• Sonuç bulunamadı

Ġhtilal ve Sonrası

B. Orhan Duru‟ya Kadar Türk Öykücülüğü ve 1950 KuĢağı

I. BÖLÜM

1. Hayatı

1.2. Eğitim Hayatı

1.3.2. Ġhtilal ve Sonrası

CHP‟nin 27 yıllık tek parti iktidarından sonra gelen çok partili demokrasi dönemi bu müdahale ile ağır bir sekteye uğramıĢtır. ġüphesiz ki bu müdahale, kimi çevreler tarafından olumlu bulunurken, buna itiraz eden çevrelerin varlığı söz konusuydu. Ancak bu kadar uzun süre sonra gelen bu çok partili demokrasi daha sorumlu ve bilinçli hareket edilseydi böyle talihsiz sonuçların ortaya çıkmayacağını dile getiren ġevket Süreyya Aydemir, Ģöyle bir tespitte bulunur:

“Demokrat Parti liderleri, devraldıkları iktidarı, yalnız kalabalıkların bir zaferi değil de eğer, tarihimizde yeni bir aĢama ve kendilerini de bu aĢamanın, büyük sorumluluklar yüklenen vazifeleri olarak idrak ve idare edebilselerdi, kanaatim Ģudur ki Atatürk‟ten sonra ve aradan henüz 22 yıl geçmiĢken, Türkiye‟de bir 27 Mayıs Ġhtilali olmazdı. Gerçi iktidarlar gene değiĢirdi. Hükümetler gene nöbet değiĢtirirdi. Ama hem tarih felsefesi hem de toplum hayatı bakımından bir olağanüstü sarsıntı, bir katastrof demek olan ihtilalle karĢılaĢmazdı.”(Aydemir, 2007:124)

Ancak 27 Mayıs 1960‟ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti‟nin tarihinde gerçekleĢen ilk askeri müdahalesi her ne sebepten olursa olsun demokrasiyi yaraladığı bir gerçektir. Bu müdahale TSK‟nın içinde bulunan 37 düĢük rütbeli askerin planları ile gerçekleĢmiĢ ve müdahalen önce ordudan emekli olan Org. Cemal Gürsel, kurulan “Milli Birlik Komitesi”nin baĢına getirilerek ülke

yönetimini üstlenmiĢtir. Bu, 37 subaydan ve Org. Cemal Gürsel‟in baĢkanlığından oluĢan MBK ilk iĢ olarak anayasayı ve meclisi feshederek yola koyulmuĢtur. MBK siyasi faaliyetleri durdurarak CumhurbaĢkanı Celal Bayar be BaĢbakan Adnan Menderes‟i ve bu müdahale TSK‟nın emir komutası içinde gerçekleĢmediği için de dönemin Genelkurmay BaĢkanı Org. RüĢtü Erdelhun‟u tutuklamıĢtır.

Bu ihtilal her ne kadar demokrasiye müdahale olarak değerlendirilse de halk o günü sevinçle karĢılamıĢ ve bu süreci alkıĢlamıĢtır. Bunda etkili olan durum MBK‟nin demokrasiye, anayasaya ve insan haklarına bağlı kalacağını ve derhal yeniden seçimlere gidilerek yeni hükümet kurulur kurulmaz yönetimi devredeceğini bildirmesidir. Bunu, MBK üyesi 38 subayın 24 Haziran 1960‟ta TBMM‟de içtikleri antta da görmek mümkündür:

“Bir karĢılık beklemeden, ahlak, adalet, hukuk ve insan hakları prensiplerinden ve vicdani kanaatlerimden baĢka bir sınırla bağlı olmaksızın kendimi Türk Milleti‟ne adadım. Vatanın ve milletin mutluluğuna ve milletin egemenliğine aykırı bir ülkü gütmeyeceğim. Demokratik Cumhuriyet‟i yeni anayasaya göre düzenlemek ve iktidarı yeni meclise devretmek ilkesine bağlılıktan ayrılmayacağım. Bunun için Ģerefim, namusum ve mukaddesatım üzerine and içerim. (akt. Akalın, 2010:74)

