• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.1. Tebliğ Metotları ve Metotların Genel Özellikleri

2.1.2. Hakk'ın Sadece Allah'tan Olması

Burada “hak” ve “hakikat” kavramlarını ifade etmek yerinde olacaktır. “Hakikat: Lugât açısından ister güzel, isterse kötü olsun sözü yerinde kullanmaktır. Hak ise: Sözü yerine hikmetle koymak ve ancak sözün de güzel olanını yerli yerinde kullanmaktır. İkisi de “yerine koymak” manasındadır. Ama birinde lugât bakımından diğerinde ise hikmet bakımından yerine koymaktır.”116

114 Muhammed bin Ömer bin Hüseyin bin Hüseyin bin Ali et-Teymî Râzî, (H. 606), Mefâtihu’l Gayb (Tefsiru’l Kebîr), Matbaa-i Amire, İstanbul, H. 1306, c. II, s. 472.

115

Ebu’l-Kasım Mahmut b. Amr b. Ahmed ez-Zemahşeri Carullah ez-Zemahşerî, (H. 538) el-Keşşâf an

Hakâik-i Gavamizi't-Tenzil ve Uyuni'l-Ekâvil Fi Vücûhi't-Te'vî'I, Darü’l-Kitabi’l-Arabî, Beyrut, H. 1407, c. I,

s. 303.

116 Yahya b. Mihrân Ebû Hilâl el Askerî (H. 382), el Furûku’l Lugaviyye, Dâru’l Kütübü’l İlmiyye, II. b.s.

20

Allah (c.c), kullarını “en güzel biçimde” yaratmış,117 “onları yeryüzünde halifeler kılmış”118

“şekillerini güzel yapmış”119 “onlara kulak, göz ve kalpler vermiştir.”120

Bu özelliklerle donanımlı yaratılan insanın iman söz konusu olduğunda kendi iradesini devreye sokması istenmiştir.

Kâinattaki her şeyi idare eden, Allah’tır. Akıllarını kullanarak iman eden kullarının imanını geçerli sayacak olan da odur. O’nun iradesi olmadan hiçbir şeyin geçerliliği yoktur. Bununla birlikte peygamberler isteseler de insanları iman ettiremezler. Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Hakkın ve her şeyin sahibi Allah’tır. Hak, Allah’tan gelmiştir.”121

“Doğru ve yanlış beyan edilmiştir.”122 “Onları hidâyete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidâyete erdirir.”123

Dileyene dilediğini Allah verecektir. İmanı isteyene imanı, küfrü isteye de küfrü Allah (c.c.) yaratacaktır. Peygamberler bu konuda birer vesiledir. Bu ayette peygamberlerin insanların kalbine imanı yerleştirme kudret ve yetkilerinin olmadığı ifade edilmektedir. İmanı kalplere yerleştiren Allah’tır.

Kehf suresinde geçen ayette hakkın Allah’tan olduğu ifade edilirken aynı zamanda iman etmeye yanaşmayan kimseler için de bir tehdit içermektedir.124 “De ki: Hak Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde maden eriği gibi yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O, ne kötü bir içecektir. Cehennem, ne kötü yaşanacak yerdir.”125

Söz konusu ayetle alâkalı olarak Hayat Kaynağı Kur’ân Tefsirinde: “Kur’ân, Allah katından indirilmiş bir kitaptır. Allah kulları arasında ayırım yapmaz. Fakir de zengin de, makam sahibi de, makam sahibi olmayan da meşhur olan da meşhur olmayan da Arap olan da Arap olmayan da kadın da erkek de Allah huzurunda eşittir.

117Tin 95/4. 118 Bakara 2/30, Sad 38/26. 119 Tegâbün 64/3. 120 Nahl 16/78. 121 Sebe 34/49. 122 Bakara 2/256. 123 Bakara 2/272. 124 Kehf 18/29. 125 Kehf 18/29.

21

Allah kullarının kimine ayrıcalık tanımaz. Artık ister iman edersiniz ister inkâr edersiniz. İman ederseniz bunun mükâfatına siz kavuşacak, inkâr ederseniz bunun cezasına siz katlanacaksınız,”126

denmektedir.

Sonuçlarına katlanmak suretiyle insan, inanmamak gibi bir ruhsata sahiptir. İnanmayanlar kendileri için hazırlanan azaba düçâr olacaklardır. “Biz size ateş hazırladık” karinesiyle inanmayanlara tehdit söz konusudur.”127. İnanmamak kurtuluş

değildir. Sadece dünyada kendilerine verilen inanmama ruhsatını kullanmaktadırlar. Ahirette sorumluluktan kurutulacak değillerdir. “Deki: Ona sen bu nankörlük ve inkârınla sefa süredur. Ama kuşkusuz cehennemliklerdensin.”128

Allah (c.c), inanmama ruhsatını insanlara verir, ancak kullarının küfrüne de razı olmaz. “Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah, iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine de razı olmaz.” 129

