• Sonuç bulunamadı

2.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.1.2. SENDİKAL HAKLAR

Hak ve özgürlük kavramları sık sık bir arada ya da birbirlerinin yerine kullanılan kavramlardır. Ancak, özgürlük daha geniş kapsamlı ve soyut bir kavramken, hak bunun özelleştirilmiş ve somutlaştırılmış bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özgürlük kavramı, içinde, başkalarına karşı öne sürülebilen haklara sahip olmayı da barındırmaktadır.

İnsan Hakları disiplininde hak ve özgürlükler genellikle; birinci kuşak haklar, ikinci kuşak haklar ve üçüncü kuşak haklar olmak üzere üç farklı dönemde tarihsel bir sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır. Buna göre; klasik haklar olarak da adlandırılan birinci kuşak haklar kişi hakları ve siyasal haklar, ikinci kuşak haklar ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ve üçüncü kuşak haklar ise, dayanışma hakları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birinci kuşak haklar, 17. ve 18. yüzyıllarda dönemin burjuvazisinin talepleriyle yükselmiş ve Amerikan ve Fransız Devrimleri ile uygulanabilmiş haklar olarak; yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, eşitlik hakkı, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü, inanç ve ibadet özgürlüğü, seçme ve seçilme hakkı gibi belli başlı hakları içermektedir (Uygun, 2000: 21).

Sanayileşme ile birlikte emek topraktan kopup feodalite tasfiye edilince ve insanlar kentlerde emeklerini satarak yaşamaya başlayınca, feodal üretim şeklinden kapitalist üretim şekline geçilmiş ve üretim ilişkileri ve toplumsal yapı da bu durumun doğal bir sonucu olarak değişikliğe uğramıştır. İkinci kuşak hakların ortaya çıkışında da Sanayi Devrimi ve bununla birlikte yükselen işçi sınıfının etkisi büyüktür. Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkan zor çalışma şartları; klasik hak ve özgürlüklerin, insan haklarının yaşama geçirilmesi noktasında yetersiz kalmasına neden olmuştur. Böylece, ekonomik, sosyal ve kültürel içerikli birtakım farklı hak talepleri yükselmiş ve bu yönde yapılan mücadeleler sonucu ortaya ikinci kuşak haklar çıkmıştır (Pekin, 1985: 40). Dünya ölçeğinde gözlemlenebilecek gelişmeler; ikinci kuşak haklar olan ekonomik, sosyal ve kültürel hakların gelişimi veya gerilemesinin devletlerin sosyal devlet olma özelliğiyle de yakından ilişkili olduğunu iddia etmeyi mümkün kılmaktadır. Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra sendikal

faaliyetlerin durdurulup birçok sendikacının tutuklanması ve grev hakkının hala tam olarak yaşama geçirilmemiş olması gibi uygulamalar, bu iddiayı destekleyen sosyal hak ihlallerine örnek olarak gösterilebilir.

Üçüncü kuşak haklar ise; bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler ile birlikte ortaya çıkan çevre kirliliği, nükleer tehditler, açlık gibi bütün dünyayı ilgilendiren sorunlara yönelik haklardır ve; çevre hakkı, insanlığın ortak mal varlığına saygı hakkı, gelişme hakkı ve yiyecek hakkı gibi, korunması için kişilerin, kurumların ve devletlerin ortak gözetimini gerektiren dayanışma haklarından oluşmaktadır.

Sendikal haklar, bireyi toplumsal risklere karşı koruyan ve insanca yaşam için gereken koşulları oluşturmayı hedefleyen haklar olan ekonomik ve sosyal haklar kapsamında, ikinci kuşak haklar içinde yer almaktadır.

Sendikal hakları; sendika kurma hakkı, sendikaya üye olma hakkı, toplu pazarlık hakkı, toplu sözleşme hakkı ve grev hakkı olarak sıralamak mümkündür. Üyelerinin ortak çıkarlarını gözetmek üzere kurulan toplumsal çıkar örgütleri olarak sendikaların temel amaçlarından birinin, üyelerin statülerini ve çalışma şartlarını tespit edip geliştirme olduğu daha önce belirtilmişti. Kuşkusuz ki, sendikaların bu amacı gerçekleştirmek üzere çeşitli araçlara ihtiyacı olacaktır. İşte sendikal haklar da bu araçlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Sendikal haklardan en önemlisinin sendika kurma hakkı olduğu açıktır. Ancak, sendikal haklar ancak bir arada uygulandıklarında anlamlı ve etkili olacaktır. Toplu pazarlık, toplu sözleşme ve grev haklarının yaşama geçirilmediği bir çerçevede sendika kurmak bir şey ifade etmeyecektir. Sendika kurma ve sendikaya üye olma hakları daha önce sendika özgürlüğü kavramı kapsamında ele alınmıştı. Bu başlık altında toplu pazarlık, toplu sözleşme ve grev hakkı kavramları açıklanacaktır.

