• Sonuç bulunamadı

Üstkurmaca, postmodern edebiyatta, en sık kullanılan yöntemlerden biridir. Postmodern yazarlar, artık inanılacak bir gerçekliğin kalmadığına inanırlar. Bu da üstkurmacanın, onlar tarafından fazlasıyla kullanılması sonucunu doğurur.

Televizyonun, internetin, telefonun, kameranın, videonun icadı gibi birçok yeni teknoloik gelişme, bireylere bambaşka bir dünya sunar. Bu yeni gelişmeler, modern dönemin bilim ve akıl eksenli gerçekliğine darbe vurur. Sadece gördüğüne, dokunabildiğine, üzerinde deney yapabildiğine inanan modern aklın açıklayamadığı bambaşka bir duruma kapı aralanır ve postmodernlere göre artık gerçeklik ortadan kalkar. Gerçekliğin ortadan kalkması farklı bir edebî anlayışı kendisiyle beraber var eder. Artık yazarların herhangi bir gerçekliği aktarmak gibi kaygıları yoktur. Bu da metnin içeriğine olan ilgiyi azaltır. Edebiyatın bu yeni kavranışında, neyin anlatıldığı değil onun nasıl anlatıldığı ve vücuda getirildiği önem kazanır. Yapının ve edebî mühendisliğin daha önemli hale geldiğine tanıklık edilir. Burada üstkurmaca büyük önem kazanır. Çünkü üstkurmaca, büyük oranda, eserlerin varoluş öyküsü ve onların yapılarıyla ilgilidir.

Bu yöntem, romanın doğuşundan beri kullanılır. İlk roman olarak kabul edilen Cervantes’in Don Kişot romanında dahi onlarca üstkurmaca unsuruna rastlanılır. Yazar, âdeta, okurla sohbet ede ede romanını kurar: “Söylemeye hacet

yoktur ki Don Kişot’un üçüncü defa şatodan kaçtığını görmek yeğen ile hizmetçinin pek hoşlarına gitmemişti” (Cervantes, 2013: 155). Bu örneklerin sayısı, fazlasıyla

arttırılabilir. Cervantes, okuyucuyla sohbet edercesine romanı yazar. “Söylemeye hacet yoktur ki” gibi ifadelerle sanki okuyucu, onun yanındaymış ve beraber sohbet ediyorlarmış izlenimini uyandırır.

Sonraki dönemde de bu yöntem, gerek Dünya edebiyatında gerekse de Türk edebiyatında birçok yazar tarafından kullanılır. Türk edebiyatından Ahmet Mithat, buna örnek olarak gösterilebilir. Örneğin Ahmet Midhat Efendi, Karı Koca Masalı isimli eserinde okuyucuya yönelik, “merhaba ey karî!”, “Ama inkâr etme! Mutlaka

aradıkları şeyin yalnız serlevhasını değil hatta mealini bile zihninde bulmaya başladın” (Mithat, 1999: 105) gibi ifadelerle bu metodu kullanr. Ahmet Mithat

Efendi, doğrudan okura hitap eder hatta ona sorular sorar. Okurun zihnini okumak gibi bir çabaya girer. Müşahedat isimli eserinde de “ne diyorduk? Siranuş Hanım’ın

sergüzeştini istimadan sonra bir tacir çırağı ile görüşmek ihtiyacına düştüğümüzden onunla görüşelim derken İstanbul’un sebzesi nasıl tedarik ve celb ve tevzi olunduğunu da öğreniverdiğimizden bahseyliyorduk” (Mithat, 2000: 56) sözleriyle

bu yönteme başvurur. Burada da eserdeki olayların gerçekleşme sırası ile onların kendileriyle beraber başka hangi sonuçları doğurduğu okuyucuya aktarılır.

