• Sonuç bulunamadı

Yıpranmış basamaklardan sakince iniyorum.

İnsanlar anlamsız bir telaşla koştururken Hangi biri gayenin farkında?

-Bilmiyorum-

Bir de yürümeyenler için yürüyen mekanizmalar;

Konuşmayıp da çok şey anlatan aforizmalar var.

Bir adam var mesela:

Dirsekleri eskimiş yıllar görmüş kahverengi ceketli.

Üç günlük kirli beyaz sakalları, Temiz yüzünde parlıyor.

Kırışık alnının altında kavanoz dibi gözlükleri Ve gülümseme var yüzünde..

Saçları kadar beyaz ve saf

Ceketinin dirsekleri kadar yorgun ve umursamaz...

“Benim” benimsemesini bos vermiş

“Sahip olmak” çabasını çoktan geçmiş!

Divane gibi öğütmektense sevmeyi öğrenmiş..

Deli gibi tükenmektense muhabbeti seçmiş.

Öyle söylüyor gözleri...

Kapı kapanma sinyalini duyduktan sonra trene binmeye çalışmıyorum. Bir sonraki treni beklerken insanlara bakıyorum. Mutsuz, ruhen dengesiz, yıkık ve bağımlı insanlara...

Ellerindeki, ceplerindeki, üstlerindeki maddiyatla tatmin olmaya çalışan ve içlerindeki yüceliği unutmuş, robotlaşmış insanlara... Raylar cızırdıyor.

30

Sabrımız olsun olmasın, her birimizin uzun süredir ölümü beklediği çok açık.

Ancak ölüm geldiğinde anlarız bunu... tadını çıkarmak için çok geç kaldığımızda1 Emil Michel Cioran

Ölüm ile burun buruna olunan günler yaşanmakta. Böylesine keskin ve kesin bir durumun ciddiyeti kavranmazsa onunla kol kola olmak hatta onunla vals yapmak işten bile değil.

Ölüm bir noktada beklenendir ve bu bağlamda yaşamak da ölümü beklemek demektir. Natuk Baytan’ın Korkusuz Korkak filminde Kemal Sunal’ın hayat verdiği Mülayim karakterinin kendi ölüm haberini aldığında dilinden dökülenler mevcut durum için önemlidir: “bu güne kadar hep köşeyi döneceğiz diye bekledik, şimdi de ölümü bekleyeceğiz öyle mi?”2. İnsanlar bugüne dek köşeyi dönmeyi, kitaplar yazmayı, şiirler okuyup şarkılar söylemeyi, sevdiğine kavuş-mayı, evlenmeyi, iş ve mevki sahibi olmayı vs beklediler -tüm bunlar olurken sadece ölümü bekleyenler ile birlikte-. Bu günlerde ise topyekûn ölmemeyi umarak ölümü beklemekteler. Bir yandan yaşamayı hesap etmekteler bir yandan da sevdiklerine kavuşma tarihi öngörülemeyen vedalarda bulunmaktalar. Öyle ki vedalar edilse bir türlü, edilmese bir türlü. Gidilse bir türlü gidilmese bir türlü. Hangisi seçilirse akıl hep diğerinde kalacak veya insanın içi hiçbirine el vermeyecek. Biçarelik... İki adımlık şu yer kürede beklenecek ne kadar ölüm, hesap edilecek ne kadar yaşam var böyle!

Geleceği düşledikçe gelen ürperti, salgınların yüreklere saldığı korku ile birleşince burukluk peyda olur. Mevzu bahis korku salt ölüme ilişkin değildir. Bu bir noktada, dünyanın koskoca bir yer iken aynı zamanda küçücük bir yer oluşunun ve dünyanın iki ucu arasındaki mesafenin pek de uzak olmadığının gözler önüne serilişinin yarattığı bir korkudur. Bilinenlerin alt üst olmasından kaynaklanan bir şaşkınlığın ucu bu korkuya varmaktadır. Ezberlerin bozulmasıyla birlikte ne yapılacağının bilinmemesi ve bundan kaynaklı olarak panik halinin hâsıl oluşunun yarattığı korkuya...

Yaşananlar globalizasyon/küreselleşme/topyekûnleşme3 (apayrı bir kavram tartışması ve topyekûnleşme veya globalizasyon ifadesini bu doğrultuda daha anlamlı buluyorum lakin

M. Alpaslan Tandırcı

Babil İkra

31

konumuz bu değil.) kavramının ete kemiğe bürünüşünün son hali niteliğinde. Vakanın salgın halini alışı ve neredeyse dünyanın tamamında görülmesi globalizasyon ile bir-likte kentleşmenin ve toplu halde yaşamanın devasa boyutlara ulaştığını kanıtlamaktadır.

