• Sonuç bulunamadı

0. ÂŞIKLIK GELENEĞİ VE MALATYALI ÂŞIKLAR

1.3. Âşıklık Geleneği İçinde Âşık Birfâni’nin Yeri

1.3.3. Saz Çalma

Âşıklar, düz koşmayla şiir söylemeyi “dilden söylemek”, saz eşliğinde şiir söylemeyi ise “telden söylemek” şeklinde ifade etmişlerdir. Bu açıklamalar âşıklık geleneğinde sazın ne kadar önemli olduğunu göstermeye yetmektedir.

Türk edebiyatının en önemli eserlerinden olan Dede Korkut Hikâyeleri’nin tamamında yer alan Dede Korkut, aynı zamanda ozandır. Her hikâyenin sonunda yapılan şenliklerde kopuz çalıp destanlar söyler. Bu hikâyelerden biri olan Kam Büre Oğlu Bamsı Beyrek Hikâyesi ozanın kopuz çaldığı şöyle ifade edilir: “Dedem Korkut

gelüben şadılık çaldı, boy boyladı soy soyladı.” (Ergin, 1994: 153) Tepegöz Hikâye’sinde de “şadılık çalmak” olarak ifade edilen kopuz çalmaya şöyle yer verilir: “Dedem Korkut gelüben şadılık çaldı, gazi erenler başına ne geldüğün aydı virdi.” (Ergin, 1994: 215)

Fuat Köprülü, âşıklık geleneğinde saz çalamayan âşığın düşünülemeyeceğini ifade eder (Köprülü, 2004: 171). Erman Artun ise, âşıkların ürünlerinin müzikle şiirin birleşimi olduğunu söyler (Artun, 2001: 66).

Birçok yörede olduğu gibi Malatyalı âşıklar da saza önem verip sazı ilham veren bir alet olarak görmüşlerdir. Bu yörede ‘damura’ denilen ve yaygın olarak kullanılan bağlama cinsinden bir saz türünün yanında ‘cüra’ denilen saz da kullanılmaktadır. Diğer yörelerde olduğu gibi Malatyalı âşıklar da şiirlerini saz eşliğinde dile getirmişler ve sazsız âşığı pek önemsememişlerdir. Birfâni de Malatyalı âşıkların bu düşüncelerini şiirlerine şöyle yansıtmıştır:

Yine bozuk sazımızın düzeni El dinlemez saz çalmayan ozanı Gören kaçar dert sırtlayıp gezeni

Nasıl etsek nere gitsek ey olur (239 / 2)

Birfâni, saz çalmaya 1967 yılında başlamıştır. Ağabeyi Yılmaz Özer, 13 Mayıs 1967’de cezaevine düşmüş, Birfâni ise aynı yılın eylül ayında Sivas İlköğretmen Okulu’na başlamıştır. Mayıs ayından eylül ayına kadar olan dönemde ağabeyinin özlemiyle yanıp tutuşmuş ve uykusunda sürekli saz sayıklamıştır. Bir gün uyandığında yanı başında saz olduğunu görmüş, babasının aldığı bu sazı dertlerini paylaşabileceği bir dost gibi görmüştür.

Saz çalmaya kendi kendine çalışarak başlayan Birfâni, daha sonra cezaevindeki ağabeyini her ziyaretine sazıyla gitmiş ve ondan saz dersleri almıştır. Bu gidiş gelişlerden sonra sazın perdelerini ve saza düzen vermeyi de öğrenmiştir. Âşık Birfâni, bunun dışında herhangi bir saz eğitimi almamıştır ve o günden bugüne kadar saz çalmaya devam etmiştir. Saz çalma yeteneğine sahip olan Birfâni, bazı şiirlerini saz eşliğinde dile getirir.

