• Sonuç bulunamadı

KERKÜK’TE TÜRKMENLERİN SİYASİ TARİHİ (1921-1990) 2.1 KRALLIK DÖNEMİ

2.2. CUMHURİYET DÖNEMİ

2.2.5. Saddam Hüseyin Döneminde Kerkük’te Türkmenler

Kerkük’te yukarıda anlattığımız politikaların takipçisi olan Saddam, yıllardan beri Cumhurbaşkanı el-Bekr’den sonra devletin en etkili kişisi olmuştu. Bu durumun ortaya çıkmasında Saddam’ın el-Bekr’in kuzeni olması ve çocukluk çağından beri olan arkadaşlığı etkili olmuştu. Ayrıca bu sıkı ilişki ilerde çocuklarının birbirleriyle evlenmesiyle daha da pekişecekti. Bu şartlar içerisinde Saddam giderek artan bir dozda devlet yönetiminde tek başına kararlar vermeye başladı. Saddam’ın amacı Başkanlık Sarayının tek başına hakimi olmaktı. Buna karşılık el-Bekr Saddam’ı kendine iyi bir dost ve iyi bir çalışma arkadaşı olarak görmüştü. Bu güven nedeniyle el-Bekr, onu devletin iki numaralı ismi haline getirmekten kaçınmamıştı. Saddam kendisine gösterilen bu iyi niyeti 11 yıl boyunca çok iyi değerlendirdi. Özellikle 1976 yılından itibaren el-Bekr’in birçok yetkisini kullanmaya başladı. Saddam’ın hem devlet üzerinde hem de el-Bekr üzerinde artan bu etkinliği sonunda bir iktidar değişimini kaçınılmaz kıldı. el-Bekir 1979 yılında sağlık nedenleri gerekçesiyle görevinden istifa etti. el- Bekr’in bu gerekçe ile istifa etmesi parti içinde bir rahatsızlığa ve şaşkınlığa sebep oldu. Böylesine basit bir gerekçeyle istifa kararının alınması Irak Devlet tarihinde görülmemişti. Fakat el-Bekir’e istifa etmesi için büyük baskılar yapılmıştı. En büyük baskıyı da Saddam yapmıştı (Ergil, 1990: 11; Kalkan, 1991: 57-59; Cleaveland, 2008: 455; Çağ ve Eker, 2013: 65-66).

Saddam, aile ilişkilerini kullanarak el-Bekir üzerinde etkili oldu ve 16 Haziran 1979 tarihinde Saddam devlet başkanlığı makamına oturdu. Bu tarihten itibaren Irak Devleti benzerlerinden çok farklı bir döneme girdi. Kansız bir şekilde İktidarı ele geçiren Saddam yapacaklarıyla hem içerde kanlı bir yönetim sergileyecek hem de sınırları dışında uzun yıllar sürecek olan İran ile kanlı bir savaşa girecekti (Kalkan, 1991: 62-63, Pirinçci, 2016: 46).

Geçmişten beri İran ile Irak arasında sınır anlaşmazlıkları yaşanmıştı. Fakat 1980 yılına gelindiğinde iki taraf artık bir savaşın tarafları oldular. Yaşanan savaş, İran’da gerçekleşen devriminin bir sonucuydu. İran’da yaşanan İslam Devrimi onu dünya kamuoyu nazarında yalnızlaştırdı. Bu yalnızlık, daha sonra diğer İslam ülkelerinde de etkisini gösterebileceği endişesi nedeniyle daha da arttı. Bununla beraber üst rütbedeki subayların ihracı, ABD’nin ambargo nedeniyle alınamayan yedek

80

parçaların kıtlığı Şah’ın ordusunu zayıflattı. Bütün bu yaşanan gelişmeler Orta Doğu’nun liderliğini eline geçirmek isteyen Saddam için büyük bir avantaj oldu. Saddam’ın ortaya çıkabilecek olası bir savaşta elini güçlendiren diğer bir avantaj ise devrim sonrası İranlı birçok üst düzey politikacının ve çok sayıda generalin ülkelerini terk edip Irak’a sığınmış olmalarıydı. Bu kişiler Saddam’ın savaş kurmayları oldular ve İran ile ilgili bütün istihbarı bilgileri Saddam’a verdiler. Böylece Saddam, bütün avantajları kendisinde topladığını düşünerek savaşa karar verdi (Kalkan, 1991: 77; Abdullah, 2003: 184-185).

