• Sonuç bulunamadı

Sanat AnlayıĢı, Yazarlığı ve GiriĢtiği TartıĢmalar

B. Orhan Duru‟ya Kadar Türk Öykücülüğü ve 1950 KuĢağı

I. BÖLÜM

1. Hayatı

3.2. Sanat AnlayıĢı, Yazarlığı ve GiriĢtiği TartıĢmalar

Yarım yüzyıldan daha uzun bir süre devam eden edebî yaĢamında Orhan Duru, oldukça çeĢitli bir edebî anlayıĢa sahiptir. Bu çeĢitlilik kendisini hep yenileyen, yeni konular, söylemler ve teknikler geliĢtiren geniĢ bir yelpazenin ortaya çıkmasını sağlar. Ġlk öyküsünün yayınlandığı 1953 yılından itibaren, kurguya olan bağlılığı, onu bir fantastik dünya kurma eylemine yöneltirken, mizahı ve ironiyi birleĢtirerek oluĢturduğu kara mizahla, geleneksel anlatımlardan yararlanarak ve daha sonraki dönemlerde ise bilimkurguya yönelerek bu eylemi temellendirmeyi baĢarmıĢtır. Her ne kadar 1950 kuĢağı‟nın yazarlarında tam bir bütünlük olmadığını kabul etsek de öyküyü algılayıĢta ve onu icra ediĢlerinde bir birliktelik olduğunu söylemek mümkündür. Ancak Orhan Duru'yu bu kuĢağın bir yazarı olarak, belki de bu kuĢaktan en çok ayrılan ve en uç özelliklere sahip olan

bir yazar olarak değerlendirmek gerekir. Yukarıda saydığımız bu özellikleri ele alarak dilde gerçekleĢtirmiĢ olduğu devinimleri baĢka bir yazarda görmek olası değildir. Bu sebeple Orhan Duru'yu yarattığı kendine özgü edebî anlayıĢın içinde değerlendirirken, bunun ortaya çıkıĢının serüvenine eğilmek ve bunun gerisindeki felsefeyi, anlayıĢı, dünyaya ve insana bakıĢını incelemek gerekecektir.

Ġlk öykülerinde oldukça sıradan ve basit güncel olayları kaleme alan Orhan Duru alıĢılagelmiĢ öykü anlayıĢının örneklerini verir. Bu güncel olaylara dayalı ve basit konular Orhan Duru'nun henüz belli bir edebî anlayıĢa sahip olmadığını göstermektedir. Bu hikâyelerde Duru, gözlemci olarak hikâyeye katılır ve gördüklerini özentisiz ve sade bir anlatımla aktarır. Özellikle ilk hikâyelerindeki karĢılıklı konuĢmalar Duru'nun gözlemci tutumundan kaynaklanır.

Ġlk hikâyelerinde gördüklerini "olduğu gibi" ilettiğini, olayları ayıklamayı, bir sürece, çevreye bağlamayı, bir hikâye düzeni içinde yoğurmayı düĢünmediğini dile getiren Asım Bezirci, Duru'nun gözlemlerini yüzeyden saptamakla yetindiğini ve bunu yaparken de fiillerden çok konuĢmalara dayandırdığını dile getirir.(Bezirci, 1962:76)

Duru'nun buna benzer yaklaĢımları genel itibariyle ilk hikâyelerinde görülmesine rağmen daha sonraki yıllarında giriĢtiği dergicilik faaliyetlerinde bu durumun yavaĢ yavaĢ değiĢmeye baĢladığını görürüz. Yazmaya baĢladığı ilk dönemlerde belirli kalıplar içinde kalarak belli kurallara göre yazma eylemine ek olarak Mavi dergisinde yazıyor olması kendisini Attilâ Ġlhan'ın etkisiyle toplumcu gerçekçi konuların içinde bulacaktır. Daha somut anlamda, bu konuların tartıĢıldığı bir çevrenin içinde kendini bulan Orhan Duru, bu durumun kendi edebî anlayıĢı için uygun olmadığına karar verecektir:

