• Sonuç bulunamadı

2.3. METİNLERARASILIK

2.3.3. Öz Alıntı

Metinlerarasılık yönteminde, önemli konulardan biri de yazarların sadece başka yazarların eserleriyle değil kendi eserleriyle de bir metinsel diyaloga girebilecekleridir. Buna, "öz-alıntılar (auto-citations)” denir. Ya da kimi yazarlar kendi yapıtlarını kendileri kısaltırlar. Yazdıkları yapıtlardan bazı şeyleri çıkartma ya da düzeltme yoluyla “auto-excision (öz-kısaltma)” denilen yönteme başvururlar (Aktulum 2014: 115). Her iki yöntemin kullanılmasıyla yazarlar, kendi eserleri arasındaki sınırı daraltıp onları birbirine yaklaştırırlar. Ya da kendi eserleri üzerindeki ekleme, çıkarma, düzeltmelerle eserlerini, yeni biçimlere sokarlar.

Karasu’nun Lağımlaranası ya da Beyoğlu kitabındaki öykülerde öz-alıntı örnekleri, vardır. Örneğin “Gidememek” isimli metinde ciddi öz-alıntılar görülür. Metin, Karasu’nun birçok metninin bir araya gelmesinden oluşmuştur. “Gidememek” metninde şu söz vardır:

“Sazandere’ye uğruyor musunuz?” (Karasu, 2004: 164).

“Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam” öyküsünde de, karakterin Sazandere’ye gitme çabası görülür:

“Sazandere’ye mi? diye sorduğunda, sürücüden belirsiz bir karşılık aldı” (Karasu, 2008 a: 38).

Gerek “Gidememek” metninde gerekse de “Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam” öyküsünde, Sazandere isimli bir yere gitmeye çalışan birinin çabalarına şahit olunur. Söz konusu karakter, uzun yıllardır aklında olan ancak sürekli ertelediği bu yere gitmek için yola çıkar ve çok zorlanmasına rağmen en nihayetinde Sazandere’ye ulaşmayı başarır. Benzer yöntem şurada da kullanılır:

“Denizi düşlerim hep.

Düşlerime girer…

Bu kavaklar şehrinde” (Karasu, 2004: 165).

Bu satırlar “Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam” öyküsünden fırlamıştır: “Balık oluverirdi kavaklara bakarken bakarken, deniz olmanın, sandal

olmanın arkasından; balığın kavağa çıkması deyimini eskitir, yok eder” (Karasu,

2008 a: 32).

Öyküde, karakter, denizi çok sever ve alışkanlıktan dolayı, denize karşı bıkkınlığın oluşmaması için, bir kara şehrinde yaşar. Bu şehir, kavaklarıyla meşhurdur. Ancak denize duyduğu sevgiden dolayı başta kavaklar olmak üzere, birçok şeyi denizin unsurlarına benzetir.

İkinci olarak “Gidememek” ile “Dehlizde Giden Adam” öyküsüyle kurulan öz-alıntı örnekleri gösterilecek. “Gidememek” metninde şu sözlere yer verilir:

“Saatim hep işliyordu

Acıktıkça yemek makineleri çıkıyordu karşıma” (Karasu, 2004: 166).

“Dehlizde Giden Adam” öyküsünde de saat, sürekli on ikiyi gösterir:

“Saati hep on ikiyi gösteriyor, işliyor ama kurgusu boşalmıyordu” (Karasu, 2008 a: 97).

Ayrıca dehlizde ilerleyen karakter acıktığında, karşısına yemek makineleri çıkar:

“Karnı acıkmıştı… Epey yürüdükten sonra ışıklı noktaya vardı. Bu da bir

çelik aynadır demeğe kalmadan şaşırdı; buradaki ayna değil, yiyecek makinesiydi”

(Karasu, 2008 a: 96).

Tıpkı öyküde olduğu gibi, “Gidememek” metninde de hep on ikiyi gösteren saat ve yemek makineleri vardır. Karakter, zaman zaman saatini kontrol etse de sürekli aynı sayıyla karşılaşır ancak en ilginç olan şey, saatin çalışıyor olmasıdır. Saat çalışmasına rağmen sürekli aynı konumdadır. Öte yandan, karakterin her ne zaman karnı açıksa karşısına anında yemek makinaları çıkar. Öteki metinlerarasılık şudur:

Ondan sonrası bir düş olmalı, dehlizden çıktıktan sonra …

Ama… Kördüm… Körmüşüm… (Karasu, 2004: 179).

Bu ifadeler de “Dehlizde Giden Adam” öyküsüne aittir:

“Sonra göremedi artık deliği. Kör olduğunu anladı. Durdu” (Karasu, 2008 a: 101).

Öyküde, dehlizin içinde sıradışı birçok olay yaşamış ve yorgunluktan bitap düşmüş olan olan karakter, dehlizin sonuna geldiğinde, çıkış deliğini görür. Ancak bu onun için iyi şeylerin habercisi değildir. Çünkü çok kısa bir süre sonra kör olur. Bu durum “Gidememek” öyküsünde de dile getirilmiştir.

