yönetim ve siyaseti birbirinde farklı iki süreç olarak ortaya koysa da nihayetinde birçok yazar tarafından temel bir fikir olarak kabul görmüş ve “hükümet karar verir, yönetim uygular” ilkesi kabul edilmiştir50.

Demokratik bir yönetim şeklini benimseyen ülkelerde, siyasal karar alma sürecindeki aktörlerin yetki, görev ve sorumlulukları anayasalarda belirtilmiştir. Bu süreçteki aktörler halk tarafından seçilen parlamento, siyasi partiler, bürokratlar, baskı grupları ve seçmenlerden oluşmaktadır. Halk burada seçimler kanalıyla benimsediği siyasi partiye oy vererek; talep, beklenti ve ihtiyaçlarını dile getirerek siyasi irade oluşturmaktadır. İktidarın belirli bir kişiye ya da sınıfa ait olduğu otokratik yönetimlerde ise kamu yönetimi ile ilgili karalar bu kişi ya da sınıflar tarafından alınmakta ve uygulanmaktadır.

Ülkedeki rejim ister halk egemenliğine dayalı demokratik bir rejim, isterse bir kişi ya da sınıfın egemenliğine dayalı otokratik rejim olsun; iktidarı elinde bulunduranların kamu mali yönetimi konusundaki siyasal ve ideolojik düşünceleri ön plana çıkmaktadır. Bir diktatörün ya da seçim yoluyla gelmiş bir siyasi partinin, sosyalist, liberal ya da sosyal demokrat anlayışa sahip olmasının etkileri, hem kamu yönetimi hem de mali yönetim ve vergiler konusunda kendini gösterebilecektir. İşte vergi ile ilgili konularda iktidarın alıp, yönetimin uygulamak zorunda olduğu kararlar siyasal süreçte belirlenmektedir. Bu yüzden iktidarı elinde bulunduranların ideolojilerinin ve siyasal düşüncelerinin sosyalist ya da liberal veyahut sosyal demokrat bir anlayışa sahip olmasının önemi ön plana çıkmaktadır. Bu noktadan hareketle aşağıda sosyalist, liberal ve sosyal demokrat bir anlayış içerisinde verginin yeri açıklanacaktır.

a. Sosyalist Düşünce ve Vergi Yapısı

50 Faruk Mutlusu, “Siyasal Rejim Kamu Yönetimi ilişkisi ve Türk Kamu Yönetiminde

Merkeziyetçiliğin Siyasal Nedenleri”, Nezihe Sönmeze Armağan, Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F, İzmir 1997, s.402.

Sosyalizm toplumsal örgütlenmeyi adalet ölçüsüne göre düzeltmek amacını güden kuram; Marxçılık-Lenincilik ilkelerine bağlı hükümetlerce yönetilen devletlerde görülen ve ayırt edici özelliğini üretim ve değişim araçları üzerinde özel mülkiyetin esas bölümüyle kaldırılmış olmasında bulan iktisadi ve toplumsal kuruluş;51 şeklinde tanımlanmıştır. Dilimizde toplumculuk anlamına gelen sosyalizm, başka bir deyişle toplum yararını özel bireysel yaraların üzerinde tutmak ve toplumu bu amaçla örgütlemek anlamına geliyor52. Fransız ihtilaline dayanan bu düşünceye J.J.Rousseau’nun “İnsanlar Arasındaki Eşitliğin Kaynağı ve Temeli Üzerine Söylevler” adlı eseriyle önemli katkı sağlamıştır.

Bu düşünce akımının temel ilkesi zengin ve refah içerisinde yaşayan kentsoyluları ile ekonomik ve sosyal sıkıntıları olan emekçi sınıf asındaki eşitlik ve adaletin sağlanmasına dönük yönetim anlayışının tesisi idi. Bunun için servet belirli bir kesimin elinde toplanmamalıdır. Bu sistem de özel mülkiyetin yerine tüm üretim faktörleri devlete aittir. Ekonomi merkezi bir planlama ile merkezden yönlendirilmektedir.