"... Atilla Ġlhan'ın etkisindeki bu dergide (Mavi Dergisi) toplumcu gerçeklilik üzerinde duruyorduk. Toplumcu gerçekçiliğin önemi belirtiliyordu. Ancak daha sonra bunun dar sınırları içinde kalmanın yararlı olmayacağını, baĢka

türlü gerçekçilikler yürütülebileceğini, baĢka yollardan insanın kendi düĢüncelerini anlatabileceğini kavradık. Bu da bizim ya da bizim kuĢağımızın öykücülükte tuttuğu yol oldu." (Duru, 2000:60)

Bu gerçekçilik - toplumsal gerçekçilik tartıĢmalarının hüküm sürdüğü bu yıllarda kimi yazarların genellikle köy öyküleri ya da kentlerde yaĢayan yoksul insanların yaĢamlarını, iĢçi sınıfının durumlarını anlatan öyküler ve romanlar yazdıklarını ifade eden Duru, bu yazarların izinden gidemeyeceklerini, köylerin durumlarını bilmediklerini, bilseler dahi bu Ģekilde yazmayacakları gerçeğini dile getirir. Üstelik de "toplumsal gerçekçilik örgütleyip romantik Ģiirler yazanlar da

vardı." diyerek Atilla Ġlhan'a göndermede bulunur. (Duru, 1998:4)

Bu dönemde köyü, köylüleri, iĢçiyi ve yoksul insanı anlatmanın toplumsal gerçekçilik olarak algılanması, "söylem ve slogan" edebiyatına dönüĢtüğü açık bir gerçektir. Bu tür edebî anlayıĢa ve bu "güdümlü yazın"a karĢı olan Orhan Duru, gerçeklik tartıĢmasında en sert ifadesini Pazar Postası‟ndaki "Gerçeklik Üzerine" adlı yazısında dile getirir:

"Günümüzdeki gerçekçi yazarları ele alırsak(...) Orhan Kemal, YaĢar Kemal, Tarık Dursun K. gibi yazarların gerçekçilikleri doğrusu artık bize bırak eski, biraz Osmanlı gelmektedir.(...) Yani onlar yazılarına kiĢinin tinsel davranıĢlarını soksalar gerçekçi olmaktan çıkacaklar mı?" (Duru, 1956a:6)

Duru'nun oldukça ses getiren bu eleĢtiri, "Osmanlı" ifadesine açıklama getirme zorunluluğunu ortaya çıkarır. Duru, bu ifadesinin düĢünce bazında olmadığını, asıl eski olanın "estetik yapı ve insan anlayıĢı" olduğunu dile getirir. Olayları görüp gösterme yani tasvir ve tespitlerle vermenin Ömer Seyfettin'de Hüseyin Rahmi'de var olduğunu, bu hikâyelerde yer alan kiĢileri aynı ağızla konuĢturmanın, Ģiveleriyle vermenin bir biçim ve üslûp sorunu olduğunu ve bunların gerçekçilik olmadığını dile getirir. Ġkinci bir nokta ise, insanı tek bir yönüyle vermenin, insanın yazarın biçimlendirdiği yönde gitmesinin ve hiçbir insani özellik göstermeden (karĢı koyma, düĢkünlük, ihtiras...) "kiĢileri keskin bir

bıçakla yontulmuĢ" olarak vermenin gerçeklikle bağdaĢmayacağını ifade eder.

(Duru, 1956b:7)

Bu “fotoğraf gerçekliği”ne karĢı çıkan Duru edebiyatın, insanı merkeze alan ve kendine özgü olan gerçekliğine inanır. Bu yazınsal gerçekliğin elbette güncel olaylardan hareketle ortaya çıkacağını; ancak tamamen bunları anlatmayacağını savunur. Çünkü yazar gördüklerini, gözlemlediklerini onları kendi bilinç süzgecinden geçirerek yeni bir kurguyla baĢka bir gerçeklik yaratarak vermesi lazım geldiğini dile getirir.