Demokrat Parti yönetiminin müdahaleye uğramadan önceki ve sonraki bütün askeri, siyasi ve ekonomik durumları vermeye çalıĢtıktan sonra, bu yönetim ve müdahalenin edebiyat ortamında yaratmıĢ olduğu izlenimler de önem arz etmektedir. Çünkü özellikle yazarımızı (Orhan Duru‟yu) da yakından ilgilendiren 1950 kuĢağı belki de bu baskıyı ve müdahaleyi en çok yaĢayanlardır. Bu kuĢak belki baskıdan belki de kendi dünya görüĢleri doğrultusunda isyancı bir ruha bürünmenin gerekliliğine inanmıĢlardır. Bu isyancı ruhun acılarını ve sıkıntılarını da çekmiĢlerdir. 1950 KuĢağı‟nın önemli yazarlarından DemirtaĢ Ceyhun içinde bulundukları durumu Ģöyle ifade etmektedir:

“Sınıf, sendika, grev, özgürlük, barıĢ, emek, sömürü hele hele “sol” sözcüğü sanki yasaklanmıĢtı, kullanılması olmadık belalar açıyordu insanın baĢına. Üniversiteler, neredeyse her öğrenciye bir görevli düĢecek denli

öğrenci kılığındaki sivil polislerle donatılmıĢtı. Üniversite öğrencilerinin sıkça uğradığı yerlerde de ortalık sivil polis kaynardı.(Ceyhun, 2004:12)

1950 kuĢağı‟nın diğer önemli bir yazarı Adnan Özyalçıner ise verdiği bir röportajda Ģu değerlendirmeleri yapmıĢtır:

“1950 KuĢağı gerçekten bir baĢkaldırı kuĢağıdır. Demokrat Parti diktasının baskılarına karĢı koyarken bireysel ve toplumsal özgürlükleri de elde etmek için savaĢım veriyorduk. (Özyalçıner, 2003:30)

Bu kuĢak üzerine yapılan bir soruĢturmada yazarların verdikleri cevaplar o dönemin yönetiminden kaynaklı sorunlarını ve çektiklerini göstermektedir. Bunlardan biri olan Muzaffer Buyrukçu dönemle ilgili Ģunları dile getirir:

“1950 yılında yapılan bir seçimle Demokrat Parti iktidara tırmanınca durum değiĢmiĢ, ilericilerin yerleĢtirmeye çalıĢtığı düzen altüst olmuĢtur. Önce Türkçe okunan ezan Arapça okunmaya baĢlanmıĢtır. Atatürk ve arkadaĢlarının heykelleri, büstleri ve resimleri parçalanmıĢtır. Millet onlardan olan ve olmayan diye ikiye bölünmüĢtür. Onlardan olanlara iĢ vermiĢler, beslemiĢler; olmayanları da iĢlerinden atmıĢlar, süründürmüĢler, hapsetmiĢler, delirtmiĢler. 1950 KuĢağı bunları derinden yaĢamıĢtır.( Buyrukçu, 2004:26)

Bu soruĢturmaya katılan ve dönemin sıkıntılarını en yakından yaĢayan Orhan Duru da verdiği bir cevaplarda aslında yaĢanılan zorlukların pek de farklı olmadığını dile getirmiĢtir:

“1950 KuĢağı‟nı oluĢturan, içinde yaĢadığımız berbat durum olmalı. Buna “baskı ve korku” ortamı da diyebilirdik. Gerçi bir seçim yapılmıĢtı, ama yeni gelen rejim ve yönetim, eskisini aratmıyordu. Bu kez soğuk savaĢla, komünizm öcüsüyle, gericilikle, tinacilerle, Nurcularla, büyük Amerikan arabalarıyla, aydın tutuklamalarıyla kitap, dergi ve gazete toplamalarıyla karĢılaĢtık.”(Duru, 2004b:33)

Duru, verdiği bir röportajda “Dram Tiyatrosu Olayı”nı anlatırken de yaĢadıklarını dönemin özellikle adınlar üzerindeki baskısını ve daha da zorlaĢan koĢullarını Ģu ifadelerle anlatır:

“(…) Bizim KuĢak‟ta kim ne yapsa ya anlamsızlıkla ya da komünistlikle suçlandı. Oysa onlar daha çok yeni yollar arayan özgürlükçülerdi sadece. Ġçimizde hapishane deneyimi yaĢayanlar oldu daha sonraki yıllarda. Hapse düĢmese bile mevkilerinden uzaklaĢtırılanlar, iĢten atılanlar, çavuĢa çıkarılanlar oldu. Hiçbir Ģey olmasa bile adını daha sonra öğrendiğimiz “Derin Devlet”in hiç olmazsa “sakıncalı piyadeleri” olduk. Polisin gözü üzerimizden hiç ayrılmadı. Öyle ki kendi polisimizi tanır olduk.(Duru, 2000:61)

Bütün bu durumlardan sonra yazar ve aydınların askeri müdahaleye sevinmemeleri olası değildir. Ancak bu müdahaleye sevinen ve alkıĢ tutan kimi yazar ve aydın için hayal kırıklığıyla son bulacaktır. Özellikle bizi yakından ilgilendiren Orhan Duru bu hayal kırıklığını da nitekim kendisi de itiraf edecektir. Çünkü Duru, Demokrat Parti‟nin son yılında üniversiteye asistan olarak girmiĢ, müdahaleden sonra yönetimi devralan MBK üniversitelerde “temizlik” uğraĢına girince görevinden uzaklaĢtırılmıĢtır:

“(…) En sonunda 27 Mayıs 1960‟ta Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Ben birey olarak bu yönetim değiĢikliğini sevinçle karĢıladım ve o zaman askeri yönetimi destekledim. Ama yönetim içinde Alparslan TürkeĢ gibiler vardı. Onlar kendi görüĢlerine göre köktenci önlemler alınmasını istiyordu. Bu arada sonradan 11‟ler adını alacak olan grup “üniversiteden geçeceğiz” demeye baĢladı. Onlara göre üniversitede iĢe yaramayan üstelik aĢırı akımlara bağlı kimseler vardı. Ve bu 27 Mayıs‟tan yaklaĢık altı ay sonra üniversitede temizlik yaptılar. 147 öğretim üyesini görevlerinden uzaklaĢtırdılar. Bunlar içinde en geçlerinden biri de bendim.( Duru, 2000:67)

Duru, uğradığı bu haksızlıktan dolayı büyük üzüntü duyar. Ancak böylesi bir muamele ile karĢılaĢması, onun bütün hayatını etkileyecek bir karar almasına yol açar. Yazar, bundan sonra herhangi bir devlet kurumunda çalıĢmama kararı alır ve bunu ömrünün sonuna kadar sürdürür. Bu 147 öğretim üyesine af çıkmıĢ olsa da bundan yararlanmaz ve üniversiteye geri dönmez.

1.3.3. 147’ler

1960 Ġhtilali‟nin bir sonucu olarak ortaya çıkan, aĢağıda vereceğimiz kanun, üniversitelerin tarihte yaĢadığı en büyük yaralardan birini oluĢturur. Kanun aynen Ģöyledir:

Sayfa:2426-2427

Üniversiteler öğretim üyelerinden bazılarının vazifelerinden affına ve bazılarının diğer fakülte ve yüksek okullara nakline dair kanun

Kanun No : 114 Kabul tarihi : 27/10/1960

Madde 1 — Ekli (1) sayılı cetvelde ad ve soyadları ile kariyer unvanları gösterilen Ankara, Ġstanbul, Ġzmir ve Atatürk Üniversiteleriyle Ġstanbul Teknik Üniversitesi mensupları öğretim üyeliği veya öğretim yardımcılığı vazifelerinden affedilmiĢtir.

Madde 2 — Ekli (2) sayılı cetvelde ad ve soyadları gösterilen öğretim üyeleri ile öğretim yardımcıları, hizalarında gösterilen üniversite, fakülte ve yüksek okullara naklen tâyin olunmuĢlardır. Bu cetvelde gösterilenlerden yem görevlerine bir ay içerisinde baĢlamayanlar hakkında 1 inci madde hükmü tatbik olunur.