Sait Faik Abasıyanık da bu yöntemi kullanan yazarlar arasındadır. Bu yöntem, Sait Faik’in “Birahanedeki Adam” isimli öyküsünde kullanılır. Öyküdeki, “ben hikâyeciyim diye sizden ayrı şeyler düşünecek değilim… Sakın benden büyük

vakalar beklemeyin, n’olur” (Abasıyanık, 2013: 19) tarzı ifadelerle anlatıcı,

kendisinin büyütülmemesini ister. Kendisinin de okuyucular gibi olduğunu ve büyük vakaları dile getirmeyeceğini söyler.

Mustafa Kutlu, Hüzün ve Tesadüf isimli kitabında yer alan “Mevzu Derin” hikâyesinde şu satırlara yer verir: “Hakan'ın annesine de bir göz atmak isteriz

81). Anlatıcı, söz konusu öykünün çok da uzun olmadığını bu yüzden de bazı şeyleri dile getirmek istemesine rağmen onları öyküye koyamayacağını dillendirir.

Orhan Pamuk ise Masumiyet Müzesi romanına, “ama okur da ziyaretçi de

acımı bir an olsun unutabildiğimi sanmasın sakın” (Pamuk, 2008: 171) sözlerini

dâhil ederek bu yöntemi kullanır.

Görüldüğü gibi söz konusu yöntem, Türk edebiyatında da köklü bir tarihe sahiptir. Ancak bu yöntemin önceki dönemlerdeki kullanılış amacı ve doğuş şartları, postmodern döneminkinden çok farklıdır. Roman, yeni bir tür olarak doğduğu zaman, kendisini, üzerinde doğduğu edebi anlatılardan (destan, trajedi, komedi, romans) birden soyutlayamaz. Destan ve diğer türlerin etkisinin yanında, edebî üretime yüklenen anlamlar da bu tarz bir yöntemin kullanılmasında etkili olur. Ahmet Mithat’ın eserlerinde, bu yöntemin kullanılmasının ilk nedenlerinden biri budur. Çünkü o ve onun gibi edebiyatçılar için edebî üretim, halkı eğitmek ve onları belli düşüncelere kanalize etmek için vardır. Bunun için sürekli olarak araya girip okuyucuyu bilgilendirme, yönlendirme amacı güderler.

Postmodern dönemde ise daha önce de ifade edildiği gibi gerçekliğin ortadan kalktığına inanılmasından dolayı bu yöntem kullanılır. Yazarların, herhangi bir gerçekliği aktarmak gibi kaygıları olmadığı için metnin içeriğine olan ilgi minimum seviyeye çekilir ve neyin anlatıldığı değil, onun nasıl anlatıldığı ve vücuda getirildiği önem kazanır. Bu çerçevede üstkurmaca yöntemine, onun postmodern dönemde neden kullanıldığına ve bu yöntemin Bilge Karasu’nun eserlerine nasıl yansıdığına daha ayrıntılı bakılabilir.

Üstkurmaca, roman teorisini, roman yazma eylemi içerisinde gösterme işidir. Bu kavram, 1960 sonlarına doğru, romanın kendisi hakkında yazılan eserleri kastederek William Gass tarafından kullanılmıştır (Waugh, 2001: 2; Demir, 2002: 16). Üstkurmaca eserlerde ayrıca, roman yazma işi, romana özne olarak seçilir. Bu tarz eserlerde, başından sonuna kadar, yazılmakta olan romanın var oluş hikâyesi anlatılır (Demir, 2002: 21). Bu yüzden üstkurmaca eserler için, “özgöndergesellik, özfarkındalık, özdüşünümsellik” kavramları önemlidir; çünkü eserin, kendi eser niteliğine yönelik bir farkındalık durumu söz konusudur (Ünal, 2008: 291).