Öykünün kendi gerçeğinin ayrı bir Ģey olduğunu ifade eden Duru, güncel olayların ayrıntılarla dolu olduğunu ve bunlara öyküde yer vermenin öykünün yapısına ters düĢtüğünü dile getirir. Çünkü öykü yoğun bir anlatımı gerektirir. Bu yoğunluğun ayrıntılarla dolu olması öykünün dinamik yapısına ters düĢer. ĠĢte Duru'nun bu "dıĢ gerçekliğe" karĢı çıkıĢı kendisini "iç gerçekliğe" yöneltir. Çünkü Duru'nun öykülerinde asıl önemli olan dıĢ gerçeklik değil, bireyin iç dünyasına dayanan, onu bir birey olarak algılayan yaklaĢımdır. "Tek bir geçeklik olmadığını" vurgulayan Duru, insanı "iç" ve "dıĢ" gerçekleriyle birlikte vermeye çalıĢır. Burada birey söz konusu olduğundan Duru'nun öykülerinde bireye ait bütün özellikler, bunalımlar, korkular, acılar, umutlar, sevinçler, iç konuĢmalar, düĢünceler, çağrıĢımlar baskın öğeler olarak karĢımıza çıkar.

Duru, öykülerinde bir gerçekliğe varır. Bu gerçekliğin çıkıĢ noktası güncel konulara sıkı sıkıya bağlı olmasından; ancak oldukları gibi değil de bunları bilinç- altı süzgecinden geçirerek daha inandırıcı bir gerçekliğin ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu gerçekliği yakalayan Duru'nun öyküsü bir kurgunun ürünüdür. Bu kurgu düĢlerden oluĢmuĢ bir kurgudur. Öykü "düĢ gücü ister." (Duru, 2004a:31) diyen Duru'ya göre gerçek öykü, hem güncelden yani yaĢamdan hem de düĢlerden oluĢan öyküdür. Bu tür öykülerin "yalınlık, fantezi ve kurgu" istediğini ve artık günümüz çağdaĢ öykücülüğün bu anlayıĢla ortaya konulmasının

gerekliğini vurgular. Duru'da asıl önemli olan kurgusal yapı oluĢturmak ve bu yapıyı özgün bir anlatım biçimiyle vermektir:

"Pek çok öykü yazarı daha çok anılarını öykü diye yazıyor. Böylece günlük yaĢama ve güncel olaylara bağlanıyor. Güncelin dıĢına çıkamıyor. Bu arada röportaj gibi yazılar öykü diye sunuluyor ki bunu anlamlı bulmuyorum. Öykü yazarlarının güncelden yola çıkıp bunları değiĢtirerek baĢka noktalara eriĢmesi gerektiğini düĢünmüyorum. Bunu dıĢında öykü yazarı yeni bir değiĢ oluĢturmaya çalıĢmalı. Bu deyiĢi okuyan hemen yazarını tanımalı. Öykü yazarları çabalarını bu yöne doğrultmalı." (Duru, 2004a:33)

"Türk yazınının en zayıf noktası kurgu" olduğunu dile getiren Duru, her

Ģeyden önce öyküde kurgu ağırlığının önde olması gerektiğine inanır. Kurgu sağlamlaĢtıktan sonra "deyiĢ" önemlidir onun için. Çünkü Duru'ya göre "deyiĢ,

öykücüyü bir anlamda yazar yapar. Kurgu ise yazarı öykücü yapar." (Duru,

2008:53)

Duru, bu kurguyu oluĢturmak için edebiyatın bütün olanaklarından yararlanır. Öyküye kazandırdığı yeni yaklaĢımlarla bunu vermeye çalıĢır. Bu çabasını okur için yaptığını dile getirir:

"Sade suya tirit öyküler yazmak istemiyorum. Okur ilgi duysun, ĢaĢırsın istiyorum. Öykülerimi kurarken sadece fanteziler değil, çağrıĢımlar da rol oynuyor. Bunları okurla iletiĢim kurabilmek için yapıyorum. Okur yazdığım öyküyü sevmeli, ĢaĢırmalı, fanteziler, oyunlar, kara mizah, kelime oyunları yapıyorsam ve bunu yaparken keyif alıyorsam bu keyfi okurla paylaĢmak istiyorum. Güncel gerçekler ise fazla ayrıntılarla dolu. Bu ayrıntıları okura sunmak bence yanlıĢ." (Durgun, 1998:23)

