• Sonuç bulunamadı

35

nı sevdi. Elindeki bebekle ilgilendi. Yaşlandık-ça daha da yumuşayan sakallarını gösterip

“Bak bakalım biraz daha yumuşamış mı” diye sordu. Morali bir parça yerine gelmişti. Toru-nuysa -gözü muslukta- bir an önce dedesinin kollarından sıyrılıp el yıkama bahanesiyle suyun peşindeydi.

Hasan, okuldan erken çıkınca ertesi güne kalmadan gelmeye karar verdiklerini anlattık-tan sonra işten güçten bahsedecekti ama Turan Ağa’nın yüzündeki gölge buna engel oldu.

Siz nasılsınız? dedi.

Turan Ağa canı her sıkıldığında yaptığı gibi beyaz takkesini saçsız başında şöyle bir dolandırdı:

Hamdolsun. Karnımız tok, sırtımız pek. Ele güne minnetimiz yok.

Sonra biraz durdu. Elindeki tespihi bir iki çekti. Devam etti:

Biz iyiyiz de Veysi’ye dar geliyor buralar.

Gitmek istiyor. Almanya diyor.

Hasan sorunun Veysi olduğunu tahmin et-mişti. Çünkü ne zaman köye gelse babasıyla en küçük kardeşi arasında bir anlaşmazlık olurdu.

Turan Ağa’nın büyük oğlu okumuş, polis olmuştu. Kızı liseden sonra iki yıl okumuş, son-ra mutlu bir evlilik yapmıştı. Hasan ise yakın şehirlerden birinde öğretmenlik yapıyordu.

Turan Ağa köyde bağ, bahçe sahibiydi. İhti-yaç sahibi köylüye el kol olurdu. Üç çocuğun büyümesine, okumasına, evlenmesine yeten toprak şimdi onları bol bol geçindiriyordu.

Veysi, liseden sonra yükseğini okumayın-ca Turan Ağa toprağı ona emanet etmeyi düşünmüştü.

Veysi iki ağabeyi gibi değildi. İçinde deryalar köpürüyor, köye sığamıyordu. Za-yıf ama hareketli, deli doluydu. Askerden dönünce İstanbul’a gidip bir an önce tica-rete atılmak istedi. Turan Ağa için İstanbul

“Avrupa’ydı”. Oraya gidince oğlunun or-tadan kaybolacağını sanıyordu. Bir sürü ikna çabasından sonra Veysi’yi köyün bağlı olduğu ilçede küçük bir manifatura dükkânı

açmaya razı edebildiler. Ablasında kalıyor-du. Dükkânda iyi kötü ablasının da yardımı oluyordu. Turan Ağa’nın içi biraz rahatlamıştı ama Veysi bu, durur mu! İşler iyi gidince bu sefer dükkân ı şehre taşımak istedi. “Daha ye-nisin, biraz arkanı sağlamlaştır. Orası kurtlar sofrası.” dediler, dinlemedi. Şehirde dükkânı kiraladığı sıralarda ülkede ekonomik sıkıntılar baş gösterdi. Bunun üzerine Veysi bırak şehre gitmeyi, elindekini de kapattı. Tası tarağı top-layıp köye döndü. Turan Ağa buna sevinmedi değil. Artık oğlunun, aklını başına toplayıp bütün gücünü toprağa vereceğini biliyordu.

Veysi evine döndükten sonra mecburen toprakla uğraşmaya başladı. Sabah erkenden tarlaya gidiyor, hem kendi çalışıyor hem de ırgatların başını bekliyordu. Babasının buyruğuyla kâh yabayla harman savuruyor, kâh toprağı havalandırıyordu. Oğlunun bu gayretini gören Turan Ağa, yaşına başına bakmadan onlarla birlikte işe girişiyordu.

Toprak nankör değildi. El değdikçe daha da coşuyor, Turan Ağa’yı mahcup etmiyordu. Tu-ran Ağa hem topraktan yana hem de oğlun-dan yana mutluydu. Mahsul arttıkça oğluna

“ Bu, senin bereketin. Köye döndün. Tarla, bağ, bahçe coştu.” diyordu.

Veysi emeğinin karşılığını aldığına sevi-niyordu sevinmesine ama hayali bu değildi.

Her akşam erken saatte yorgunluktan yatağa yığılıp kalması da değildi dert ettiği. Aradığı, özlediği başka yerler vardı içinde.

O sıralarda köylüler farklı şeylerden bah-seder olmuşlardı. “Almanya” diyorlar, “işçi”

diyorlar, “medeniyet, kolay kazanç, iş gücü anlaşması” diyorlardı. Veysi tarlada ırgat-lardan, kahvede arkadaşlarından duyduğu bütün bu sözleri önce dikkate almadı. Sonra insanlardaki heyecan arttıkça ve köyden iki kişi bu kervana katılınca Veysi de “Neden olmasın?” dedi.

