• Sonuç bulunamadı

Sivil Toplum KuruluĢlarının Ulusal /Uluslararası Düzeydeki Artan

Sivil toplum kurumlarının etkinliğinin artması özellikle uluslararası anlamda düzenlenen toplantı ve konferanslarda da önemli bir aktör olmasını kaçınılmaz kılmıĢtır. Cenevre‟de düzenlenen BM Ġnsan Hakları Komisyonu‟nda sivil toplum kurumları, kadınlar, canlılar, insanlar ve birçok konuda fikirlerini beyan ederek bu doğrultuda kararlar aldırma konusunda baĢarıya ulaĢmıĢlardır. Öte yandan sivil toplum kurumları ve sivil toplumun doğuĢu muhakkak ki sadece küreselleĢme ile açıklanamamaktadır. Sivil toplum kuruluĢlarının kökleri Batı kaynaklı bazı felsefi ve dini temellere dayanmaktadır. Bu manada sivil toplum kurumları özellikle “merhamet” ve “ilgi” gibi kavramlar ile iliĢkilendirilebilir. Muhakkak ki merhamet ve ilgi sadece Batı‟ya ait kavramlar olmamakla birlikte söz konusu kavramları merkezine alarak model geliĢtirme iĢlemi burada olmuĢtur. Tarihsel perspektif içerisinde hastalar, yoksullar ve savaĢ mağdurları için dayanıĢma içerisinde olmak birçok kültürde yer almaktadır. Ancak uygulamada bu dayanıĢma düĢüncesinin yaygınlaĢması Avrupa sayesinde olmuĢtur. 17. yüzyıldan itibaren Avrupa ve Avrupa‟nın sömürgelerinde oluĢan yardımlaĢma ve bu yardımlaĢmanın laikleĢmesi anlayıĢıdır. Avrupa, Hıristiyanlık ve Yahudilik‟ te bu durum böyleyken, Müslümanlık‟ ta ise merhamet, yardım çok daha üst seviyede olup, burada laikleĢme söz konusu olmamaktadır ve hayır iĢleri ümmet çerçevesinde ele alınmaktadır (Ryfman, 2006: 12-16).

Sivil toplum kurumlarının geliĢmesine etki eden merhamet ve yardım olgusuna etki eden faktörden ilki, 17. yüzyılda devletlerarası silahlı mücadeleyi bir kurala koymak için uluslararası hukukun geliĢtirilmesi olup, ikincisi ise insanlık ve

insanlığın iyiliğini ön plana çıkaran aydınlanma düĢünceleridir. Öte yandan sivil toplum kurumlarının geliĢiminin baĢlangıcı örgütlenmelerdir. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren Atlantik‟e kadar dernek olgusu geliĢim göstermiĢtir. ABD‟de köleliğe karĢı oluĢturulan örgütlenmeler ilerleyen dönemlerde savaĢ mağdurları ve savaĢtan yaralanan insanlar için oluĢturulan sağlık ve yardımlaĢma derneklerine yerini bırakmıĢtır. Örneğin; Fransız Florance Nightingale, ilk hemĢire örgütlenmesini gerçekleĢtirmiĢ ve özerk bir insani yardımlaĢma derneğinin temelini atmıĢtır. Daha sonraları bu örgütlenmeler yerlerini, özellikle küreselleĢmenin de etkisi ile tüm dünyaya yayılan Kızılay ve Kızılhaç gibi derneklere bırakmıĢtır. Birinci Dünya SavaĢı sırasında da özellikle mağlup olan devletlerdeki yaralılara, hasta olanlara ve açlıkla mücadele eden insanlar için Children Fund gibi örgütler oluĢmaya baĢlamıĢtır. Aynı durum Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında da devam etmiĢ ve Oxfam ve American Care gibi sosyal sorumluluk üstlenen sivil toplum kurumları oluĢmuĢtur. 1970‟li yıllardan sonra ise ağırlıklı olarak sınır tanımamazlık fikri üzerine faaliyette bulunmaya baĢlayan sivil toplum kurumları sadece savaĢ mağduru insanlar için değil, savaĢtan mağlup ayrılan ülkelerle ilgili de projeler üretmeye baĢlamıĢlardır. Sivil toplum kurumlarının kuruluĢu incelendiğinde hedef kitle ve kategorilerin zaman içerisinde farklılaĢtığı görülmektedir. KüreselleĢmenin de etkisiyle artan üretim ve sanayileĢme beraberinde çevre, canlı hayatları ve kaynak kullanımı gibi konuları gündeme getirmiĢ ve bu alanlarda World Wildlife Fund gibi örgütler kurulmaya baĢlanmıĢtır (Ryfman, 2006: 16-20).