Bu düşünce akımında özel mülkiyet bulunmadığı için verginin konusu da sınırlı ve bugünkü manada kamu gelirleri arasında önemli bir yere sahip değildir. Geçmişte Doğu Bloğu ülkelerin de, Çin, Kuzey Kore ve Küba gibi ülkelerde uygulana bu yönetim anlayışı, günümüzde küreselleşme sürecinin de etkisiyle kapılarını özel mülkiyete açmak zorunda kalmışlardır.

Bu ülkelerdeki kamu gelirleri arasındaki payı devlet teşekküllerinin gelirleri oluşturmaktadır. Nitekim SSCB döneminde devletçe basılan bir politik ekonomi kitabında bu durum şu şekilde ifade edilmektedir:

“SSCB’de devlet bütçesinin gelir hanesi, ağırlıklı olarak toplumun salt gelirinden, yani devletin merkezileştirilmiş salt gelirini teşkil eden bölümden oluşmaktadır. 1953 yılında tüm bütçe gelirlerinin yüzde 85’i toplumun salt gelirinden girdilere (sosyalist iktisattan gelen girdilere) düşmektedir.

Devlet bütçesinin diğer bir gelir kaynağı, vergi ve hisse senetleri biçiminde devlet bütçesine ulaşan halkın araçlarıdır. Halkın vergileri, toplum üyelerinin gelirlerinin bir bölümünü devlet bütçesine zorunlu vermelerinin bir biçimidir. Kapitalizmden farklı olarak, sosyalist toplumda halkın vergileri emekçilerin gelirlerinin yalnızca çok küçük bölümünü oluşturmakta ve tüm halkın gereksinimleri için kullanılmaktadır. 1953 yılında halkın vergi ödemeleri, SSCB bütçesinin bütün gelirlerinin yalnızca yüzde 8.5’ini tutuyordu… SSCB’de emekçilerin bir bölümü vergi ödemesinden tümüyle serbest

51 Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi 21. Cilt, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1986,

s.10696

52 Ahmet Taner Kışlalı, Siyaset Bilimi, Anadolu Üniversitesi AÖF Yayını, No:827, Eskişehir

[muaf] tutulmuştur; vergi tarifeleri, verginin miktarına göre kademeleştirilmiştir. 1954 yılında, bütçe gelirlerinin %1’inden azı, köylülerin tarım vergisine düşmektedir”53.

b. Sosyal Demokrat Düşünce ve Vergi Yapısı

Sosyal demokrasi anlayışı sanayi devri ile birlikte feodal düzenin yıkılması sonrasında burjuva sınıfının güçlenmesi, işçi sınıfının ortaya çıkması süreciyle birlikte Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bu düşünce temel de liberalizm gibi eşitlik, kardeşlik, adalet, özgürlük, demokrasi gibi liberalizminde ilkeleri arasında yer alan kavramları savunmuşlar ancak bu hakların gerçekleşmesinin liberalizmin varsaydığı gibi bireysel olarak ve devletin nötr kalmasıyla sağlanamayacağını, devletin ve iktidarın aktif ve pozitif kullanımının gerektiğini vurgulamıştır54. Bu anlayış büyük şehirlerdeki işçi ve esnaf sınıfı tarafında büyük ilgi gördü ve liberal düşünceye karşı gelişmeye başladı.

Bu düşünce akımının gelişim seyri her ülkede farklı olmakla birlikte; temelde piyasa koşullarının tek başına eşitliği ve adaleti sağlayamayacağı, bu sebeple devlet müdahaleciliğini ve devlete düzenleyici bir takım görevler yüklemesi bakımından önemliydi. Kısaca sosyal demokrasi düşüncesinin amacı sosyal adaletin sağlanması, daha iyi bir yaşam için özgürlük ve barışın sağlanmasıdır. Bunu gerçekleştirebilecek devlet modeli ise sosyal devlettir. Sosyal devlet ise, anayasa yolu ile, sosyal sınıflar arasında dengeyi sağlayacak olan, sosyal adaletle ilgili hukuk ilkeleri koyarak siyasi iktidara yol gösteren55 devlettir. Bu şekliyle gerektiğinde ekonomik ve sosyal hayata müdahale ve düzenleme yetkisi elde etmiş oluyordu.

