• Sonuç bulunamadı

2.7.1. Çoğulcu Cehalet (Pluralistic Ignorance)

Çoğulcu cehalet, iĢgören sessizliği veya iĢgören sesinin kendisi olmasa da, iĢgörenlerin belirli durumlarda niçin sessizliği tercih ettiği konusunda bir açıklama sağlamaktadır. Çoğulcu cehalet, kiĢilerin bazı durumlarda davranıĢlarını baĢkalarına benzettiğini fakat bu çok benzer davranıĢların temelinde farklı tutum ve duyguların bulunduğunu ifade eder. Çoğulcu cehalet, kiĢilerin gerçek duygularını ve inançlarını, utanç duyma ve sosyal olarak onaylanmama korkusu nedeniyle gizlemesine dayanır (Brinsfield, 2009: 30-31).

Çoğulcu cehalet, insanların baĢkalarının davranıĢlarına riayet ettiği fakat sergilediği bu aynı davranıĢların altında farklı his ve inançların yattığına inandığı bir durumu ifade etmektedir (Shelton ve Richeson, 2005: 92).

2.7.2. Sorumluluğun Dağılması (Diffusion of Responsibility)

Sorumluluğun dağılması, bir grup karakteristiği olarak örgütsel sessizliği etkileyen bir unsur olarak görülmektedir (Henriksen ve Dayton, 2006: 1546).

KiĢiler bir gruba katıldığı zaman, yalnız baĢına yaptıkları faaliyetlere göre gruptaki faaliyetlerinde daha az sorumluluk hissederler. Bu durum sorumluluğun dağılması kavramını ifade etmektedir. Darley ve Latane, 1968 yılında ilk defa bu kavramı ortaya koymuĢlardır. Bu kavrama göre; gerçekleĢen bir olayda yardıma ihtiyacı olan kiĢiye, olaya tek baĢına Ģahit olan birine göre grup içinde bulunan birinin yardım etme olasılığı daha azdır. Olaya tanık olan grup içinde müdahale baskısı herhangi bir kiĢiye odaklanmamakta, bunun yerine olaya müdahale sorumluluğu gözlemleyenler arasında paylaĢılmakta ve tek bir kiĢiye sorumluluk kalmamaktadır (Forsyth, Zyzniewski ve Giammanco, 2002: 54).

2.7.3. Susma Etkisi (Mum Effect)

Susma etkisi, insanların kötü haberlerin iletiĢimi konusunda isteksiz davranmasını ifade etmekte olan bir kavram olarak açıklanabilir (Schermerhorn vd., 2011: 268). Susma etkisi, kötü haber taĢıyıcısı olarak bilinmekten rahatsız olacağı

için kiĢilerin olumsuz bilgiyi iletmek istememesine dayanır. Yapılan araĢtırmalar kötü haberi iletme konusundaki isteksizliğin, haberi veren ile alan arasındaki iliĢkiye zarar vereceği endiĢesinin yanı sıra alıcının talihsizliğini paylaĢamamanın verdiği suçluluk hissinden kaynaklandığını göstermiĢtir. Birçok araĢtırmada, astların amirlerine bilgiyi iletirken, bilginin olumsuzluğunu minimum seviyeye getirdikleri görülmüĢtür (Erdoğan, 2011: 26-27).

Çoğu araĢtırma iĢgörenlerin, iĢ arkadaĢları ve astlarının dezavantajına olan potansiyel problemler ve yapılan hatalar hakkındaki endiĢelerini bildirirken rahatsız olduklarını ve bu durumun olumsuz etkisini azaltmak için bilgiyi sakladığını ya da çarpıttığını ortaya koymuĢtur. Bu durum tamamen yukarıya doğru iletiĢim ile sınırlı değildir. Liderlerin de zayıf performansın geribildiriminden kaçındığı ya da geciktirdiği görülmüĢtür (Brinsfield, 2009: 33).

2.7.4. Abilene Paradoksu (Abilene Paradox)

Abilene paradoksu, Harvey tarafından 1974 yılında ortaya atılmıĢtır. Bu kavram, grup içindeki kiĢilerin aslında kendi tercihlerinin zıttı olan, gruptaki kiĢilerin topluca bir hareket planı geliĢtirmesine dayanmaktadır. Grup iletiĢiminin çökmesine yol açan bu paradoksta, grubun her bir üyesi kendi tercihinin zıttı olan grubun toplu hareketine hatayla inanmakta ve bu nedenle de itiraz etmemektedir. Burada, kiĢiler kendi gerçek duyguları ile ilgili olarak sessiz kalmaktadır (Brinsfield, 2009: 35).

Harvey, Abilene paradoksunun, bir kiĢinin düĢüncelerinin gruptaki diğer üyelerden farklı olduğunu düĢündüğü durumlarda ortaya çıktığını ileri sürmüĢtür. Bu paradoksa göre, kiĢiler bulunduğu grupta kendi düĢüncelerinin diğerleri tarafından kabul görmeyeceğini düĢünür. Aslında diğer grup üyeleri de farklı ya da aynı düĢüncelere sahip olabilir. Bu noktada, kiĢi kendi düĢüncesinin diğer grup üyelerinin genel düĢüncesine uymadığı fikrine kapılır ve genel düĢünceye itiraz etmez, sessiz kalır ve grubun ortak düĢüncesi olarak algılanan düĢünceye göre bir hareket gösterir (Alparslan, 2010: 39-40).

