• Sonuç bulunamadı

Situational (Durum) İronisi

Durum ironisinde, beklenenin tersi gerçekleşir. Okuyucu, eseri okuma esnasında, sonuca yönelik tahminler yürütür; fakat, onun tüm bu beklentileri, durum ironisinde tersine döner. Karasu’nun “Ada” ve “Tepe” öyküleri, durum ironisinin başarılı örnekleridir.

“Ada” öyküsündeki Andronikos karakterinin yaşamı, ironik bir yaşamın en başarılı örneklerinden biridir. Onun inanç serüveni, büyük bir ironik öykü olarak anlatılır. Andronikos bir keşiştir ve çok küçük yaşta girdiği manastırda, ömrünün neredeyse tamamını geçirir. Büyük bir tutku ile dinine bağlıdır ve bunun tüm gereklerini yerine getirir: “Ne zamandır elleri böylesine özgür değildi, olmamıştı…

Ya haç vardı, ya resimler; ya buhurluk ya da körlerin, topalların, çocukların elleri, ağızları, dudakları” (Karasu, 2014: 12). Tüm hayatını, inancı eksenine göre yaşar.

Ancak bir gün yayılan bir haber, o ve onun gibi inanan insanlarda büyük bir çöküntüye yol açar.

İmparatorluk ve ona yakın dini otorite, artık ikonların kiliselerde bulunmasını yasaklamış ve onların önünde dua edilmesinin büyük bir günah olduğu kararını vermiştir. Ancak, Andronikos, neredeyse bütün hayatı boyunca büyük bir imanla önünde dua ettiği resimlerin, heykellerin yaşamından çıkartılma düşüncesinin kendisini dahi ürkütücü bulur ve günlerce bu konu üzerine kafa yorar. Bu, insanüstü bir düşünme sürecidir.

Bu düşünmeden dolayı oluşan baş ağrısı ve gözlerin yanması, onu serseme çevirir. Üç gün üç gece, bir değirmen taşının yanıbaşında bir direğe bağlansa ve bu

işitmemeğe hüküm giyse dahi yaşayacağı baş ağrısının bundan daha büyük olamayacağı dillendirilir (Karasu, 2014: 35). Değirmen taşının çıkardığı sese, günlerce maruz kalmadan daha fazla olan bu baş ağrısının katlanılmaz olduğu açıktır.

Bu zorlu düşünme sürecinden sonra, eski inancının dışına çıkmama kararı alır. Özellikle onlarca, yüzlerce kilisenin duvarlarını, çırılçıplak gözlerinin önüne getirmesi, onun bu kararı almasında çok etkili olur (Karasu, 2014: 33). Bu yeni kilise yapısı, onun ve inancının kimliğinin değişmesi olarak zihninde yankılanır. Bunca yıl, kiliseye girdiği gibi, ilk olarak karşılaştığı, önlerinde hürmetle eğildiği ikonların yok olacak olması, başka bir inanca, kimliğe girdiği düşüncesini onda uyandırabilir ve o, bundan ürker.

Ancak otoritelere karşı gelmenin anlamının hapishane, işkence olduğunun bilincindedir ve sesini çıkaramaz. Fakat bu yeni durumu da bir türlü kabullenmez ve inancına ihanet ettiği düşüncesine sahip olur. Bu duygu, çok aşırı bir noktaya ulaştığında da inancını korumak için şehirden ve manastırdan kaçma kararı alır. Kendi inancının artık geçerli olmayacağı bir şehirde yaşamaktansa, onu, derinlemesine yaşayabileceği yapayalnız bir yaşamı tercih eder ve şehrin dışında bulunan bir adaya doğru yol alır.

Yolculuğun ilk anlarında da derin bir bağlılık duyduğu yaratıcıyı hisseder ve çeşitli bahanelerle onu aklına getirir: “Yüreğin, şakakların atışına ayak uydurmalı,

nabzın atışına. Tanrının, insanın içine yerleştirdiği tek, şaşmaz ölçüye” (Karasu,

2014: 17). Ancak bu yolculuk, çok sıra dışı şeylerin keşfinin olduğu bir yolculuktur. Andronikos, kendisini dehşete düşüren bir şey keşfeder. Çok güçlü olduğunu sandığı inancının çok ama çok zayıf olduğunu hatta olmadığını ve hem kendisini hem de bugüne kadar dini tebliğ etmiş olduğu kişileri, kandırmış olduğunu düşünmeye başlar.

İnançsızlığını anladığı an, gözlerini sımsıkı yumar. İçinden de tanrının onu, yerin dibine geçirmesini ve canını hemen o an almasını diler. Ancak bunların hiçbiri fayda etmez. Zihninde hâkim olan şey, inançsızlığı olur. İçinden tekrar, bunca yıldır hem kendisine hem de dini tebliğ ettiği kişilere yalan söylemiş olduğu düşüncesini geçirir.

İlk ironi, kendisini burada gösterir. Yaratıcıya bir inanç beslemediğini keşfetmiş olmasına rağmen, kendisini cezalandırmasını de yine ondan ister. Hem ona karşı bir inancı olmayıp hem de en büyük yardımı/cezalandırmayı ondan dilemesi tam bir ironik durumdur. Andronikos’un bu yolculukta amacı da değişmiş olur.

