• Sonuç bulunamadı

Greenpeace‟in Ortaya ÇıkıĢı ve Amacı

2.2. KüreselleĢmenin Sivil Toplum Üzerine Etkisi

3.1.1. Greenpeace‟in Ortaya ÇıkıĢı ve Amacı

Tüketim alıĢkanlıklarının artması ve bu alıĢkanlıkların küreselleĢme ile dünyanın tüm alanlarına yayılması ile birlikte üretim ve tüketim temel iki kavram haline gelmiĢtir. Özellikle teknolojinin artması ile birlikte üretim olanakları ve imkânları dünyanın dört bir köĢesine dağılmıĢ durumdadır. Üretici uluslararası Ģirketler az maliyet ile daha fazla üretimi nasıl yapacaklarını düĢünürken, etraflarına özellikle de çevreye ve canlılara verdikleri zararı maalesef göz ardı etmektedirler. Özellikle kaynakların sürdürülebilir bir Ģekilde kullanılmaması ve çevre kirlilikleri, ülkelerin baĢlıca mücadele etmek zorunda kaldıkları sorunlar haline gelmektedir.

GeliĢen teknoloji ve imkânlar ile birlikte uygarlık kavramı, insanların doğa ile mücadelesi olarak kabul edilmiĢ, özellikle 21. yüzyılın baĢlarında insanoğlu yaĢamıĢ olduğu dünyanın ve çevrenin sınırlarının farkına varmıĢtır. Bu farkındalık aslında insanların çevre ve doğal kaynaklarla olan mücadelesini de beraberinde getirmiĢtir. Bu noktada insanlar ya doğa ve kaynaklarının kıtlığının farkına vararak sorumlu bir Ģekilde davranmaya devam edecek ya da söz konusu kaynakları ve doğayı uç sınırlarına kadar kullanarak yeni sorun ve felaketlere kapı aralayacaktır. Yapılan çevreci hareketler birçok kesim tarafından uygulanabilir olmayan ve daha soyut bir oluĢum olarak kabul edilmekle birlikte, söz konusu soyutluk yani doğa sevgisinin ancak ciddi bir çevre bilinci ve bu doğrultuda atılacak adımlar ile daha somut hale getirilebileceği üzerine ortak kanıya varılmıĢtır (Brown ve May, 1992: 3).

Artan üretimlerin yanı sıra ülkelerin uluslararası alanda söz sahibi olmak ve daha güçlü bir duruma gelmek için birbirleri ile yarıĢtıkları enerji alanında da durum aynıdır. Sanayi devriminden itibaren baĢlayan, yakın tarihte 1960‟lı yıllardan sonra devam eden geliĢmeler, rekabet ve üretimden kaynaklı çevre sorunlarını ve canlıların zarar görmesini beraberinde getirmiĢ, bu durum toplumun belirli kesimleri tarafından

tepki toplamaya baĢlamıĢtır. Bu tepkinin sonucu olarak, çeĢitli sivil toplum örgütleri, partiler veya gönüllülerden oluĢan topluklar oluĢturulmuĢtur.

YaĢanan teknolojik ve küresel geliĢmelere bağlı olarak 1970‟li yıllarda dünya ülkelerinin pek çoğunda neo-liberal politikalar ve yönetim modellerinin de etkisi ile özgürlük hareketlerinde artıĢ görülmüĢtür. Pek çok araĢtırmacı, baĢta Greenpeace olmak üzere birçok örgüt ve oluĢumun, etkileĢim ve iletiĢim çerçevesinde bu özgürlükçü ve katılımcı taleplerin sonucu olarak ortaya çıktığını ve toplumdaki sonucu olduğunu ifade etmektedir.

Çevre alanında bu örgütler içerisinde yer alan en önemli ve dünya tarafından en çok tanınan örgüt Greenpeace (YeĢil BarıĢ)‟dir. Bazı kaynaklar, Friends of the Earth (Yeryüzü Dostları) ve Greenpeace gibi özelikle 1960‟lı yıllardan itibaren ortaya çıkan ve geliĢen örgütlerin, diğer örgüt ve birliklerden farklı olarak, geliĢmiĢ sanayi toplumlarının nükleer enerji ve çevre sorunları üzerinden temel bir değiĢim geçirmesi gerektiğini ortaya koymaktadır (Arslan, 2011: 250).

