• Sonuç bulunamadı

3. SAVAŞ KAVRAMI ve KURAMI

3.2 Savaş Hukuku ve Savaş Ahlakı

Tarih boyunca meydana gelmiş savaşlar ne kadar acımasız, insanlık dışı, yıkıntılı ve genellikle haksız olsa da küçüklü büyüklü bazı kurallar çerçevesinde, genel ahlaki değerler çerçevesinde, görgü kuralları doğrultusunda ve bazı yasaların uygulanması çerçevesinde olduğu da gözlemlenmiştir.

Savaş ahlakı belli süreçlerden geçerek en nihayi olarak savaş hukuku biçimini almıştır. Savaş hukuku uluslararası kamu hukuku veya milletler hukukunun bir dalı olarak günümüzde geniş bir bilimsel alandır.

3.2.1 Laik ve uluslararası genel savaş kuralları ve savaş ahlakı

Genel kabul edilişe göre dünyada ilk kez, 1856 Paris Bildirisi olarak bilinen “Deniz Hukukuna Riayet Bildirisi” (Anayasa Mahkemesi, 2017) ile savaşlar, çağdaş anlamda uluslararası savaş hukuku kapsamına alınmıştır. Bundan başka, 1899 ve 1907 Lahey Sözleşmeleri savaşlar zamanı işlenmiş suçları kapsayan ilk laik uluslararsı diplomatik belgelerdir. Uluslararası Savaş Hukuku günümüzde Uluslararası İnsancıl Hukuk adı ile yürürlüktedir ve içerik anlamı itibari ile hiç bir değişikliği yoktur. Günümüz dünyasında, ülkeler tarafından Birleşmiş Milletler Kanunu uygulanmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) Kanunu’nun 51. maddesinde “just ad bellum” yani, haklı savaş maddesi vardır. Bu maddede (TBMM, 1945):

“Îşbu Andlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silâhlı bir saldırmaya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazası için lüzumlu tedbirleri alıncaya kadar, tabiî olan münferit veya müşterek meşru müdafaa hakkına halel getirmez. Bu meşru müdafaa hakkını kullanarak üyelerin aldığı tedbirler derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Meclisin, işbu Andlaşmaya dayanarak milletlerarası barış ve güvenliğin muhafaza veya iadesi için lüzumlu göreceği şekilde heran

hareket etmek yetki ve ödevine hiçbir veçhile tesir etmez” denilmekte ve haklı savaş veya meşru müdafaa açık bir biçimde belirtilmektedir.

Günümüzde birçok devlet aynı zamanda 12 Ağustos 1949 tarihli Uluslararası Cenevre Sözleşmesi’ne bağlıdır. Sözleşme hükümleri gereğince tüm taraflarca İnsancıl Hukuk Kurallarına uyulacaktır. Adı geçen bu sözleşmenin 2. maddesinde şöyle denmektedir (Yamaner ve diğerleri, t.y.):

“Sulh zamanında yürürlüğe girecek olan hükümleri hariç, işbu Sözleşme harp ilânında yahut iki veya müteaddit Yüksek Akit Taraf arasında çıkabilecek silâhlı anlaşmazlık halinde, harp hali bunlardan biri tarafından tanınmasa dahi uygulanacaktır. Sözleşme, aynı zamanda, Yüksek Akit Taraflardan birinin topraklarının kısmen veya tamamen işgali halinde, bu işgal hiç bir askerî mukavemetle karşılanmasa dahi uygulanacaktır. Anlaşmazlık halinde Devletlerden biri işbu Sözleşmeye taraf teşkil etmiyorsa, buna taraf olan Devletler karşılıklı münasebetlerinden Sözleşmeye bağlı kalacaklardır. Bundan başka bu Devletler, taraf olmayan Devletçe Sözleşme hükümleri kabul ve tatbik edildiği takdirde, o Devlete karşı Sözleşme ile bağlı olacaklardır”.