Almanya’ya giden bu iki tanıdık hakkında sorup soruşturuyor, oradaki hayatlarına dair ailelerinden bilgiler alıyordu. Gidenlerin ikisi de çok mutluydu. Medeniyet anlatılmaz ya-şanırdı. Bütün iş, makinelerdeki bir düğmeye bakıyordu.

36

Veysi, babasının şiddetle karşı çıkacağını bildiği için kafasındaki fikri olgunlaştırıp bir karara vardıktan sonra ona açılmayı doğru buldu. Böylelikle onu daha kolay ikna edebi-leceğini düşünüyordu.

Turan Ağa bu isteği duyunca beyninden vurulmuşa döndü. İstanbul’a gitmesine izin vermediği oğlunu, yaban ellere gönderecekti ha!

Olmaz! dedi sertçe.

Benim Almanya’ya verecek oğlum yok.

Veysi şaşırmadı. Sakince:

Çalışıp, para kazanıp döneceğim, dedi.

Turan Ağa’nın yüz hatları gerilmişti:

Ya ağabeylerin gibi devlete hizmet eder-sin, ya toprağa!

Veysi babasını razı edemeyeceğini anla-yınca kararlı bir sesle:

Yakın zamanda işlemlere başlayacağım, dedi ve odadan çıktı.

Turan Ağa’nın haykırışı avludan bile duyu-luyordu:

Cenazemi çiğner öyle gidersin!

Hasan ailesiyle köye bu tartışmanın tam ertesi günü gelmişti. Ne diyeceğini, kardeşini nasıl ikna edebileceğini bilemedi. Etrafında duyduğu “Almancı” hikâyelerinin en acıları-nı anlatıyor; giden ama bir daha asla geri dönmeyen, karısının üstüne Alman’la evlenen kişileri örnek gösteriyor; yıkılan yuvalardan, tutulmayan sözlerden bahsedip duruyordu.

Veysi Nuh diyor peygamber demiyor, bütün bu sözleri kulak ardı ediyordu. Turan Ağa’yı dinlemeyen Veysi Hasan’ı mı dinleyecekti?

Turan Ağa sabah namazını kıldıktan sonra Hasan’ı ve Veysi’yi alıp tarlaya gitti. Güneş ufku çoktan aşmıştı. Etrafta tatlı bir serinlik vardı. Soğuk toprak birazdan ısınacak, güneş insanın beynine işlercesine ışıklarını salacak-tı. Toprakla hemhâl olmak için bu saatler en iyi saatlerdi ama Turan Ağa iş yapacak gücü kendinde bulamıyordu. Sırtını ağaca verdi. Gözünün değebildiği en uzak yerlere bakmak istercesine gözlerini kıstı. Sağ elini ufka doğru kaldırdı. Kalın parmaklarını iyice araladı. Elini sahip olduğu toprakların üzerin-de bir baştan bir başa dolaştırıp konuşmaya başladı:

Bu topraklar dedemden kaldı. Babam bizi bu toprakla doyurdu, büyüttü.

Veysi’ye bakarak:

Anacığın sana şu ağacın altında sancılan-dı. Doğum haberini duyduğumda ilk oğlum doğmuş gibi sevindim. Bu toprak alın terimizi emdi. Rabbim de hamdolsun boşa çıkarmadı çabamı. Bana dört tane pırlanta gibi evlat nasip etti. Hepsini bu toprakla besledim, büyüttüm, okuttum. Şimdi onu yabana mı yâr edeyim?

Veysi, sessiz ve dalgın dinlediği babasının son cümlesinden sonra kendine geldi:

Gidişim temelli değil baba, dedi.

Babası duymamış gibi, gözlerini Veysi’ye dikerek devam etti:

Ne eksik? Aç mıyız, açıkta mıyız? Köyde seviliriz, sayılırız. Sevdiğin varsa söyle, is-teyeyim; yine iş mi kurmak istiyorsun gidip kuralım.

Veysi, babasının ısrarları karşısında gözle-rini nereye çevireceğini şaşırıyor, elini kolunu

37

bir yere yerleştiremiyordu. Onu ikna etmek için aklına gelenleri söylemeye başladı:

Hem orada yaşlılara çok iyi bakılıyormuş.