Birfâni’nin bazı eserlerini kendisi, bazı eserlerini ağabeyi Âşık Mutsuz, bazı eserlerini ise başka âşıklar ve bestekârlar bestelemişlerdir. Kısa kol bağlama çalan âşığımız, şiirlerinde sazından da bahseder. “Dertli Sazım” adlı şiirinde tek dostunun sazı olduğunu şu mısralarla dile getirir:

Dertlerim var katar katar Düşsem elimden kim tutar Senden başka dostum mu var

Dertli sazım gönül sazım (76 / 2)

Birfâni başka bir şiirinde ise sazı niçin çaldığını çok güzel bir şekilde açıklar:

Dertlerin alayı sardı bedeni Garip bencileyin söyletir beni Bir kırık saz ile şurda BİRFÂNİ

Gönlünü eğlemiş ondan çalarım (177 / 4)

Âşıklık geleneğinde önemli unsurlardan biri olan saz çalma, âşıkların önemli niteliklerinden biridir. Âşık Birfâni, gelenekte önemli bir yeri olan saz çalma yeteneğine sahiptir.

1.3.4. Mahlas Alma

Mahlas kelimesinin sözlük anlamı “kurtulacak yer”dir. Mahlas kelimesi saflık, halislik, gönül temizliği anlamlarına da gelmektedir. Âşıklık geleneğinde mahlas kelimesinin yerine ‘tapşırma’ da kullanılmaktadır. Tapşırma, ‘kendini tanıtma’ anlamına gelir ve şiirin son dörtlüğünde yer alır (Kaya, 1994: 83).

Mahlas, divan edebiyatında ve âşık edebiyatında sanatçının benimsediği ve adının yerine kullandığı takma adıdır. Âşıklık geleneğinde mahlas kullanma geleneğe bağlı bir kuraldır. Mahlaslar genellikle usta âşıklar tarafından verilir ve zamanla âşığın asıl adını unutturur. Günümüzde âşıklık geleneği zayıfladığı için âşıklar mahlaslarını kendileri seçmektedirler. Bazı âşıklar mahlaslarını bir rüya sonucu aldıklarını söylemişler, bazıları soyadlarını mahlas olarak kullanmışlardır (Artun, 2001: 65). Bazı şairler yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır. Nevzat Topal kendisine Cansever mahlasını uygun görürken, Metin Özer’in ise Birfâni mahlasını seçmiştir (Yardımcı, 1998: 120).

Malatyalı âşıklar geleneğe uygun bir şekilde mahlas kullanarak sanatlarını icra ederler. Âşıklar genellikle bir adın sonuna nisbet î’sini ekleyerek mahlas alırlar. Bunun yanında usta bir âşığın veya bir pirin verdiği adı da mahlas olarak kullanan âşıklar da vardır.

Âşık Boranî mahlasını kendi köyü olan Boran’dan almıştır. Malatyalı başka bir âşık olan Cafer Baba da çok fakir olduğu için Fakirî mahlasını kullanmıştır. Mahsubî’ye

mahlasını ustası Gülhanî vermiştir. Esirî ise Hacı Bektaş’a Feyzullah Çelebi’yi ziyarete gittiğinde sazını ve sözünü dinleyen Çelebi’nin: “Söyle Esirî’m hayranım sözlerine” demesi üzerine Esirî mahlasını kullanmıştır.

Âşıklık geleneğinde âşıklar genellikle tek mahlas kullanırlar. Âşığın birden fazla mahlas kullanması sık görülen bir durum değildir. 19. yüzyıl şairlerinden Dertli ilk şiirlerinde Lütfî mahlasını kullanırken daha sonraki şiirlerinde Dertli mahlasını kullanmıştır.

Âşıklık geleneğinin güçlü olduğu Malatya yöresinde yetişen ve asıl adı Metin Özer olan Birfâni, âşıklık geleneğine bağlı kalarak mahlas kullanmıştır. Âşığımızın şiirleri incelendiğinde birkaç mahlas kullandığı görülür. Şiirlerinde “Metin”, “Metinî”, “Hitabî” ve “Birfâni” mahlaslarını kullanan âşığımız, bazı şiirlerinde soyadının başına bazı sıfatlar ekleyerek mahlas kullanmıştır. Birfâni, ilk şiirlerinde daha çok ‘Metin’ ya da ‘Metinî’ mahlaslarını kullanır:

METİN’im döktüğüm yaşlar (24 / 5: 3) METİN olup da yazana.. (40 / 3: 2) METİNÎ’yim bu da yeter (39 / 4: 1) Der METİNÎ gönül varım (78 / 3: 1)