Ayrıca, tüm bu sözleşmelerin ve yasaların sonucu olan Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi insancıl hukukun en belirgin örneği sayılmaktadır. Bu hareketin bir parçası olan Türk Kızılayı (2017)’nın temel ilkeleri kısmında şu özellikler belirtilmiştir;

“Uluslararası Kızılay ve Kızılhaç Hareketi öğretisi, 1965’de ilan edilen Hareketin Temel İlkeleriyle özetlenmiştir. Bu Temel İlkeler, Uluslararası Federasyon (IFRC), Ulusal Dernekler (Kızılay/Kızılhaç) ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi'nin (ICRC) görevli ve gönüllülerine yardım çalışmalarındaki faaliyet alanlarını belirleme ve kolaylaştırma konularında yol gösterirken, aynı zamanda Hareketin amacını ve yardımseverlik değerlerini tanıtmak için evrensel bir temel oluşturur.

İnsanlık, Savaş alanında yaralılara ayrım gözetmeksizin yardım etme isteğinden doğan Kızılay, her nerede olursa olsun insan ıstırabını ulusal ve uluslararası kapasitesi dâhilinde önlemek ve dindirmek için çabalar. Amacı insan hayatının, sağlığının korunması ve insan onuruna saygı duyulmasının sağlanmasıdır. Bütün

insanlar arasında karşılıklı anlayışı, dostluğu, işbirliğini ve kalıcı barışı destekler.

Ayrım Gözetmemek; Kızılay, milliyet, ırk, dini inanç, sınıf veya siyasi düşünce farkı gözetmez. İnsan ıstırabını, en ivedi ve zaruri ihtiyaçlara öncelik vererek dindirmeye çalışır.

Tarafsızlık; Kızılay herkesin güvenini kazanmak amacıyla, düşmanlıklara taraf olmaz ve hiçbir zaman siyasal, ırksal, dinsel ve ideolojik nitelikteki ihtilaflara girmez.

Bağımsızlık… Gönüllü hizmet… Birlik… Evrensellik…”.

Günümüzde dünya ülkelerinin birçoğu savaş hukukuna bağlı olsalar da kimi zaman bunu sadece göstermelik olarak kabul etdikleri de bir gerçektir. Günümüz dünyası olayları ve tarih bilgileri bunu kanıtlamaya yeter ve artar bile. Ancak savaş hukuku ne kadar da yetersiz, muğlak ve genel geçer kural biçiminde olsa da yine de bazı sorunların çözümünde veya önlenmesinde ciddi yarar sağlamaktadır.

Savaş hukuku yazılı kuralları içermekle birlikte bir de aynı zamanda ülkeler veya gruplar arasında bazı yazılı olmayan ahlaki ve görgü kurallarının da varlığı söz konusudur. Bu kuralların başında dini ve milli teamüllerin olduğu gözlemlenmektedir.

3.2.2 İslamiyet’te savaş kuralları ve savaş ahlakı

İslam dininin kutsal kitabı Kuran’da savaş ahlakı ve hukukundan ve özellikle haklı savaştan şöyle bahs edilmektedir (Öztürk, 2016, s. 418): “Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpışın. Ama haksız yere saldırmayın/çarpışmada zulme sapmayın. Çünkü Allah, sınır tanımaz azgınları sevmiyor”.

“Ey inananlar! Savunma tedbirlerinizi alın. Gerektiğinde de bölükler halinde harekete geçin yahut toplu halde savaşa çıkın. Ancak sizinle aralarında antlaşma olan bir topluma sığınanlarla, kendi toplumlarıyla yahut sizinle savaşma konusunda yürekleri yetersiz kalıp da size gelenlere dokunmayın. Allah dileseydi onları elbette sizin üstünüze salardı, onlar da sizinle mutlaka savaşırlardı. O halde, sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış eli

uzatırlarsa, artık Allah size, üzerlerine gitmek için bir yol vermemiştir” (Öztürk,, 2016, s. 492).

“Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever. Allah sizi; ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar. Böyleleriyle dost olanlar, zalimlerin ta kendileridir”(Öztürk,, 2016, s. 555).

