• Sonuç bulunamadı

Gönderge ve Anıştırma

2.3. METİNLERARASILIK

2.3.1. Gönderge ve Anıştırma

Gönderge yönteminde yazar, bir başka yazardan doğrudan alıntı yapmaz. Burada söz konusu olan şey, sadece ismin verilmiş olmasıdır. Yani yazar, ya başka bir yazarın ismini ya da onun eserinin ismini verir ve bu sayede okuyucuya çeşitli göndermelerde bulunur. Okuyucu da kendisine verilen bu isim üzerinden, iki metin arasındaki ilişkiyi kurmaya çalışır. Bu sayede metnin sınırlarını genişletmiş olur. Ayrıca bazen resim, heykel ve benzeri öteki sanatsal ürünlere de gönderme yapılır.

Anıştırma yönteminde ise okuyucunun işi çok daha zordur. Çünkü yazar, doğrudan bir isim vermez. Bunun yerine, özel olarak seçtiği ve başka eserlerle ilintili olan kelimeler ve olayları eserine katar. Okuyucudan da bunları doğru yorumlayıp öteki eserlere ulaşmasını bekler. Okuyucunun, anıştırma yönteminin üstesinden gelebimesi için geniş bir kültür birikiminin olması gerekir. Çünkü ancak bu sayede, metne serpiştirilmiş olan kodların, neye gönderme yapmış olabileceğini yorumlayabilir. Karasu’nun eserlerinde, anıştırmaya dayalı metinlerarasılık örnekleri vardır. Karasu’nun Gece romanı ile Patrick Suskind’in Koku romanı arasında anıştırmaya dayalı metinlerarasılığa yer verilir. Koku romanında, hayattan dışlanmış, alt tabakadan gelen bir genç vardır. Toplumdan dışlanmasının tek sebebi, ekonomik durum değildir. Çünkü kendisi gibi alt tabakadan gelenler de onu dışlarlar. Çok uzun

bir süre bunun nedenini bulamaz. Ancak birgün sıradışı bir şeyi keşfeder. O da diğer insanlarda olan ancak onda olmayan bir şey: Koku.

Her birey kendisine has bir kokuya sahiptir ve bu, bir bakıma bir kimlik olarak sunuluyor romanda. Ancak roman kahramanı Jena Baptiste Grenouille, bir kokuya sahip değildir ve bir türlü toplumda kendisine yer edinemez. Bu da ona, hayatının amacını gösterir: Dünyanın en güzel kokusunu var ederek kendi tenine sürmek ve tüm insanlığı kendisine bağlamak. Grenouille, birçok cinayet işlemesine neden olsa da gerçekten de böyle bir kokuyu var eder ve tüm dünyayı kendisine esir edebilecek bir konuma ulaşır. Ancak kokuyu elde ettikten sonra bu amacından vazgeçer ve doğmuş olduğu, kötü kokan balıkçılar sokağında, kokuyu üstüne döker ve bu kokudan mest olan insanlar, ona sahip olmak için onu parçalara ayırırlar. Gece romanında da balıkçılar sokağında, parçalanarak öldürülen bir genç vardır. Sahnelerin sunuşu da birbirine çok yakındır. Amaçlar ve nedenler farklı olsa da her iki romanda, balıkçılar sokağında olan bir gencin, sağdan soldan gelen öteki kişilerce parça parça edilmesi ve öldürülmesi söz konusudur

Bir diğer anıştırma yollu metinlerarasılık, Kafka’nın eserleriyle yapılır. Gece romanında, yoğun bir Kafkaesk ortam görülür. Gerek konu bazında gerekse de dünyanın sunuluş ve tasviri bazında okuyucu, Kafka’nın metinleri içinde gezer gibidir. Metindeki, Yargılama Bakanlığı, sahip olduğu kaotik koridorlar, belirsizlik unsurlarıyla âdeta Kafka’nın metinlerinden fırlamıştır. Ayrıca tutuklanan karakterin, tutuklanmasının sebebini bilmemesi, Kafka’nın Dava isimli eserindeki, tutuklanma sebebini bilmeyen karakteri akıllara getirir. Metin boyunca Kafkaesk tarzın, kaotik mekân tasvirleri kendisine yer bulur. Kısa, dar sokaklar, dar merdivenler, dar evler, üst üste yığılan yataklar ve yorganlar, art arda yırtılan ve insanın ruhunu daraltan kâğıtlar, düzensiz, eşit olmayan aralıklar, gecenin tüm kasvetiyle sunumu, karakterlerin bir türlü içinden çıkamadıkları kaotik ruh halleri, doğa tasvirlerinin iç açıcı olmaması, tüm bunlar okuyucuda, Kafka’nın romanlarında yürüyormuş oldukları hissini uyandırır.