2.7.5. Grup DüĢünü (Groupthink)

Janis gerçekleĢtirdiği çalıĢmada, grupların karar verme rasyonalitesi ve grup kararlarını çarpıtan önyargı ihtimalinden bahsetmiĢ ve zayıf grup düĢüncesi anlamında grup düĢünü (groupthink) terimini kullanmıĢtır. Grup düĢünü, aĢırı derecede aynı fikirde olma eğilimi arayıĢı olarak tanımlanabilir (Semin ve Fiedler, 1996: 58). Grup düĢünü, üyelerinin birbirine bağlılığı yüksek seviyede olan gruplarda oybirliği ile bir karara varma arzusunun makul karar almanın önüne geçmesi durumudur ( Hogg ve Vaughan, 2007: 687).

Grup içinde uzlaĢmaya varma gayretleri, bazen düĢünceleri birbirine benzeyen insanların görüĢ birliği oluĢturma baskısı hissetmesiyle istenmeyen yönlere eriĢebilir. Özellikle, mutlaka bir karar vermenin gerektiği durumlarda, bir karara varmak o karara nasıl varıldığından daha fazla önem kazanmakta ve birçok önemli sayılabilecek husus göz ardı edilmek suretiyle sonuca varılmaktadır. Janis‟e göre, grup düĢünü, en iyi kararı almak yerine grup içi atmosferin pozitif olmasının daha çok önem kazandığı hallerde öne çıkar. Janis, grup düĢünün meydana gelmesinde rol oynayan 3 faktörden bahsetmiĢtir. Bunlardan birincisi, grup üyelerinin birbirine bağlılığıdır. Grup üyeleri birbirine çok bağlıysa, uyum düzeyi de o kadar fazla olabilir. Diğer iki faktör ise, tehdit edici bir durum ve yapısal ve süreçsel yanlıĢlar olarak belirtilmiĢtir (KağıtçıbaĢı, 2010: 341).

2.7.6. Bağlılık ve Ġlgisizlik (Loyalty and Neglect)

Hirschman tarafından 1970 yılında gerçekleĢtirdiği çalıĢmada;

ayrılma/çıkıĢ(exit), ses(voice) ve bağlılık(loyalty) kavramlarını, örgütün üyelerinin tatminsizliğe karĢı verdiği davranıĢsal tepki olarak tanımlamıĢtır. Özellikle, yüksek bağlılığın ses ile ilgili olduğunu ve düĢük düzeyli bağlılığın ise ayrılma/çıkıĢ ile ilgili olduğunu ifade etmiĢtir. Hirschman, bağlılığı olan iĢgörenlerin tatminsizliklerine dair konuĢabileceğini ve bağlılığı olmayan iĢgörenlerin ise ayrılma/çıkıĢ eğilimi göstereceğini ifade etmiĢtir. Aslında Hirschman, paradoksal olarak bağlılık adı altında sessizliğin temel çerçevesini çizmiĢ, bağlılığı olan iĢgörenlerin örgütte kalacağını, sessizlik içinde olacağını ve her Ģeyin daha iyiye gideceğine inanacağını öne sürmüĢtür (Brinsfield, 2009: 31-32).

Hirschman‟ın gerçekleĢtirdiği çalıĢmaya ek olarak Rusbult, Zembrodt ve Gunn tarafından 1982 yılında yapılan ve Farrell tarafından 1983 yılında yapılan çalıĢmalarda tatminsizliğe bir dördüncü boyut olan ilgisizlik (neglect) kavramını katmıĢlardır. Ġlgisizlik (neglect) kavramını, iĢgörenler arasındaki ihmalkâr ve aldırmaz nitelikteki davranıĢ olarak tanımlamıĢlardır (Erdoğan, 2011: 26).

Rusbult tarafından geliĢtirilen model de tatminsizliğe tepki ile ilgilidir. Bu modelde dört kategori bulunmaktadır. Bu modele göre ayrılma/çıkıĢ (exit), farklı bir iĢ aramak, transfer olmak ve iĢten ayrılmak suretiyle örgütü terk etmek olarak tanımlanmaktadır. Ses (voice), amirler ya da iĢ arakadaĢlarıyla sorunları tartıĢma, problemleri çözmek için bir harekette bulunma ve çözüm önerileri sunma gibi koĢulları iyileĢtirici aktif ve yapıcı çabalardır. Bağlılık (loyalty) ise, pasif bir biçimde ama koĢulların iyileĢmesini iyimserlikle bekleme anlamındadır. Ġlgisizlik (neglect) ise, pasif bir Ģekilde davranarak ilgi ve çabayı azaltarak koĢulların kötüye gitmesine müsaade etmek, kronikleĢen geç kalma ve devamsızlık ve hata oranının artmasını içerir (Rusbult vd., 1988: 601).

Bu konudaki diğer model ise, Farrell tarafından geliĢtirilen çok boyutlu modeldir. Bu modele göre, ses (voice) ve bağlılık (loyalty), yeterli kabul edilen istihdam koĢullarını sürdürmek ve canlandırmak için kiĢisel bir giriĢim olarak yapıcılığı ifade etmektedir. Buna karĢın, ayrılma/çıkıĢ(exit) ve ilgisizlik (neglect) ise yıkıcılığı ifade etmektedir (Rusbult vd., 1988: 601-602).

2.7.7. Sosyal DıĢlama (Social Ostracism)

Sosyal veya iliĢkisel dıĢlama, genellikle “sessiz muamele” (silent treatment) olarak adlandırılan ve dıĢlamanın olası biçimlerinden biri olarak görülmektedir. Williams tarafından dıĢlama, genellikle kiĢileri dıĢarıda tutan ve umursamayan bir durum olarak açıklanmaktadır. Bununla beraber sosyal dıĢlama ve sessizlik son on yılda örgüt biliminde ilgi gösterilen konular arasına girmeye baĢlamıĢtır (Greenberg ve Edwards, 2009: 16).