Üstkurmacanın kullanıldığı eserleri okuyan okurlar, onun nasıl bir sürecin sonunda var olduğuna tanıklık ederler. Okur, karşılaştığı cümlelerin, olay örgülerinin, karakterlerin nasıl bir sürecin sonunda var olduğunu daha yakından gözlemler. Bu yüzden, üstkurmaca eserlerde yazı, yazarlık olguları önemli bir yer tutar ve eserlerin yazılış süreci, bunlar üzerinden verilir. Gece romanı, bu tarz bir eserdir.

Gece romanındaki dipnotlar, önemli üstkurmaca alanlarıdır. Romanın yazılış

süreci bu dipnotlar aracılığıyla okura sunulur.

2. dipnotta, birinci bölümün anlatıcısı, o ana değin doğru dürüst bitmiş bir şeyin olmadığını ve geçmişin sertliğini, çarpıcılığını aktarmak isteyip istemediğinden emin olmadığını dillendirir. Söz konusu ana kadar tasarladığı konulardan, sadece birini okuyucuya sezdirebildiğini ve romanda görülen dağınıklığı toparlamak gerektiğini aktarır. En önemli hususu ise bunların ardından dile getirir. Sözü edilen ana kadarki anlatıların ardındaki yazarın, kendisi mi olduğu yoksa kendisinin yarattığı bir anlatıcı mı olduğunu henüz netleştiremediğini ve artık bunu netleştirmenin vaktinin geldiğini söyler (Karasu, 2007: 32). Burada okur, yazarın kararsız olduğunu öğrenir. Yazar, geçmiş konusunu anlatıp anlatmama noktasında halen kararsızdır. Bu kararsızlık, aynı zamanda, romanın dağınık olmasını sağlayan sebeplerden de biridir. Öte yandan okur, anlatıcı konusunda, belirsizliğin olduğu gerçekliğiyle karşılaşır.

Anlatıcı, başını alıp gittiğini ve birçok şeyin belirsiz kaldığını, 3. dipnotta aktarır. Ancak bu belirsizlik durumunu, bilinçli olarak var ettiğini çünkü önemli olanın, birtakım yolların olayı da okuyanı da bir yere ulaştırmaması, sadece bir iki yolda, sonuna dek gidilebileceğinin okuyucuya sezdirilmesi olduğunu dillendirir. Bu konuya çok dikkat etmesi gerektiğini, kişilerin de hem var kılınması hem de belirsizlik içinde bırakılması konusunun son derece önemli olduğunu söyler. Ancak bu son dediğini nasıl tanımlaması konusunda henüz net bir fikre sahip değildir. Kişilere dair bu durumun, “öznenin ara ara belirsizleşmesi” şeklinde nitelenebileceğini ifade eder (Karasu, 2007: 56). Bu dipnottaki ifadeleriyle anlatıcı, roman karakterlerini nasıl vücuda getirdiğini tasvir etmiş olur. Roman karakterlerinin ete kemiğe bürünmemesinin sebebi, onları var eden yazar olduğu gibi romandaki

belirsiz olayların ve karmaşık yapının sebebi de odur. Tüm bunlar, onun tarafından, bilinçli olarak var edilmiştir.

Dipnot isimli dipnotta, anlatıcı, kullandığı yazınsal yöntemler üzerine çeşitli yorumlarda bulunur. Her şeyin içyüzünü biliyormuş da söylemiyormuş gibi gösterilen, yazılan kişi ile söylemeyen ama söylemediğini belli etmekten de geri durmayan yazar arasındaki ince ayrımı denetim altında nasıl tutabileceğinin muhakemesini yapar. Ne yapmak istediğini kendisine soralı uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bu konuda, açık seçik bir yanıta ulaşamamış olmasının bir anlam taşıyıp taşımadığını kendi kendisine sorar. Ayrıca, Düzeltmen, Yaratman, Yazar gibi isimlerle adlandırdığı kurgusal kişinin eserin başında kaldığını ve bu gidişle onu bir daha anmayacağanı ifade eder. Oysa başlarda onu, kendi “avâtara”larından (farklı bir kimlikle onu yansıtan) biri diye düşünür (Karasu, 2007: 71). Bu bilgilerle, bazı yazarların hangi amaç için var edildiği ve hangi dengede tutulmaları gerektiği öğrenilir. Bazı yazarların ise artık metinden çıkarılabileceği vurgulanır. Bu dipnotla okur, romanın nereden gelip nereye doğru gittiğine dair daha ayrıntılı bilgi sahibi olur. Aynı zamanda, daha önce karşılaşmış olduğu roman karakterlerinin romandaki varoluş amaçlarına yönelik fikir sahibi de olur.