21. yüzyıl ile birlikte, sivil toplum kurumlarını diğer uluslararası aktörlerden ayırmak gerekmektedir. AraĢtırmacılar bununla ilgili çalıĢmalar yapmakla birlikte bu ayrım hususunda Laroche dört büyük kategori arasında bir ayrım ortaya koymaktadır. Bunlar; korporatif örgütler (sendikalar ve ekonomik etkinlik dalları), teknik örgütler, bilimsel örgütler ve son olarak sosyal ve insani örgütlerdir. Bu ayrım daha çok uzmanlaĢmıĢ ve bürokratikleĢtirilmiĢ bir ayrım olarak kabul edilmekte ve genel kabul görmemektedir. 1970‟li yılların sonlarından itibaren liberalizmin etkisini giderek arttırması, devlet dıĢındaki özel sektör, örgüt gibi pek çok oluĢumun etkinliğinin artmasını sağlamıĢtır. Bu süreçte liberal politikalara ve küreselleĢmeye karĢı yapılan protesto ve eylemler söz konusu devlet dıĢı örgütlerin oluĢumunun ve etkisinin artmasını sağlamıĢtır. Özellikle demokratik bireycilik artmıĢ ve devlet dıĢında yer alan bu örgütlerin sayısının hızlıca artmasına neden olmuĢtur. Böylece devlet sadece

alttan eleĢtirilmekle kalmamakta, faaliyet gösterdiği eğitim, sağlık, ulaĢım gibi sektörlerdeki etkinliği de tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır (Ryfman, 2006:35-44).

1945 yılında baĢlayıp günümüze kadar devam eden süreç içerisinde sivil toplum kurumlarının geçirmiĢ olduğu evrim Ģüphesiz dikkat çekicidir. Bu evrim ile birlikte etkinliği artan sivil toplum kurumları dünyada üçüncü sektör olarak kabul edilmektedir. Özellikle Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası yaĢanan politikalar ile birlikte, iletiĢim ve teknolojide yaĢanan hızlı ilerlemeler ve küreselleĢmenin 1960‟lı yıllardan itibaren daha fazla varlığını hissettirmesi, sivil toplum kurumlarının gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde etkinliklerinin ve üstlendikleri rollerin artmasına neden olmuĢtur. 1991 yılında Sovyetler Birliği‟nin yıkılması ile ulusal ve uluslararası anlamda sayıları git gide artan sivil topum kurumları, mikro düzeyde bulundukları ülke ve bölgelerde alınan kararlarda etkili ve belirleyici olmaya baĢlamıĢtır. Makro düzeyde ise, özellikle batılı devletler tarafından demokrasinin olmazsa olmazı olarak kabul görerek devletlerarası anlaĢma ve sözleĢmelerde devletlerden ayrı taraf olarak belirleyici olmaya baĢlamıĢtır.