Âşığımız, 1983 yılından 1990 yılına kadar yazdığı şiirlerinde “Hitabî” mahlasını kullanmıştır. 1987 yılında kaydolduğu Ankara Halk Ozanları Kültür Derneği’den aldığı üyelik kartında da bu mahlas vardır. Gazete yazılarında da bazen yolda rastladığını söylediği Hitabî’nin dilinden duygularını dile getirir. İncelediğimiz şiirlerinden birinde de bu mahlası kullanmıştır:

HİTABÎ’yim yok da dilin kirası (160 / 4: 1)

Metin Özer, sık sık buluştuğu yakın dostu Mehmet Yardımcı’nın, bazı şiirlerinde ayrı ayrı da olsa geçen “bir fâni” sözcüğünden hareketle: “Şiirlerinde sık sık bir fâniyim

diyorsun da bunu niye mahlas olarak kullanmıyorsun?” demesi üzerine Birfâni mahlasını kullanmaya başlar. Ancak “17 Yaşımda” adlı şiirinde bu mahlası alış sebebini farklı bir şekilde açıklar:

Rüyamda bir pir-i fâni, Deyince ‘Her can bir fâni’ Ben de mahlası BİRFÂNİ

Seçtim onyedi yaşımda. (16 / 4)

İncelemeye tabi tuttuğumuz şiirlerinin çoğunda Birfâni’nin âşıklık geleneğine bağlı kalarak mahlas kullandığını gördük. Âşığımız incelediğimiz 300 şiirinden birer dörtlük halinde yazdığı 23 şiirinde ve “Sayan Olmadı”, “Şarkı”, “Var Yok”, “Hırsız Bey” adlı şiirlerinde mahlas kullanmamıştır.

Âşığımız 24, 40, 46, 47, 120, 190, 241 ve 274 numaralı şiirlerini ‘Metin’ mahlasıyla; 39 ve 78 numaralı şiirlerini ise ‘Metinî’ mahlasıyla söylemiştir.

Âşıklık geleneğinde önemli bir yeri olan leb-değmez tarzında şiirler de yazan Birfâni, bu tarzda yazdığı “Seher Yeli” ve “Cayarsın Gönül” adlı şiirlerinde (B,P,M,V,F) seslerini kullanmamak için “Güzelyurtlu Özer” ve “Âşık Özer” mahlaslarını kullanır:

Güzelyurtlu Özer sözünü derle (231 / 4: 1) Gün gelir atarsın ÂŞIK ÖZER’i (172 / 5: 1)

Âşıklık geleneğine bağlı kalarak çoğu şiirlerinde mahlas kullanan Birfâni, “Bırak” adlı şiirini “Metin Özer” mahlasıyla söylemiştir. “Önce Kendimi Tanısam”, “75. Yıl İçin”, “Hallarım Benim” ve “Alasın Sesimi” adlı şiirlerinde ise “Metin” ve “Birfâni” mahlaslarını bir arada kullanmıştır. Âşığımız bu iki mahlası bir arada kullanarak düşüncelerini daha kuvvetli bir şekilde dile getirmiştir. Bu şiirlerden yaptığımız alıntıları şöyle sıralayabiliriz:

METİN miyim, BİRFÂNİ mi (68 / 7: 3) Bu yurdun âşığı BİRFÂNİ METİN (140 / 8: 1) METİN BİRFÂNİ’yim aman dost aman (186 / 6: 1) BİRFÂNİ eyleyip geçtim METİN’i (237 / 4: 2)

İncelediğimiz şiirlerinden yukarıda sıraladığımızın dışında kalan 255 şiirinde ‘Birfâni’ mahlasını kullanmıştır.

Âşıklar arasında “Mahlassız şiir kulpsuz testiye benzer” diye bir söz vardır. Nasıl testi kulpsuz olmazsa âşık da mahlassız olmaz. (Yardımcı, 1998: 120) Âşıklık geleneğinde çok önemli bir yeri olan mahlas kullanma geleneğini günümüzde en güzel şekilde yaşatan âşıklardan biri de Birfâni’dir. Mahlasındaki derin anlamı şiirlerine nakış nakış işleyen âşığımız, âşıklık geleneğinin olmazsa olmazlarından olan mahlas kullanma geleneğine bağlı kalmış ve birçok mahlası başarıyla kullanmıştır.