Anlatıcı, elindeki defterin bittiğini ve bunun da olsa olsa dünyanın sadece bir görünümü olduğunu ve bununla her şeyin bitmediğini 35. bölümdeki dipnotta vurgular (Karasu, 2007: 80). Bu sayede okuyucu, o ana kadar okuduklarının başka birinin defteri olduğunu öğrenmiş olur. Bu defterin de yaşanan olayları tam anlamıyla açıklamaya yetmeyeceği çünkü onun sadece bir görünüm olduğu dillendirilir.

43. bölümdeki dipnotta, ikinci bölümün anlatıcısı sözü alır ve o ana kadar “ben” diyerek konuşan kişinin bir kişi mi yoksa iki kişi mi olduğunu sorarak ortada, anlatıcı bazında bazı belirsizliklerin olduğunu aktarır. Bunu, sadece bir belirsizlik durumu olarak değil aynı zamanda kişinin tutarsız olma durumu olarak da tanımlanabileceğini ancak bu tutarsızlığın, yazardan mı yoksa kişilerden mi kaynaklandığının net olmadığını dile getirir ve bu durumun, anlatıcı olarak ona bir yarar sağlayıp sağlamayacağı konusu üzerinde durur. Okur eksenli bakınca onların, bu duruma şaşırmaları hatta durumdan ürkmeleri gerektiğini dillendirir. Bu kadar

belirsizlik ve kararsızlık durumlarına rağmen, dünyayı bütünüyle elinde tutabileceği duygusunun ve en değişik kişilerin benliğine hükmedebileceğine olan inancının arttığını de ekler (Karasu, 2007: 97). Bu dipnot, romanın anlatıcıları ve karakterleri hakkında önemli bilgiler içerir. Romanın anlatıcısı, eserdeki anlatıcı çoğulluğundan doğrudan bahseder. Karakterlere yönelik de o ana kadar dile getirilen belirsizlik durumunun, tutarsızlık olarak da nitelenebileceğini söyler. Bununla yetinmeyen anlatıcı, okura dönerek onun bu durumdan ürkmesi gerektiğini ifade eder.

Romandaki çeşitli olasılıklardan, 46. bölümdeki dipnotta bahsedilir. Örneğin, anlatıcı, Araştırma Merkezi denilen yapının içinde, herhangi bir sızıntıya olanak bırakmadan, ikinci bir kuruluşu barındırmanın güç bir iş olacağını ancak Güneş Hareketi denen şeyin “açıkta gibi” görünmesinin, anlaşılabilir olacağı yorumunda bulunur. Ona göre, resmî bir bina olan Bilgiler Sarayı’nın bambaşka birtakım işler için de kullanılmakta olması, işi büsbütün içinden çıkılmaz hale getirir. Ama bütün bunların artık pek de önemli olmayacağını çünkü bir yazarı durdurabilecek “inandırıcılık” eşiklerinin, epey zaman önce aşıldığını söyler (Karasu, 2007: 102). Okur, bu ifadelerle, Gece romanında, gerçekliğin peşine düşmemesi gerektiğini anlar. Birçok şeyin belirsiz hatta tutarsız olarak nitelendiği romanda, mekânlar da bundan nasibini alır. Bilgiler Sarayı’nın, birden çok fonksiyona büründürülmesi, anlatıcıya göre, zaten karışık olan olay ağını daha da karmaşık hale getirir.