Tam da bu noktada milyonlarca üyesi olan uluslararası bir kuruluĢ olan Greenpeace ve faaliyetleri dikkat çekmektedir. BaĢlarda harap bir balıkçı teknesi ile baĢlayan duygusallıktan uzak, ciddi çevreci hareketler günümüzde okyanusları aĢan gemi filolarına sahip bir uluslararası örgütün temelini oluĢturmuĢtur. Bu bağlamda Greenpeace birçok çevre sorunu ile mücadele etmiĢtir. Ġlk kurulduğu yıllarda özellikle nükleer denemeler ve balina avcılığı ön planda olan örgüt, gün geçtikçe toksik atıklar, asit yağmurları, kanguru kıyımları, okyanusların kirlenmesi ve su canlılarının doğasının bozulması gibi pek çok soruna dikkat çekmiĢ ve mücadele etmiĢtir. Faaliyet göstermiĢ olduğu bölge ve ülkeler özelinde de, o ülke ve bölge için tehdit oluĢturabilecek birçok konu ve alınacak kararla mücadele etmiĢtir. Hatta bu eylemler ile sınırlı kalmamıĢ Ġngiltere‟de üniversitelerde araĢtırma laboratuarı, Antartika‟da gözlem istasyonları dahi kurmuĢtur. Özellikle Greenpeace‟in kurulduğu yıllardaki çevre sorunları, değiĢen dünya ile birlikte değiĢmiĢ ve daha önce gündeme dahi gelmeyen bir çok çevre sorunu günümüz çevre örgütleri ve Greenpeace‟in odak noktası haline gelmiĢtir (Brown ve May, 1992; 8-9).

ettiği çevre sorunları ile, elde etmiĢ olduğu baĢarılardan bahsetmeden önce, Grenpeace‟i diğer sivil toplum kuruluĢlarından ayıran temel nokta doğrudan katılım ve doğrudan eylemdir. Doğrudan eylem felsefesi ile birlikte örgüt, dünya genelinde basın ve televizyon kanalları vasıtası ile geniĢ bir yer edinmiĢtir. Son dönemlerde kimi kesimler, Greenpeace‟in doğrudan eylem felsefesinden yani radikal, sıra dıĢı çizgisinden uzaklaĢtığını, daha bürokratik bir örgüt haline geldiğini savunmaktadır. Ancak yapmakta olduğu eylem ve faaliyetler incelendiğinde örgütün bu söylemleri yalanladığı kolayca görülebilmektedir (Brown ve May, 1992: 10).

Greenpeace‟in tüm dünyaca tanınmasını ve örgütün geleceği bakımından bir dönüm noktasını Rainbow Warrior adlı gemisinin bombalanması sağlamıĢtır. Greenpeace‟in savunduğu felsefe ve mesaj; temiz hava, temiz deniz, okyanus ile sular ile güvenli bir gelecektir. Genel olarak bakıldığında Greenpeace insanlara, dünyayı, kaynakları ve çevreyi bölünmez bir bütün olarak görmeyi, canlıları ve yaĢamı değerli saymayı ve zamanı geldiğinde “Dur, Artık Yeter! ” demeyi, değiĢimin mümkün olduğunu ve özellikle kaçınılmaz gerekliliğini öğretmiĢtir (Brown ve May, 1992: 11).

Bu doğrultuda Greenpeace‟in ortaya çıkıĢı, 1971 yılında ABD‟nin Alaska Ģehri yakınlarında yapmıĢ olduğu yer altı nükleer test denemesi sonucu atılmıĢtır. Alaska‟nın Batı kıyısı açıklarında yer alan, yabani yaĢam kapsamında cennet olarak kabul edilen ve yaklaĢık 3.000 adet su samurunun yaĢadığı Amçitka adasına dayanmaktadır. Amçitka‟nın doğal özelliklerinin yanında, dünyanın depreme en yakın bölgelerinden biri olması da bu bölgenin önemini bir kat daha arttırmaktadır. Bu denemenin yapılmasını engellemek için, içlerinde tüm dünyada bu örgütün kurucuları arasında gösterilen Robert Hunter, David Mc Taggart ve Patrick Moore‟un da bulunduğu çevre gönüllüleri ve uzmanlar kırk beĢ gün boyunca denizde mücadele vermiĢ ve bu nükleer denemeleri protesto etmiĢtir (Arslan, 2011: 252). Bu üç isim arasında da en çok Robert Hunter ön plana çıkmaktadır. Hunter, özellikle Greenpeace‟in tüm coğrafyalarda tanınan bir medya simgesine dönüĢmesinde baĢrol oynamıĢtır (Greenpeace, agis, 2018). Nitekim 2005 yılında kanserden dolayı hayatını kaybettiğinde Hunter‟ın ölümü, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye‟de de büyük yankı uyandırmıĢtır. Türkiye‟deki ulusal gazetelerde “YeĢil BarıĢ Hareketi Babasını Kaybetti” (4 Mayıs 2005, Sabah) Ģeklinde baĢlıklar atılırken, dünya genelinde de Hunter 20. yüzyılın çevre kahramanı olarak kabul edilmiĢtir (Arslan, 2011: 252).