20. yüzyıl içerisinde refah devletin, kaynakları ve yönetimleri etkin bir Ģekilde idare etmesi devlet dıĢında baĢka bir yapıya gerek duyulmamasına neden olmuĢtur. Ancak dünyada özellikle küreselleĢme ile birlikte ortaya çıkan yeni krizler ve politikalar nedeniyle devletlerin etkinlikleri zayıflamaya baĢlamıĢtır. 1970‟li yıllar ile birlikte dünya genelinde refah devletlerin petrolden kaynaklı, ekonomik olarak kaynak krizine girmesi sonucu vatandaĢlar devletin baskıcı politikalar ve toplumsal sorunlar karĢısında tutumuna tepki göstermeye baĢlamıĢtır. Devlet gücü, ortaya çıkan krizlerle mücadele edememiĢ ve toplumsal konular ile ilgilenememeye baĢlamıĢtır. Neo-liberal düĢüncelerin yayılması ve ülkelerin bu neo-liberal politikaları uygulamaya baĢlaması ile birlikte, özelleĢtirme politikaları yaygınlaĢmaya ve demokrasi kavramı, tüm dünyada öncelikli hale gelmeye baĢlamıĢtır. Soğuk savaĢ sonrası özellikle belirli bir geliĢmiĢlik düzeyine sahip olan toplumlarda, bilgi ve iletiĢim teknolojilerindeki ilerlemeler sayesinde sivil toplum kuruluĢları, tekrar gündeme getirilmeye ve merak edilmeye baĢlanmıĢtır. Bu bağlamda 20. ve 21. yüzyıl arasındaki en temel fark sivil toplum kurumlarının dünyada ve toplumlarda sahip olduğu rol ve iĢlevlerinde ortaya çıkmaktadır (Özdemir vd, 2009: 167-170).

21. yüzyıl ile birlikte sivil toplum kurumlarının sayısı giderek artmıĢtır. Ayrıca sivil toplum kurumlarının kurulması ağırlıklı olarak temel özgürlüklere bağlı olduğundan, bu konuda denetim yapılması da giderek zorlaĢmaktadır. Sivil toplum kurumlarının sayısal olarak artması, özgürlükler bağlamında ve üçüncü sektör olarak devletler ve yurttaĢlar arasında köprü olarak kabul edilmesi hususunda yararlı olmaktadır. Öte yandan 21. yüzyıl ile birlikte kamuoyunun artan ağırlığı ve etkisi, sivil toplum kurumlarının geliĢmesinde de güçlü bir rol oynamıĢtır. Sivil toplum kurumları, liberal küreselleĢmenin en somut örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Hem Batı‟da hem de Güney ülkelerinde yapılan anket ve araĢtırmaların sonucu olarak, insanlar sivil toplum kurumlarının özellikle de sosyal sorumluluk ağırlığındaki alanlarda söz sahibi olmasını istemekte ve onlara büyük ölçüde güven duymaktadırlar. Sivil toplum kurumlarının bu bağlamda kazanmıĢ olduğu popülarite küresel alanda uluslararası devlet ve topluluk iliĢkilerinde de etkili olmasını ve sivil toplumun bir kısmının kurumsallaĢmasını sağlamıĢtır. Söz konusu kurumsallaĢma, sivil toplum kurumlarının farklı uluslararası örgütlerle iĢbirliğinin göstergesi olan bir statüye kavuĢması ile baĢlamıĢtır. Söz konusu statü bir danıĢma anlamında olup, karĢılıklı iliĢkilerin belirli çerçeveler içine oturtulması amaçlanmıĢtır. 1975 yılında kurulan BM Sivil Toplum Ġrtibat Servisi (UN-NGLS) sayesinde sivil toplum kurumları ile BM sistemi arasında diyalog ve iĢbirliğinin geliĢtirilmesi hedeflenmiĢtir (Ryfman, 2006: 105-109).

Bu tür diyalogların geliĢtirilmesi sivil toplum kurumlarının uluslararası arenaya katılımlarının artmasını hızlandırmıĢ ve küresel konuların alındığı toplantı ve konferanslara düzenli bir biçimde katılmalarını da sağlamıĢtır. BaĢlangıçta sivil toplum kurumları bazı yerel ve kendine özgü özellikleri ile devletlere sempatik gelirken daha sonraki dönemlerde sivil toplum kurumları devlete karĢı söylemleri olan yapılar haline gelmiĢtir. Yapılan konferans ve toplantılar karĢısında karĢı zirveler ve tartıĢma programları düzenlemiĢlerdir. Devletler ve sivil toplum kurumları arasındaki iliĢki bu Ģekilde iĢlerken bir taraftan da karĢıt bir durum söz konusudur. Konferansa davet edilen sivil toplum kurumları için gerekli yapısal harcamalar davet eden ülkelerce karĢılanmakla birlikte kimi zaman karar alma süreçlerinde sivil toplum kurumları devre dıĢı bırakılmaya çalıĢılmıĢtır. Bunun yanı sıra devletler bazen küresel bir algı oluĢması ve dikkati çekebilmek adına sivil toplum kurumlarını kullanmakta ve insani yardım, canlıların neslinin tükenmemesi gibi daha çok sosyal sorumluluk