65. bölümdeki dipnotta, dördüncü bölümün anlatıcısı, açık bir şekilde, dörde bölündüğünü ve bunu yapma amacının ise simgesel kavrayıcılığa ulaşmak olduğunu fakat bunda ne ölçüde başarıyı elde ettiğini kendisinin de bilmediğini aktarır (Karasu, 2007: 145). Bu dipnot çok önemlidir; çünkü roman boyunca, anlatıcı konusunda çeşitli tereddütler yaşayan okuyucu, bu dipnot sayesinde, aklındaki bazı soru işaretlerinden kurtulup anlatıcı çoğulculuğu konusundaki tereddütlerinden uzaklaşıp daha net yargılara ulaşma fırsatı yakalamış olur. Bu ana kadar anlatıcı çoğulculuğu konusunda, daha çok yorumlar üreten okur, artık anlatıcı çokluğu konusunda kesin bir yargıya varır.

Anlatıcı, romandaki olayların, mantık sınırlarının dışına taştığını ve iç içe geçtiğini, bunun sebebinin de kendi kafasındaki kararsızlık olduğunu 69. dipnotta

daha net olmasını umarken bu sözlerle anlatıcının da zihninin dağınık olduğunu öğrenir. Romandaki dağınıklığın bir sebebinin de bu olduğu çıkarsamasında bulunur.

Dipnot (!) (S.) sembollü dipnotta, öykü karakterlerinden biri sözü alır ve yazara hitaben konuşmaya başlar. S. isimli karakter, yazara dönüp beni susturmak ister gibi bir halin daha doğrusu kitabın dışına atmak gibi bir düşüncen var, der. Yazarların, kurgusalın dünyasında, istedikleri gibi at koşturduklarını, istediğine istediğini yaptırdıklarını ve buna sözü olmadığını söyler. Ancak kendisi gibi gerçek kişilerin eserde yer almasıyla yazarların hareket alanının kısıtlanabileceğini çünkü onların buna karşı koyabileceklerini dillendirir. Fakat bunun hemen ardından, yazarların “bizim yazdığımız kalır, gerçek örneklerimizse ölür gider, hiçbirinin – önemli kişiler bile olsalar- bizim ölçülerimiz ölçüsünde ‘gerçekliği’ yoktur” tarzı bir eleştiri getirebileceklerini ve bu konuda onlarla pek de hem fikir olmadığını ekler. Kendisinin de bir karakteri olduğu bu öyküde, birçok şeyin halen belirsiz olduğunu ve eserin bitip bitmeyeceğinin dahi net olmadığını vurgular. Yazara hitaben çeşitli sözler söylemeyi/deftere yazmayı sürdürür. Bu defterden kimseye bahsetmeyeceğini söylerken yazarın bu satırları okuma esnasında gülebileceğini düşünürek “gülme” ifadesini de kullanır. Kendisinin vermiş olduğu bu sözün, yazarın kitabındaki sözlere benzemediğni ve bunu tutacağını dillendirir. Sonrasında ise aralarındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğini yazar. Yazarın, her gün yazdıklarını ona göstermesini, bunların üzerine tartışmaları gerektiğini ifade eder (Karasu, 2007: 158). Bu sözler, romanda üstkurmacayı sağladığı gibi, yazar-eser karakteri konusunda da alışılmışın dışında bir tablo ortaya koyar. Yazarına karşı koyan, onu yönlendirmeye çalışan eser karakterine şahit olunur. Genel kanıda, karakterler, yazarlar tarafından yönlendirilen güçsüz kişiler olarak bilinir. Ancak Karasu, bu tarz bir kullanımla söz konusu yargıya büyük bir darbe indirir. Yazarlık konusunun ele alındığı bu metinde, metin “karakteri” kendi yazarına başkaldırıyor. Sana meydan okumayacağımızı mı düşünüyorsun? diye ona âdeta haykırır. Roman büyük oranda, karakterlerin, defterlerine yazdığı kurgulara dayanır. Bu defteri ele geçiren öteki karakterlerden biri, kendisinin de metnin bir parçası olduğunu görünce ve istediği tarzda çizilmediğini fark edince metne doğrudan müdahale eder.

