• Sonuç bulunamadı

Gerek sessizlik kararı gerekse iĢyerindeki ifade biçimleriyle ilgili kararlar, literatürde bilinen ortak bir teorik temel çerçevesinde ele alınabilir (Çakıcı, 2010: 15).

2.4.1. Ajzen’in Planlı DavranıĢ Teorisi

Tutumların davranıĢları nasıl ve ne zaman etkilediği ile ilgili son zamanlarda gerçekleĢtirilen çalıĢmaların çoğu Ajzen‟in 1985 ve 1987 yıllarında meydana getirdiği Planlı DavranıĢ Teorisi‟nden etkilenmiĢtir. Bu teori, Ajzen‟in Fishbein ile 1975 ve 1980 yıllarında birlikte oluĢturduğu “Mantıksal Eylem Teorisi‟nin bir uzantısı olarak değerlendirilmektedir. Her iki teoride, davranıĢların belli bir nedene dayandığı varsayımı üzerine kurulmuĢtur. Bu teorilere göre, kiĢiler davranıĢlarının sonuçları hakkında önceden düĢünmekte, seçtikleri bir sonuca ulaĢmak için bir karara varmakta ve bu kararı uygulamaktadır. Diğer bir deyiĢle, davranıĢlar belli bir niyet sonucunda meydana gelir. Bu niyet, önceden düĢünülen sonuca ulaĢmaktır. Bu teorilere göre, bir davranıĢı belirleyen doğrudan tutum değil, niyettir. Tutum niyeti, niyet de davranıĢı etkilemektedir (KağıtçıbaĢı, 2010: 124).

Planlı DavranıĢ Teorisi, belirli bir çerçevede oluĢan insan davranıĢlarını açıklamak ve tahmin etmek maksadıyla tasarlanan bir davranıĢ teorisi olarak değerlendirilebilir. Planlı davranıĢ teorisine göre kiĢilerin bir davranıĢı gerçekleĢtirmesinin birincil açıklayıcısı niyet olarak ifade edilmektedir. KiĢilerin

niyetlerinin ise tutumlar, algılanan sosyal baskı (öznel normlar) ve algılanan davranıĢsal kontrol tarafından açıklandığını tarif eder. DavranıĢa yönelik tutum, algılanan sosyal baskı ve algılanan davranıĢsal kontrol değiĢkenleri niyeti açıklamakta, niyet ise davranıĢı açıklamaktadır (Küçük, 2011: 146-147).

Planlı davranıĢ teorisine göre, insan eylemlerini etkileyen üç temel faktör mevcuttur. Bunlar; davranıĢın olumlu veya olumsuz olarak değerlendirilmesi (davranıĢa yönelik tutum); davranıĢı gerçekleĢtirmek veya gerçekleĢtirmemeye göre algılanan sosyal baskı (öznel norm); davranıĢ hakkındaki öz-yeterlik (algılanan davranıĢsal kontrol) olarak sıralanmaktadır. DavranıĢa yönelik tutum, öznel norm ve algılanan davranıĢsal kontrol unsurlarının birleĢimi ile birlikte davranıĢsal niyetin biçimlendirilmesi yönünde ilerlenir. Genel bir kural olarak, daha olumlu tutum ve öznel norm ve yüksek derece algılanan davranıĢsal kontrol ile birlikte kiĢinin niyetinin davranıĢa yönelmesi daha güçlü bir Ģekilde gerçekleĢir. Sonuçta, davranıĢlar üzerindeki yeterli fiili kontrol derecesi, fırsat meydana geldiğinde kiĢilerin niyetlerini uygulamasını etkiler (Ajzen, Brown ve Carvajal, 2004: 1109- 1110).

ġekil 6. Planlı DavranıĢ Teorisi DavranıĢa Yönelik Tutum Öznel Norm Algılanan DavranıĢs al Kontrol Niyet Davranı Ģ

Kaynak. Ajzen, I. (1991): “The Theory of Planned Behavior”, Organizational Behavior and Human Decision Processes, 50, s.182.