içeren konularda sivil toplum kurumlarını ön plana çıkarmaktadır. Sivil toplum kurumlarının devletler ve özellikle de uluslararası örgütlerle olan bu yakın iliĢkileri zamanla aslında rekabete ve aralarında gerilim yaĢanmasına neden olmaktadır. Çünkü bazı durumlarda sivil toplum kurumları uluslararası örgütlere nazaran daha etkili olabilmektedir. Örneğin 1993 Viyana Konferansı‟nda sivil toplum kurumlarının uygulamıĢ olduğu yoğun baskılar sonucu Ġnsan Hakları Yüksek Komiserliği‟nin kurulması BM‟nin saygınlığının tartıĢılmasına neden olmuĢtur (Ryfman, 2006: 113-117).

Süreç içerisinde bazı örgütler bir yandan eyleme dayalı bir Ģekilde olsun veya olmasın faaliyetlerine devam ederken bir yandan da küreselleĢme karĢısında yeni yollar aramaya devam etmiĢtir. Doğu/Batı ve Kuzey/Güney eksenli odaklı bir dünya düzeninden küresel bir dünyaya yani demokratik dünya yönetimi modeline geçiĢ için çalıĢmalar yapmaktadırlar. Günümüzde sivil toplum kurumlarının etkilerinin ve etkinliklerinin artmasının yanı sıra, bazı araĢtırmacılar bu kurumların meĢruiyetlerinin sorgulanması gerektiğini savunmaktadır. Bu karĢıt görüĢ, sınırları belirsiz olan sivil toplum kurumlarının hiçbir koĢulda devlet veya devletlerarası örgütler ile mücadele edemeyeceğini savunmaktadır. Bu karĢıt görüĢ, devletlerin rollerinin belirleyici olduğu ve tercihlerin devlet sınırları çerçevesinde geliĢeceğini, söz konusu sivil toplum kurumlarının saydam olmadığını ve temsil kabiliyetinden yoksun gayrimeĢru topluluklar olduğunu savunmaktadır. Bunun yanı sıra bazı kesimler de sivil toplum kurumlarını devletler ve uluslararası oluĢumlara karĢı durabilen üçüncü bir devlet olarak tanımlamaktadır (Ryfman, 2006: 120-123).

Bu bağlamda sivil toplum kurumlarının meĢruiyeti de tartıĢılan bir baĢka konu haline gelmiĢtir. Bunlardan ilki sivil toplum kurumlarının rol ve etkisinin iç hukuk veya uluslararası hukukta meĢru sayılmasıdır. Bir diğer meĢruluk kriteri, topluma tutunma ve toplumda kabullenilme seviyesidir. Özellikle bazı sivil toplum kurumları kurulduğu ve faaliyete geçtiği günden baĢlayarak toplumun büyük kısmında kabul görür ve desteklenir. Söz konusu destek, sivil toplum kurumlarının projelerinin baĢarıya kavuĢmasında ve meĢru olarak kabullenilmesinde etkili olmaktadır. Son olarak da sivil toplum kurumlarının yapmıĢ oldukları eylemlerin elde ettiği baĢarılar ile birlikte bu eylemleri uygulayacak, örgüt misyonunu tam anlamı ile topluma anlatabilecek üyelerinin varlığıdır. Öte yandan sivil toplum kurumlarına yapılan

eleĢtiriler genellikle yoğunluk, saydamlık ve demokratiklik üzerinedir. Özellikle karĢıt görüĢler sivil toplum kurumlarının kendi içlerinde demokratik iĢleyiĢlerinde baĢarılı olamadığını, kendi lider ve yöneticilerinin yetki ve görev sürelerinde dahi bir sınır ve standart getiremediklerini savunmaktadır. Bununla birlikte saydamlık kapsamında yapılan eleĢtirilerde de özellikle sivil toplum kurumlarının gelir gider ve bütçelerinin detaylı olarak incelenmesi gerekliliği üzerinde durulmaktadır (Ryfman, 2006: 126-130).

