• Sonuç bulunamadı

KüreselleĢme-Neo Liberal YaklaĢım ve Sivil Toplum

2.2. KüreselleĢmenin Sivil Toplum Üzerine Etkisi

2.1.1. KüreselleĢme-Neo Liberal YaklaĢım ve Sivil Toplum

KüreselleĢmenin siyasi etkisinin en belirgin hali neo-liberal politikalardır. Neo-liberal politikalar neticesinde devletin müdahalesinin azaltılması planlanmakta olup serbest piyasa ve yönetim anlayıĢı benimsenmektedir. Buna ek olarak, devletin kimi kamu hizmetlerini artık yapmaması ve bunların özelleĢtirilmesinin gerekliliği savunulmaktadır. Devletin bu hizmetler ile harcamalarını arttırmaması ve dinamik devlet iĢleyiĢini engellememesi benimsenmektedir. Tarihsel aralıklar ile sivil toplum ve devletin görevlerine bakılacak olursa, devlet 19. yüzyıl içerisinde düzenin koruyuculuğunu, 20. yüzyıl içerisinde de sosyal varlığın düzenleyiciliğini üstlenmiĢtir. 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın baĢında ise toplumsal dengenin

koruyucusu görevini üstlenmiĢtir. Aynı süreçlerde sivil toplumun görevleri incelendiğinde 19. yüzyılda kendi kendine örgütlenerek sosyal sorunları çözmeyi hedefleyen sivil toplum, 20. yüzyılda tamamlayıcı hizmet üreten bir yapı haline gelmiĢ ve 21. yüzyılda ise sivil topluma giriĢ için adeta bir anahtar rolündedir (ġahin ve Öztürk, 2008: 14).

KüreselleĢme ve neo-liberal politikalar sadece sivil toplum anlayıĢında değiĢiklikler getirmemiĢ aynı zamanda sosyal devleti de liberal devlete dönüĢtürmüĢtür. Liberal devlet anlayıĢı doğrultusunda ise, özellikle kamu yönetimi anlayıĢı değiĢmiĢ ve yeni kamu yönetimi anlayıĢı benimsenmeye baĢlamıĢtır. Yeni kamu yönetimi anlayıĢının, önceki kamu yönetimi anlayıĢından temel farkı, yönetimin merkezinde hukuk ve idare olmayıp, ekonomi temeline dayanmasıdır. Bu yeni anlayıĢ devletin de artık minimalize edilmesini ve küçük birimlere ayrılmasını savunmaktadır (Arslan, 2010: 25). Bu değiĢim, yönetimden yönetiĢime geçiĢ olarak da yorumlanabilir. Yani ulus üstü Ģirketlerden sonra hükümet dıĢı örgütlerin de sayısı giderek artmıĢ, bu örgütlere yeni roller yüklenmiĢ ve dünyada devletlerin dünya politikasındaki yeri değiĢmeye baĢlamıĢtır (Topçu, 2008: 239).

Neo-liberal politikalar sadece ulus devletin etkinliğini azaltıp, sistem içerisine yeni gruplar ve sivil toplum örgütlerini sokmakla kalmamıĢ aynı zamanda ekonomiyi de küreselleĢtirmiĢtir. 1929 Bunalımı sonrası müdahaleci ve devlet kontrolünde olan ekonomiden, devlet müdahalesinin azaldığı ve yerini çok uluslu Ģirket ve yerel yönetimlere bırakan katılım ve yönetiĢim merkezli yaklaĢımlar yerini almıĢtır. 1945 yılından sonra oluĢturulan Dünya Bankası, IMF gibi kuruluĢların etkinlikleri artmıĢ, ülkelere, hükümet politikalarının kendi belirttikleri doğrultuda geliĢtirilmesi için yüksek faiz ile kredi vermeye baĢlamıĢlardır. Hatta 1970‟li yıllar içerisinde faiz gelirleri önceki dönemlere göre ciddi artıĢ göstermiĢtir (Çımrın, 2009: 199). Özellikle 70‟li yıllarda baĢlayan ve 80‟li yılların baĢına kadar devam eden petrol fiyatlarının artmasından kaynaklı ekonomik kriz devletin almıĢ olduğu kararların ve uyguladığı politikaların azaltılması gerekliliğini ortaya koymuĢtur. Söz konusu krizden kaynaklı yatırımlar azalmıĢ, maliyetler artmıĢ ve dünyada küresel ölçekte ekonomik kriz baĢ göstermeye baĢlamıĢtır. Bu krizler neticesinde de Keynezyen politikaların yerini neo-liberal politikalar almaya baĢlamıĢtır (ġahin ve Öztürk, 2008: 7).