ĠĢte tam da bu noktada ABD, 1971 yılında nükleer silahlarını denemek için bu bölgeyi tercih etmiĢtir. Ġlk denemesini 1969 yılında 1 Megatonluk bir bombayı yerin 1.200 metre altında patlatarak deneyen ABD, ikinci ve daha Ģiddetli bir patlamayı 1971 yılında denemek için planlarını yapmıĢtır. ABD Atom Enerjisi Kurumu, yapılan tüm protesto ve eylemleri görmezden gelip söz konusu ve ilk denemden beĢ kat daha kuvvetli bir deneme için çalıĢmalarını devam ettirmiĢtir. Tüm bu geliĢmeler devam ederken, eskiden ABD donanmasında su altı dalgıcı olan Jim Bohlen, uzman bir gemici olan Paul Cote ve eski bir asker olan Irving Stowe, daha sonraları Greenpeace‟e dönüĢecek Dalga Çıkarmayın Komitesi‟ni oluĢturdular. Bu komitenin ilk amacı Amçitka‟da yapılacak olan denemenin önüne geçebilmekti. Bunun için de tanıklık etme sloganı ile birlikte bu eylemi engellemek ve protesto etmek için bir tekne bulmuĢlardır. Ancak bu arada Vancouver‟de 49. Avenue and Oak‟taki Üniteryen Kilisesi‟nde yapılan bir toplantı ile söz konusu komitenin isminin değiĢtirilmesi üzerine mutabakata varılmıĢtır. Bunun nedeni söz konusu dalga çıkartmayın komitesi insanlarda bir yakınlık ve heyecan yaratmamakta çok bir anlam ifade etmemekteydi. Yapılan konuĢmalar sonunda Kanadalı genç bir sosyal hizmet görevlisi olan Bill Darnell Greenpeace ismini önermiĢ ve bu ismin kaynağını oluĢturmuĢtur ( Brown ve May, 1992: 14-18).

Örgütün Amçitka‟da yapılacak denemeye karĢı bulmuĢ olduğu tekne ile birlikte yapılan maddi yardımlar tamamen ilgili örgüte üye olanlar ve sempatizanları tarafından finanse edilmiĢtir. Söz konusu örgüte yapılan bağıĢlar damlalar Ģeklinde artmakta ve gelecekte çok büyük ve milyonu aĢkın bir örgüt olacak Greenpeace‟in temelini oluĢturmaktaydı. Bu noktada da Greenpeace, diğer sivil toplum kuruluĢlarından ayrı olarak tamamen üye ve sempatizanlarının gönüllülük kapsamında yapmıĢ olduğu bağıĢ ve yardımlar doğrultusunda eylemlerini gerçekleĢtirmektedir. Amçitka‟da yapılacak eylemin baĢarıya ulaĢmasındaki en büyük pay sahiplerinden biri de dönemin tanınmıĢ gazetesinde köĢe yazarlığı yapan Robert Hunter‟in yazmıĢ olduğu ateĢli ve heyecanlı yazılar oluĢmuĢtur. Bu yazılar ile bir farkındalık oluĢturmuĢ ve insanların bu denemeye tepki göstermesini sağlamıĢtır (Brown ve May, 1992: 20-21).