Saddam, 17 Eylül 1980’de 1975’ten beri iki ülke arasında sınırı tanımlayan Cezayir Antlaşması’nı yürürlükten kaldırıldığını ilan etti. Bir dizi sınır çatışmasından sonra 22 Eylül 1980’de üst düzey komutanların itirazlarına rağmen, Saddam’ın İran’ın güneydoğu sınırlarına çok sayıda tankı göndermesiyle savaş resmen başladı. Bu şekilde başlayan savaş tam sekiz yıl sürdü. Sonunda birçok devletin ve uluslararası birçok kuruluşun çabası neticesinde 20 Ağustos 1988 tarihinde savaş, bir ateşkese varılmasıyla sona erdi (Abdullah, 2003: 185; Polk, 2007: 150; Umar, 2008: 393).

Bu savaş ülke içi yönetimde Baas Partisini ve Saddam Hüseyin’i daha da sert uygulamalara sevk etti. Ülkede durum kötüleşirken Türkmenler de daha ağır şartlarla yüzleşmeye başladılar. Bağdat yönetimi bir yandan Türkmen gençlerini savaşın ön cephelerine gönderirken diğer yandan ileri gelen birçok Türkmen’i de idam etti (Ertuğrul, 2006: 147).

Savaşın ikinci yılında 20 Ekim 1981 tarihinde 1291 sayılı Devrim Komuta Konseyi tarafından alınan kararlar ile Türkmen bölgeler Araplaştırılmaya çalışılmıştır. Bu kararlar şu şekildedir:

1) Orta ve güney vilayetlerinde (Bağdat, Diyala ve Selahattin hariç) inşa edilecek olan toplu konut sitelerinin inşasını yürütmek amacıyla bir yürütme komisyonu kurulmuştur.

2) İlk etapta asgari olarak 20.000 konut yapılması kararlaştırılmıştır.

3) Başlangıçta toplu konutların el-Kadisiye, el-Musanna, Zikar ve Ambar vilayetleri dâhilinde yapılması düşünülmüştür.

4) Komisyon münasip gördüğü her türlü yolu kullanma yetkisine sahiptir.

5) Konutların bitmesi halinde bu sitelerde iskânı istenilen unsurlar Kuzey İşleri Komisyonu ile koordine edilir.

6) Yerleştirilecekler yeni yerlerine devlet hesabına taşınacaklardır.

7) Bu karar el-Tamim (Kerkük) vilayetinden birinci derecede Türkmenler, ikinci dereceden ise Kürtlerden oluşan unsur ve işçileri kapsayacaktır (Said, (2012: 99)’a

81

Alınan bu kararlar ile Kerkük’ün Türkmen kimliği hedef alındı. Bu kararlar ile el-Kadisiye (Amara)’de Kerkük’ten gelecek Türkmenler için 20.000 konut yapılarak Türkmenlerin bu bölgeye göç ettirilmesi planlandı. Fakat savaşın Irak aleyhine kötüye gitmesi baş gösterince, Basra kentinden savaş nedeniyle göç eden Araplar, Amara’da Türkler için yaptırılan bu evlere yerleştirilmek zorunda kalındı. Bu durum Savaşın Kerkük’teki Türkmenler açısından belki de tek olumlu yönü oldu (Demirci, 1991: 37- 38).

Bu başarısız girişimin ardından Kerkük’te Türkmenlere yönelik 8 Nisan 1984 ve 418 nolu karar yürürlüğe girdi. Bu karara göre Kerkük’te Türkmenlerin gayrimenkul mal satın alması yasaklandı. Bununla beraber aynı yıl 24 Eylül günü alınan 1081 nolu Devrim Komuta Konseyi kararınca Irak’ın güneyinden getirilen yüzbinlerce Arap vatandaşın Türk bölgelerine yerleştirilmelerine karar verildi (Beyatlı, 1997: 43; Köprülü, 1993: 25).

Başta Kerkük olmak üzere birçok Türkmen yerleşiminde 1985 yılının sonlarına doğru geniş çaplı bir askeri operasyonda arama tarama faaliyeti gerçekleştirildi. Yapılan bu operasyon kapsamında özellikle Kerkük Kalesi’ni de içine alan Eski Yaka bölgesindeki evler titizlikle arandı. Yapılan bu aramalar sonucu evlerinde silah bulunanlar tutuklandı ve bazılarının da evleri buldozerlerle yıktırıldı (Saatçi, 1996: 45- 46).