Sonuç olarak sosyal demokrasi hareketi eşitlik ve özgürlükten yola çıkarak, işçi sınıfının çalışma süreleri, izinleri, hastalık ve kaza gibi mesleki risklere karşı korunmasını; kadın, çocuk ve yaşlıların çalışmamaları aynı zamanda bunlara ilişkin temel ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanmasının gereği üzeride durulmuştur. Sanayi devriminden sonra İsveç, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde taraftar bulmuş ve gelişmiş bir düşüncedir.

Devlet müdahaleciliğine savunan ve devlete bir dizi yeni görevler atfeden bu anlayış, sonuçta bir maliyet ve bu maliyetin finansmanı sorununu da beraberinde getirmektedir. Acaba devlet hangi kaynaklarla bu görevleri yerine getirecektir. Bu ülkelere ait gelir ve vergi yapıları ise Şekil 1 ve Şekil 2‘de özetlenmiştir.

53 SSCB Bilimler Akademisi, Politik Ekonomi Ders Kitabı, Cilt:II. (Çev. İsmail Yarkın) İnter

Yayınları, İstanbul 1993, s.273.

54 Aytekin Yılmaz, Çağdaş Siyasal Akımlar Modern Demokraside Yeni Arayışlar, Başer

Matbaası, Ankara, 2001, s.56.

Görüldüğü gibi ele alınan ülkelerin hiçbirinde vergi gelirlerinin ulusal ekonomideki ağırlığı %20’nin altında değildir. Hatta Almanya ve Çek Cumhuriyeti hariç tüm ülkelerde bu oran %25’in üzerindedir. Grafikteki verilerden de anlaşılabileceği gibi İskandinav ülkeleri (Danimarka, İsveç, Finlandiya) ulusal gelirden en çok vergi çeken ülkelerdir. Gerek OECD gerekse OECD Avrupa ortalaması ise %25-30 arasında seyretmektedir. Tahsil edilen bu vergilerin yapıları ise Şekil-2’den takip edilebilir.

Şekil’de dikkati çeken ilk husus tüm ülkelerde ve doğal olarak OECD ve OECD Avrupa ortalamalarında dolaysız vergilerin ağırlığıdır. Dolaysız vergilerin bu ağırlığında Şekil’de de görüldüğü gibi İskandinav ülkeleri yine başı çekmektedir. Yine açıkça görülmektedir ki OECD ve OECD Avrupa ortalamalarında ulusal gelirden çekilen dolaysız vergiler, dolaylı vergilerin iki katından daha fazla bir ağırlığa sahiptir. Dolaylı vergilerin tersine artan oranlı olma ve bu yüzden de ulusal gelirin dağılımındaki eşitsizlikleri arttırma özelliği göz önüne alındığında sosyal demokrasinin ağırlıklı olduğu ülkelerde vergi yapısının, bu düşüncenin eşitlikçi söylemine paralel biçimde şekillendiğini belirtmek yanlış olmayacaktır.

0.0 5.0 10.0 15.0 20.0 25.0 30.0 35.0 40.0 45.0 50.0 Vergi Geliri/GSYİH 1985 1990 1995 2000 2001 2002 Kanada Belçika Çek Cum. Danimarka Finlandiya Fransa Almanya Norveç İsveç İngiltere OECD Toplam OECD Avrupa Şekil 2: Sosyal Demokrasinin Ağırlıklı Olarak Devlet Politikası Biçimini Aldığı Bazı

Ülkelerde Kamu Gelirlerinin GSYİH’ye Oranı (%)

Kaynak: http://www.muhasebat.gov.tr ve http://www.gelirler.gov.tr verilerinden hareketle tarafımızca oluşturulmuştur [Erişim: 21.03.2004]. 0 5 10 15 20 25 30 35 40 Kanad a Belçik a Çek Cu m. Dani marka Finland iya Fran sa Alm anya Norv eç OECD T oplam OECD A vrup a V e rg i Tür ü/GS Y İH Dolaylı Dolaysız Şekil 2: Sosyal Demokrasinin Ağırlıklı Olarak Devlet Politikası Biçimini

Aldığı Bazı Ülkelerde Vergi Yapıları, 2005.