KüreselleĢme karĢıtı bazı araĢtırmacılar, küreselleĢmeyi emperyalizmin yeni bir türü olduğunu iddia etmekte ve kapitalist sistemin devam açısından olmazsa olmaz bir olgu olarak görmektedir. Ekonomik anlamda yaĢanan bu büyük dönüĢüm, insanların sosyal ve kültürel yaĢantısının büyük kısmını etkilemesi ile dünyanın küresel devletler, örgütler ve genel anlamda küresel bir güç tarafından yönetileceği anlamına gelmektedir. Sonuç olarak siyasi sınırların ortadan kalkarak küresel yeni dünya düzeninin oluĢturulması, kapitalizmin devamlılığı için olması gereken bir zorunluluk haline gelmiĢtir. Bu bağlamda da küresel güçlerin neo-liberal politikaları çok uluslu Ģirketler vasıtasıyla ulus devletlere uygulatmaya çalıĢtığı savunulmaktadır (Çoban, 2009: 911). Kimi araĢtırmacılar, hükümet-dıĢı örgütler olarak da adlandırılan bu yeni aktörleri, liberal çoğulcu demokratik parlamenter sistemlere özgü demokratik katılım açısından, yönetim ve yasama üzerinde baskı grubu oluĢturan kurumlar olarak tanımlamaktadır. Burada tartıĢılması gereken sivil toplum örgütleri ile lobi gruplarının mı yoksa çıkar gruplarının mı ifade edildiğidir. Çünkü bu örgütlenmeler karĢımıza meslek kuruluĢu, sendika, gönüllü kuruluĢlar olarak çıkmaktadır (Arı, 2006: 76).

Neo-liberal politikalar doğrultusunda anlatılmak istenen, özellikle ekonomik anlamda tüm girdi ve çıktılarda devlet müdahalesi ve kotası olmaksızın tam anlamıyla ticaretin serbest yapılmasıdır. Devlet müdahalesinin azalmasını sadece ekonomik ve ticari anlamında yorumlanmaması gerektiğini belirten araĢtırmacılar, devletin gerçekleĢtirmiĢ olduğu sağlık, ulaĢım gibi hizmetlerin de devletin yapmaması ve devam ettirmemesi gerektiğini, söz konusu hizmetlerin hükümetlere ciddi maliyet getirdiğini savunmaktadır. Belirtilen bu sistem; sağlık, ulaĢım gibi hizmet sektörlerinin bireyler veya Ģirketlere aktarılması suretiyle özelleĢtirmelerin yapılmasını teĢvik eden bir sistemdir. Devlet müdahalesini minimuma indirmeyi hedef alan bu yaklaĢıma göre devlet sadece serbest ticaretin iĢleyebilmesi adına yasal ve toplumsal düzenlemeleri gerçekleĢtirmeli, onun dıĢında geri kalan konularda sınırlı hareket etmelidir. Bu bağlamda neo-liberal politikaların yaygınlaĢması sonucu ABD ve Ġngiltere‟de serbest ticaret anlayıĢı yaygınlaĢmıĢ ve devlet politikası haline gelmiĢtir. Bu iki ülke devletin görevlerini güvenlik, adalet ve iskân olarak belirlemiĢ, geri kalan tüm hizmetlerden devletin çekilmesi gerektiğini savunmuĢlardır. Neo-liberal politikaların Rusya‟ya etkisi ise, son derece etkili olmuĢ ve SSCB‟nin dağılması ile sona ermiĢtir. Neo-liberal politikalar sonucu sivil toplum olgusu geliĢmiĢ ve önem kazanmıĢ olup yeni örgütler kurulmaya baĢlanmıĢ ve her geçen gün

de sayıları artmıĢtır. Devletin tam anlamı ile görevlerini yerine getirememesi veya eksik yerine getirmesi üzerine devletin yetersizliklerini giderme amacıyla sivil toplum örgütleri kurulmaya baĢlanmıĢtır Burada hedeflenen Ģey, gücün kamudan alınıp özele doğru aktarılmasıdır (ġahin ve Öztürk, 2008: 10).