Madde 3 — Bu kanuna ekli (1) sayılı cetvelde ad ve soyadları gösterilenlerle 2. madde gereğince haklarında 1 inci madde hükmü uygulanacaklar için 3335 sayılı kanunla muaddel Memurin Kanununun 85 inci maddesi hükmü tatbik olunur.

Madde 4 — Bu kanun hükmüne tabi üniversite mensuplarından arzu edenler hemen, arzu izhar etmeyenler de kanunun mer'iyetinden itibaren geçecek 6 ay içinde bir baĢka göreve tâyin edilmezlerse haklarında, 5434 sayılı kanun hükümleri gereğince emeklilik iĢlemi uygulanır.

Madde 5 — ĠĢbu kanunla görevlerinden affedilenler bir daha üniversite öğretim üyeliği veya yardımcılığı vazifesi ile görevlendirilemezler.

Made 6 — Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 7 — Bu kanunu Millî Eğitim Bakam yürütür.

27/10/1960

Resmi Gazete‘nin 28 Ekim 1960 tarihinde 10641. sayısında yayınlanan bu

114 sayılı kanun ile listede adı geçen(bkz. s.422) 147 üniversite öğretim üyesinin görevlerine son verilmiĢ veya yerleri değiĢtirilmiĢtir. MBK‟nin 27 Ekim 1960 tarihinde aldığı bu karar aynı gün yürürlüğe girmiĢtir. Bu kanun ile ilk kez halk ile MBK karĢı karĢıya kalmıĢ ve halkın bu komiteye olan güveni sarsılmıĢtır. Ġhtilalin üzerinden henüz altı ay geçmemiĢken bu kararın alınmıĢ olması büyük tepkilere sebep olur. Çünkü bu listede adı geçen birçok üniversite hocasının ihtilali olumlu karĢıladığı bilenen bir gerçektir. Üstelik MBK‟nin ihtilalden hemen sonra yayınlamıĢ olduğu bildiride anayasaya ve kanunlara göre hareket edeceğini duyurmuĢ; ancak bu karala bunu zedelemiĢtir. Ayrıca ihtilalin gerçekleĢtiği günde bile derhal üniversite hocalarından oluĢan bir heyet kurulmuĢ ve anayasa çalıĢmalarına baĢlamıĢtır. Bu hamleden sonra üniversitelerde böylesine bir tasfiyenin gerçekleĢmesi bilimsel çalıĢmaları aksatmıĢ ve üniversiteleri zor durumda bırakmıĢtır. Çünkü yukarıdaki maddelere bakıldığında oldukça ağır hükümlerin bulunduğu göze çarpmaktadır. Hüküm maddelerine bakıldığında “görevinden uzaklaĢtırılan bu öğretim üyelerinin görevlerine dönüĢü” de yasaklanmıĢtır. Bu sebeple kararı protesto etmek için ĠTÜ Rektörü Fikret Narter, ĠÜ Rektörü Sadık Sami Onar, AÜ Rektörü Suut Kemal Yetkin ve ODTÜ Rektörü Turan Feyzioğlu görevlerinden istifa etmiĢtir.

Bu kanun yürürlüğe girdiğinde kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmıĢ ve dönemin gazetelerinde oldukça sert tepkilere ve eleĢtirilere yer yerilmiĢtir. Bu tepkilerin doğmasındaki en büyük sebep henüz ne ile suçlandıklarını bilmeden ve herhangi bir açıklama yapılmadan hatta kendilerine savunma hakkı verilmeden görevlerine son verilmiĢ olmasıdır. Böylesi ağır bir durum hiç Ģüphesiz ki ne

anayasayla ne de kanunlarla bağdaĢır. Çünkü MBK hem yürürlükte olan 1924 Anayasası‟na hem de ihtilalden sonraki geçici anayasaya aykırı davranarak yasama yetkisi aĢmıĢ bulunmaktaydı. Bunun yanında o dönem yürürlükte olan 4936 sayılı Üniversite Kanunu‟na da aykırı olan bu düzenleme ayrıca 7217 sayılı ve 27.05.1949 tarihli resmi gazetede yayınlanan ve maddelerini kabul ettiğimiz Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesi‟nin özellikle 8., 10. ve 11. maddelerine aykırı bir durum teĢkil etmekteydi. Bu kanuna karĢı yapılan itirazların çoğu bu yöndeydi. Bu ve buna benzer görüĢler birçok gazete dergide yayınlanmıĢ genel itibariyle beĢ madde üzerinden bu kararın yanlıĢlığı vurgulanmıĢtır:

1. 114 Sayılı Kanun hem 1924 Anayasası‟na hem de bu anayasanın bir kısım maddelerini değiĢtiren 1 numaralı geçici anayasaya aykırı idi.

2. 114 Sayılı Kanun mevcut ve yürürlükte olan 4936 Sayılı Üniversite Kanunu‟na da aykırıdır. Akademik mesleğe duyulan güveni sarsmıĢtır. 3. Hukuk Devleti ülküsü ile bağdaĢmaz.

4. Ġnsan haklarına ve hürriyetine aykırıdır.

5. Hukuk müesseselerine ve prensiplerine duyulan güveni sarsacak mahiyettedir. (Kaynar, 1961:2)

Yukarıdaki görüĢler nazarında birçok itiraz yapılmıĢ olsa da olumlu hiçbir cevap alınamamıĢtır:

“Üniversitelerde kurulan üçer kiĢilik heyet Ankara‟da toplandı. Devlet BaĢkanı‟na, Milli Birlik Komitesi‟ne Milli Eğitim Bakanı‟na yazılı bir muhtıra ile baĢvurdu. YapılmıĢ tahkikler varsa dosyaların kendilerine tevdiini istediyse de bu heyete de bir Ģey verilemedi ve verilmedi.(Kolektif, 1961a:13)

Listede adı geçen öğretim üyelerine oldukça ağır ithamlarda bulunarak, gerçeğe dayanmayan dedikoducu bir anlayıĢla hiçbir açıklama yapılmadan görevlerinden uzaklaĢtırılması elbette hukuk devletiyle bağdaĢmadığı gibi kanunların gizli ve kapalı kapılar ardında yapılması medeniyet tarihinde henüz karĢılaĢılmamıĢ bir durumdu. Hükümet baĢkanı Org. Cemal Gürsel “hatadan dönmek bizim için

fazilettir.‖ dese de bu hatadan dönüĢ uzun bir süre gerçekleĢemeyecektir. Bu

yasayı haksız ve çok ağır bulanların en büyük tepkileri ise on yıl boyunca memlekette zulüm baskı ortamı kurduklarını iddia ettikleri Demokrat Parti‟lilere

savunma hakkı verildiği halde ne ile suçlandıklarını bilmeyen 147 öğretim üyesine savunma hakkı verilmemesiydi. Bu noktada yakından tanıdığımız birkaç edebiyatçının kanunla ilgili görüĢlerine baktığımızda Tanpınar Ģunları dile getirmiĢtir:

“ġimdiye kadar 147‟ler meselesi hakkında fikrimi aleni olarak söylemedim.147‟lerin üniversite dıĢına isim sayan bir kanunla çıkartılmıĢ olmasının ne üniversite muhtariyeti ile ne hak ve ne de kanun fikri ile kabili telif edileceğine kani değilim. Kaldı ki bu tarzda üniversiteden uzaklaĢtırılan hocaların hiç olmazsa ilmi ve ahlaki bakımından en aĢağı yüzde doksanında isabetsizlik vardır.”

Edebiyat bilimine kazandırdığı rasyonel eleĢtiri anlayıĢıyla tanıdığımız –o dönemde- Doç. Dr. Berna Moran‟nın düĢünceleri ise Ģu yöndedir:

“114 numaralı kanunun neye dayanarak çıkarıldığı hala anlaĢılamamıĢtır. Yapılan bu büyük haksızlığın bir an evvel tamir edilmesi için kanunun ilga edileceğini ümit ediyor, arkadaĢlarımızın dönmesini sabırsızlıkla bekliyoruz.”