Sivil toplum kurumlarının artan rollerini anlatan en doğru kavram “Üçüncü Sektör” kavramıdır. Üçüncü sektörden kastedilen, sivil toplum kurumlarının neo-liberal politikalar ve uygulamalar sonucu sosyal devlet anlayıĢının giderek zayıflaması ve buna bağlı olarak toplumsal alanda meydana gelen ve azalan devletin bazı görevlerinin sivil toplum kurumları ile tamamlanacağına iliĢkin görüĢtür. Bunun yanı sıra küreselleĢme ile birlikte ortaya çıkan ve tüm dünyada yönetimler üzerinde etkili olan yönetimden yönetiĢime geçiĢ modelidir. YönetiĢim anlayıĢının temelinde, devletin yanı sıra baĢka aktörlerin de devreye girmesi ile birlikte yönetim faaliyetlerinin yerine getirilmesi yatmaktadır. Bunlara bağlı olarak günümüz dünyasında birinci ve ikinci sektörden daha çok üçüncü sektör ön planda olup, aktif olarak faaliyet göstermektedir. Özellikle küresel anlamda faaliyet gösteren uluslararası ve ulus-üstü kuruluĢlar üçüncü sektörün yani sivil toplum kuruluĢlarına olan ilgi ve katılımı her geçen gün daha da arttırmakta ve üçüncü sektörü ön plana çıkartmaktadır.

Yerel ve ulusal anlamda faaliyet gösterdikleri ülkelerde aktif olan bu sektöre bağlı kuruluĢlar, yönetimlerin alacağı kararları etkilemekle birlikte toplum yararını savunmaktadırlar. Aynı Ģekilde uluslararası alanda faaliyet gösteren ileri düzeydeki sivil toplum kuruluĢları da, özellikle devletlerin karar alma süreçlerine doğrudan ve dolaylı olarak etki edebilecek güce ve konuma gelmiĢlerdir. Bu noktada bazı kesimler, söz konusu kuruluĢların toplum ve dünyanın ortak yarar ve faydası için faaliyet göstermediği ve belirli kesimlere rant sağlamak için yönlendirmede bulunduğunu savunmaktadırlar. Özellikle bu tezi savunanlar, günümüzde hemen hemen her ülkede görülen ve 1990‟lı yıllardan sonra adeta ülkelerin olmazsa olmazı haline gelen özelleĢtirme politikalarının nedenini söz konusu üçüncü sektöre dayandırmaktadırlar.

Ulusal anlamda sivil toplum kurumlarının etkinlik ve iĢlevi bu Ģekilde değiĢirken, uluslararası anlamda da özellikle ulus üstü örgütlenmeler vasıtası ile sivil toplum örgütleri de daha etkin hale gelmektedir. Son dönemde BM bünyesinde yapılan uluslararası toplantı ve konferanslara sivil toplum kuruluĢlarının katılımı dikkat çekici sayıda artıĢ göstermiĢtir. Bununla birlikte sivil toplum kurumları, devletler ile birlikte aynı platformlarda bulunarak yeri geldiğinde karar alma mekanizmalarını etkilemekte, ulusal ve uluslararası anlamda öncelikli konuları ve bu konulardaki hassasiyetleri kabul ettirebilmektedir. Son yıllarda artan sivil toplum kurumu sayıları ile ilgili de tam bir mutabakat söz konusu değildir. Ülkelerin sivil toplum kurumlarının tanımlamasındaki farklılıklardan kaynaklanan bu sorun kapsamında her ülke farklı rakamlar vermektedir. Ülkelerin yanı sıra OECD tarafından düzenlenen veriler için de aynı durum geçerli olup, AB nezdindeki kaynaklar 2000 yılında Avrupa‟da 26 ülkede 4.436 adet sivil toplum kurumu olduğu yönündedir. Özellikle artan iletiĢim teknolojileri sivil toplum kurumlarının sayısının artmasında etkili olmuĢtur. Sivil toplum kurumları internetin hem en önemli kullanıcısı hem de en önemli besleyicisi durumundadır. Ġnternetten önce var olan sivil toplum kurumlarının, internet teknolojisinin geliĢmesi ile birlikte sayılarında ciddi artıĢ olmuĢtur (Ryfman, 2006: 47).