Devletlerin eksikliğini gidermek için sivil toplum kurumları, neo-liberal politikaların da desteği ile kamuoyu ve ortak bir bilinç oluĢturarak, ilgiyi üstlerine çekmeyi ve sorunların sesini duyurabilmeye hedeflemektedir. Bununla birlikte aynı konu üzerinde farklı çözüm önerileri olan bireyleri örgütlü bir topluluk altında toplamak da sivil toplum kuruluĢlarının hedefleri arasındadır. Devletin ve hükümetlerin çözüm yolu bulamadığı konularda araĢtırma yaparak çözüm önerileri sunmak, bu öneriler için bilgilendirmelerde bulunmak ve bunu tüm dünyaya yaymak için mücadele etmekle birlikte, özellikle alınması gereken kararlar konusunda hükümetlerin yavaĢ veya yetersiz kaldığı durumlarda hükümeti yönlendirmek ve kriz dönemlerinde halk ile yöneticiler arasında köprü görevinde bulunmak da sivil toplum kuruluĢlarının ana konuları arasında yer almaktadır (ġahin ve Öztürk, 2008: 18).

Bazı araĢtırmacılar neo-liberalizmin, kiĢileri kendi yaĢamı içinde yaĢam kalitesini arttıran ve rasyonel kararlar veren bir birey ve bir toplum yaratmayı amaçladığını belirtmektedir. Bu düĢünceye sahip olanlar, refah devlete egemen olan sosyal dayanıĢma ve güvenlik kavramlarının neo-liberalizm ile birlikte yerini özelleĢmeye bıraktığını belirtmektedir. Yani yoksulluk, hastalık, savaĢ gibi kavramlar neo-liberallere göre bireyin pazar ve küresel sistem içerisinde rasyonel hareket ederek çözebileceği sorunlar olarak görülmekle birlikte birey, bu küresele sistem içerisinde oluĢturacağı örgüt ve topluluklar ile bu sorunları çözmek için uluslararası anlamda çaba harcamaktadır (Özkazanç, 2007: 215). Bir anlamda devletçilik karĢıtı bu görüĢe göre, küresel sistem olarak görülen piyasa, bireyleri tercihlerinde genel anlamda toplam faydanın elde edilmesi için yönlendirmektedir (Heywood, 2007: 115). Neo-liberal politikalar sonucu geliĢmekte olan devletler için artık yapısal uyum, istikrar gibi yeni kavramlar önem kazanmıĢtır. IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar bu ülkelere yapacakları yardımlarda; devletin müdahalesinin azaltılmasının yanında yapısal uyum ve istikrar kavramlarını Ģart koĢmaya baĢlamıĢlardır (Çımrın, 2009: 200).

2.2.2. 1990’larda Soğuk SavaĢ Sonrası KüreselleĢme Sürecinde STK’ların YükseliĢi

1990‟larda özellikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)‟nin yıkılmasında etkili olan temel neden neo-liberal politikaları kuvvetlendiren küreselleĢme sürecinin kendisidir. Artık özgürlük ve bağımsızlık düĢüncesini savunan, devletin politikalarını eleĢtiren yurttaĢlar, yönetimi eleĢtirmeye ve devlet yönetiminin sınırlarının olması gerektiğini savunmaya baĢlamıĢlardır. SSCB‟nin özellikle demografik yapısı incelendiğinde çok uluslu ve çok kültürlü bir oluĢum olduğu dikkat çekmektedir. Neo-liberal politikaların yaygınlaĢması ile de insanların kaynaklardan eĢit derecede yararlanmak istemesi ve devletin bazı kamusal alanlardaki hizmetlerde yavaĢ kalması, bu özgürlükçü hareketlerin yeni oluĢumlara dönüĢmesini beraberinde getirmiĢtir (Kennedy, 1996: 314).

