• Sonuç bulunamadı

İlkçağ’dan ortaçağ’a geçişin kesin olarak takvimlendirilmesi yani ilkçağdan ortaçağa geçiş yılının kesin bir biçimde belirlenmesi pek mümkün değildir. Bu geçiş tarihsel süreç içerisindeki siyasi, ekonomik, teknik ve bilimsel konulardaki gelişmeler göz önünde bulundurularak yapılmaktadır. Ancak bu gelişmeler her ülkede eşzamanlı gerçekleşmemiştir. Yani bir ülke yeniçağı yaşarken bir diğer ülke ortaçağı yaşamıştır. Ancak ortaçağ diye adlandırılan dönemin kendine özgü bir takım siyasi ve ekonomik özellikleri bulunmaktadır.

Ortaçağın siyasal görünümüne bakılacak olursa; Feodal Düzenin kurulması, haçlı seferleri, dinin devlet işlerine karışıp bir güç olarak ortaya çıkması, burjuvazinin doğuşu gibi bir dizi gelişmelere sahne olduğu görülecektir. Siyasal ve düşünsel bu gelişmeler elbette ki vergilerle ilgili bir dizi gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Feodalitenin siyasi açıdan getirdiği en büyük özellik devlet iktidarının parçalanmış olması ve halkın doğrudan doğruya devlete değil, toprakların sahibi olan senyörlere tabi durumda olmalarıdır80. Bu dönemde mutlak mülkiyet yine krala ait olup, toprağın ekilip biçilmesi işi feodal beylere devredilmiş; karşılığında asker, şövalye yetiştirmeleri istenmiştir. Toprağın işlenmesi için bu senyörlere bağlı ve “serf” adı verilen köylüler kullanılmıştır. Ancak feodal beylerin ordu yetiştirme, vergi toplama, mülkiyet hakkına

sahip olma, adalet dağıtma,... gibi krala ait olan iktidar ve yetkiyi kullanabilmeleri zamanla merkezi otoritenin zayıflamasına ve de iç karışıklıklara sebebiyet vermiştir. Merkezi otoritenin zayıflaması, uzun süren savaşlar, Doğu Akdeniz’deki ticaret yollarının Müslümanların eline geçmesi, uzun süren haçlı seferleri gibi nedenlerle ekonomilerinde ciddi dar boğazlar olmuştur. Yine bu dönemde nüfus artışına önem verilmiş, nüfus artışı (günümüzdeki yaygın anlayışın aksine) bir tehlike olmanın ötesinde üretim artışı için bir araç biçiminde değerlendirilmiştir. Bu süreçte şehirlerdeki feodal beylerin yanında kilisenin de yönetimde etkinliğinin arttığı görülmektedir. Ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların kurtuluş reçetesi olarak Hıristiyanlık dininin esasları gösterilmiş ve bu halk üzerinde etkili olmuştur. Ortaçağ sonuna gelindiğinde en çok özel mülke, kilisenin sahip olması ilginçtir.

Tüm bu siyasal ve ekonomik alandaki gelişmeler mali anlamda da kendini göstermiştir. Bu dönemin başlangıç yıllarında devlete ait mülk gelirleri ile saray masrafları karşılanmaktaydı. Savaş giderleri ise feodal beyler tarafından karşılanmakta, askerlik görevinin yapmayanlarda ise belli bir bedel tahsil edilmekteydi. Halk ise feodal beylere ait topraklarla geçimini idame ettirmekteydi. Bu dönemin diğer gelirleri arasında ise; şehir girişlerinde alının duhuliyeler (ayak bastı parası), gümrükler, para basma ve madenleri işletme hakkının satılmasından elde edilen gelirlerdi81.

Daha sonraki yıllarda gelişen para ekonomisi ile birlikte artık verginin para ile ödenmesi yoluna gidilmiştir. Artan kamu giderleri ve bu giderler için vergi tahsil edecek etkin bir mali teşkilatın olmayışı, vergileri bir rica olmaktan çıkarıp, ödenmesi zorunlu bir yükümlülük şekline sokmuştur. Yine soylular ve kiliseler, siyasi lobileri sayesinde bu mükellefiyetten muaf tutulmuşlardır. Ayrıca bu dönemde artan Osmanlı tehdidine karşı genel bir servet vergisi konulmuş ancak istenilen sonuç alınamamıştır. Gümrük vergileri konusunda da istenilen başarı gösterilememiştir.

Ortaçağın sonlarında, şehirlerin giderek güç kazandığı, burjuva sınıfının ortaya çıkmaya başladığı ve mali sistemin ve vergilemenin modern biçimlerine yaklaşmaya başladığı görülmektedir. Bu dönemde prensler kendi mülk gelirleri ve regallerin satışından sağladıkları gelirlere ek olarak bazı imparatorluk gelir kaynaklarını ele geçirmeyi başarmışlar ve ilk kez 13. yüzyıldan itibaren düzenli olarak vergi tahsil etmeye başlamışlardır82. Prenslerin ya da kralın kendisi tarafından miktarı belirlenip, ihtiyaç duyulduğunda başvurulan ve halk temsilcilerinin onayı alınarak tahsil edilen; conribution denilen ve servet ve arazi üzeriden alınan vergiler sürekli olarak tahsil edilmeye başlanmıştır. Bu dönemde yine alkol ve alkollü içeceklerden kısmi dolaylı vergilerin alındığı görülmektedir.

81 Ataç vd., a.g.e., s.126. 82 Muter, a.g.e., s.30.

Kısaca ortaçağ döneminin mali yapısı ya da vergi yapısına genel olarak bakıldığında; siyasal ve yönetsel anlamdaki gelişmelere paralel bir seyir izlediği görülecektir. Ortaçağda başlangıçta feodal düzenin yerleşmesi ve kilisenin etkinliği; sonra merkezi otoritenin zayıflaması ve sonuçta artan kamu harcamaları, prenslerin güçlenmesi ve burjuva sınıfının etkinliğinin artması gibi gelişmeler vergi sistemi ve yapısı üzerinde etkili olmuştur.

Vergi gelirlerinin içerisinde olağanüstü durumlarda tahsil edilen dolaysız vergilerden olan servet vergilerinin önemli bir yere sahip olduğu; vergi ahlakı ya da vergi bilincinin olmaması nedeniyle yemin esasına dayalı olarak tarh edilen dolaylı vergilerin az olması servet vergilerinin önemini artırmıştır.

Her şeyden önce, sadece şehirler, gelişmiş randıman vergisi sistemi ile zaman zaman uygulanan gelir vergilerini içeren bir kamu ekonomisine sahiptiler. İkinci olarak, vergi ve aidatlar doğrudan doğruya kralın kendi memurları tarafından değil, aksine şehirler veya halk temsilcileri tarafından tevzii vergiler olarak tahsil edilmekteydi. Sonuç olarak devlet bütçesi ile kralın özel bütçesi ortaçağın başlarında eş anlamlı oldukları halde, daha sonraki dönemlerde bu iki bütçe türü arasındaki ayrımın belirgin bir şekilde ortaya çıktığı görülmektedir83.