3.2.3 Musevilik ve Hıristiyanlık’ta savaş kuralları ve savaş ahlakı

Kutsal Kitap adı verilen kitap, Musevi ve Hıristiyan dinlerinin ana kaynaklarından biridir. Tevrat ve Zebur’u kapsayan Eski Ahit’te ve İncil’i kapsayan Yeni Ahit’te savaş hakkında tarama zamanı savaş hukuku ve ahlakı anlamında açık, net ve özet bir biçimde bir hükme veya kurala rastlanmamakla birlikte, kitapların genel içeriğinde ve bazı ayetlerinde savaş hukuku hakkında genel ve öyküsel biçimde bilgilere yer verilmektedir (Kutsal Kitap, 2014, s. 682): “Tasarılarını danışarak yap, Yöntemlere uyarak savaş”.

“Sevmenin zamanı var, nefret etmenin zamanı var. Savaşın zamanı var, barışın zamanı var” (Kutsalkitap, 2014 s. 696).

“Mümkünse, elinizden geldiğince herkesle barış içinde yaşayın.

Sevgili kardeşler, kimseden öç almayın; bunu Tanrı'nın gazabına bırakın. Çünkü şöyle yazılmıştır: Rab diyor ki, Öç benimdir, Ben karşılık vereceğim.

Ama, Düşmanın acıkmışsa doyur, Susamışsa su ver. Bunu yapmakla onu utanca boğarsın.

Kötülüğe yenilme, kötülüğü iyilikle yen” (Kutsalkitap, 2014, s. 1213-1214). 3.2.4 Tengricilik’te (veya Türk Töresi’nde) savaş kuralları ve savaş ahlakı Tengricilik dininde ise, savaş hukuku ve ahlaki üst düzey olup ve tüm insanlık âlemine örnek oluşturacak biçimdedir. Tengricilik dininin en belirgin ve önemli özelliği insana, canlılara ve doğaya gösterdiği özel ilgi, sevgi ve saygıdır. Tengricilikte dinsel bir kitap veya yazılı anayasa olmadığı gibi aynı zamanda herhangi bir dini aracı da yoktur. Tengricilikte sosyal ve kişisel yaşamı

düzenleyen ve yön veren tüm kural ve yasalara Töre denilmektedir. Töre yazılı biçimde olmayıp, yüz yıllarca kuşaktan kuşağa sözlü biçimde aktarılan gelenek- göreneklerin toplamı olan doğal bir yasadır. Bu nedenledir ki Tengriciliği öğrenmek ve anlamak için Türk Töresine bakılmalıdır. Bu din doğal bir din olduğundan dolayı onu sadece Türk Töresini ve Türk Milletinin karakteristik özelliklerini inceleyerek öyrenilebilir. Türk milletinin en önemli vasıflarından biri de kendine özgü çok güzel ve olağanüstü bir ahlakının veya ahlak kurallarının olmasıdır.

Türkçülüğün Babası olarak tanınan Ziya Gökalp (2015, s. 191)’in “Türkçülüğün Esasları” kitabında belirtildiği gibi; “Eski Türkler, sulh dinine tabi oldukları (bağlı oldukları) için, başka Milletlerin dini, siyasi, harsi (kültürel) mevcudiyetlerine (varlıklarına) hürmet ederlerdi... Bütün milletleri bir sulh (barış) dairesi içinde, bir beynelmilel camia dahilinde görürlerdi”.

Eski Türklerde savaş zamanı aman dileyen düşman askerlerine ve özellikle sivilllere, kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve hastalara hiç dokunulmazdı ve düşman askeri bile olsa yaralılara yardım edilir ve korumaları altına alırlardı. Bu herkesin uyması gereken zorunlu ve kesin bir kural idi. Kim bu kural dışına çıksa vatana ve töreye ihanetten yargılanır ve idam edilirdi.

Ziya Gökalp (2013, s. 141), “Türk Medeniyeti Tarihi” kitabının ‘Barışa Çağrı’ bölümünde “Özellikle Türklerin savaşları, bütün milletleri “barışa davet” ülküsüne dayandığı için, her zaman yenik taraf barış isterse, galip gelen eğer Türk ise, kesinlikle barış teklifini kabul ederdi” demektedir. Bu anlamda, Eski Türklerde dinin özü barış olup ve barışı sağlamak için savaşılırdı.