Bu dipnotun hemen ardından gelen sayfada anlatıcı, dipnotların anlamının eridiğini, kimin ne hale geldiğini, çıkış kapısının nerede olduğunu kendisinin de bilmediğini yazar. Bu durumu da aynalar içinde gezmeye benzetir. Bir başka elin anlatıya karıştığını, “kitabım” dediği bu eserin her yanının delik deşik olduğunu, herkesin bir şekilde bu esere sızabildiğini hayıflanarak söyler. Bu gidişatın sonucunun ne olacağını bilmediğini, bildiği şeyin ise “defter dolduran kim” sorusunun artık eskisi gibi çok da pürüzsüz olmadığı gerçekliğidir. Ancak en sonunda derin bir kurnazlıkla her şeyin kendi iradesiyle bu hale gelmiş olabileceğini ve yaşanan tüm bu gelişmelerin, eserin yapısı icabı olmuş olabileceğini ekler (Karasu, 2007: 159). Bu ifadeler, anlatıcının, eseri bir oyun olarak gördüğünü ortaya koyar. Eserde her şey iç içe geçmiş, yazar-karakter sınırı ortadan kaldırılmış hatta tersine çevrilmeye çalışılmıştır. Tüm bu karışıklıkta anlatıcı tekrar sözü alır ve tüm bunları bilinçli olarak yapmış olabileceğini söyleyerek eserin, oyun olgusuyla olan bağını ortaya koyar.

İlerleyen sayfalarda, okuyucu tekrar Dipnot (!) (S.) sembollü dipnotla karşılaşır. S., yazarın ortalığı iyice içinden çıkılmaz hale getirdiğini ve kendisinin daha doğrusu kendisine benzettiği kişinin tekrar yazarın odasında olacak şekilde metne sokulduğunu aktarır. Metne çeşitli eleştiriler de getirir. Bunlardan biri, yazarın, okuldan arkadaşı olan sağır birini metne sokmasıdır. Bununla yetinmeyen yazar, bu özürlü kişinin sonradan çok önemli pozisyona gelmiş biri olduğunu ima eder. Yazarın, bu kişiye N. ismini vermesini de eleştirir. Çünkü N. ismi, öteki insanların, yazara verdikleri isimdir. Yani yazar, kendi ismini, sözü edilen kişiye verir. Onun, bu yöntemi kullanmasını egoist bir tutum olarak görür ve bunda başarısız olduğunu vurgular. Hatta, bu saatten sonra öyküyü nerelere çekebileceğin belli değil, kendini istediğin gibi rezil edebilirsin, der. S., yazarın anlatı yöntemine de eleştiriler getirir. Yazarın, ilk zamanlarda, ortada olup bitenlerden yani genel havadan bahsettiğini ancak son sayfalardan itibaren, kendisini her yere koymaya çalıştığını ve sonu gelmez bir takım oyunlar, düzenler üzerine kafa yorduğunu eleştirel bir şekilde dile getirir (Karasu, 2007: 182). Yazar-eser karakteri ilişkisinin, alışılmışın dışında ele alınması burada da sürdürülür. S. isimli karakter, yazarın seçtiği bazı tercihlere eleştiriler getirir. Eser karakterinin, kendi yazarını

yönlendirmeye çalışması, kendisini anlatı yönteminde de ortaya koyar. Karakter, yazarın, eseri oyun havası içinde sürdürmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirir.