Gece romanı ile İtalo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanı

arasında da bir metinlerarasılıktan söz edilebilir. Gece’de, gündüzcü ile gececiler diye iki grup mevcuttur. Bunlar, birbirlerine rakip iki gruptur ve karşılarında olan

öteki grubu ortadan kaldırmaya çalışırlar. Benzer durum, Calvino’nu romanında da vardır: “İster Wing of Shadow ister Wing of Light olsun, her iki taraf için de ben,

ortadan kaldırılması gereken haindim” (Calvino, 2015: 124). Calvino’nun eserinde,

gölge kanadı ve ışık kanada isimli iki rakip gurup var ve bunlar da tıpkı Gece’deki gündüzcüler ve gececiler gibi birbirleriyle rekabet halindedirler. Her iki romanda da bu rekabet önemli yer tutar.

Gece ile Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanlarındaki ikinci

metinlerarasılık, gizli yapılanma noktasında da kendisini gösterir. Gece’de, toplumun ve devletin neredeyse tüm unsurlarına sızmış olan bir yapılanma vardır. Calvino’nun romanında da benzer bir yapılanmaya yer verilir: “Yoksa o, bizim örgüt için çalışan

bir polis mi?” (Calvino, 2015: 37). Romanda, tıpkı Gece’de olduğu gibi, birçok yere

sızmış olan bir yapılanma vardır. Bu yapılanma, amaçlarına ulaşmak için birçok farklı yola başvurur. Her iki romandaki yapılanma, sadece ülke sınırları içinde değil, ülke dışında da faaliyet gösterir. Gece romanında, karakterin takip edilmesi yurtdışında da sürer. Hatta aldığı mektuplardan birinde bu duruma da yer verilir. Bir

Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanında da dünyanın dört bir tarafına dağılmış olan

yapılanma, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için geniş bir ağ kurar.

Kılavuz romanında, dikkati çeken metinlerarasılık, anıştırma yollu Hamlet

tiyatrosu ile yapılandır: “Oyun oynamak… Oyun… Benden mi bulaşmıştı ona da?

Oyun içinde bir oyundu bu kez söz konusu olan” (Karasu, 2008 b: 45). Uğur, Yılmaz

tarafından, Mümtaz Bey’e göz kulak olması ve onun yalnızlığını paylaşması için belli bir süreliğine işe alınır. Yılmaz evden ayrıldıktan sonra, Uğur ile Mümtaz Bey arasındaki yakınlık artar ve birçok konu hakkında konuşurlar. Bu konuşmaların birinde, Mümtaz Bey, Yılmaz’ın kendisine oyun kurduğu fikrine kapılır. Bu fikrini Uğur ile de paylaşır. Ancak bunun altında kalmak gibi bir düşüncesi yoktur ve Uğur’dan da yardım talep eder. Yapılacak şey, söz konusu oyunun içinde yeni bir oyun kurmaktır. Tüm bunlar da akla doğrudan William Shakespeare’nin Hamlet tiyatrosunu getirir. Hamlet’te, prens Hamlet, babasını öldürüp onun yerine tahta geçen ve annesi Gertrude ile evlenmiş olan amcası Claudius’tan intikamını almak ister. Bu intikam alma süreci içinde, iç içe geçen birçok oyun görülür. Oyun içinde oyun olgusu iki eserde de mevcuttur.

Kılavuz romanındaki ikinci metinlerarasılık ise yine anıştırma yollu Gümüş

isimli kedi üzerinden A. E. Poe’nin bir hikâyesi ile yapılır. Çünkü bu garip hayvan, okura A. E. Poe’nun Kara Kedi adlı fantastik korku öyküsünü anımsatır (Moran, 2007: 121). Her iki öyküde de kediler, korkunun, ürpertinin ve belirlenemezliğin sembolü olarak arzı endam ederler. Her ikisinde de kedilerin sergiledikleri davranışlar, birbirine yakındır. Hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkan bu hayvanlar, karakterlerde korku uyandırdıkları gibi, metinlerin gizem boyutunu da arttırırlar.