Özellikle 1990‟lı yıllardan sonra sivil toplum kurumlarının etkinliklerinde de Ģüphesiz artıĢ görülmektedir. Küresel anlamda siyasetçilerin ve devletlerin müdahil olmak istemedikleri pek çok durumda sivil toplum kurumları iĢbirliği ve çözüm için mücadelelerini vermeye devam etmektedir. Kıbrıs görüĢmelerinden Ġsrail-Filistin sorununa kadar sivil toplum kurumları söz konusu sürecin baĢarılı bir Ģekilde sonuçlanması için zaman zaman medya desteğini alarak da çalıĢmalarını sürdürmektedir. Tabii ki bu sorunların çözümü açısından sivil toplum kurumlarının gücü sınırlı kalsa da vermiĢ oldukları mücadele ve duyarlılık devletleri ve siyasetçileri harekete geçirmek için itici güç oluĢturmaktadır. Sivil toplum kurumlarının ilgilendiği alanlar çeĢitlilik gösterirken, onları Kuzey ve Güney olarak da son dönemde bir karĢılaĢtırma söz konusudur. Kuzey sivil toplum kurumları, daha küresel faaliyette bulunan ve hareket eden örgütler olarak kabul edilirken; güney sivil toplum kurumları ağırlıklı olarak yerel hareket eden ve uzmanlaĢmamıĢ örgütler olarak kabul edilmektedir. Güney ülkelerinde neredeyse kuaförler odası bile sivil toplum kurumu olarak kabul görmektedir (Ryfman, 2006: 69-73).

Sivil toplum kurumlarının finansmanı da, son dönemde tartıĢılan bir baĢka konu olarak karĢımıza çıkmaktadır. Özellikle insan hakları, insani yardım ve geliĢme üzerine uluslararası örgütler ve AB‟den gelen yardımlar ciddi finansman desteği oluĢturmaktadır. Burada sivil toplum kurumlarının finansmanını ulusal devlet fonlarının yanı sıra uluslararası gerçekleĢtirilen sübvansiyonlar da oluĢturmaktadır. Genel anlamda bakıldığında günümüz sivil toplum kurumlarının finansman, faaliyet, bütçe, insan kaynakları açısından 1970‟lerde kurulanlardan oldukça farklılık göstermektedir. Gerek yapıları, gerek üye sayısı, gerek bütçeleri bakımından adeta farklı büyük bir oluĢuma dönüĢmüĢlerdir (Ryfman, 2006: 75-86).

Günümüz çağdaĢ sivil toplum kurumlarının vizyonu; geliĢme, insani yardım ve insan hakları-çevre temelindedir. Bu üç temel alanı detaylı olarak inceleyecek olursak; geliĢme ve insani yardım alanı, özellikle sivil toplum kurumlarının uluslararası alanda yer almasında büyük katkı sağlamıĢtır. Bu alan çoğu zaman, devletlerini kamuoyunun ve medyanın ihmal ettiği alanlar olup, ilgilenen sivil toplum kurumlarını uluslararası anlamda ön planda tutmuĢtur. Ayrıca insani yaĢam koĢullarının giderek kalıcı ve kötü hale gelmesi, doğal afetlerin artması, ekonomik ve sosyal dönüĢümler, çevre sorunları, altyapı yetersizlikleri yardımları gerekli kılmıĢ ve bu yardımlar da en etkili Ģekilde sivil toplum kurumları aracılığı ile gerçekleĢtirilmiĢtir. Ayrıca sivil toplum kurumları öncü rol üstlenerek, uluslararası iĢbirliği ve yardım süreçlerinin en önemli aktörü olmuĢtur. Bu özellikleri ile de o döneme kadar kendilerinden önce var olan geleneksel özel örgütlerin sorgulanmasına neden olmuĢlardır. Günümüz sivil toplum kurumlarının baskılarının etkin olması ve sonuç getirebilmesi, saha uygulamaları vasıtasıyla değerlendirme yapabilmesine, bilgi ve tecrübelerinden yararlanmasına bağlıdır (Ryfman, 2006: 49-58).