97. bölümde, anlatıcı, metindeki karışıklığın, belirsizliğin geldiği boyutun vehametini ortaya koyar ve artık cümlelerde dahi bir karışıklığın olduğunu dile getirir (Karasu, 2007: 206). Metnin anlatıcısı, kendi eserine dair bilgi vermeyi sürdürür ve eserdeki belirsizliğin, kararsızlığın cümlelere kadar inmiş olduğunu aktarır.

Gece romanındaki dipnotlar, üstkurmaca için önemli alanlar olarak kullanılır.

Bu dipnotlar aracılığıyla metnin anlatıcıları, eserin nasıl bir sürecin sonunda ortaya çıktığını okura sunarlar. Anlatıcılar, hangi amaçlara sahip olduklarını ve bunlardan hangilerini başarıp hangilerini başaramadıklarını dile getirirler. Dipnotlar aracılığıyla eserin yapısına yönelik bilgi sahibi de olunur. Romanda, belirsizlikler ve çelişkiler göze çarpar. Dipnotlarda anlatıcılar, kendi zihinlerinin belirsizliklerle dolu olduğunu aktarırlar ve bu da eserin yapısının neden belirsizliklerle, çelişkilerle dolu olduğunu açıklar. Dipnotlar aracılığıyla edebiyat tarihinde ender görülen edebiyat olaylarına da yer verilir. Dipnotlara sızan eser karakterleri, kendi yazarlarına başkaldırıp onları yönlendirmeye çalışırlar. Ayrıca anlatıcılar, eserde mantık sınırlarının aşıldığını söylerken okura da bir okuma biçimi önermiş olurlar.

Anlatıcı, bir pasajda, kurgusal olanın esnek dünyasını dile getirir. Ona göre, kozmik duruma, hiçbir yazar boyun eğmek zorunda değildir ve yazarlar, eserlerinde kendi kozmik âlemini kurabilir. Bu yüzden de gece çoktan bastırmış olmasına rağmen, daha yeni yeni akşam oluyormuş gibi yazı yazabileceğini ve bunun, eserin özel özgürlüğüyle ilgili olduğunu dillendirir. Ardından da “bu yazdıklarımı birileri okuyacakmış gibi davranıyor muyum gerçekten?” gibi bir soruyla okurla diyaloga geçer (Karasu, 2007: 160). O, bu sözleriyle, kendi edebî dünyasını okurla paylaşır. Yazarların, gerçek dünyanın unsurlarına boyun eğmek gibi bir zorunluluklarının olmadığını ve onların, kendi istedikleri gerçekleri var edebileceklerini söyleyerek okura, kendi yazın anlayışını aktarmış olur.

Başka bir pasajda, yazmış olmak için yazmak; eli durmamak için yazmak; söylenilecek şey kararlaştırmamış olsa da yazmak, gibi ifadelerle bir yazarın, amacı

ne olursa olsun sürekli yazı yazması gerektiğini salık verir (Karasu, 2007: 162). Sonraki sayfada, bu düşüncesini sürdürür. Yazarların birçok nedenle yazı yazdığını dillendirir. Bazen eserler, birileri okusun diye yazılırken bazen de sadece içinde bulunulan psikoloji, yazarı yazmaya sevk eder. Kimi yazarlar başlanmış olan kitabı bitirmek için yazar. Kimleri ise son birkaç sayfayı yırtmaksızın, daha önceki sayfalara bağlanabilecek biçimde yazıyı sürdürmenin yolunu bulmaya çalışır (Karasu, 2007: 163). Anlatıcı, bu sözleriyle daha çok yazarlık olgusuna yer verir. Masanın başına geçen yazarların, hangi amaçlar için yazı yazdıkları konusu açıklanmaya çalışır. Bazı yazarların, okurları göz önüne alarak yazı yazdıkları bazılarının ise okuyucuyu hiç düşünmeden sadece yazı yazmak eylemi için bunu yaptıkları dillendirilir.

Benzer Belgeler