Dünyada, Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra uluslararası ve ulus üstü kuruluĢların sayısı ve etkinliği giderek artarken bu kuruluĢların özellikle geliĢmekte olan ülkeleri belirlemiĢ oldukları politikalar doğrultusunda yönlendirmeye baĢladıkları da aĢikârdır. Nitekim ticaretin tüm dünyaya yayılmasıyla birlikte kendini dünyaya kapatan izole devletler ve toplumlar dıĢarıdan gelen bu baskıya daha fazla karĢı koyamayıp mevcut küresel sistemin bir parçası haline gelmek zorunda kalmıĢtır. Bu bağlamda devletlerin veya bireylerin bir araya gelerek uluslararası alanda faaliyet gösteren örgütlerin çatısı altında bir araya gelmesi normal, hatta zorunlu bir durum olarak algılanmaya baĢlanmıĢtır. Devletin kendi egemenliklerinden taviz vermeleri ve bireyler ile devlet dıĢı aktörlerin ulus devletin sınırlarının ötesinde faaliyet göstermesinde küreselleĢmenin önemli bir rolü vardır. KüreselleĢme ile birlikte kâr amacı güden uluslararası Ģirketler de dünya genelinde ticaret yapmaya, gittikleri bölgelerdeki kaynaklardan yararlanmayı ve düĢük maliyetlerle daha fazla kâr elde etmeyi hedeflemiĢlerdir.

Soğuk SavaĢ sonrası tüm dünyada olduğu gibi Rusya Federasyonu‟nda da liberal politika uygulamaları artıĢ göstermiĢtir. Rusya, kısa sürede ekonomik anlamda dünyadaki kapitalist sistemin ve küresel ticaret pazarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiĢtir. KuĢkusuz SSCB‟nin dağılmasının ardından Rusya‟nın hakimiyet kurmuĢ

olduğu etki alanlarında ortaya bir otorite boĢluğu ortaya çıkmıĢ, bu otorite boĢluğunu ise ABD siyasi ve ekonomik alanda doldurma gayreti içinde olmuĢtur. Bu süreçten sonra dünyada artık iki kutuplu sistemin yerini, ABD‟nin lider konuma geçtiği bir düzen almıĢtır.

Doğu ve Batı Blokları arasındaki ideolojik çekiĢmenin 1990‟larda Batı‟nın zaferiyle tamamen sona ermesi uluslararası sistemdeki etkin olan güçlü devletler arasında hem siyasi hem de ekonomik anlamda bir iĢbirliği imkânı ortaya çıkmıĢtır. Batı merkezli kapitalist sistem tüm dünyada rakipsiz hale gelirken, özellikle de ekonomik alanda devletler arasında yapılan anlaĢmalar küresel ticaretin geliĢimin hızını olumlu yönde etkilemiĢtir. Bu geliĢmelere belki de en iyi örnek, Avrupa‟da 1950‟lerden beri devam eden bütünleĢme hareketinin 1992‟den itibaren Avrupa Birliği (AB) adı altında daha önce görülmemiĢ bir yapıya dönüĢmesidir. Avrupa‟daki bu değiĢim kuĢkusuz kıtanın yakın çevresindeki ülkeleri doğrudan etkisi altına almıĢ ve AB‟nin geniĢleme süreci hızlanmıĢtır (Yılmaz, 2009:4).