DavranıĢa yönelik tutum, bireysel bir faktör olarak tarif edilmekte ve kiĢilerin bir davranıĢı eyleme geçirme konusundaki olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerini ifade eder. Algılanan sosyal baskı, kiĢinin herhangi bir davranıĢı gerçekleĢtirme veya gerçekleĢtirmeme konusunda algılamıĢ olduğu sosyal baskı ya da kolaylığı ifade eder (Küçük, 2011: 147-148). Öznel norm, davranıĢı gerçekleĢtirecek olan kiĢinin, dikkate aldığı grubun davranıĢına yönelik düĢüncesinin, nasıl olacağına iliĢkin inancıdır (Bayram, 2010: 13).

Ajzen ve Madden tarafından 1986 yılında yapılan çalıĢmada, öğrencilerin derslerinden A notu ile geçmek istediklerini keĢfedildi. Bu ĢaĢılacak bir Ģey değildi. A notu öğrencilerin gözünde çok değerlidir (tutum) ve kendi aileleri ile arkadaĢları onlardan bu notu yakalamalarını isterler (öznel norm). Ne var ki, gerçekte A notu almaya iliĢkin tahminler, öğrencilerin kendi yeteneklerine iliĢkin algıları hesaba katılmadığı sürece güvenilir durumda olmamaktadır. Ajzen, algılanan davranıĢsal kontrolün ya davranıĢsal niyet üzerinde ya da doğrudan bizzat davranıĢ üzerinde edimde bulunabileceğini öne sürmüĢtür. Ajzen, buna planlı davranıĢ teorisi adını vermiĢtir (Hogg ve Vaughan, 2007: 186).

2.4.2. Vroom’un BekleyiĢ Teorisi

1964 yılında Victor Vroom tarafından ortaya konulan bekleyiĢ teorisi (Expentancy Theory), insan davranıĢlarını kiĢinin amaç ve seçimleriyle, bu amaçları baĢarmadaki beklentileri açısından ifade etmeye çalıĢmaktadır. Bu doğrultuda, bireyler hangi sonuçları tercih edeceklerini belirler ve onları elde etmek adına gerçekçi tahminlerde bulunurlar. BekleyiĢ teorisine göre bireylerin sonuca ulaĢma beklentisi yüksek olan ve arzu ettikleri amaçlar için çabaladıkları, beklentisi yüksek olmayan ve arzulamadıkları amaçlar için çaba göstermedikleri söylenebilir (Gürüz ve Gürel, 2009: 288-289).

Victor Vroom tarafından geliĢtirilmiĢ olan bekleyiĢ teorisi, çalıĢanı neyin motive ettiği üzerinde değil, motivasyonun kavramsal belirleyicileri üzerine odaklanır. Bu teori, çalıĢanların davranıĢ seçimlerini nasıl yaptıklarını, diğer bir

deyiĢle çalıĢanın amaçlarıyla iĢteki davranıĢları arasındaki iliĢkiyi ortaya koymaktadır. BekleyiĢ teorisine göre, çalıĢanları iki Ģey motive etmektedir. Bunlar: çalıĢanların bir Ģeyi ne kadar istediği ve onlara ulaĢma Ģanslarının ne olduğu olarak ifade edilebilir (Serinkan, 2008: 112).

Vroom tarafından geliĢtirilen bekleyiĢ teorisi, motivasyonun kiĢilerin görevleri yerine getirme yetenekleri ve arzulanan ödüllere ulaĢma konusundaki beklentilerine bağlı olduğunu ileri sürmektedir. BekleyiĢ teorisi, ihtiyaç ve ödüllerin çeĢitlerini belirlemekle değil, kiĢilerin ödülleri almak için kullandıkları düĢünce süreci ile ilgilenmektedir (Barutçugil, 2004: 191). Vroom tarafından geliĢtirilen bekleyiĢ teorisine göre iĢ ve görev baĢarısı, büyük ölçüde ödüllendirilen bir davranıĢın fonksiyonu olarak değerlendirilmektedir (Eren, 2003: 591).