Kaynak: http://www.muhasebat.gov.tr ve http://www.gelirler.gov.tr verilerinden hareketle tarafımızca oluşturulmuştur [Erişim: 25.03.2004].

c. Liberal Düşünce ve Vergi Yapısı

Liberalizm, bireyciliğe dayalı, rasyonel bireylerin siyasal ve ekonomik alandaki hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, piyasa ekonomisinin tabii işleyişine bırakılarak, devletin ekonomiye müdahalelerinin en az düzeye indirilmesinin savunan bir doktrindir56.

Klasik liberalizmin babası John Locke’dur. 1690 yılında yayınlamış olduğu "Second Treatise on Government" adlı kitabında Locke, kişi ile devlet arasındaki ilişkiler hakkında üç önemli kavram geliştirmiştir. Birincisi, sivil hükümetler kurulmadan önce kişiler, işbirliği içinde bulunan sosyal gruplaşmalar halindedir. İkincisi, kişiler, siyasi topluma girerken doğal bazı hakları beraberinde getirmektedir; bu haklardan ticari mübadelelerle vazgeçilemeyeceği gibi, devlet de bu hakları kaldıramaz. Üçüncüsü, hükümet, bu hakları himaye edemiyorsa veya buna istekli değilse, toplumun üyeleri bu hükümeti devirmekte ve daha etkili bir hükümet getirmekte haklı olurlar.

18. ve 19. yüzyıllarda, ekonomistler, piyasalarda mevcut olan ve kendi kendini düzenleyen faktörler sayesinde kaynakların sürekli olarak en fazla değer verilen kullanımlara yöneldiğini ve ekonomik kalkınma sağladığını açıklamışlardır.

Klasik liberaller, belediye hizmetlerinin kurulmasına, mesleklere girmek için lisans mecburiyetinin konmasına, dış ticarete sınırlamaların getirilmesine, göçlere kota konmasına ve devlet kuvvetinin rekabeti önlemesine karşı çıkmaktadır. Bunlara rağmen klasik liberaller, tam "laissez faire"nin savunucuları değildir. Devletin yapmasını istedikleri şeyler milli savunma, polis kuvvetleri, sağlık, sanayi güvenliği liman ve baraj gibi yatırım projelerinin yapımı, yaratıcılığı teşvik etmek için patent sistemi, sağlam ve emniyetli bir paranın sağlanmasıdır.

Klasik liberalizmde vergi anlayışını kavramak için ise tamamen bu düşüncenin ürünü olan vergilemenin klasik ilkelerine bakmak yeterli olacaktır. Hatırlanacağı üzere klasik düşüncede vergi bir iktisat politikası aracı olarak ele alınmadığı için vergilemenin modern fonksiyonlar ve ilkelerinden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bu bakımdan klasik düşüncede verginin yerinin anlaşılabilmesi için elde sadece klasik vergileme ilkeleri kalmaktadır. Bu vergileme ilkelerini yeniden sıralanacak olursa:

• Adalet • Uygunluk • İktisadilik (Verimlilik) • İstikrar • Ilımlılık (İtidal)

56 Coşkun Can Aktan, Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat, Takav Matbaası, İzmir

• Kanunilik (Yasallık) • Açıklık

• Genellik • Yeterlik

biçiminde bir vergi algısı bütünü elde edilir. Bu çerçevede klasik düşüncede verginin şu şekilde tanımlanması yanlış olmayacaktır: “Vergi; devletin hükümranlık gücüne dayalı olarak aldığı, kamu hizmetlerinin finansmanını yeterli düzeyde sağlayabilecek, yasal, yatay ve dikey olarak adil, istikrarlı, mükellefin ödeme gücüne göre ölçülü (ılımlı) oranlara sahip, tüm eşitleri kapsayacak biçimde genel, tüm eşitlerin mükellefiyetlerini telakki edebilecekleri ölçüde açık bir kamu geliridir.