147‟ler listesinde olup da görevinden uzaklaĢtırılanların arasında edebiyat profesörü Mine Urgan ise içinde bulunduğu anlamsızlığı Ģu cümlelerle ifade etmiĢtir:

“Kovulmayı bekliyordum; ama inkılaptan önce, sonra değil. Çünkü bütün talebe nümayiĢlerine katılmıĢtım ve Turgutlu nutkunu protesto eden bir mektup yazmıĢtım. Ġnkılaptan sonra profesör oldum; profesörlüğümü tasdik eden Ġnkılap Hükümeti‟dir. Yani beni profesör yapan hükümet tarafından kovuldum. Sakıt hükümet beni profesör yapmazdı herhalde.”

147‟ler listesinde bulunan Sabahattin Eyüboğlu, olur da kendilerini baĢka bir görevle mesleklerinin iade edilmesi durumunda ise sergileyeceği tutumu Ģöyle ifade etmektedir:

“Üniversiteden atılan bir insanın haysiyeti ile oynanmıĢtır. Bu insan böyle bir vazifeyi kabul etmekle, birinci durumu (yani kovulmayı) kabul

etmiĢ olur. Bu düĢünce ile bu çeĢit teklifleri reddedeceğim.” (Kolektif, 1961b:18-19-24-25)

Yine 147‟ler listesinde bulunan diğer bir edebiyatçımız olan Haldun Taner ise 23 Kasım 1960 tarihli Tercüman gazetesinde Ģu ifadelere yer vermiĢtir:

“ġüpheli ihbarlara dayanan bu kararları almadan önce bir kere de ilgili hocaları dinlemenin lüzumsuz görülmüĢ olması, insan hakları için ayaklanmıĢ, devirdiği zorba iktidara bile Yassıada‟da kutsal savunma hakkını tanımıĢ bir ihtilalin ilkeleriyle garip bir çeliĢme teĢkil ediyordu.” (akt. Erez, 1961:16)

ĠĢte bütün bu haksızlığa ve adaletsiz tutuma maruz kalanlar arasında yazarımız Orhan Duru da bulunmaktadır. Henüz asistanlığının ilk yıllarında bu muameleye maruz kalan Duru belki de kendisiyle ilgili en acı gerçeği Ģu sözlerle ifade edecektir:

“(…) Ve 27 Mayıs‟ta yaklaĢık altı ay sonra üniversitede temizlik yaptılar. 147 öğretim üyesini görevlerinden uzaklaĢtırdılar. Bunlar içinde en gençlerden biri de bendim. Bana en çok dokunan aybaĢına üç gün kala (27 Ekim) bu kararı aldıkları için benden üç günlük para istemeleriydi ve bunu da aldılar. Bu yüzden bir daha devlete çalıĢmama kararı aldım. Ve bu kararımı sonuna kadar uyguladım. (Duru, 2000:67)

Üniversite öğretim üyelerinde bazılarının vazifelerinden affına ve bazılarının diğer fakülte ve yüksek okullara nakline dair 27.10.1960 tarihli ve 114 sayılı kanunun bazı maddelerinin kaldırılmasına ve yeni hükümler eklenmesi hakkında 12 Nisan 1962‟de kabul edilen ve Resmi Gazete‟nin 18 Nisan 1962 tarihli 11086. sayısında yürürlüğe giren 43 sayılı kanun (bkz. s.427) gereğince 147 öğretim üyesine geri dönüĢ imkanı verilmesine rağmen Duru, aldığı geri dönmeme kararı ile ömrünün sonuna kadar devlette görev almayarak bu muameleye karĢı tepkisini ortaya koymuĢtur, (belki) içinde kalan bir ukteyle birlikte:

“Üniversiteden uzaklaĢtırılmasaydım belki bugün bir veteriner fakültesinde bir profesördüm.” (Duru, 2008:57)

Üniversiteden ve asıl mesleğinden uzaklaĢtırılan Duru, veterinerliğe devam etmez. Bundan sonrası onun için yeni bir baĢlangıç olur. Meslek olarak edindiği gazateciliği, ömrünün sonuna kadar baĢarıyla sürdürür.