Üçüncü olarak “Gidememek” ile “Avından El Alan” öyküsüyle kurulan öz- alıntı örnekleri gösterilecek. “Gidememek” metninde şu sözlerle karşılaşır okuyucu:

Damağına saplanmış zokayı almak istedim, incitmeden

onu.

Ağzı kapanıverdi. Elimi yuttu Önce.

Dirseğime, omuzuma erişti Sonra dudakları.

Koluma asılı kaldı (Karasu, 2004: 171).

Bu satırlar, biraz değiştirilerek “Avından El Alan” öyküsünden alınmıştır: “…sol elini, zokayı dikkatle çıkarmak üzere balığın açık ağzına soktu. Ağız

kapanıverdi. Zokanın, elinin üzerinden bileğine, koluna doğru kaydığını duydu balıkçı. Elini çekemiyor, kolu ağır ağır balığın ağzında yitiyordu” (Karasu, 2008 a:

19).

Öyküde, balığa çıkmış olan balıkçı, zokasına düşen büyük balığı almak için, elini onun ağzına koyar. Ancak hiç beklemediği bir şey olur ve balığın ağzı kapanır. Ondan sonra da balığın ağzını açamaz. Şu satırlarda da benzer yöntem kullanılmıştır:

Hazır olduğumu sandığım bir an geldi sonra. Balığa, sevisinin tutsağı

Olduğum balığa Artık seninle her yere giderim; ölüm sultanının

eşiğine bile yüz sürebiliriz (Karasu, 2004: 173).

Bu ifade, “Avından El Alan” öyküsünde geçer: “Hazırım, şimdi hazırım,

ölümün bile yanına varabiliriz… Sandalını, kıyıya vuracak gibi çeviriyor, sonra kendini suya bırakıyor” (Karasu, 2008 a: 27).

Balıkçı, kolunu kaptırmış olduğu balığa büyük bir sevgi besler. Bu sevgi öyle bir aşamaya gelmiştir ki balıkçı, tüm hayatını ona adamayı dahi düşünür ve balık ile beraber ona büyük mutluluğu vereceğini düşündüğü ölüme kendisini bırakır.

Dördüncü olarak “Gidememek” ve “İncitmebeni” öyküsüyle kurulan öz-alıntı örnekleri gösterilecek. “Gidememek” metninde aşağıdaki ifadelere rastlanılır:

Oysa… Hiç beklemedikleri Geldi başlarına…

Ada depremle sarsılmadı, Yıkılmadı, ufalanmadı.

Büyümeğe başladı (Karasu, 2004: 181).

Öyküde de benzer bir durum dikkati çeker:

“Canlı bir yaratık nasıl boy sürerse, öyle büyüyordu sanki ada. Birtakım

yerlerinden, birtakım uçlarından boy atıyordu sanki” (Karasu, 2008 a: 140).

Adalılar, yıllarca deprem korkusunu yaşamış ve tüm tedbirlerini buna göre almışlardır. Ancak, hiç beklemedikleri bir şey olur ve adaları büyümeye başlar. Bu beklemedikleri olay karşısında ne yapacaklarını bilemez hale gelirler. Bu durum her iki metinde de işlenir. Bir diğer metinlerarası örnek de şudur:

işitmez oldular.

Ada üzerlerine çöktü” (Karasu, 2004: 181).

Öyküde görülen bir olaydır bu:

“Tam bir sessizlik içinde çalıştıklarının farkına vardılar ertesi sabah. Demek

duvar gibi sağırdılar artık” (Karasu, 2008 a: 151).

Adanın büyümesini engellemek isteyen adalılar, adanın büyüyen yerlerini kazmaya başlarlar. Günler sonra gelinen noktada, etrafları, toprak kütleleriyle kaplanmıştır ve artık birbirlerini göremezler. Makinelerin sesinden dolayı da sağır olurlar.

Karasu, Kılavuz isimli romanında, öz-alıntı yöntemine başvurur. Aşağıdaki satırlar yine Karasu’ya ait olan “Dehlizde Giden Adam” isimli öyküyü akıllara getirir.

“İnsanın kafasını karıştıran, yüreğini ağzına getiren, içini kaygılara salan

hiçbir şeyin kalmadığı bir geçitteydik. Geride kalan unutulmuştu sanki; ötede bekleyenin sesi henüz gelmiyordu” (Karasu, 2008 b: 68).

Her iki metinde de sözü edilen geçit/dehliz benzer özelliklere sahiptir. İnsanın kafasını karıştıran, yüreğini ağzına getiren, içini kaygılara salan bu geçitlerde/dehlizlerde, geride kalanlar unutulmuş, ötede bekleyenler ise belirsizdir.