1.3.5. İrticalen Söyleme

İrtical, kâğıt kalem kullanmadan gönlünden geçenleri söylemek anlamına gelir. Âşıklık geleneğinde irticalen söyleme önemli unsurlardandır. Çoğu âşık, herhangi bir konu üzerine kafiye ile bir manzume söyleme yeteneğine sahiptir. Bu da âşıklardaki sanat gücünü göstermesi açısından önemlidir.

Herhangi bir konuda, herhangi bir kafiye ile şiir söyleyebilmeleri ve doğaçtan atışma yapabilme yeteneğine sahip olmaları âşıkların başlıca övünme kaynağıdır (Yardımcı, 1998: 115). Halk şairleri için irticalen şiir söylemek çoğu zaman doğal bir olay sayılmıştır. Âşıklar bu özelliklerinden dolayı Divan şairlerinden üstün olduklarını savunmuşlardır.

Geleneğe sıkı sıkıya bağlı olan âşığımız, şiirden anlamayan insanların şair geçinip kitap şiir kitabı bastırmalarına dayanamaz. Birfâni, bu tip şairlere duyduğu tepkiyi dile getirmek için kısa bir süre içinde 70 şiir yazar. 30 Haziran 2003 tarihinde arkadaşları Halil Yazgan ve Âşık Cansever ile birlikte Cengiz Topel Üçgen Park’ta otururken yazdığı bu şiirler eleştiri ağırlıklıdır. Birfâni’nin Üçgen Park’ta yazdığı şiirlerden biri de “Nola ki” adlı şiiridir. Bu şiirin ilk dörtlüğü şu şekildedir:

Yine aldım gönülü Gezdim işte nola ki! Hem bülbülü hem gülü

Üzdüm işte nola ki! (Birfâni’nin arşivinden)

Her biri 3 ile 6 dakika süren 70 şiiri art arda söylemesi ve bu şiirlerinde bile sanat gücünün olması Birfâni’nin güçlü bir âşık olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu kadar kısa sürede 70 şiir yazması onun irtical yapabileceğini gösterir.

İrticalen söyleme açısından Malatya’da uygun ortam bulamayan âşığımız, istendiğinde irticalen şiir söyleme yeteneğine sahiptir.

1.3.6. Deyişme (Atışma)

Âşıklık geleneğinde atışmalar çok önemli bir yere sahiptir. Âşıklıkta ilk iş ruh dünyasındaki değişikliği saza döküp topluluğa saz ile sunmaktır. İkinci iş ise âşığın tanınmış bir âşıkla karşılaşması ve onu yenmesidir.

Türkiye’de âşıklık geleneğinde belli yörelerde “karşılama”, “deyişme”, “atışma” veya “karşıberi” gibi adlar altında toplanan sistemli deyişmeler; en az iki âşığın dinleyici huzurunda veya herhangi bir yerde karşı karşıya gelerek, birbirlerini sazda ve sözde belli prensipler içinde denemeleri esasına dayanmaktadır (Günay, 1993: 47). (Bali,1975:7432).

Âşık Birfâni’nin bazı şiirleri, âşıklık geleneğinde deyişme olarak adlandırılan tarzda söylenmiştir. Âşığımızın, Cumhuriyet’in 75. yılı kutlamalarında İnönü Kapalı Spor Salonu’nda Âşık Mutsuz ile birlikte karşılıklı söylediği “75. Yıl İçin” adlı şiir deyişme türünde değerlendirilebilir:

Mutsuz:

Şöyle bir bakalım neler kazandık Ne erdemler bulduk Cumhuriyetle Devrimlerle çağdaşlığa uzandık Yüce ulus olduk Cumhuriyetle Birfâni:

Kemâl Atatürk’ün çizdiği yolda Bugünlere geldik Cumhuriyetle Mutlu gururluyuz 75 yılda

Meydanlara dolduk Cumhuriyetle (140 / 1, 2)

Birfâni’nin 27 Mart 2002 tarihinde Malatya Güneş Tv’de kendisinin hazırladığı “Dost Diye Diye” adlı programda Âşık Cansever ve Âşık Kul Bahrî deyişimesi şu şekilde başlamaktadır:

Can dostum Cansever, sevgili Bahri, Bir sofra kuralım dost diye diye! Sevgiye boyansın gönüller şehri

Âşıkların birbirlerinin bilgi ve sanatlarını ölçtüğü deyişmelere Birfâni’de de rastlanır. Onun deyişmelerinde daha çok övgü ve hoşgörü vardır.