İşi olmayanlar bile çok rahatmış. Hükümet iş-sizlik maaşı veriyormuş. Birkaç seneye kadar belki tarlaya gelecek hâlin kalmayacak. Dü-şünsene seni de oraya aldırsam, sana işsizlik maaşı bağlatsak…

Şimdiye kadar oğlunu sakince dinleyen Turan Ağa’nın bu sözler karşısında kan beynine sıçradı. Kıpkırmızı olmuş yüzü, fal taşı gibi açılmış gözleriyle oğlunun yüzüne baktı. Veysi de Hasan da babalarını ilk kez böyle görüyorlardı. Korktular. Hasan, sakin-leşmesi için babasının kolundan tutacak oldu.

Turan Ağa hışımla çekti kolunu. Veysi’nin gözlerini delercesine ona bakıyordu. Kısık ama kudretli bir sesle:

Ulan ben işsiz miyim? dedi.

Sonra yere çömeldi. Eline aldığı bir avuç toprağı havaya kaldırdı. Sıkı sıkı tuttuğu kuru toprak, parmaklarının arasından kum gibi dökülüyordu. Bu sefer bağırarak:

Bu toprak beni işsiz bırakır mı sanıyorsun sen? Bu toprak beni ekmeksiz bırakır mı?

Delici bakışlarını birkaç saniye daha oğlu-nun gözlerinde tuttuktan sonra ooğlu-nun konuşma-sına fırsat vermeden çekip gitti.

Bu, Turan Ağa’nın Veysi’ye son sözü, son bakışı oldu. Baba, oğul evde bile karşı-laşmamaya özen gösteriyorlardı. Turan Ağa, oğlunun sarf ettiği sözleri kendine ve vatanına hakaret olarak görmüştü. Küskünlüğü bun-dandı. Veysi ise gitmekte kararlı olduğu için babasının karşısına bir daha çıkıp da arala-rındaki köprüleri iyice yıkmak istemiyordu.

Bu yüzden gözü yaşlı anasının arayı bulma çabalarına destek olmuyor, Almanya yolculu-ğunun bütün işlemelerini eksiksiz yapmak için köyden şehre gidip geliyordu.

Yolculuğa bir gün kala ablası ve ağabey-leri Veysi’yi yolcu etmek için köye geldiler.

Almanya’ya kardeşlerini uğurlamıyorlardı da sanki evden cenaze çıkarıyorlardı. Veysi şimdi, o gece “Gitmekten vazgeçtim.” dese

kimse yolculuk için harcadığı paraları görme-yecek, “Sen yeter ki gitme, masrafı biz üstle-niriz.” diyeceklerdi. Son gece az konuşuldu, erken yatıldı. Herkesin aklında yarın babala-rının tren istasyonuna, Veysi’yi uğurlamaya gelip gelmeyeceği sorusu vardı.

Ortalık yeni yeni aydınlanmış, bütün kar-deşler sininin etrafında toplanmıştı. Turan Ağa’nın yeri boştu. Sırf yemiş olmak için iki lokmayı ağızlarında çevirirken Hasan anne-sine “Babam gelmeyecek mi?” diye sordu.

Annesi, babasının ezanla evden çıktığını söyleyince bütün gece onun elini nasıl öpece-ğini düşünen Veysi’nin ağzındaki lokma zehir oldu. Kalktı. Lavaboya gitti. Gözlerinde biri-ken yaşların akmasına engel olamadı. Demek babasının duasını alamadan gidecekti.

İstasyona vardıklarında annesi, ablası, ağabeyleri Veysi’nin kaç kere dinlediği tem-bihleri yinelediler. Sağlığına, parasına pu-luna çok dikkat etmesini; onları kesinlikle habersiz bırakmamasını istediler.

Veysi’nin içinde kocaman bir boşluk vardı.

Anasından başlayıp hepsinin elini öperken Hasan’ın kızı heyecanla bağırdı:

Aaa, dedem geldi!

Bütün başlar arkaya çevrildi. Turan Ağa biraz ileride şalvarı, ceketi, dışarıya çıkar-ken taktığı siyah kasketiyle öylece duruyor;

önünden, arkasından insanlar geçiyordu. Sol elinde bastonu, sağ elinde sıkı sıkı tuttuğu bir mendil vardı. Veysi’yle göz göze geldiler.

Veysi, küçük bir kararsızlıktan sonra hızlı adımlarla gitti, babasının elini –mendile aldır-madan- iki avucunun arasına alıp öptü, öptü.

Turan Ağa elinde tuttuğu mendili açtı. Bir avuç kuru toprak vardı içinde. Mendili tekrar bağladı. Veysi’nin eline koyup:

Toprağını, vatanını unutmayasın, dedi.

Trenin son düdüğü çalarken Veysi babası-na sıkı sıkı sarıldı:

Döneceğim baba. Mutlaka döneceğim.

Trenin arkasından bakan Turan Ağa, saka-lına sızan yaşlara engel olamadı.

38

M.Volkan Akacı

Benzer Belgeler