Tüm bu geliĢmeler doğrultusunda ABD‟nin söz konusu denemeyi gerçekleĢtirmesi imkânsız hale gelmiĢtir ve yapılan bu eylemler neticesinde ABD

Atom Enerjisi Kurumu, bazı nedenlerden dolayı söz konusu denemenin gerçekleĢtirilemeyeceğini tüm dünyaya duyurmuĢtur. Bu noktada Greenpeace varlığını ispat ederek kendini tüm dünyaya ve insanlara tanıtma fırsatı bulmuĢtur. Amçitka‟dan sonra Fransa‟nın atmosferde patlatmayı planladığı hidrojen bombası denemesinde örgüt baĢarı elde etmiĢ ve yapılan protestolar ve eylemler neticesinde söz konusu deneme gerçekleĢmemiĢtir (Brown ve May, 1992, 28).

1971 yılında baĢlayan ve ağırlıklı olarak nükleer denemelere karĢı olan eylem ve faaliyetler 1975 yılında ağırlıklı yerini büyük balinaların katledilmesi ve balinaların korunmasına bırakmıĢtır. Örgütü balinaları koruma ve kurtarmaya iten asıl Ģey ise Uluslararası Balinacılık Konferansı‟nın balinaları ve yaĢam alanlarını korumada yetersiz kalıĢı olmuĢtur. Balinaların neslinin korunması amacı ile 1946 yılında açık denizlerde balina avcılığı yapan 14 ülkenin oluĢturduğu bu yapı zaman içerisinde balinaların yok oluĢunu izleyen bir topluluğa dönmüĢ ve iĢlevini yitirmiĢtir. Bu tarihten itibaren özellikle bir psikolog olan Spong ve Hunter, yirmiden fazla ülke gezmiĢ ve Japonya‟da gerçekleĢtirilen balina katliamının önlenmesi hususunda gerek televizyonlarda gerekse yaptıkları konferanslarda bilgilendirmelerde bulunmuĢlardır. Özellikle 1975‟ten itibaren farklı konulara değinilmesi ile birlikte bazı gruplar arasında Yeni Greenpeace olarak da nitelenen örgüt bu yıllarda yapacakları eylemler için, eĢyalar satıp, yardım konserleri ve müzayedeler düzenlemiĢlerdir. Özellikle balina katliamlarını engellemek için balinaları yakalayan filoların yerini tespit etmiĢler, bu filoları engellemek doğrultusunda basına ve insanlara neler yapılması gerektiğini anlatmaya baĢlamıĢlardır. Bu noktada Japon gazetecilerin, Greenpeace‟in bu eylemlerini gündeme getirmesi, Japon hükümetini de önlem almaya yöneltmiĢtir. Bu geliĢmelerin en büyük katkısı ise kamuoyunun bu geliĢmelere karĢı ilgisinin artması olmuĢtur. Özellikle R. Hunter‟in, balinalar ve balina avcılığı üzerine yazmıĢ olduğu yazılar geniĢ yankı bulmuĢ ve ilk defa bir örgütün balinalar için mücadele vermeye baĢladığını tüm dünyaya duyurmuĢtur ( Brown ve May, 1992: 53-57).

Greenpeace destekçilerinin sayısı 1976 yılına gelindiğinde 10,000‟i bulmuĢtur. Destekçi sayısı artan Greenpeace 1976 yılında balinaların korunması ve avlanmasının önüne geçmesi için yeniden harekete geçmiĢ ve doğrudan 100 balinanın avcılar tarafından avlanmasının önüne geçmiĢ, yaklaĢık 1.300 tanesinin de av sahalarından uzaklaĢmasını sağlayarak yaĢamlarını kurtarmıĢtır (Brown ve May, 1992: 62-64).

1976 yılında balinalara karĢı elde edilen bu baĢarının ardından örgüt bu sefer, Antartika bölgesinde yaĢayan beyaz fok yavruları için yeniden çalıĢmalara baĢlamıĢtır. Özellikle Norveç ve Kanadalı tüccarlar tarafından derisi için katledilen bu canlıların nesli tükenme tehlikesi ile karĢı karĢıya kalmaktaydı. Tüccarlar ve avcılar daha yavru halde bulunan beyaz fokların kafasına demirler ile vurarak öldürüp, derilerini yüzmekteydiler. Söz konusu hayvanların derilerinden kürk, manto, ceket, eldiven yapmakta ve ciddi paralar kazanmaktaydılar. Söz konusu fokların katledilmesinin öğrenilmesi de aslında bir rastlantı sayesinde gerçekleĢmiĢtir. Bölgenin turizm olanaklarını tanıtmak isteyen bir televizyon filminde fok avının da gösterilmesi insanların tepkisini çekerek, ilgilerini bu yöne doğru yöneltmiĢtir (Brown ve May, 1992: 70).