1.3.7. Tarih Bildirme

Âşıklar; kıtlık, yangın, sel felaketleri, salgın hastalık, önemli savaşlar vb. gibi toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olayları ya da kendi hayatlarındaki önemli anları tarih belirterek şiirlerine aktarmışlardır.

XV. yüzyıldan itibaren Divan edebiyatında Arap harflerinin her birine sayısal değerler verilerek EBCED hesabı denilen bir yöntemle tarih saptama işlemine tarih düşürme denir. Tarih düşürme Divan edebiyatının etkisiyle Âşık edebiyatında da kullanılmaya başlanmış ve zamanla bir gelenek halini almıştır (Yardımcı, 1998: 182). Âşıklar şiirlerinde tarih bildirmeyi EBCED hesabı ile yapmayıp doğrudan doğruya ilgili tarihi söylemişlerdir.

Âşıkların şiirlerinde yer alan tarihlerden yola çıkan halk edebiyatı araştırmacıları, bunlardan hareketle âşıkların doğum yıllarını ve bazı önemli olayların zamanını öğrenmişlerdir. Âşıkların bir kısmı hicri takvime göre tarih bildirirken diğer bir kısmı miladi takvime göre tarih bildirmiştir. Aşağıdaki dörtlükte hicri 1055 miladi 1645 tarihinde Girit’in alındığı kaydedilmektedir:

Garip Âşık bunu böyle der idi Kalmayıp düşmanın bağrı eridi Bin elli beşinde aldık Girid’i

Gayet mübarektir hal padişahım (Yardımcı, 1998: 183)

Âşıklar arasında tarih bildirme geleneği geçmişten günümüze kadar varlığını korumuştur. Malatyalı âşıklar da birçok önemli olaya şiirlerinde yer vererek bu geleneği yaşatmışlardır. Esirî, bazı şiirlerinde tarih bildirerek gelecek kuşaklara mısralarını tarihî bir belge gibi aktarmıştır. Esirî, aşağıdaki mısralarda 1875’teki kış mevsimini şöyle anlatmıştır:

Sene bin iki yüz doksan bir tarih

Hem dasıtan olsun hem bir tevarih Ne şiddetten gayrı candan bu zarih

Kul Sevindik ise aşağıdaki mısralarda doğum tarihini bize şu şekilde aktarmaktadır:

Sene bin iki yüz yiğirmi dört oldu tamam

Gelse gerektir âhir Mehdi-i sahip-zaman (Kazancı-Yardımcı, 1993: 101)

Birfâni, milletimizi derinden etkileyen deprem olayını ve kendi hayatındaki önemli anları tarih bildirerek şiirlerine aktarır. Âşığımız, daha çok hayatını derinden etkileyen olayları tarih bildirerek mısralara aktarmıştır. Bazen gençlik döneminin geçtiğini bildirmek, bazen yazdığı mektubun tarihini bildirmek, bazen de toplumu derinden etkileyen bir olayın kendisinde bıraktığı izleri aktarmak için bu gelenekten faydalanmıştır. “İki Bine Beş Kaldı” şiirinde yaşının kırk beş olduğunu söyleyerek 1950 yılında doğduğunu ima eder:

İki avucumda keçeşmiş başım Önümden kaçıyor ekmeğim aşım Daha da mı durulmayım gardaşım

Yaşım kırk beş iki bine beş kaldı (147 / 2)

“Mektup” adlı şiirinde ise tarihi gün, ay ve yıl olarak tam anlamıyla mısralarına kaydettiğini görüyoruz. Bu şiirde tarihe şöyle yer verir:

Hatam çoktur hoş gör, âşıklık hali, Hoşçakal sevgiyle güzel sevdalı.. Bugün 13 Temmuz, günlerden salı,

Dokuz yüz yetmiş beş yıl emmimoğlu.. (251 / 93)