Baas Partisi’nin Türkmenleri sindirmeye yönelik uygulamaya koyduğu politikalar günden güne etkisini daha da artırdı. Bu anlamda 1986 yılında devletin almış olduğu bir karar doğrultusunda umuma açık yerlerde ve devlet okullarında Türkçe konuşulması yasaklandı ve yeni doğan bebeklere Arapça isimler konulması yönünde ailelere baskılar yapıldı. Yüksekokul ve mesleki okul mezunu Türkmen gençler, işverenlerce işe alınmalarında Baas Partisi üyeliğinin olup olmadığına dikkat edilecekti. Bu anlamda Baas Partisi’ne üye olmayanların üniversiteye alınmadığı gibi devlet dairelerinde de işleri yapılmadı. Tüccar Türkmenler de bu uygulamalardan nasibini aldı. Tüccarlara da Baas Yönetimine her türlü yardım da bulunmaları için baskı yapıldı ve bu yardımları reddedenlerin ticarethaneleri kapatıldı (Said, 2012: 99).

Kuzeyden gelen Araplar için 1984 ve 1986 yıllarında Devrim Komuta Konseyi şartlara göre değişen ve gelişen kararları seri bir şekilde yürürlüğe koydu. Bu kararlar

82

gereği Kerkük bölgesinde Türkmen iş gücü etkinliğini kırmak için yeni iş başvurularında Türkmenler yerine Araplar tercih edildi. Arapların Kerkük’e göçünü teşvik etmek için de, nüfus kütüğünü Kerkük’e nakleden ve burada yerleşen Araplara 10.000 Irak dinarı ve bedava arsalar verildi. Bununla da kalınılmadı, Arapları Kerkük’te kalıcı hale getirmek için onların Türkmen kızlarla evlenmeleri özendirildi. Ayrıca iş yeri açmak isteyenler için her türlü kredi kolaylığı sağlandı. Bununla beraber Kerkük’ün köklü bir sanayi kuruluşu olan ve daha çok Türkmenlerin çalıştırıldığı Kerkük Petrol Şirketi’ne artık Arap işçiler de yerleştirilmeye başlandı. Türkmenlerin iş yeri açmalarına ve ticari araç almalarına ancak bir Arap ortağı ile çalışması durumunda izin verilebildi (Gündüz ve Kalaycı, 2016: 170).

Uzayıp giden Irak-İran savaşı sürecinde Bağdat yönetimi bu durumu bir fırsat bildiler ve Kerkük’teki Türkmenleri sindirmede akıllarına gelen bütün farklı yöntemleri kullandılar. Bu yöntemler arasında yukarıda anlattığımız ekonomik baskılar görüldüğü gibi şiddetli bir şekilde kullanıldı. Bağdat yönetimi ekonomik yıldırmalarla beraber bir de demografik yapıyı değiştirme konusunda da türlü yollar denedi.

Kerkük’te demografik anlamda Türkmen yoğunluğunu azaltma yöntemleri ilk önce Kerkük merkezdeki önemli Türkmen bölge, mahalle ve semtlerde uygulamaya kondu. Örneğin 600 metre genişliğinde bir otoban inşa edileceği bahanesi ile Kerkük’te 2.000 ev yıktırıldı. Buna bir örnekte eski bir Türk bölgesi olan Tisin mahallesinde yapılan yıkımlardır. Burada uluslararası bir tren istasyonu yapılacağı bahanesi ile bölgenin geleneksel Türk mimarisi izlerini taşıyan 500 eski ev yıktırıldı. Yeni Tisin mahallesinde ise Türkmenlere ait 1.000 eve el konuldu. Daha sonradan maddi imkânlarını zorlayarak bu evlerini geri almak isteyen Türkmenlere evleri verilmedi. Çünkü bu dönemde yukarıda da bahsettiğimiz gibi Türkmenlerin Kerkük’te gayrimenkul satın almaları yasaklamıştı. Bu istasyon projesi tamamlandığında bahse konu olan bu evler Araplara verildi (Demirci, 1991: 36; Gündüz ve Kalaycı, 2016: 171). Saddam döneminde Kerkük’te Türkmenlere karşı bu sistemli yok etme siyaseti her anlamda soluk alınmaksızın devam etmiştir. Yukarıda görüldüğü gibi evleri ve barkları ellerinden alınan Türkmenler, bir de Irak-İran savaşında ön cephelere gönderilmişlerdir. Böyle bir savaşta savaşmak istemeyen veya gönülsüz davranan

83

Türkmenler, İran taraftarı muamelesi görmüş ve pek çoğu idam edilerek öldürülmüştür (Bayatlı, 1990: 10).

Kerkük ve Türkmenlere uygulanan bu yok etme siyaseti sonuç olarak onları tamamen yok sayma düşüncesini de doğurmuştur. Nitekim Saddam Hüseyin 1987 yılında bir nüfus sayımı yaptı. Fakat bu nüfus sayımında Türklerin kendi kimliklerini yazılmasına imkân vermeyen bir nüfus formu düzenlenmiştir. Bu duruma Türkmenler büyük tepki göstermişlerdir (Bayatlı, 1990: 10; Ertuğrul, 2006: 1).

84