Victor Vroom‟a göre, bir bireyin belli bir iĢ için gayret göstermesi iki faktöre bağlıdır. Bunlar; a) Valens (kiĢinin ödülü arzulama dercesi) ve b) BekleyiĢ (ödüllendirilme olasılığı) olarak ifade edilebilir. Bu durumda Motivasyon=Valens x BekleyiĢ olarak ifade edilebilir. Bu modelin üç temel kavramı mevcuttur. Bunlar, valens, bekleyiĢ ve araçsallıktır (Koçel, 2010: 632-633).

Ġhtiyaçlarla Ġlgili Ġkinci Derece Sonuçlar

Mesela;

Performansla ilgili Birinci Derece Sonuçlar

Mesela;

ġekil 7. BekleyiĢ Teorisinin Temel Modeli Sarf edilen Çaba Performans Düzeyi Yüksek Verimlilik Amirinden övgü Yüksek Ücretler Terfi ÇalıĢanların Dostluğu BekleyiĢ-Çabaların

birinci derece sonuçları vermesinin algılanan olasılığı

Araçsallık-Birinci derece

sonuçların ikinci derece sonuçları vermesi boyutu

Kaynak. Mullins, L.J. (2010): Management & Organisational Behaviour, Ninth Edition, Prentice

Hall, Italy, s.270.

2.4.2.1. Valens (Valence)

Valens, bir kiĢinin belirli bir çaba sarf ederek ulaĢacağı ödülü arzu etme düzeyini belirtir. Belirli bir ödül farklı bireyler tarafından farklı biçimlerde arzulanabilir. Ġnsan ihtiyaçlarının farklılığından dolayı, bazı kiĢiler böyle bir ödülü çok arzu ederken, bazıları da bu ödüle hiç değer vermeyebilir. Hatta, baĢka kiĢiler için böyle bir ödül, çaba harcamaya değmeyecek bir değeri de ifade edebilmektedir (Koçel, 2010: 632-633). Valens, bireyden bireye değiĢebilir. Bazı bireyler için çok anlamlı ve değerli olan ödül bazıları için ise, hiçbir önem taĢımayabilir. Bundan dolayı valens, -1 ile 1 arasında değer alabilmektedir (Saruhan ve Yıldız, 2009: 254).

Valens, spesifik sonuçlar hakkında hissedilenlerdir. Bu durum belirli bir sonucun, kiĢisel olarak çekiciliği veya tercih edilmesi ile ilgilidir. Vroom değer ile valens kavramlarını ayırmıĢtır. Bir kiĢi bir amacı arzu edebilir fakat onu elde ettiğinde az tatmin duyabilir. BaĢka bir deyiĢle, bir kiĢi bir amaç için çabalamaktan sakınabilir fakat bu amaç ona tatmin sağlayabilir (Mullins, 2010: 270).

2.4.2.2. BekleyiĢ

BekleyiĢ, belirli bir seviyede çaba gösterilmesi sonucunda belirli bir sonuca ulaĢılacağına iliĢkin duyulan inancı ifade etmektedir. Zihinsel ya da bedensel çabanın beklenen olumlu sonuçlara ulaĢtıracağına olan inancın yüksek olması halinde kiĢi daha çok çaba harcar. BekleyiĢ bireyin kendisine Ģu soruyu sormasıyla alakalıdır: “Çaba gösterirsem, arzulanan sonuçlara ulaĢabilecek miyim?” (Ataman, 2002: 448).

BekleyiĢ, bireyin algıladığı bir olasılığı ifade etmektedir. Bu olasılık belirli bir gayretin belirli bir ödülle ödüllendirileceği hakkındaki bir durumdur. Eğer birey çaba sarf etmekle belirli bir ödüle ulaĢacağına inanıyorsa, daha fazla çaba sarf edecektir. Bu nedenle bekleyiĢi 0 ile +1 arasında değiĢen bir değer ile belirtmek mümkün olmaktadır. Eğer birey belirli bir çaba ile belirli bir ödül arasında bir iliĢkisi görmezse, bu durumda bekleyiĢ 0 değerinde olacaktır (Koçel, 2010: 633).

