• Sonuç bulunamadı

Servet-i Fünûn Dönemi Türk Şiirinde Hece Vezni

Genelde bütün Türk edebiyatının, özelde ise Türk şiirinin Batılı anlamda tamamıyla yenileşmesi Servet-i Fünûn Dönemi’nde olmuştur. Eskiden beri Türk edebiyatı içerisinde en çok uğraşılan türün şiir olması bu edebî hareketin de önce şiire eğilmesinde en büyük etken olmuştur. Öte yandan toplulukta şairlerin kahir ekseriyette olması, derginin yöneticisi

Tevfik Fikret’in ve topluluğa ön ayak olan Recaizade Mahmut Ekrem’in şair olmaları yenileşme çapalarının şiir sahasında olmasına etki eden diğer faktörlerdir.

Tanzimat Dönemi’nde yeniliğin ağırlıklı olarak şiirin konusuyla ilgili olduğunu söylemiştik. Servet-i Fünûn Dönemi’nde ise yeniliğin hem konuda hem de şekilde ve aynı oranda olduğunu söyleyebiliriz. Hatta şekilde yeniliğin daha ön planda olduğunu görebiliriz. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki Servet-i Fünûn Dönemi’nde içerikte her ne kadar divan şiirinde olduğu gibi tekrar bireysel konulara dönülmüş olsa da gerek his gerek imaj ve semboller yönüyle yenidir. Bu nedenle içerikte bir geriye dönüşten söz etmemiz hatalı olacaktır. Şekilde ise Tanzimat şairlerine nazaran çok daha hızlı, çok daha nitelikli ve nicelik itibariyle de oldukça fazla bir yenilik olmuştur. Servet-i Fünûn şairleri divan şiirinin nazım şekillerini hemen hemen hiç kullanmamışlardır. Şairlerin topluluktan önceki şiirlerini tabii olarak göz ardı edersek, müstezattan değiştirilerek kullanılan serbest müstezat haricinde divan şiiri nazmına dair bir şey yoktur dönemin şiirinde.

Vezin konusunda Servet-i Fünûn şairleri önceki dönemde olduğu gibi aruza sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır. Hatta şiirde musikiye verdikleri öneme binaen, dönemin sanatçılarının Tanzimat şairlerinden daha çok aruz taraftarlığı yaptıklarını söyleyebiliriz. Sanatçıların sanat anlayışı, kişisel tutumları, dönemin siyasi baskıları vs. nedenler topluluğun Tanzimat Dönemi’ndeki sade dil, toplumsal konular ve hece vezni gibi ideallere rağbet etmemelerine yol açmıştır. Aksine divan edebiyatında dahi görülmeyecek ağırlıkta bir dil, tamamen bireysel konular ve aruz vezni tercih edilmiştir. Aslında teorik anlamda baktığımızda hece vezni ile ilgili bu dönemde bir hayli ürün verilmiştir. Başta Manastırlı Fâik’in Türkçe Aruz isimli eseri olmak

üzere; Ahmet Reşit Rey, Necip Âsım, Manastırlı Rıfat, Menemenlizade Mehmet Tahir gibi isimlerin yazdığı yazılar hecenin çokça konuşulmasına ve tartışılmasına neden olmuş fakat pratikte dönemin şairleri heceye pek itibar etmemişlerdir.

Hece vezni hakkındaki teorik yazılar konumuzla direkt ilgili olmadığı için bu konu hakkında ayrıntılara girmeyeceğiz. Yine de şunu belirtmeliyiz ki Menemenlizade Mehmet Tahir’in ‚gelecekte hece vezninin Türk şiirinin hâkim vezni olacağı‛ kanaati (Kolcu, 2007: 111) ve Necip Âsım’ın ‚Millî vezin, eski millî şiirimizin malzemeleriyle asil sanat eserleri yapmayı bilecek dâhi bir şair geldiği gün, Avrupa edebiyatının şaheserleriyle boy ölçüşebilecek bir şekilde var olacaktır.‛ (Kolcu, 2007: 127) şeklindeki umutlu beyanı hecenin yıllar sonraki kısa süreli de olsa hâkimiyetini önceden işaret ettiği gibi kim bilir belki genç şairleri yüreklendirici bile olmuştur.

Servet-i Fünûn şairlerinden Milli Edebiyat Dönemi’ne kadar yaşayanların kahir ekseriyeti sade dil ve hece veznine dönmüşlerse de bu şiirlerini bu başlık altında saymamız mümkün değildir. Fakat Edebiyat-ı Cedide hareketinin devam ettiği yıllarda Ahmet Reşit Rey H. Nazım takma adıyla, Ali Ekrem Bolayır ise A. Nadir (Ayın. Nadir) müstearıyla hece vezniyle şiirler yazmışlardır. Her iki şairin de bu şiirleri halk edebiyatı anlayışında olup heceyi yenileyerek onunla çağdaş bir şiir dili oluşturma gayretleri yoktur.