Mevdûdî: “Bu Rabbinizden gelen gerçektir. Dileyen kabul eder, dileyen reddeder. Fakat insanlar Ashâb-ı Kehf’in inançlarında hiçbir taviz vermedikleri gibi Hak’tan da hiçbir taviz verilmeyeceğini anlamalıdırlar. Onlar “inandık ve bizim rabbimiz yerlerin ve göklerin rabbidir.” diye ilân ettikten sonra, tevhid ilkesinden hiçbir taviz vermemişlerdir. Bu açıklamalardan sonra onlar kavimleriyle hiçbir uzlaşma girişiminde bulunmamışlardır. Aksine şöyle demişlerdir: “Biz Onu terk edip başka ilâhlar mı kabul edeceğiz. Çünkü böyle bir şey yaparsak biz saçma bir şey yapmış oluruz.”130

Hak sadece Allah’tandır. Allah bunu peygamberleri kitapları ve verdiği nimetlerle insana bahşetmiştir. İnsanın hür iradesiyle imanı seçmesi gerekmektedir. Hiçbir kimse sevdiği kimseyi imana getiremez. Bunu ancak her şeyi yaratan ve idare eden Allah yapabilir. Kasas Suresi’nde Allah bu hakikati şöyle beyan eder: “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletmezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi doğru yola ulaştırır. O doğru yola girecekleri daha iyi bilir.”131

126 Şimşek, a.g.e. III, 265. 127

Bedredddin, Ebde’ul Beyân, Kahraman Yayınları, III. b.s. İstanbul, 2010, s. 591.

128 Işıcık, Kur’ân Meâli, 350. 129 Zümer 39/7.

130 Mevdûdî, a.g.e. I, 202. 131

22

Hakk’ın Allah’tan olduğu hususunu teyit etmek üzere Allah Peygamberine soruyor: “(Rasûlüm) Hakkında azap gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?”132

Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, peygamberler sadece tebliğ ve dâvette bulunurlar, imana lâyık olanı bilen sadece Allah’tır. Doğru yola girecek olanları en iyi bilen O’dur. Peygamberler, en sevdiklerini bile imana getiremezler.

Hak’tan gelen şey hidâyettir. “Hidâyetten kasıt sadece sözün delil olması değil, gerçekten ulaştırmaktır.”133

“Çünkü peygamberler sadece doğruya hidâyet edicidirler.”134 Zuhrûf Suresinde Hz. İbrahim babasına ve kavmine: “Beni hidâyete erdirecek olan O’dur.”135

diye ifade etmektedir. Peygamber bile hidâyeti sadece Allah’tan beklemektedir. Peygamberlerin sadece tebliğ eden mübelliğ, dâvet eden irşâd görevlisi olduğunu ve tebliğde uyulması gereken bütün kuralların Allah tarafından vaaz edildiğini anlamaktayız.

“Sen, sevdiğin ve kendince İslâm’a layık gördüğün kimseleri, doğru yola iletemezsin. Ancak Allah iletir. Samimi bir kalple doğruya gerçeğe ulaşmak isteyenleri doğru yola ileten yalnızca odur. Kimin doğru yola gireceğini en iyi bilen de odur.”136

ayeti hidâyete erecekleri belirleyenin Allah olduğunu beyan etmektedir.

Bu konuda Nuh Peygamber, oğlunun iman etmesini çok istemiş, rabbine yalvarmış “şüphesiz oğlumda ailemdendir.”137

diyerek onun da gemiye alarak iman edenlerle birlikte kurtulmasını çok arzu etmiştir. Bu istek Allah’ın koyduğu temel ilkelere aykırı olduğu için Hz. Nuh ihtar edilmiş ve “Rabbim hakkında bilgi sahibi olmadığım şeyi senden isteğim için affımı isterim.” diyerek Allah’a sığınmıştır.”138

“Hz. Nuh da diğer peygamberler gibi bir insan olarak çocuk sevgisi gibi insanî hassasiyetlere sahipti. Nitekim tufandan kurtulması için Rabbine yalvarmıştı. Allah da kendisine

132 Zümer 39/19. 133 Elmalılı, a.g.e. V, 548. 134 Şuarâ 19/6. 135 Zuhrûf 43/27. 136 Kasas 28/56. 137 Hûd 11/45. 138 Hûd 11/47.

23

“Sen yüksek seviyeli bir peygambersin; kendi kanın ve canın için bile olsa böyle isteklerde bulunma.” 139 şeklinde bir tavsiyede bulundu.

Hz. İbrahim’in de babasının affı için Allah’tan bağışlanma dilediğini görüyoruz. Babasına “Allah’tan bağışlanma dileyeceğine söz vermişti.”140 Hz. İbrahim “halim”141 sıfatlı bir peygamberdi.

Hz. Nuh ve Hz. Lût’un eşleri iman etmeyen peygamber ailelerindendi. Kocaları olan Peygamberler, iman etmeyen eşlerinden Allah’ın azabını savamadılar. “(Hz. Nuh ve Hz. Lût’un eşlerine) Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin.”142

denildi.