2.4.2.3. Araçsallık

Vroom‟un ifade ettiği diğer kavram araçsallıktır. Araçsallık, birinci derecedeki sonuçların, ikinci derecedeki sonuçlarla iliĢkisi konusunda kiĢinin algısıdır. “ġunu yaparsam Ģu sonucu elde ederim” anlamındaki araçsallık +1‟den -1‟e uzanan değerde görülmektedir. Eğer ücretin yükselmesi verimlilik sağlıyorsa araçsallığın değeri +1 olabilir. Ġkinci derecedeki sonuçlar, birinci derecedeki sonuçlar olmadan mümkün olmuyorsa araçsallık -1 değerinde olabilir (Can, 2005: 242).

Araçsallık, kiĢinin kendisine, “arzulanan sonuçlara ulaĢırsam bunun bana ne gibi bir faydası olacak?” sorusuyla alakalıdır. Araçsallık, kiĢinin arzulanan sonuçlara ulaĢması durumunda bunun kendisi için sağlayacağı faydaya iliĢkin algısı olarak ifade edilebilir. Birinci derecedeki sonuçlara ya da baĢka bir deyiĢle örgütsel amaçlara eriĢilmesi halinde bu durumun ikinci derece sonuçlara baĢka bir ifade ile kiĢisel amaçlara (para kazanma, güvenliği sağlama vb.) ulaĢtırıp ulaĢtıramayacağı hususu önemlidir (Ataman, 2002: 448).

Araçsallık, bireyin gösterdiği verimliliğin belli sonuçlara ulaĢması olarak ifade edilebilir. Diğer bir deyiĢle, birey gösterdiği performans sonucunda bir ödül alabilir. Bu ödüllendirme, birinci derece sonuç olarak isimlendirilir. Mesela, kiĢi baĢarısının sonucu olarak yüksek bir maaĢ alabilir. Bu maaĢ artıĢı, ikinci derece sonuç olarak adlandırılan amaca ulaĢılabilmesini sağlayan bir araçtır. KiĢinin tanınması, terfisi için bir araçtır (Efil, 1998: 103).

2.4.3. Sessizlik Sarmalı (Spirals of Silence)

KiĢiler ne düĢündüklerini açıkça söyleme davranıĢı gösterirken, mevcut konu hakkındaki hâkim görüĢün kendi algılamalarını önemli ölçüde etkilediği görülmüĢtür. 1975, 1985 ve 1991 yıllarında Noelle-Neumann tarafından kamuoyu araĢtırmaları bağlamında geliĢtirilen sessizlik sarmalı teorisi, kiĢilerin kendi doğrularını söyleyip söylememe kararını nasıl izah ettiği üzerinde durmuĢtur. Sessizlik sarmalı; medya ve kiĢilerarası görüĢler gibi dıĢsal güçlere, bireyin düĢüncesini açıklama istekliliği ile bağlantılıdır. AĢağıdaki Ģekil 8, sessizlik sarmalının temel iĢleyiĢini göstermektedir. Bu durum, heterojen kiĢilerden oluĢan

örgütlerdeki bireylerin dünya hakkında önceden sahip olunan farklı inançlara sahip olması önermesi ile baĢlar. KiĢilerin görüĢlerini açıklama konusundaki istekliliği sadece kendi kiĢisel fikirlerinden değil aynı zamanda dıĢ çevre tarafından özellikle de algıladıkları hâkim düĢünce ikliminden etkilenmektedir. Eğer kiĢiler çoğunluk ile mutabık olduğuna emin değillerse, görüĢlerini açıklama konusunda isteksiz davranabilirler (Bowen ve Blackmon, 2003: 1395-1396).

ġekil 8. Sessizlik Sarmalının Temel ĠĢleyiĢi

Kaynak. Bowen, F. ve Blackmon, K. (2003): “Spirals of Silence: The Dynamic Effects of Diversity

on Organizational Voice”, Journal of Management Studies, s.1396.