Servet-i Fünûn’un diğer şairlerine baktığımızda aruzun yılmaz birer savunucuları olduklarını görebiliriz. Gerçi derginin yöneticisi ve hareketin lideri Tevfik Fikret, çocuk şiirlerini ihtiva eden Şermin isimli eserindeki şiirlerin tamamını hece vezniyle kaleme almış olsa da bu tavrı manidardır. Aslında Tevfik Fikret, bu konu hakkında fikir beyan ettiği yazılarında hece

veznine karşı olumsuz bir tavır takınmış değildir. Yine de pratikte sadece çocuk şiirlerini hece vezniyle yazmış olması, bu ölçüyü nitelikli bir sanat ürünü ortaya koymaya kadir görmediğine yorumlanabilir.

Dönemin ikinci önemli şairi Cenap Şehabettin ise Milli Edebiyat Dönemi’ne yetişmiş olmasına rağmen ömrünün sonuna kadar aruzun sadık bir savunucusu olmuş ve bütün şiirlerini aruz vezniyle yazmıştır. Hatta Servet-i Fünûn Edebiyatı’nın son yıllarına denk gelen bir hece-aruz münakaşasında Râik Vecdî takma adıyla aruzun taraftarlığını yapmış ve bu vezni zaruri olarak göstermiş, hecenin kullanılamayacağını sebepleriyle beyan etmiştir. (Kolcu, 2007: 103-111)

Servet-i Fünûn hareketinin geliştiği bir dönemde eserlerini vermiş

olmasına rağmen bu topluluğun edebiyat zevk ve anlayışını

benimsemeyerek farklı bir yola giren Mehmet Emin Yurdakul, şiirlerinde aruz veznine hiç yer vermeden ilk şiirinden itibaren hece vezniyle şiirler kaleme aldı.

‚Servet-i Fünûn şiirinin çok tutulduğu ve sevildiği bir sırada, birçok bakımlardan onun tamamıyla tersi yapıdaki şiirlerini yazmaya başlayan Mehmet Emin, başarıya ulaşabilmek için elverişli şartlara hiç de sahip bulunmuyordu. Osmanlıcanın, aruzun ve ferdiyetçi bir şiirin mutlak şekilde hüküm sürdüğü bir devirde, halkın da anlayabileceği yeni bir dille, halk şiirlerinin vezni ile yazılmış ve tamamıyla sosyal konularda olan şiirlerle ortaya çıkmak ve kendisini kabul ettirmek şüphesiz ki çok güç bir işti.

‚Halkın da anlayabileceği bir dille ve halk için yazmak‛ prensibinin Tanzimat’tan sonra ilk defa Şinasi tarafından ortaya atıldığını, nazımdan çok nesir dili üzerinde çalışmakla beraber, onun nazım dilini de sadeleştirmek

hususunda gayret sarf ettiğini, fakat kendisini takip edenlerin bu prensibe onun kadar bağlı kalmayarak halkın anlayabileceği dilden gittikçe uzaklaştıklarını, ancak bu arada onlarda da hece veznine karşı bir sempati uyandığını, onunla -sınırlı da olsa- bazı denemeler yaptıklarını ve bu denemelerinde tamamıyla konuşma dilini de kullandıklarını biliyoruz. Ancak, bu denemelerin hece veznine karşı kayda değer bir ilgi uyandırmaktan uzak oldukları da yine bilinmektedir.

İşte, Mehmet Emin’in uzun bir süreden beri körleşmiş bir mekanizmayı yeniden harekete geçirmesindeki güçlük de buradan doğuyordu. Bu sebeple, fikirce tamamıyla hazır bir durumda olmasına ve bazı denemeler de hazırlamış bulunmasına rağmen, ortaya çıkmak için -haklı olarak- kendisinde -uzun yıllar- cesaret bulamadı. Fakat bezginliğe de düşmedi ve kendisini kamuoyuna kabul ettirebilecek şartların doğacağı bir günü ümitle bekledi.