Sivil toplum kurumlarının uluslararası alanda ön planda olmasını sağlayan bir diğer faktör de çevredir. Çevre konusunun geliĢtirilmesi ve çevrenin korunması üzerine çalıĢan örgütlerin sayısı son yıllarda artmakla birlikte bu artıĢ beraberinde çeliĢkileri de getirmektedir. Özellikle son yıllarda enerji, yenilenebilir enerji kaynakları, sera etkisi, nükleer gibi konular üzerine faaliyetler gösterilmektedir. Ülkeler siyasetlerini ve politikalarını bu yönde değiĢtirmekte, uluslararası alanda toplantı ve konferanslar düzenlenmekte, sivil toplum kurumu temsilcileri büyük ölçüde etkinlik göstermektedir. 2002 yılında yapılan Johannesburg zirvesinde 3.500

adet sivil toplum kurumu akredite olmuĢ ve etkinlikleri üst düzeye ulaĢmıĢtır. Tüm bu geliĢmelere rağmen, çevre üzerine faaliyet gösteren bu örgütler maalesef faaliyetlerinde ve uygulamalarında uluslararası bir boyut kazanamamakta, ağırlıklı olarak yerel ve bulundukları bölge üzerinden çevre politikaları yürütmektedir. Faaliyetler belirli bir ülke veya belirli bir coğrafi alan olarak sınırlı kalmaktadır. Bu örgütler içerisinde harekete geçme ve tüm dünyanın ilgisini çekme konusunda baĢarılı olanlar da bulunmaktadır. Örneğin üçüncü bölümde de değinileceği üzere 1971 yılında Greenpeace‟in ABD ve Fransa‟da yapılacak nükleer denemelere göstermiĢ olduğu tepki ve eylemler tüm dünyada ses getirmiĢtir (Ryfman, 2006: 59-60).

Kısacası günümüzde sivil toplum kurumlarının dünya genelinde sayı, önem ve nitelik olarak giderek geliĢiyor olmalarının temelinde küreselleĢmenin ve neo-liberal politikaların bulunduğu kabul edilmektedir. Özellikle bu noktada birçok araĢtırmacı, devlet kurumunun küçülmesi ve devletin; adalet, barınma gibi birinci dereceden olan görevlerine dönmesi savunmakta, minimal hale gelen devletin yapmayı bırakacağı hizmetlerin ya üçüncü sektör olarak kabul edilen sivil toplum kurumları tarafından yapılmasını ya da özel sektörde bulunan gerek yerel gerekse uluslararası kuruluĢlarca yapılması gerekliliğini belirtmektedir. Bu düĢünceye göre devlet sadece toplumsal alanda, özel sektörün yapmak istemediği verimli ve karlı olmayan iĢleri yapmalı ve yoksullara destek olarak, vatandaĢ yararına olan özel sektör faaliyetlerini desteklemelidir (Özdemir vd, 2009: 167-170).

Sivil toplum kurumlarının öneminin artmasında, küresel kelimesinin kullanımının yaygınlaĢması ile birlikte dünyada benimsenen küresel kültür, küresel barıĢ, küresel sanat, siyaset gibi kavramların kullanımının artması ve uluslararası kurum ve kuruluĢların gündeminde yaĢanan geliĢmeler de, bu kurumların geliĢmesinde etkili olmuĢtur. Özellikle toplumsal kaygılar ön plana çıkmıĢ ve az geliĢmiĢ ülkelerin geliĢimine katkı sağlayabilmek adına uluslararası örgütler politikalarını bu yönde değiĢtirmeye baĢlamıĢtır. Etkenlerden bir diğeri de dünyada