Gösterilen tepkiler ile birlikte Greenpeace‟de bölgeye giderek, yavru fokların daha fazla katledilmemesi için eylemlerde bulunmayı planlamıĢlardır. Planladıkları eylemlerden bir tanesi, Antartika bölgesine giderek avcı gemilerin avlanmalarını engellemek ile birlikte, söz konusu yavru fokların derilerine foklara zararı olmayacak ama boyası da geçmeyecek spreyler ile boyamayı hedeflemiĢlerdir. Örgütün kuruluĢ felsefesi olan doğrudan katılım kapsamında Greenpeace, üyeleri kendilerini yeri geldiğinde gemilerin önüne atmıĢlar ve canlıların hayatını korumaya çalıĢmıĢlardır. Tüm bu geliĢmeler ile birlikte ülkeler de Greenpeace‟in söz konusu eylemlerini gerçekleĢtirmemesi için yasal ve idari düzenlemeler yapmıĢlar, cezalar getirmiĢlerdir (Brown ve May, 1992: 71).

1977 yılından itibaren yapılan fok kampanyaları geniĢ bir alana yayılarak Norveç‟ten Kanada‟ya ve ABD‟ye kadar birçok ülkede özellikle kitle iletiĢim araçları etkisiyle yayılmıĢtır. Dönemin ünlü sinema yıldızı Brigitte Bardot‟un da bu eylemlere destek vermesi söz konusu eylemlerin baĢarılı olması için ciddi katkı sağlamıĢtır. Britanya, Norveç ve Kanada yönetimine protestocuların göndermiĢ olduğu yaklaĢık 20.000 mektup sonrası yönetimler söz konusu fok katliamı eyleminden, yaygın endiĢeler nedeni açıklaması ile vazgeçtiklerini beyan etmiĢtir. Atılan bu geri adım Greenpeace‟in Avrupa‟da isminin duyulmasını sağlayan en büyük kampanya olmuĢtur ( Brown ve May, 1992: 75-76).

bağıĢları ile faaliyetlerine devam eden Greenpeace‟in bağımsızlığını bir kez daha ortaya koymaktadır. Örgütün hiçbir ülke ile çıkar amaçlı iliĢkisi bulunmamakta olup aksine örgüte ve örgüt üyelerine yeni düzenlemeler ve yaptırımlar ile içerisinde Ģiddeti da barındıran uygulamalar yürürlüğe konulmaktadır. Ancak elde edilen baĢarılar ve gerçekleĢtirilen protesto eylemleri sonucu hükümetler ya söz konusu zararlı faaliyetlerini durdurma kararı almıĢ ya da süresi belli olmayan bir tarihe ertelemek zorunda kalmıĢlardır.

1980‟lerin ortalarına gelindiğinde ise, örgüt özellikle fosfatlı gübre üretiminde açığa çıkan alçıtaĢı çamurunun denizlere boĢaltılması, atmosferin kirletilmesi ve asit yağmurları ile mücadele, tehlikeye düĢen hayvan türlerinin korunması, yapımı devam eden veya yeniden faaliyete geçmesi planlanan nükleer tesisler konuları ile ilgilenmiĢ ve eylemlerde bulunmuĢtur ( Brown ve May, 1992: 151-153).

1980‟lerden sonra gündeme gelen en önemli çevre sorunu zehirli atıklar olmuĢtur. Özellikle Alman menĢeili kimya ve ilaç Ģirketleri her yıl binlerce tonluk atık asidi deniz ve okyanuslara boĢaltmaktaydı. Greenpeace tüm dikkatleri bu konuya çekmiĢ ve atığını boĢaltmak için gelen gemilerin etrafında, gemileri ablukaya alarak söz konusu atıkları boĢaltmalarına fırsat vermemiĢtir. Yapılan eylem ve protestolar sonu Alman Bayer firması, iki yıl içerisinde söz konusu atıkları denizlere boĢaltmaktan vazgeçmiĢtir (Brown ve May, 1992: 98-99).