Bu kurgusal, fantastik gerçeklik Duru'nun hikâyesinde önemli bir yer teĢkil eder. Hatta öykülerinin temel çıkıĢ noktası bu önemli kaynaktan ortaya çıkmaktadır. Duru'nun kurguya bu denli bağlanıĢı edebiyatımızda henüz örneklerini göremediğimiz "bilim-kurgu" öykülerinin doğuĢuna zemin hazırlar. Duru'nun bu bilim-kurgusal öykülerinin ilk örnekler olmasının yanı sıra onları önemli kılan Ģey Duru'nun da deyimiyle, "kaba bir bilim-kurgu değil, insancıl bir

bilim-kurgu." (Durgun, 1998:23) olmalarıdır. Duru'nun hemen hemen bütün

kurgunun doruğa çıktığı bu bilim-kurgu öykülerinde dahi toplumsal sorunlara ve güncel gerçeklerden hareketle edebiyat gerçeğine uygun olarak kurguladığı olaylara yer vermiĢ olması öykülerine ayrıca önem kazandırmaktadır:

"Hemen her öykümde toplumsal sorunlar var. Ben kurguya önem veriyorum. Bilim-kurgu da bunun bir yan öğesi. Bilim-kurgu öykülerinin ille de toplumdan soyutlanmıĢ olduğu söylenemez. Ġster bilim-kurgu öyküsü yazayım, ister doğal çizgimde yazayım toplumsal sorunların verdiği ivme ile yazıyorum." (Duru, 2008:55)

Toplumsal içerikli bilim-kurgu öykülerini çağın getirdiği ürünler olarak değerlendirmek her ne kadar doğru olsa da Duru'nun fantastik ve düĢ gücüne olan eğiliminin bir ürünü olarak kabul etmek de yanlıĢ sayılmaz. Normal koĢullarda çağın bütün gerçeklerine açık olan Orhan Duru'nun duyarlılığı karĢısında teknolojik ve bilimsel geliĢmelerin toplumda yaratmıĢ olduğu hızlı devinimleri öyküsünde anlatmak hiç de yadırgayıcı bir durum olmadığı açıktır.

Duru'nun öyküsünün bilim-kurgusal yanını ĢaĢırtıcı bulan Feridun Andaç, Duru'nun öyküsünü kurarken, yaĢamın nabzını tutmayı amaçladığını; düĢün ve fantezinin onun kurmaca gerçekliğinin iletiĢimsel boyutu olduğunu dile getirir. (www.bilimkurgu2000.com) Gerçekten de Duru bu iletiĢimsel boyutu sağlamak adına öykülerini içeriği ve yapısı ne olursa olsun okura ulaĢacak iletiyi önemser ve ona göre öyküsünü kurgular. Çünkü Duru gündelik yaĢamdaki olayların olduğu gibi aktarıldıklarında okuyucudaki inandırıcılığını kaybedeceğine inanır.

Peki, Orhan Duru'yu henüz örneklerini edebiyatımızda görmediğimiz bu bilim-kurgu öykülerini yazmaya yönelten durumlar nelerdi? Sadece insanlığın bilim-kurgusal bir çağda yaĢıyor olması ya da teknolojinin ürkütücü boyutlara ulaĢması mı Duru‟yu bu türe yöneltti? Elbette hayır! Her Ģeyden önce Duru bir yazardır ve edebî bir çerçeveden bunu düĢünmüĢ olması onu bilim-kurguya yöneltmiĢtir:

"Öteden beri fantezi ağır basıyor. Ayrıca çeĢitlilik istiyorum yazınımda.

Bilim-kurguda bu istekten çıkıp geldi.(...) Ama Ģunu da belirteyim her öyküm ille de bilim-kurgu öğesi taĢıyacak değil. Bilim-kurgunun yanından da geçebilirim, bütünüyle bilimkurgu sayılabilecek öyküler de yazabilirim. Yazdım da. Öykülerim arasında bunun örneklerini de görebilirsiniz. Sadece bilim-kurgu değil yapmaya çalıĢtığım. (Duru, 2000:70)