Sessiz kalmayı tercih etmenin dayandırıldığı diğer bir teori olan sessizlik sarmalı teorisi, ilk olarak kamuoyu çalıĢmalarında geliĢtirilmiĢtir. Sessizlik sarmalı teorisinin temeli olarak; kiĢiler çoğunluk olmadıkları takdirde kendilerine inanılmayacağını ve görüĢlerinin önemsenmeyeceğini düĢünerek fikirlerini ifade etmede isteksiz davranır. Eğer kiĢi, çoğunluk ile aynı fikirde değilse veya kamuoyu desteğinin zayıf olduğu anlaĢılıyorsa fikirlerini açıklamada isteksiz olabilir (Çakıcı, 2010: 17). Sessizlik sarmalı, aleni düĢünce ve görüĢlere uygun olarak sessizliğin nasıl meydana geldiği ve nasıl devam ettiği ile ilgili olarak bir görüĢ sağlamaktadır (Alparslan, 2010: 38). KiĢisel GörüĢ GörüĢ Açıklama Ġstekliliği Hâkim GörüĢün Algısı Gelecekteki Olası GörüĢün Değerlendirmesi Medya KiĢilerarası GörüĢler

KiĢilerin görüĢleri ve davranıĢları üzerindeki çevrenin etki derecesi sosyal araĢtırmalar için karmaĢık bir konu olarak değerlendirilmektedir. Noelle-Neumann tarafından belirtilen husus, çoğunluk baskısının hâkim olduğu bir ortamda kiĢiler çoğunluğun görüĢüne uymakta veya izolasyonla karĢılaĢmaktadır (Moreno-Riano, 2002: 66).

2.4.4. Fayda-Maliyet Analizi

KiĢiler, sessiz kalma veya açıkça konuĢma kararını verirken, fayda-maliyet analizi gerçekleĢtirirler. KiĢiler açıkça konuĢarak elde edebilecekleri faydalara karĢı, konuĢmanın olası bedelini tartmak suretiyle fayda-maliyet analizi gerçekleĢtirirler. Direkt bedeller; gösterilen enerji ve zaman kaybı olarak ifade edilebilir. Endirekt bedeller ise, azalan imaj, itibar kaybı, görüĢüne karĢı çıkılanların misilleme yapma olasılığı, artan muhalif iliĢkilerin oluĢturacağı risk ve çatıĢmalar, görüĢü yok sayıldığında veya göz önüne alınmadığında hissedilen psikolojik rahatsızlıklar olarak sıralanabilir. Terfi etmeye yönelik engel ve iĢini kaybetme de ödenen bedeller olarak ifade edilebilir (Bildik, 2009: 22).

2.4.5 Kendini Uyarlama (Self-Monitoring)

Kendini uyarlama teorisine göre, kiĢiler durumun gereklerine göre davranıĢlarını uyumlaĢtırmak için hassasiyetlerini ortama göre değiĢtirmektedir. Kendini uyarlama, insanların kiĢiler arası iliĢkilerinde kendini göstermenin, kamudaki görüntüsünü gözlemleme, inceden inceye ayarlama ve kontrol etmenin düzeyi ile bağlantılıdır. Kendini uyarlama düzeyi yüksek olan kiĢiler, kamuda iyi izlenim verme hatırına sosyal davranıĢlarını bilerek değiĢtirme yeteneğinde ve ortamsal ipuçlarını kullanabilen kiĢilerdir. Kendini uyarlama düzeyi düĢük olan kiĢiler ise kendi içindeki tavırları, duyguları, düĢünceleri ve yargıları yansıtma eğilimi gösterirler. Bu durumdaki kiĢiler, kendini uyarlama düzeyi yüksek olan kiĢilere göre daha açık konuĢmaktadır. Çünkü kendini uyarlama düzeyi düĢük olan kiĢiler, kim oldukları ile nasıl davrandıkları arasındaki tutarlılığa önem vermekte ve gerçek fikirleri ile hissettikleri ne ise onu açıklamaktadırlar (Çakıcı, 2007: 154).