Soğuk SavaĢ sonrası katılımcılık, çoğulculuk ve özgürlük akımlarının artması, özellikle ticari ve siyasi anlamda uluslararası sivil toplum kuruluĢlarının kurulmasını hızlandırmıĢtır. Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan 1990‟lı yıllara gelinceye kadar üretim ve ticaret alanında Dünya Ticaret Örgütü‟nün aktif rol oynaması, ülkelerle ilgili siyasi ve idari konularda Avrupa Birliği‟nin baĢ aktör olması gibi, savaĢ ve çevre konularında da insanların hassasiyetleri artmıĢ ve olası gerçekleĢecek yıkımlara karĢı örgütlü mücadeleler baĢlamıĢtır. Sovyetler Birliği‟nin yıkılması ile birlikte yeni dünya düzeninin kurulduğu kabul edilmiĢ olup, sömürgecilik sona ermiĢ ve artık Afrika ülkeleri de uluslararası alanda ve anlaĢmalarda bağımsız birer taraf olma özelliği kazanmıĢtır (Kantarcı, 2012: 58). Özellikle Rusya‟nın dünya doğal gaz rezervinin büyük kısmına sahip olması, günümüzde kutup (artik) bölgelerindeki doğal kaynakların önemi, nükleer anlamda ülkelerin birbirleri ile rekabet içinde olması olası savaĢ ihtimallerini arttırırken, yanında yeni sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu sorunları kaynağında önlemek veya sorunlara karĢı dikkat çekmek için de özellikle uluslararası sivil toplum kuruluĢlarının sayısının arttığı görülmektedir. Sınırların ortadan kalkması, artan teknolojik geliĢmeler insanları birbirine yakınlaĢtırmıĢtır. KüreselleĢme ile artık dünyada sorunlar ve talepler benzer duruma gelmiĢ ve bu sorunlara ülkelerden ayrı olarak alternatif çözüm bulmak için üçüncü sektör olarak

adlandırılan sivil toplum kuruluĢları kurulmaya baĢlanmıĢtır. Sivil toplum kuruluĢları devletlerin yetkilerini bir anlamda kısıtlamıĢ ve artık devletlerden ayrı olarak uluslararası alanda kendi baĢlarına birer aktör olmayı baĢarmıĢlardır.

Özellikle 1990‟lardan sonra büyük devletler, birbirleri ile rekabet içinde olan ve güçleri gün geçtikçe artan bölgesel devletler olarak değerlendirilmektedir. Buna neden olarak da; birçok devletin kendi güvenliklerini sağlayabilir duruma gelmesi, buna bağlı olarak da büyük devletlerden giderek bağımsız bir hale gelmeye baĢlaması ve bir zamanların geliĢmekte olan ülkelerden birçoğunun artık belirli bir geliĢmiĢlik düzeyine sahip olması gösterilmektedir (Sander, 2005b: 589).

Soğuk SavaĢ döneminin sona ermesinden günümüze kadar yaĢanan en büyük geliĢme küreselleĢmenin etkisinin önüne geçilemez artıĢıdır. Her konuda etkisini gösteren küreselleĢme; ekonomi, askeri, siyasi, güvenlik, çevre, sosyo-kültürel alanlarda yeni oluĢumları da beraberinde getirmiĢtir. Bu oluĢumlar ile birlikte de oluĢumların destekleyicisi olan ve artık devletler ile birlikte ama devletlerden ayrı, tüm dünyada kabul gören sivil toplum kuruluĢları etkin hale gelmiĢ, devletler nezdinde yeni sosyal eĢ olarak kabul edilmeye baĢlanmıĢtır. Bu yükseliĢe verilebilecek en güzel örnek, 2000 yılında yapılan BirleĢmiĢ Milletler bünyesinde yapılan “Binyıl Zirvesi” adlı uluslararası toplantıya 1.800 civarı sivil toplum kuruluĢunun katılmasıdır. Bu bağlamda sivil toplum kuruluĢları uluslararası organizasyonlarda çok önemli ve değerli bir paydaĢ haline gelmiĢtir (Keulder, 2009:2). Kısacası Soğuk SavaĢ dönemi sonrası sivil toplum kurumlarının yükseliĢinin temel nedeni küreselleĢme ile birlikte dünyanın açık pazar haline gelmesi ve ticaretin, teknolojinin ve bilginin tüm dünyaya hızlı bir Ģekilde yayılması ile neo-liberal politikaların uygulanması olmuĢtur.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KÜRESELLEġEN DÜNYADA ULUSLARARASI BĠR SĠVĠL TOPLUM KURUMU OLARAK GREENPEACE

3.1. GREENPEACE