2.1.2.1. Toplu Pazarlık (Toplu Görüşme) Hakkı

  İngilizce’deki karşılığı “collective bargaining” olan toplu pazarlık kavramı, en genel anlamıyla, çalışma ilişkilerinde işveren veya işveren örgütleri ve

sendikaların karşılıklı olarak ücret ve çalışma koşullarını belirlemek için sürdürdükleri pazarlığı ifade etmektedir (Koray, 1992: 132-133).

Toplu pazarlık süreci, aslında, toplu görüşmelere hazırlık aşamasını da içeren ve toplu görüşmelerin ardından toplu sözleşme yapılmasıyla sona eren bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte, taraflar arasında çalışma koşullarına ilişkin bir anlaşmaya varmak amacıyla yapılan seri görüşmeler müzakere süreci olarak adlandırılmakta ve; müzakere sürecinde yapılan görüşmelere yön veren çeşitli uzlaştırma yöntemleri, eylemler, grev tehdidi ve grev uygulamaları, toplu sözleşmenin uygulanması, şikayet ve uyuşmazlıkların çözülmesi gibi mekanizmaların hepsi toplu pazarlık sürecinin birer parçası olarak karşımıza çıkmaktadır (Şafak, 2008: 43). Toplu pazarlığın öneminin, kolektif bir nitelik arz etmesinde ve sendikalara temsil ettikleri üyelerin ekonomik ve sosyal çıkarlarını gözetecek ve kanunlar gibi bağlayıcı olacak toplu sözleşmeler yapma imkanı vermesinde yattığını söylemek mümkündür.

2.1.2.2. Toplu Sözleşme Hakkı

  Toplu sözleşme, toplu pazarlık ile sık sık karıştırılmaktadır. Bu karışıklığı önlemek için toplu pazarlık sürecinin toplu sözleşme yapılmasıyla sona eren bir süreç olduğunu hatırlatmak gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, toplu pazarlığın tarafların karşılıklı olarak anlaşmasıyla doğan sonucu toplu sözleşmedir (Deniz, 1996: 503). Toplu sözleşme; sendika, federasyon, konfederasyon gibi örgütlenmelerle, işveren ya da işveren sendikaları arasında işin genel koşullarını ve tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayan yazılı bir anlaşma olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplu iş sözleşmeleri, tarafların karşılıklı hak ve borçlarını, sözleşmenin uygulanmasını ve denetimini, uyuşmazlıkların çözümü için başvurulacak yolları düzenleyen hükümleri de içerebilir (Bilge, 2014: 214). Sosyal ve ekonomik açıdan güçsüz olan işçiler işveren karşısına tek tek çıktıklarında, sosyal ve ekonomik çıkarlarını koruyamamakta ama topluca hareket ettiklerinde daha güçlü bir yapıya kavuştuklarından bu mümkün olabilmektedir. Ancak, grev hakkı desteğinden yoksun bir toplu sözleşme hakkı gerçek anlamda etkili olmayacaktır.

Toplu sözleşme hakkı ülkemizde Anayasa’nın 53. maddesinde güvence altına alınmıştır. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 2. maddesinin birinci fıkrasının (ç) ve (d) bentlerinde “grup toplu iş sözleşmesi” ve “işletme toplu iş sözleşmesi” olmak üzere iki tanıma rastlanmaktadır. Buna göre; grup toplu iş sözleşmesi, “işçi sendikası ile işveren sendikası arasında, birden çok üye işverene ait aynı işkolunda kurulu iş yerlerini ve işletmeleri kapsayan toplu iş sözleşmesi”ni ifade ederken; işletme toplu iş sözleşmesi, “bir gerçek veya tüzel kişiye ya da bir kamu kurum veya kuruluşuna ait aynı işkolundaki birden çok iş yerini kapsayan sözleşmeyi” ifade etmektedir. Aynı fıkranın (h) bendi ise toplu iş sözleşmesini, “iş sözleşmesinin yapılması, içeriği ve sona ermesine ilişkin hususları düzenlemek üzere işçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren arasında yapılan sözleşme” olarak tanımlamaktadır.