Nihayet 1897’deki Osmanlı-Yunan Harbi, ‚hurûc‛ (ortaya çıkış) için şairin yıllardır beklemekte olduğu fırsatı verdi. Bu harbin başlamasından önce, İstanbul’daki aydınlar arasında, millî ve asabi bir hava esiyordu. Şair, şiirlerini yayımlamak için, bu havayı çok elverişli buldu ve ilk olarak ‚Anadolu’dan Bir Ses -yahut- Cenge Giderken‛ manzumesini yayınladı. Gerçekten, şairin tahmini doğru çıktı ve bu manzume, o günkü heyecanlı ve millî hava içinde, büyük bir ilgi ile karşılandı. Bu rağbeti kaybetmemek için Mehmet Emin, zaten yazılmış olarak bekleyen manzumelerini arka arkaya yayınlamaya başladı. Kısa bir süre içinde Türk ordusunun zaferi ile biten harpten sonra da, millî hava bir süre daha devam etti. Bu zamanı da iyi kullanmakta dikkatli davranan şair, şiirlerini kamuoyuna beğendirmiş ve tutunmuş oldu. Sayıları dokuzu bulan bu şiirlerini, başında Recaizade

Ekrem, Abdülhak Hâmid, Şemseddin Sami ve Rıza Tevfik gibi tanınmış şahsiyetlerin kendisini destekleyen övgüleri ile, kitap halinde de (Türkçe Şiirler, 1900) yayınladıktan sonra edebiyattaki yeri daha da sağlamlaşmış oldu.‛ (Akyüz, 1995: 133-134)

Modern Türk şiirinde hece vezninin kullanılması konusunda Mehmet Emin Yurdakul önemli bir yer işgal eder. Zira ona gelinceye kadar heceyle yazılmış şiirlere baktığımızda tamamının halk şiirinin teknik ve metaforlarıyla kaleme alındığını görürüz. Bu tavır daha divan şiiri anlayışının sürdüğü zamanlardan beri vardır. Bilindiği üzere İslamiyet sonrası Türk şiiri iki koldan gelişme göstermiştir: Divan şiiri ve halk şiiri. Divan şairlerinin halk şairlerini etkilediği çokça görülen bir durumken özellikle son klasik şiir temsilcilerinin de âşık şiirinden etkilendikleri bir gerçektir. Nedim, Şeyh Galip, Keçecizade İzzet Molla’nın bu tarzda şiir yazdıkları bilinmektedir. İşte bu şairlerde görülen ‚halk şiiri tarzında da bir şiir yazma‛ arzusuna benzer bir tutumdur Tanzimat ve Servet-i Fünûn sanatçılarının girişimleri. Bu dönemlerde hece ile yazılmış şiirler de söz konusu edilen klasik Türk şiiri temsilcileri gibi çağdaş, nitelikli, sanatkârane olmaktan çok uzak olmuş, âşık şiirinin birer kopyası olmaktan öteye geçememiştir. Mehmet Emin Yurdakul, ilk kez bu anlayışın dışına çıkarak hem şiirlerinin tamamını hece vezniyle yazmış hem de halk edebiyatı nazım şekillerini hemen hemen hiç kullanmamıştır. Bu tutum onun hece veznini yenilemeye çalıştığının açık bir göstergesidir. Zira halk edebiyatı nazım şekillerini kullanmadığı gibi halk şiirinde kullanılan hece kalıplarından ziyade inisiyatifi dâhilinde yeni kalıplar kullanmıştır. Kullandığı nazım şekillerine baktığımızda ise ağırlıklı olarak Batılı nazım şekilleri hâkim olmuştur. Yurdakul’un böyle bir yola girmesindeki en büyük etken şüphesiz hece ölçüsünü yenileyerek bu vezinle de nitelikli şiirler yazılabileceğini

göstermek olmuştur. Servet-i Fünûn hareketinin o yıllarda revaçta olması, şairi onların karşısına böyle bir tutumla çıkarmaya sevk etmiştir. Zira en parlak yıllarını yaşayan Edebiyat-ı Cedide hareketine karşı âşık tarzı bir şiirle çıksaydı kuvvetle muhtemel aynı etkiyi yaratamayacaktı.

Mehmet Emin’i önemli kılan bir diğer nokta ise Türkçe Şiirler isimli kitabından sonra yarattığı etkidir ki eserine böyle iddialı bir isim koyması da manidardır. Şair, kanaatimce dönemin Batı etkisinde gelişen şiirini Türkçe olmamakla itham etmektedir. Bu eseriyle dönemin siyasi şartlarının da etkisiyle gençler üzerinde inanılmaz bir tesir göstermiş, adeta bir hece furyası baş göstermiştir. Dönemin bazı genç şairleri şiirlerini sadece hece vezniyle yazmakla yetinmeyerek Mehmet Emin’i birebir taklit yoluna gidercesine aynı nazım şekilleri, aynı konuları ve aynı imge dünyasıyla kaleme aldılar.