Altı Ay Bir Güz anlatısında, Renan’ın İsa’nın Hayatı kitabıyla anıştırma yollu

metinlerarasılık kurulur. Renan burada, Yehuda’nın, Hz. İsa’yı ele vermesinde, sevgiden kaynaklanan kıskançlığının etkili olduğunu söyler (Burçin, 2007: 99). Metin karakteri D.H.A’ya göre de ortada bir ihanet yoktur. Aksine, aşırı bir sevgi söz konusudur. Yehuda, Hz. İsa’yı çok sevdiği için onu başkalarından kıskanır. Örnek olarak da Yohanna ile Hz. İsa arasındaki samimi ilişki ile Yehuda’nın bunu kıskanması gösterilir. Bu, sevdiğini paylaşmak istememe duygusundan dolayı Yehuda’nın, Hz. İsa’nın ölümünü sağladığı sonra da kendi canına kıydığını söyler.

Altı Ay Bir Güz anlatısında, şu sözlerle de anıştırma yöntemi kullanılmış

olunur: “Karanlıklar dünyasına girip sevdiğini kurtarmak isteyenleri düşünüyor

şimdi D.H.A.; bir de kendini kurtarmak için Azrail’i sevdiklerine, sevenlerine yollayanları” (Karasu, 2013 b: 33) Burada, Deli Dumrul efsanesine gönderme var.

Efsanede, Azrail, Deli Dumrul’un canını almaya gelir; ancak o da canının bağışlanmasını diler. Bunun üzerine Azrail, Dumrul’un yerine canını verebilecek biri olursa ancak o durumda dileğin kabul edilebileceğini söyler. Deli Dumrul’da, bu istek için annesine, babasına ve arkadaşlarına gider (Burçin, 2007: 98). Deli Dumrul efsanesi ile Altı Ay Bir Güz anlatısındaki bu benzerlikle Karasu okuyucuyu, çok eski Türk anlatılarına gönderir. Bireylerin kendi yaşamları ile çevresindeki kişilerin yaşamlarını nasıl bir ilişki biçimine sokabileceklerini bu örnek üzerinden somutlaştırmak ister.

Göçmüş Kediler Bahçesi kitabında yer alan “Dehlizde Giden Adam”

öyküsünde, anıştırma yollu bir metinler arasılık görülür: “Saatine baktı. Hâlâ on ikiyi

gösteriyordu ama işliyordu” (Karasu, 2008 a: 96). Gün boyu denizde yüzmüş olan

olduğunu anlamaya çalışır. Ancak bu hareketin, onun dünyasını altüst edeceğinden habersizdir. Mağarada, zaman zaman uykusu gelir ve uyur. Uyandığındaysa saatin çalışmasına rağmen sürekli on ikiyi gösterdiğini fark eder. Bu şekilde, Max Frisch’in

İnsan Nedir ki kitabıyla bir metinlerarasılık kurulmuş olunur. Çünkü Frisch’in söz

konusu eserinde de on ikide duran bir saat vardır.

Bir diğer metinlerarasılık da Isaac Asimov’un The Naked Sun romanıyla yapılmıştır. The Naked Sun romanında insanlar, yeraltında, tıka basa insanla dolu, dev çelikten mağaralarda yaşamakta ve açık alana çıkıp temiz havayı içlerine çekme korkusundan dehşete düşmektedirler (Marshall, 1999). Bu roman ile Karasu’nun “Dehlizde Giden Adam” öyküsü bazı ortak özelliklere sahiptirler. Öyküde karakter, dışarının pür u pak havasına çıkınca kör olur. Her iki eserde, güneş motifi, çok önemlidir. Ayrıca öyküde, modern makinalar çok önemliyken romanda da insanlar birbirlerini çok uzaktan “üç boyutlu görüntülerle” izler ve ancak istisnai hallerde yüz yüze görüşürler. Her iki eserde de teknoloji ve toplumsal yalıtılmışlık göze çarpar.