Karasu, öz-alıntı yöntemini eserlerinde kullanır. O, “Gidememek” isimli metnini, “Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam”, “Dehlizde Giden Adam”, “Avından El Alan”, “İncitmebeni” öykülerinden yaptığı alıntılarla yazar. Metin, neredeyse baştan sona bu öykülerden alınan parçalarla vücuda getirilir. Öte yandan

Kılavuz romanında, “Dehlizde Giden Adam” öyküsünden bazı kesitlere yer verir.

Postmodern dönemde, hem gerçekliğe hem de orijinal olmaya olan inanç ortadan kalkar. Ortada, peşinden gidilecek bir gerçekliğin olmadığına inanan postmodern yazarlar için okuyucuyu etkilemek temel kaygılardan değildir. Bu yazarların dünyasında etkilemek, yerini şaşırtmaya bırakır. Gerçekliği elinden

kaçıran yazarlar için geriye kalan şey oyun oynamaktır. Bu oyun oynama sürecinde yazarlar, kendi okurlarına çeşitli tuzaklar kurup onun şaşırmasını isterler. Başka yazarlara, eserlere göndermeler yapmak bu şaşırtmayı sağlayan metotlardan biridir. Üslupsal yeniliğin olanaklı olmadığına inanılan postmodern dünyada, geriye kalan şeylerden biri, ifade edildiği gibi önceki üslupları taklide yönelmektir. Geçmişin üslup müzesi, onlar için temel kaynaklardan biridir. Bu müze, her bir ayrıntısıyla incelenmeli ve oradan, kendilerine uygun olan ifadeler alınmalıdır. Bu da bir karnaval ortamını doğurur. Postmodern yazarları okuyan okuyucular, tek bir metnin içinde onlarca farklı sesi görmekte, tarihe açılmakta ve bir renk cümbüşüyle karşılaşmaktadırlar. Bu tarz bir eser üretimi, sosyal yaşamdan doğrudan etkilenir. Hatta postmodern toplumun, bu yönlü bir üretimi kaçınılmaz kıldığı söylenebilir. Postmodern çağda, bilgisayar ve televizyon ekranında, birkaç saniye gibi kısa bir sürede, yüzlerce farklı görüntünün zihnine yansımış olduğu okur, edebî eserler okurken de benzer bir tabloyla karşılaşır. O sanal görüntüler eserlerde yerini, önceki dönemlerin onlarca metin parçacıklarına bırakır. Okur, metinden metine sürüklenir. Yazarlar, metinlerarasılığı kurmak için çeşitli yöntemler kullanırlar. Bunlardan biri, parodidir. Bu, daha önce yazılmış bir eseri dönüştürerek ortaya yeni bir eser koyma metodudur. Öteki yöntem pastiştir. Pastiş ise daha çok, önceden yazılmış eserlerin üslupsal taklidine dayanır. Kolaj ve montaj diğer önemli metotlardır ve kullanımları birbirine benzer. Kolaj daha çok resimde, montaj ise sinemada kendisini gösterir. İkisinin ortak yönü, bir parçayı alıp başka bir yere eklemlemektir. Postmodern yazarlar için bu iki metot, metinlerarasılığı kurmak için önemlidir. Ancak unutulmamalıdır ki postmodern dönemden önce de yazarlar bu yöntemleri kullanırlardı. Eğer bu eklemlemeler, önceki metnin ontolojisini sarsıyor, yapıta bir süreksizlik veriyorsa postmodern yöntemler olmuş olurlar. Gönderge ve anıştırma da metinlerarasılığın iki önemli aracıdır. Göndergede yazarlar, başka eserlerin ya da yazarların isimlerinden söz ederken anıştırmada sadece ima söz konusudur. Epigraf ve öz alıntılar da metinlerarasılık için son derece önemlidir. Karasu da eserlerinde metinlerarasılık yöntemini kullanır. Okurlar, Karasu’yu okurken bazen kendilerini,

Koku romanının kokulu, pis balıkçılar sokağında bazen de Kafka eserlerinin dar,

labirenti andıran sokak, merdiven ve evlerinde bulurlar. Okurlar, bu okumalar esnasında, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu kitabının gizemli yapılanmasının

maceralarını anımsadıkları gibi, Hamlet eserindeki entrikaları da hatırlarlar. İnsan

Nedir ki? kitabının sürekli on ikiyi gösterin saati ile The Naked Sun eserinin dev

çelik mağaraları, dışarının aydınlığından korkan insanları, Karasu okurunun benliğine çarpan öteki unsurlardır. Ayrıca, Hegel’in efendi-köle diyalektiği, Da Vinci’nin “Son Yemek Tablosu”, Michelangelo’nun “Musa Heykeli”, Goya’nın grotesk resmileri, Dede Korkut, Ecinniler, Aşk Sanatı, Don Juan efsanesi Karasu’nun eserlerinde göze çarpan unsurlardandır.

Benzer Belgeler