2.1.2.3. Grev Hakkı

Grev hakkı da, toplu pazarlık ve toplu sözleşme hakları gibi sendikalaşmanın doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. İngilizce'de "strike", Almanca'da "streik", Fransızca'da "greve" kelimeleriyle ifade edilen grev; sendikalı çalışanların istediklerini elde etmek için, iş sözleşmesinin şartlarını geçici bir süre için yerine getirmeme niyetlerini açıklayan topluca verilmiş bir karara uyarak işi bırakmaları olarak tanımlanmaktadır (Narmanlıoğlu, 1990: 54).

Toplu pazarlığın başarısızlığa uğraması durumunda sendikalara bir yaptırım gücü olarak tanınan grev hakkı, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar genellikle işçinin işverenle arasındaki iş ilişkisi ve iş sözleşmesine aykırı bir davranış olarak değerlendirilmiş ve kabul görmemiştir. Hatta, işçinin işverene taahhüt ettiği iş görme borcunu yerine getirmemesi olarak yorumlandığından, iş sözleşmesinin sona erdirilmesinde geçerli ve haklı bir neden olarak görülmüştür. Bir hak olarak tanımlanmasıyla birlikte, işçinin devamsızlığına rağmen işverenin sözleşmeyi sona erdirmesini engelleyerek hukuka uygunluk kazanmıştır (Sendikacılık Ansiklopedisi, Cilt 2: 503). Grevin temelinde genel olarak ekonomik sebepler yatmaktadır. Ancak gerçekleştirilme amacı bakımından başarıya ulaşmadığı hallerde bile, greve başvuran

topluluğun görüşü açıklanmış ve toplumsal ya da siyasal kimlikleri ortaya konulmuş olduğundan, grevin toplumsal ve siyasal boyutları da bulunmaktadır. Grev hakkı, toplu nitelik gösteren bir hak olması nedeniyle, diğer sendikal haklarla içiçedir. Sendika özgürlüğünün gerçek anlamda var olması ve sendikaların amaçlarına ulaşması için, toplu pazarlık, toplu sözleşme ve grev haklarının bir arada bulunması ve aynı anda tanınması gerekmektedir.

Türkiye’de grev hakkı, 1982 Anayasası’nın 54. maddesinde tanınmış ve güvence altına alınmıştır. Ayrıca, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda “Grev ve Lokavt” başlıklı 11. Bölüm altında 58. maddede düzenlenmiştir. Buna göre; “işçilerin, topluca çalışmamak suretiyle işyerinde faaliyeti durdurmak veya işin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla, aralarında anlaşarak veya bir kuruluşun aynı amaçla topluca çalışmamaları için verdiği karara uyarak iş bırakmalarına grev denmektedir.” Aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında yasal grev; “toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde, işçilerin ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarını korumak veya geliştirmek amacıyla, kanun hükümlerine uygun olarak yapılan grev” olarak tanımlanmakta ve “yasal grev için aranan şartlar gerçekleşmeden yapılan grevin kanun dışı olduğu” belirtilmektedir.

Bu haklar tarihsel gelişimleri içinde evrensel birer nitelik kazanmış ve taraf ülkeler açısından bağlayıcılığı bulunan uluslar üstü düzenlemelerle garanti altına alınmıştır. Bu evrensel niteliklerine rağmen, sendikal hakların uygulanmasında siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel nedenlere dayalı olarak ülkeden ülkeye farklılıklar görülmektedir. Bunun yanında, tarihsel olarak öncelikle işçi ve işveren sendikaları ortaya çıktığından, söz konusu bu haklar da bu çerçevede şekillenmiş; kamu görevlilerinin sendikalaşması sürecinde bu hakların uygulanması, özel sektördeki uygulamalardan farklı özellikler göstermiştir. Kamu görevlileri sendikalarının dünyadaki gelişiminin ülke örnekleriyle anlatılacağı bir sonraki bölümde ve Türkiye’deki kamu görevlileri sendikalarının ele alınacağı üçüncü bölümde bu farklı özellikler daha iyi anlaşılacaktır.

2.2. KAMU GÖREVLİLERİ SENDİKACILIĞININ DÜNYADAKİ

GELİŞİMİ