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı öyküsünde, Hegel’in Tinin Görüngübilimi

kitabıyla anıştırma yollu kurulan bir metinlerarasılık vardır. Öyküde efendinin, kölesini öldürdükten sonra, köleye en büyük iyiliği yapmış olabileceği dillendirilir. Çünkü köle, efendiye bazen aşk besler ve âşık olduğu bu kişinin elinden ölmek, ona verilebilecek en büyük lütuftur. Hegel’in efendi-köle diyalektiğinde de benzer bir fikir dile getirilir ve köle her ne kadar efendisine bağımlıysa efendi de en az o kadar kölesine bağımlıdır tezi işlenir. Bu yönüyle çift taraflı bir kölelik söz konusudur. Bilge Karasu, Hegel’in bu çok bilinen düşüncesini öyküledikten hemen sonraki sayfada şunları yazar: “Hangi düşünce, yalnız bizimdir? Bir şeyi bir başkası bizden

önce söylediği zaman, onun başka birinden yararlanmadığı söylenebilir mi?”

(Karasu, 2014: 114). Bilge Karasu, yazarlar, felsefeciler arasında sürekli bir alışverişin olabileceğini ifade eder ve saf, özgün bir düşüncenin çok da kolay olmayacağını vurgular. Bu, âdeta, Hegel’den yaptığı fikirsel alıntıyı açıklamaya yöneliktir.

Karasu’nun eserlerinde, göndergeye dayalı metinlerarasılık örneklerine de yer verilir: Göçmüş Kediler Bahçesi kitabında yer alan hikâyelerde, bu duruma şahit

metinlerarasılığa yer verilir: “Anna Frank’ın yazdığı o güzelim masaldaki ayı

yavrusu geliyordu aklıma” (Karasu, 2008 a: 59). Anna Frank’ın yazdığı masalda,

bacaklardan, ayaklardan, ayakkabılardan oluşmuş bir ormanın içinde yolunu bulmaya çalışan bir ayı vardır. Ayı, annesinin üzüleceğini bile bile can sıkıntısından ve dünyayı görüp tanıma isteğinden evinden kaçar. Yazar, açık bir şekilde, Anna Frank’ın eseriyle bir metinlerarasılık kurar. Zaten gördüğü kirpi, ona bu eseri anımsatır ve o da kirpinin çeşitli versiyonlarda öyküsünü verirken, versiyonlardan birinde kirpi, tıpkı sözü edilen eserdeki ayı gibi, dünyayı tanımaya çalışan bir konumdadır.

“Masalın da Yırtılıverdiği Yer” anlatısında, Michelangelo Buonarroti’nin Musa’nın Hükmü heykeline gönderme vardır: “… kimi zaman da Musa’sına ‘kalk,

yürü!’ diye haykıran Buonarroti’de görüldüğü gibi…” (Karasu, 2008 a: 213). Musa

peygamber, 10 emri almak ve halkına bildirmek için Sina dağına çıkar ve 40 gün 40 geceden sonra şehre döner. Ancak döndüğünde, halkın, altından yapılmış buzağıya taptıklarını görür. Heykelde, Musa peygamberin o anki kızgınlığı yansıtılır. Karasu da kendi metninde, bu heykele göndermede bulunur.

“Yengece Övgü” öyküsünde de bir gönderge vardır: “Ecinniler’in

Kirilov’unu analım” (Karasu, 2008 a: 79). Dostoyevsky’nin Ecinniler isimli kitabına

gönderme yapılır. Karasu’nun öyküsünde, Cüneyt isimli karakter, zor durumda olan bir yengeci öldürür. Eğer yengeç yaşamaya devam ederse, çıyanlara ve diğer hayvanlara, kıymık kıymık, lif lif yem olacaktır. Bu onun için çok acılı bir ölüm olur. Cüneyt karakterinin gönlü buna el vermediği için yerinden kalkar ve onu bir kerede öldürür. Dostoyevski’nin romanındaki Kirilov karakteri de benzer özelliklere sahiptir. Roman genel olarak nihilizm ve benzeri ideolojilerin bireyler üzerindeki yıpratıcı eleştirisi üzerine kuruludur. Eserin genel tablosu karamsarlıktır. Böyle bir tablonun içinde Kirilov, iyi yürekliliğin, yardım severliğin, dostluğun temsili olarak eserde kendisine yer bulur.

Troya’da Ölüm Vardı öyküsünde, şu sözler bir metinlerarasılık örneğidir:

“Kapı da gıcırdadı. Eğiliyorum. ‘Aşk Sanatı’ okuduğu. Bilirim, başında da ‘metin

olarak eser için resimler çizmiştir. Tüm bu benzerlikler iki kitap arasında anıştırma yollu bir metinlerarasılığın olduğunu ortaya koyar.