Mehmet Emin’in Türkçe Şiirler’inin neşrinden önce âşık tarzı şiirlerin yazılıp yayınlandığını dile getirmiştik. Türkçe Şiirler’in yayınlanmasından sonra da bu tarz şiirlerin neşrine devam edilmiş ama aynı zamanda Yurdakul’un üslubuyla şiirler de yazılmıştır. Örneğin Musavver Terakki’de A. Nihat isimli bir şair sadece Mehmet Emin’in üslubunu taklitle kalmaz, aynı zamanda şiirinin vezni ve şeklini de ondan alır. Hem şekil ve ölçü hem de üslup olarak Mehmet Emin’i taklit ederek şiir yazan bir başka isim ise Tırnovalızade Mustafa Celâl’dir. Hüseyin Avnî, Mustafa Kemal, Ahmet Rıfat ve Kemal Hüznî Yurdakul’un tesirinde kalarak şiir yayınlayan diğer isimlerdir. (Kolcu, 2007: 99-102)

Görüldüğü gibi Mehmet Emin’in etkisinde kalıp onun üslubunu taklit ederek şiir yazan isimlerden birçoğu ilerleyen zamanlarda kuvvetle muhtemel şiiri bırakmış isimlerdir. Bunu bir hece furyası olarak nitelendirmemizin asıl sebebi budur. Türkçe Şiirler kalıcı tesirini Milli

Edebiyat hareketinin başlamasıyla göstermiştir diyebiliriz. Bilinenin aksine Milli Edebiyat’ın başlangıcı olarak kabul edilen Genç Kalemler dergisi çevresindeki Yeni Lisan hareketi başlangıçta hecenin değil aruzun tarafında olmuştur. Bu dönemde heceli şiirlerin çoğalmasında ‚Turan‛ şiiriyle beraber hece veznine dönen Ziya Gökalp’ın etkileri olduğu kadar yıllar önce yayınlanan Türkçe Şiirler’in de bir o kadar etkisi olmuştur. Türkçe Şiirler yayınlandığı gibi gençlerin Mehmet Emin Yurdakul’un üslubunu taklit ettiğini söylemiştik. Aynı durumun bir benzerini de çalışmamızın odak noktasını teşkil eden 90’lı yıllarda Süleyman Çobanoğlu’nun Şiirler Çağla isimli eserinin neşrinden sonra görüyoruz. Konuyla ilgili ayrıntıları ve isimleri ilgili bölümde bulabilirsiniz.

Mehmet Emin’in Türk şiiri için arz ettiği önem hece veznine itibar edilmediği ve bu ölçüyle yazılan şiirlerin de tamamen halk şiiri tekniğinde olduğu bir zamanda heceyi yenilemeye çalışarak onunla çağdaş metinler ortaya koyma gayretinin yanı sıra bireysel konuların işlendiği bir devirde toplumsal meselelere değinmesidir. Değilse şiirleri lirizmden yoksun ve şairlik kudreti de zayıftır. Aynı zamanda hece veznini kullanmakta teknik yönden büyük bir beceri gösterememiş, yabancı kelimeleri kullanmama gayretinde aşırılığa gitmesi yüzünden de dili oldukça yapay kalmıştır.

Edebiyat-ı Cedide hareketinin geliştiği dönemde eserlerini vermiş olmasına rağmen bu topluluğun zevk ve anlayışını benimsemeyerek farklı yollar arayan bir diğer şair ise Rıza Tevfik Bölükbaşı’dır. Rıza Tevfik, Mehmet Emin Yurdakul’da olduğu gibi bütün şiirlerini hece vezniyle yazmamış, onun yanında aruzu da kullanmıştır. Mehmet Emin’den ayrıldığı bir diğer nokta ise hece ile yazdığı şiirlerinin âşık ve tekke şiirine benzer olmasıdır. Yani Rıza Tevfik’te de hece ölçüsünü yenilemek gibi bir kaygı

yoktur. İlk yıllarını taşrada geçirmiş olması halk edebiyatı numuneleri ile tanışmasına ve onlardan etkilenmesine neden olmuştur.

Rıza Tevfik, her ne kadar hece veznini yenilemek gibi bir gaye gütmemişse de gerek bu vezni kullanmasındaki yeteneği gerek duygularını aktarmadaki kabiliyeti gerekse konuşma dilini tüm tabiiliğiyle şiirlerine yansıtmış olması onun ileriki Türk edebiyatı için bir müjdeci olarak görülmesini sağlamıştır:

‚Onun şiirlerinin başarısını sağlayan en mühim nokta, duygularında ve ifadesindeki geniş samimiyettir. Buna, konuşma dil ve üslûbunu benimsemekte gösterdiği büyük kabiliyeti de eklemek gerekir. Bu bakımdan onu, Türk şiirinde en başarılı örneklerini ancak 1915’ten sonra görebildiğimiz, ‘konuşma Türkçesi’nin müjdecisi olarak da düşünmek mümkündür.‛ (Akyüz, 1995: 132)

Özetleyecek olursak Servet-i Fünûn Dönemi’nde hece vezni gerek topluluk şairleri gerekse aynı dönemde yaşamış olmasına rağmen hareketin edebiyat anlayışını benimsemeyen şairler tarafından kullanılmış ancak bunlardan sadece Mehmet Emin Yurdakul heceyi yenileme gayretine girişmiştir.