1982 yılına gelindiğinde örgütün nihai hedefi anti-nükleer faaliyetleri tüm dünyaya yaymak olmuĢtur. Bu eylemlerin en büyük muhatabı da SSCB olmuĢtur; çünkü o güne kadar gerçekleĢtirilen 1.300 nükleer denemenin 467‟si Sovyet Rusya tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. Doğu‟da Sovyetlere karĢı atık boĢaltılmasına müsaade etmemek için eylemler yapılırken Batı‟da da Amerika, Ġsveç ve Hollanda‟da çevre kirliliklerine karĢı protestolar devam etmiĢ ve tüm dünya genelinde devletler ve Ģirketler üzerinde alınacak kararların gözden geçirilmesi ve durdurulması sağlanmıĢtır. Bu eylemler arasında Berlin Duvarı‟na, ABD‟deki Özgürlük Heykeli‟ne ve Eyfel Kulesi‟ne çıkılarak pankart açılması gösterilebilmektedir (Brown ve May, 1992: 115-119).

yıllardır sürdürdüğü eylemlerin sonucunu almaya baĢlamıĢtır. Tüm okyanusları kapsayan tek yük boĢaltma anlaĢması olan Londra BoĢaltma Konvansiyonu‟nda çoğunluk sağlanmıĢ ve yük boĢaltılması iĢlemlerini süresiz durdurma kararı alınmıĢtır. Tüm bu geliĢmelere rağmen Greenpeace üyeleri zaman zaman fiziki Ģiddet ile karĢı karĢıya kalmakta, ülkeler tarafından sınır dıĢı edilmekte, para cezası ile cezalandırılmakta, gemileri zincirlenmekte hatta hapis cezası bile almaktadırlar. Hatta kimi zaman ülkelerin ajan faaliyetleri sonucu gemilerine saldırı yapılmıĢ ve Yeni Zelanda‟da gerçekleĢen saldırı sonucu fotoğrafçısı da hayatını kaybetmiĢtir (Brown ve May, 1992: 134-137).

Greenpeace Ģiddet içermeyen tepki ve gösterilerde bulunmakla birlikte, zaman zaman örgüt aktivistleri Ģiddetle karĢı karĢıya kalabilmektedir. Bunun belki de en iyi

örneği, örgütün kuruluĢundan yaklaĢık 14 yıl sonra 10 Temmuz 1985‟te Greenpeace‟

ait Rainbow Warrior adlı geminin Yeni Zelanda‟nın Auckland Limanı‟nda Fransız gizli servisi görevlileri tarafından batırılması ve bu olay sonucu Greenpeace fotoğrafçısı Fernando Pereira‟nın boğularak ölmesi olmuĢtur (Arslan, 2011: 252).

ABD‟nin nükleer denemeden vazgeçmesi, ortaya konan eylemler, Norveç‟te yaĢanan fok katliamları ile Japonya ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği‟nin egemenlik alanında yaĢanan balina katliamları, Greenpeace‟e olan ilgiyi ve katılımı arttırmıĢtır. Son dönemlerde yapılan araĢtırmalarda Greenpeace‟in sivil toplum örgütleri arasında üye sayısı en fazla olan uluslararası örgüt olduğunu belirtilmektedir.

Greenpeace‟in bu ortaya çıkıĢ öyküsü ve kurucuların çabalarının temel amacı, sanayi devrimi ile birlikte önlenemez hale gelen çevre sorunlarının ve doğanın tahrip edilmesinin önüne geçmek; daha temiz, yaĢanabilir ve kaynakların sürdürülebilir bir Ģekilde yönetildiği bir anlayıĢ ortaya koymaktır. Bu bağlamda da kuruluĢundaki hikâyeden de anlaĢılacağı üzere tamamen gönüllülük esasına dayanan ve Ģiddet içermeyen sadece tüm dünyanın dikkatini çekebilecek eylem, söylem ve aksiyonlarla karar alma mekanizmalarını etkilemeye çalıĢmaktadır (Hasgüler ve Uludağ, 2015:

461). Greenpeace‟in yapmıĢ olduğu eylemler, geliĢen teknolojinin çevreye ve

canlılara vermiĢ oldukları zararları son yıllarda beklenenden çok daha fazla farkındalık yaratmıĢ, gönüllülük esasına dayanan ve temel kaynağı katılımcılar olan bu örgütün daha fazla söz sahibi olabilmesinin önünü açmıĢtır.