Altı Ay Bir Güz kitabında Dede Korkut Hikâyeleri’ne göndermeler vardır:

“Öteden beri, bu yolun girişini kestiğini bildiği, ‘tartıl, tartıl, kilonu bil’ diyen Deli

Dumrul’, bugün bir beşlik kaptırmağa razı olarak ilerledi” (Karasu, 2013 b: 81).

Burada Deli Dumrul efsanesine gönderme var. Deli Dumrul’un köprü yapması ve geçenden de geçmeyenden de para alması olayına gönderme yapılır.

Altı Ay Bir Güz anlatısında, Leonardo Da Vinci’nin “Son Yemek” tablosuna

gönderme var: “Ustalar ustasının akşamı, dışarıda değil içeridedir. Ama batıyor

olmasa da gün, İsa’nın arkasındadır” (Karasu, 2013 b: 58). Konu, Hz. İsa’nın,

havarileri ile yediği son yemeği anlatan “Son Yemek” tablosudur. Birçok ressam, bu tabloyu içeren ve ismi “Son Yemek” olan tablo çizmiştir. Kitapta doğrudan Da Vinci’nin ismi verilmez ancak ustalar ustası diyerek ona göndermede bulunulur. Çünkü en meşhur “Son Yemek” resmi ona aittir ve onun tablosunda yemek içeride yenir.

Altı Ay Bir Güz’de ayrıca, Don Juan efsanesine gönderme vardır: “Don Juan, hoşlandığı kadın karşısına nerede çıkarsa çıksın ardına düşer, ereceğine ermeden de soluk aldırmazmış” (Karasu, 2013 b: 16). Don Juan efsanesi, birçok yazar tarafından

kaleme alınmıştır. Hepsinin ortak noktası onun çapkınlığıdır. Nitekim Karasu da kitabında, onun bu yönüne vurgu yapar. Hatta kitabın asıl karakterlerinden birine D.H.A. yani Dong Hu Ang gibi Don Juan’ı çağrıştıran bir isim verir.

Kılavuz romanında ise grotesk havanın artması için Goya’nın bir resmine yer

verilir ve gönderge, bu yolla sağlanmış olunur: “‘Usun uykuya dalması…’ diyordu

resmin altında Goya, ‘…canavarlar üretir’” (Karasu, 2008 b: 79). Resimde, uyuyan

bir adamı çevreleyen yarasalar, baykuşlar, kediler vardır ve atmosfer son derece ürkütücüdür. Goya’nın, “usun uykuya dalması canavarlar üretir’” sözü de söz konusu atmosferi pekiştirmektedir.

Başka yazarların isimlerinin ya da onların eserlerinin isimlerinin verilmesiyle gönderge; onların, çeşitli ipuçları yoluyla ima edilmesiyle de anıştırma yollu

metinlerarasılık kurulmuş olunur. Bilge Karasu da bu yöntemleri eserlerinde kullanır. Onun, bu yöntemleri kullanmasından dolayı okurlar, Karasu’yu okurken dünya edebiyatının birçok eserinin içinde dolaşırlar. Bazen kendilerini, Koku romanının kokulu, pis balıkçılar sokağında bazen de Kafka eserlerinin dar, labirenti andıran sokak, merdiven ve evlerinde bulurlar. Okurlar, bu okumalar esnasında, Bir Kış

Gecesi Eğer Bir Yolcu kitabının gizemli yapılanmasının maceralarını anımsadıkları

gibi, Hamlet eserindeki entrikaları da hatırlarlar. İnsan Nedir ki? kitabının sürekli on ikiyi gösterin saati ile The Naked Sun eserinin dev çelik mağaraları, dışarının aydınlığından korkan insanları, Karasu okurunun benliğine çarpan öteki unsurlardır. Karasu, okurlarını, Hegel’in efendi-köle diyalektiği üzerine düşünmeye de davet eder. Da Vinci’nin “Son Yemek Tablosu”, Michelangelo’nun “Musa Heykeli”, Goya’nın grotesk resmileri, Karasu’nun okuruna sunduğu öteki eserlerdir. Dede Korkut, Ecinniler, Aşk Sanatı, Don Juan efsanesi Karasu’nun eserlerinde göze çarpan diğer unsurlardır.

Benzer Belgeler