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nden duyduğu üzüntüyü dile getirirken tam anlamıyla bir tarih vermese de iki binli yıllara adım atacağımız sırada yaşanan bu acı olaydan çok etkilendiğini dile getirir:

Şad olmam yurdumda acılar varken, Canlar gitti kan uykuda yatarken, İkibin yılına adım atarken

Ağladım, bu sabah yine ağladım,

Birfâni insanın öncelikle kendi kusurlarını araştırmasını gerektiğini söylediği bir şiirinde yaşının kırk, yılın 1990 olduğunu şu şekilde ifade eder:

Topla ey BİRFÂNİ kendini tanı

Yaş kırk oldu sene buldu doksanı El saysın eldeki türlü noksanı

Ben kendi kusurum göreydim yeter (Birfâni’nin arşivinden)

Âşıkların tarih bildirmelerinde herhangi bir konu sınırlaması yoktur. Ancak genellikle önemli olayların tarihleri âşık şiirlerinde yer alır. Yukarıdaki bölümlerde görüldüğü gibi Birfâni âşıklık geleneğinde önemli bir yeri olan tarih bildirme geleneğine şiirlerinde yer vermiştir. Birfâni de diğer âşıklar gibi hem kendisini etkileyen olayları hem de toplumu derinden sarsan olayları tarih bildirerek aktarmıştır.

1.3.8. Nazire Söyleme

Divan edebiyatına ait bir gelenek olan nazire söyleme âşıklar tarafından da benimsenmiş ve gelenek halini almıştır. Nazirede aynı kafiye ve ölçüde benzer biçimde şiirler söylenir. Nazire için bir eseri bazı kurallar gözeterek ustalıkla taklit etmek şeklinde bir tanımda yapılabilir. Nazire yapma işine tanzir denir.

Arguvan’da doğan ve Derviş Muhammed’in yanında yetişen, ondan tarikat bilgilerinin yanında saz ve söz öğrenen Âşıkî’nin:

Canan bizi aşk oduna Yaka geldi yaka gider Boynumuza zülfü bendin Taka geldi taka gider

dörtlüğü ile başlayan şiiri Yunus Emre’nin:

Aşkın odu ciğerimi Yaka geldi yaka gider Garip başım bu sevdayı Çeke geldi çeke gider şiirine naziredir (Yardımcı, 1997: 279).

Bazı Malatyalı âşıklarda gördüğümüz nazire söyleme geleneğine Birfâni’de rastlanmaz. 1967 yılına kadar birçok âşığın, birçok şairin şiirlerini okuyan ve onların

tarzında şiirler söyleyen Birfâni, daha sonraki dönemde hiçbir âşığın şiirini okumamıştır. Bunun sebebi diğer âşıklardan etkilenmek istememesidir. Birfâni bugün hâlâ kendisine hediye edilen şiir kitaplarını bile kendi deyimiyle taklitçiliğe düşmemek için okumamaktadır.

Nazire söylemeye ‘benzek’ diyen Birfâni’nin “Deli Gönlüm Oy” adlı şiiri, ağabeyi Âşık Mutsuz’un “Sevdalı Gönül” adlı şiirine nazire olabilir. Bu iki şiir kullanılan ayak yönüyle ve gönlün yerilmesi yönüyle birbirine benzer. Âşık Mutsuz, “Sevdalı Gönül” adlı şiirinin ilk dörtlüğünde kendi gönlüne sitem eder:

Bıktım usandım ben senin elinden Nerelere gidem oy deli gönül Ne acılar çektim tatlı dilinden Akılsız fikirsiz toy deli gönül

Birfâni de aşağıdaki mısralarda çektiği sıkıntıların sorumlusu olarak gönlünü görür:

Aldırmam dar günüme yaşıma Oy benim deli divane gönlüm oy Dert üstüne dertler sardın başıma

Oy benim deli divane gönlüm oy (254 / 1)

Âşığımızın şiirlerinden sadece birinde nazire sayabileceğimiz bazı benzerliklere vardır. Âşıklar tarafından benimsenen nazire söyleme geleneğine Birfâni’de rastlanmaz. Zaten kendisi de başka âşıklardan etkilenmemek için onların şiirlerini okumamış ve özgün şiirler ortaya koymaya çalışmıştır.

Benzer Belgeler