Daha önce de vurguladığımız gibi bütün bu gerçeküstücülüğün, fantezinin, kurgunun ve hatta bilim-kurgu öykülerinin içinde Duru, insanı ve onun yaĢam savaĢını da unutmamıĢtır. Ġlk öykülerinden baĢlamak üzere insanın yaĢamsal boyuttaki trajik varlığını ve ontolojik anlamdaki var olma savaĢını bütün boyutlarıyla bütün öykülerinde yansıtır. VaroluĢçu felsefenin geliĢtirmiĢ olduğu etkilerden de kaynaklı olarak insanın umutsuzluğunu, karamsarlığını, hiçlik içinde terk edilmiĢliğini, boĢluk ve anlamsızlık hislerini öykülerinde anlatmıĢtır. Mutsuz ve gelecekten beklentisi olmayan insanların birbiriyle, çevreyle ve kendileriyle olan çeliĢkili yaĢamlarını bunalımlı bir çatıĢma içinde veren öyküler, Duru'nun en yoğun anlatımlardır. Bu sebeple Duru'nun öykülerinde sürekli bir toplumsal kaosun varlığı sezilir. Toplumdaki bu dengesizlikler, eĢitsizlikler ve haksızlıklar Duru'nun vazgeçemediği temaların baĢında gelir. Özellikler kent yaĢamına sorgulayıcı yaklaĢımı ve bu kentlerde yaĢayan insanların yaĢama bakıĢlarını, yaĢam biçimlerini, burada iĢçilerin varlığı ve sorunları, zenginlik-yoksulluk Duru'nun hikâyelerinde her zaman yerini almıĢtır. Büyük kentlerdeki doğanın tahribi; düzensiz bir Ģekilde artan ve insan yaĢamını tehdit eden beton yığınlarının doğurduğu çarpık yapılaĢma, trafik, birbirine yabancılaĢan insanların ve akıl almaz Ģiddet yönelimleriyle koca bir kentin panoramasını anlattığı öyküleri Duru'nun dünyaya bakıĢ açısını gözler önüne serer. Bireyin bütün insanı özelliklerini yansıtmadaki baĢarısıyla Duru, öykülerindeki insan gerçeğini yansıtırken özgünlüğünü de açıkça ortaya koyar.

Duru'nun bireyi konu alan bütün hikâyelerinde bile toplumcu bakıĢ açısını göz ardı etmez. Keskin bir gözlem gücünün geliĢtirmiĢ olduğu dikkat, bireyin toplumun bir parçası olduğu ve bu toplumun yaĢam serüveni içinde değerlendirilmesinin gerektiğini ortaya koyar. Duru'nun hikâyelerinde birey ile

toplumun birbirinden ayırmak, birbirinden soyutlamak pek doğru olmaz. Çünkü bireyin sorunları ve bunalımları varsa bunlar toplumun yaĢamından kaynaklanır; keza toplumun aksayan ve iĢlemez yanları da mevcut ise bunlar da bireyden kaynaklanmaktadır. Bireye veya topluma, toplumcu bir açıdan bakan ve bunu vermeye çalıĢan yazarın muhakkak tarafsız bir noktada bulunması gerektiğini vurgulayan Duru, toplumdaki tüm bireyleri aynı kefeye koymanın yanlıĢlığı üzerinde durur. Çünkü Duru'ya göre "bireylerin birbirine benzeyen tek yönleri,

içinde bulundukları Ģartlardır, durumlardır. Bu Ģartları, durumları, içinde bulundukları toplum meydana getirir." (Duru, 1956c:484)

Oldukça çeĢitlenmiĢ temaların iĢlendiği öykülerde Duru, yaĢamın içinde var olan hemen hemen her konuya değinmiĢtir. Günlük yaĢam içinde pek önemsiz gördüğümüz en basit konudan kültürel, sosyal, ekonomik ve politik olan bütün konuları iĢlemiĢtir. Duru'nun bu karmaĢık içerik anlayıĢı özellikle son yayınladığı kitaplarında (Yeni ve Sert Öyküler, DüĢümde ve DıĢımda, Kazı, Küp) görmek mümkündür. Seçimler, kokoreç, küreselleĢme, Ġstanbul sokakları, Adana dürüm, özelleĢtirme, kimlik bunalımları, tahrip edilen doğa, alıĢveriĢ merakı, yargı, hukuk, yılbaĢı, açlık-sefalet, öğrenciler ve daha birçok konu gibi hayatın içinde ne varsa onları öykülerine konu edinmiĢtir.