O, artık yeni bir yer bulma amacına sahiptir. Ne kendisini ne de başkasını kandıramayacağı, kandırmak zorunda kalmayacağı bir yer. Ondan, ne inancını değiştirmesinin istendiği ne de eski inancına göre hareket etmesinin talep edildiği bir yerin hayalini kurar. Bu, onun bugüne kadar simgelediği herhangi bir şeyin olmadığı bir yerin hayalidir.

Burada ikinci ironik durum ortaya çıkar. Eski inancını korumak, ona sahip çıkmak için çıktığı çile yolunda, bu inancını tamamen kaybeder. Yola çıkış amacı ve gerçekleşen son, birebir zıttır. Artık üzerindeki dini elbiseler dahi ona eğreti gelir: “Üstüne başına baktı. Yalan, giysiyle başlıyordu” (Karasu, 2014: 42). Yaratıcıya dair düşünceler de şu yönde değişmiştir: “Tanrı aşkına acı çekmek, şu anda gülünç bir

yalan gibi görünüyor gözüne” (Karasu, 2014: 50). Çevreyi gözlemlerken de kiliseye

dair ne varsa artık olumsuz bir çağrışımla kendisine gelir: “O zaman, ilk leyleği

görüyor. Çirkin, oranları bozulmuş bir haç gibi” (Karasu, 2014: 50). Çirkin bir

leyleği benzetmek için seçtiği obje, dini bir nesne olan haç olur. Olaylar bu yönlü gelişirken en ironik durum sonlara doğru gelişir.

Andronikos, tekrar manastırda ve hücreye kapalı halde görülür. İşlediği suç, en büyük suçlardandır. Dini otoriteye karşı çıkmış ve yeni din anlayışını kabul etmeyip kaçmıştır. Diğer insanlar, onun yaşadığı çalkantıları ve iç değişimi bilmemekte ve ona, ifade edilen suçu yöneltmektedirler. Kendisine en ağır işkence ve ölüm yöntemlerinden birini uygularlar: Hiç uyumadan günlerce konuşmak. Bu cezanın uygulanabilmesi için sürekli görevliler değiştirilir ve uyumasına izin verilmeden sürekli konuşturulur. Zaten dokuzuncu gün, vücudu bu işkenceye dayanamaz ve ölür. Burada en ironik kısım ortaya çıkar. İnanmadığı bir düşünce yüzünden en değerli şeyi yani yaşamını kaybetmesi. Andronikos, yeni dine değil de eski dine inanmaya devam ettiği ve bu amaç için şehirden kaçtığı düşünüldüğü için öldürülür. Ancak o, her ne kadar öteki insanlar bilmese de artık bu inanca sahip

Bir diğer ironik durum ise “Tepe” öyküsündeki İoakim karakterinin yaşamında görülür. O da yıllarca kendisini dine adamış ve özellikle son yıllarda, göçmenlerin dini yaşamı üzerine eğilerek onların dinlerinin muhafazasını sağlamaya çalışmıştır. Ancak gelinen son, çok da iç açıcı değildir: “Tuhaf değil mi, kurtarmak

istediği şeyi kurtarmak için ne gerekiyorsa yaptığını sanan kişinin, ömrünün sonunda o şeyi boğmakta en büyük payı kendi eliyle getirmiş olduğunu anlaması?” (Karasu,

2014: 98). Verilen tüm çabaların sonunda, eldekine bakılınca, arzulananın zıddı bir şey görmek sadece ufak mutsuz bir gülümseme bırakır kişinin yüzünde.

Bireyler, hayatları boyunca çeşitli şeylere inanırlar. Bunlardan bir, iki tanesi ise hayatlarında daha büyük yer kaplar ve günlük yaşamlarını, daha çok bunların üzerine kurarlar. İnandıkları bu değerlerin, toplumda yaygınlaşması, kitlelerin aklında ve gönlünde yer etmesi için bireyler, çeşitli fedakârlıklarda bulunurlar. Tüm bu fedakârlıkların, emeklerin sonunda, ayakta tutulmaya çalışılan düşüncenin, bizzat kendi elleri tarafından en büyük darbeyi almış olduğunu fark etmeleri, büyük bir ironik durumdur. İoakim karakterinin kendisi, bu tarz bir ironik yaşamı deneyimlemiştir.

“Tepe” ve “Ada” öykülerinde, gerek karakter gerekse de okuyucu bazında, beklenilenin tersi sonlar gerçekleşir. Okuyucular, kitabın her bir sayfasını çevirdiğinde, Andronikos ve İoakim isimli karakterlerin ne kadar dindar olduklarını görürler. Bu da onların zihninde, esere yönelik bir tahmini sonuç oluşturur; ancak eserlerin sonu, beklenilenin aksi olur. Andronikos inançsız biri olurken İoakim ise kendi inancına en fazla zarar veren kişi haline gelir.

Benzer Belgeler