Allah genel bir kural olarak peygamberleri aracılığıyla insanları uyarır. Buna rağmen insanlar hidâyetten yüz çevirirlerse velev ki bunlar peygamber yakınları da olsa hidâyetini onlardan esirger ve izlemeye karar verdikleri batıl yolda yürümelerine mani olmaz. Bu, Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli bölümlerinde hidâyeti kendi zatına, dalâleti de insanlara nispet eden ifade tarzının anlaşılmasında umumî bir prensiptir. Allah (c.c.) emri uyarınca, önce peygamber ve kitaplarıyla “hak” olan yolunu insanlara açıklar. Daha sonra bu yola uyma niyeti taşıyanlara imkân verir. Hak yolu takip hususunda onları zorlamaz. Hak yol kendilerine açıklanmış olmasına rağmen hala batıl yollarda yürümeye inat ediyorlarsa o takdirde Allah bilakis peşinden gitmeye kararlı oldukları yolu izlemeye imkân verir.143

Hz. Peygamber de amcası Ebû Tâlib’in iman etmesini çok istemişti. Vefatı sırasında onun yanına gelerek ”Ey babam yerinde olan amcam bir kere lisanınla şahâdet getirde ahirette sana şefaat edebileyim.” dedi. Ebu Talip de “ölüm korkusundan Müslüman oldu demeyeceklerini bilmiş olsam arzu ve isteğini yerine getirirdim.” diyerek Peygamberimiz çok istemiş olmasına rağmen iman etmemişti. Peygamberimiz üzüldü ve affı için Allah’a dua etti. Bunun üzerine Kasas Suresindeki ayet nazil oldu.144

139 Mevdûdî, a.g.e, c. II. S. 398. 140

Meryem 19/47.

141 Hûd 11/75. 142 Tahrim 66/10.

143 Mevdûdî, a.g.e. c.II, s. 282. 144

24

”Hakikat (Habibim) sen her sevdiğini hidâyete erdiremezsin, fakat Allah kimi dilerse Ona hidâyet verir ve O hidâyete erecekleri en iyi bilendir.”145

İrşâd görevi peygamberlerden, hidâyet kararı ise Allah’tandır. Hz. Peygamber, tefsire de bu sebeplerle başlamıştır. Ayetleri onlara açıklamak, onlara tebliğde bulunmak için ilk müfessir olarak tefsir yapmıştır. “Hz. Peygamber’in (s.a.v) ashabına açıklamış olduğu Kur’ân ayetleri tamamen onları irşâd etmeye yöneliktir.”146

“Peygamber, tebliğ ile yani Allah’ın mesajlarını insanlara iletmek ve ihtiyaç hissettikleri yerde bu mesajları açıklamakla görevlidir. Bunlara inanmak ve onlarla amel etmek insanlara bırakılmıştır. İnsanların hidâyete ermeleri, onların hidâyeti istemelerine ve Allah’ın buna izin vermesine bağlıdır. O halde insanlara sadaka verirken bunu, İslâm’a girmeleri için baskı aracı olarak kullanmamak gerekir. Çünkü onları hidâyete erdirmek, onların isteklerine ve Allah’ın isteğine bağlı bir husustur.” 147

Zemahşerî hidâyet konusunda şu açıklamayı yapmaktadır: “Onları hidâyete getirmekle yükümlü değilsin onları hidâyete getirmek, verdikleriyle minnet ve eziyet etmelerinden nehyetmen, kötü şeyleri infak etmelerinden ve buna benzer şeylerden onları nehyetmen sana vacip değildir, sen sadece onlara tebliğ ile sorumlusun. Ancak Allah kimi isterse hidâyete erdirir.148

“Allah (c.c) dilediğini lütfûyla hidâyete ulaştırır.”149

“Allah esenlik yurduna çağırır. Dilediğini sırat-ı müstekîme iletir.”150

“Dilediğini de adaletin bir gereği olarak sapkınlığa düşürür.”151

Allah’ın sapkınlığa düşürmesi hızlan’dır. Hızlân’ın manası ise, Hz. Allah’ın kendisinin razı olacağı şeylerde kulunu muvaffak kılmayıp ondan yardımını kesmesidir. Bu Yüce Allah’ın adaletinin gereğidir. Kezâ, Yüce Allah’ın günahkârları isyanları sebebiyle cezalandırması da adaletinin icabıdır.”152

145 Ali Celâleddîn Karakılıç, Hz Muhammed (a.s) ın Hayatı, Eşsiz Ahlâk ve Faziletleri, V. b.s. 138, Ankara,

2012, s. 138.

146 Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, Marmara Üniv. İlâhiyat Fak. Yayınları, IV. b.s. İstanbul, 2008, s. 59. 147 Şimşek, a.g.e. c.I, s. 290.

148 Zemahşerî a.g.e. c. I, s. 317. 149 Bakara 2/142-213-272, Nûr 24/46, Kasas 28/56. 150 Yûnus 11/25. 151 Furkân 6/161. 152

25