Öykülerindeki kiĢileri konularla doğru orantılı olarak veren Orhan Duru, iĢlediği konuya ―yabancı‖ kalan karakterler oluĢturmamıĢtır. Hayat karĢısında olumsuzluklar içinde kıvranan, yaĢam savaĢı veren insanlar kiĢi kadrosunu oluĢturur öykülerinin. Kent köĢelerinde her tarafa itilmiĢ, gecekondularda sefil bir hayat süren yoksul insanlar, iĢçiler, terk edilmiĢ kimsesiz tinerci sokak çocukları, meyhanelerde teselli bulmaya çalıĢan umutsuz insanlar, sürekli kiralık evlerde veya otel köĢelerinde yaĢamak zorunda kalan ve ayın sonunu zor getiren memurlar, baskı altında tutulan ve susturulmaya çalıĢılan öğrenciler Duru'nun öykülerinin kahramanlarıdır. Bunun yanı sıra zıtlığı ve çeĢitliliği verebilmek için devlet büyükleri ve yöneticiler, patronlar, iĢverenler, ekonomik gücü elinde

bulunduran ve sistemden yana olan insanlar Duru'nun öykülerinde yerlerini alırlar. KiĢileri vermedeki dikkat çekici olan ise kadına olan yaklaĢımıdır. Duru'nun kadına yaklaĢımı hem olumlu hem de olumsuz yöndedir. Her Ģeyden önce hikâyelerdeki kadınlar güçlü ve ne istediğini bilen tiplerdir. Ama aynı zamanda güven vermeyen yönleri ile kadına temkinli yaklaĢımı da söz konusudur. Kadının sorumsuz ve kaygısız yaĢam anlayıĢı ve hayatı anlayıĢındaki sıradanlık Orhan Duru'nun eleĢtirisine uğrar.

Duru'nun kiĢileri hayat karĢısında pek güçlü değildir. Genel anlamdaki bu silik kiĢiler öykülerde olaylara yön veren konumda değildirler. Bu durum belki de Duru'nun öykü anlayıĢından kaynaklanmaktadır; zira Duru, "hikâyelerinde önemli

olanın olay olduğunu, kiĢilerin ise yalnız bu olayın etkenleridir ya da etkenleri gibi görünür." olduğunu dile getirmiĢtir. (Duru, 1958:246) Bu sebeple Duru'nun

öykülerinden geriye hafızaya kalacak bir karakteri bulmak oldukça güçtür. Hatta kimi hikâyelerinde kiĢi diyebileceğimiz ve eylem halinde bulunan bir varlığın yer almadığını da görmekteyiz.

Orhan Duru öyküsünün ve öyküyü algılayıĢının ortaya çıkmasında en önemli etken hiç Ģüphesiz ki onun üslûbudur. Duru hikâyeye yeni bir dil kuruluĢu getirir. Kendi kuĢağının içinde onu farklı kılan ve dikkati üzerine çekmesinin en önemli dayanağı dile getirmiĢ olduğu yeniliklerden kaynaklanmaktadır. Duru, öykücülüğün ilk yıllarında Ġkinci Yeni‟nin Ģiirde yaptığını kendi öykülerinde yapar. Dilin kurallarını ve yerleĢmiĢ formalarını kırar. Söz dizimini bozarak oluĢturduğu yeni dil kendisini bir "devrik cümle" ustalığına götürür. Bu söz dizimini bozma ve devrik cümleye yönelmeyi Duru'nun ilk öykülerinden itibaren görmek mümkündür. Duru, ilk öykülerinden baĢlayarak kendine özgü bir deyiĢ, bir anlatım biçimi oluĢturmaya çalıĢmıĢtır. Bu çabasını son öykülerine kadar sürdürmüĢ, her ne kadar kendisi kabul etmese de amacına ulaĢmıĢtır. Çünkü Duru, yazar olmanın en önemli ölçütünün üslûp geliĢtirebilmek olduğuna inanır:

"Yazın alanında boy gösteren bir kiĢi öncelikle kendine özgü bir deyiĢ ve yazım biçimi bulmalı. KiĢiliğimizi ve kendimizi böyle kanıtlayabiliriz ancak. Bir bakıma yazılan öykülerin ve romanların, Ģiirlerin bir önemi yoktur

pek. Önemli olan yazı ve Ģiir okunduğu zaman kimin olduğunun anlaĢılmasıdır. Buna eriĢebiliyorsanız belli bir noktaya ulaĢmıĢ sayabilirsiniz kendinizi. Ben bu alanda olumlu adımlar attım. Ama istediğim noktaya ulaĢabildiğimi söyleyemem. Çabalarım bugün de sürüyor. Çünkü dil ile yetinmiyorum. Önümüze gelen dili yeterli sayamayız. Gördüğüm kadarıyla kimsenin bir deyiĢ yaratma, özgün bir anlatı kazanma konusunda bir çabası yok. Kimse kliĢelerden kurtulmak istemiyor." (Duru, 2000:69)

Duru, bu kliĢelerden ve bütün kalıpsal ifadelerden kurtulmak adına yeni bir anlatım biçimi geliĢtirdi. Çünkü "önümüze gelen dili yeterli saymadığı" için farklı çabalar içine girmiĢ ve dilin boyutlarını geliĢtirmiĢtir. Bunu yapabilmek adına eski anlatılarımızdan, halk deyimlerimizden, geleneksel anlatımlarımızdan yararlanmasını bilmiĢtir. Bunlar arasında Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi, Mercimek Ahmet'in Kabusname‘si, eski yazar ve tarihçiler Silahtar ve Naima'yı, Karagöz‟ü sayabiliriz. Duru bu eski anlatılardan yararlanarak oluĢturduğu yeni dili ve özellikle devrik cümleye yöneliĢini Ģöyle ifade etmektedir:

"Devrik cümleler dinamik bir yapı getiriyordu dilimize. Kalıplardan ve geleneklerden kurtulmanın savaĢını veriyorsak dil üzerinde de durmalıydık. Bu hem genel düĢüncelerime uygun geliyordu hem de kendime özgü bir anlatım biçimi, bir üslûp yakalamak içindi. ġunu söyleyeyim: Osmanlı döneminden gelen kalıplaĢmıĢ Türkçe yeterli olamazdı. Ġmparatorluk kurulmadan 14. yüzyıldan kalma yapıtlar okursanız onlarda daha dinamik, özgür bir Türkçe bulursunuz. Bunun en önemli örneklerinden biri Mercimek Ahmet'in “Kabusname”sidir. Osmanlı döneminde de üst tabaka tarafından pek beğenilmeyen yazarlar örneğin Evliya Çelebi daha özgür bir anlarım tutturmuĢtur. Ama Osmanlı Ġmparatorluğu kendi düzenine göre katı ve hiç değiĢmeyen bir cümle yapısı getirdi. Daha yakın zamana dek bu yapı etkin oldu. Bende onu kırmak için bir atılım yaptım. Nasıl içerikte yenilik yapıyorsak aynı yeniliği dilde ve anlatımda da yapmalıyız." (Duru, 1998a:5)

Cumhuriyet döneminde Türkçenin bu kalıplaĢmıĢ halini kırmaya çalıĢan büyük eleĢtirmen Nurullah Ataç'ı kendi kuĢağını en çok etkileyen isimlerden biri sayan (Duru, 1998b:13) Orhan Duru, öykülerinin dinamik yapısını üslûbunun içine yerleĢtirdiği mizahın ve ironinin oluĢturduğu bir uyumla üslûbunu daha da güçlendirir. Mizahın ve ironinin oluĢturduğu "kara mizah"ı Duru'nun öykülerinde baĢat öğesi saymak doğru olur. Mizahın bir çeĢit direnç, içinde yaĢadığımız duruma bir çeĢit tepki ve kendini rahatlatma olarak gören Duru'nun mizahın ve

ironinin birleĢmesiyle ortaya çıkan humorist bakıĢ açısı çağrıĢımsal mizahın kaynaklandığı noktayı Ģöyle ifade eder:

"Kasvetli yazı biçiminden, koyu dramlardan, kara ormanlardan gelme iç karartan öykülerden hoĢlanmıyorum. O nedenle homour eğiliminin bende öteden beri süregeldiğini söyleyebilirim ve bunu söylemek yanlıĢ olmaz.