Tüm bunların mümkün olması ise yerel, ulu-sal ve global insan networkünün/ağbağının genişlemesi ile doğru orantılıdır. Bahsi geçen üç unsur arasında ise birbirlerini beslemeleri yönünden karşılıklı bir ilişki vardır. Ortaya ko-nan bu ilişki şu şekilde açıklanabilir: İnsanlar birbirleriyle sosyal ilişkiye girerler ve kentler oluşur, sonrasında kentler arasında ilişkiler kurulur, önce yerel ve bölgesel olan kent iliş-kileri zaman içinde neredeyse tüm gezegeni kapsayacak bir hal alır. Kentler oluştukça ve etkileşimleri arttıkça insanlar arası sosyal iliş-ki daha da gelişir. Gezegen çapında artan kent ilişkileri gezegen çapında insan ilişki-lerini artırır. Böylece netice itibariyle daimi bir döngü şeklinde artan unsur “ilişki” olmak-tadır. -Bahsedilen ilişki aşağıdaki tabloda izah edilmiştir.- Bu mahiyette bir ilişki ağı ise kentleri salgınlar için hayli elverişli bir mekân kılmaktadır. Ancak salgınların veya olası bir sorunun olası bir çözümü de teknolojinin ve tıbbın gelişmiş olduğu kentlerde

bulunmak-tadır. Bu bağlamda kentler için salgınların doğum, yaşam ve ölüm alanları oldukları çı-karılabilir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Wuhan kentinde ortaya çıkmış bir virüsün İstanbul’un Şirinevler, Ankara’nın Demetevler, Muğla’nın Bodrum gibi muhitlerine kadar gelişi hatta okyanuslar aşması, yeryüzündeki insan et-kileşiminin uzanabildiği noktalar ve daha fazlasının mümkünatı/potansiyeli korkutucu değil de nedir? Bu bağlamda yaşananlara, zamanın bükülmesi ifadesine benzer şekilde,

“Mekânın Kırılması” denilebilir.

Mekânın/Mekânların kırıldığı bu gibi dönemlerde o mekânları inşa eden ve onların var olma sebebi olan insan denen canlının birtakım eğilimleri fark edilir hale gelmekte-dir. En temelde biyolojik temelli eğilimlerden kaynaklanan birtakım toplumsal eğilimler bulunmaktadır. Bunlar güvenlik/ölmemek/

hayatta kalmak/türünü ve soyunu devam ettirmek gibi alt amaçlar içeren stokçuluk, fırsatçılık gibi eğilimlerdir. Bu doğrultuda şahit olduğumuz sosyal boyutta yaşlı linçi, hapşırma ve öksürük gibi hastalık bulaşı-mını mümkün kılan hareketlerde bulunan insanların dışlanması ve hatta onlara şiddet uygulanması gibi olaylar yaşanmaktadır.

-Ha-32

ber boyutuna gelmemiş, saman altı edilmiş durumların varlığı da unutulmamalı. – Görül-mektedir ki insan aslında hayli endişeli bir canlıdır. Endişeli canlıların bir araya gelip ilişkiler kurarak oluşturduğu toplumlar aslında birer kaygı karnavalıdır. Toplum denen kaygı karnavalı içerisinde salgından veya yaşan-makta olan tehlikeli durumdan korkmadığını kendine ve diğerlerine göstermeye çalışan vurdumduymaz diye adlandırılan insanların varlığı bambaşka bir durum gibi görünse de onların bu davranışı bir nevi kendini koruma/

rahatlatma yöntemidir.

Karnavalları karnaval yapan katılım sağ-layan insanlardır. Onlar bir bir evlerine çekildiklerinde karnaval da nihayete ermiş olur. Fırsatçılık, stokçuluk, zayıfı ezmek, yaş-lıları linç etmek gibi eylemler aşırı güvenlik endişesi barındıran ve insanların sadece kendilerini düşündükleri, uç noktada bencilce eylemlerdir. Yardımlaşma faaliyetlerinin bireysel olmaktan ziyade devlet veya sivil toplum kuruluşları aracılığıyla olması bizlere insanoğlunun toplumsal açıdan yozlaşmış olduğunu ve toplumun çürümüş olduğunu göstermektedir. “Bana bir şey olmaz” dü-şüncesiyle insanlara hastalık yayan veya yayma potansiyelini umursamayan, evin-deki sofrasında boğazına lokma takılan

ve bu nedenle öksüren babasından dahi şüphe eden, kolonya sırasında kavga eden, karantinadan kaçan, karantina esnasında onu koruyan polis memuruna hastalık bulaştırmak amacıyla tüküren insanların ve salgın gelişiyle varlıkları fark edilen stokçuların olduğu bir toplumda çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun ve yozlaşmanın varlığı su götürmez bir gerçektir.

Bu çürümenin ezelden beri oluşu ve ebediyen devam edecek olması karşısında ise mutlak bir çaresizlik vardır. Evet, bir karnaval söz konusu ve bu etleri dökülen leşlerin maskeleri ile katıldıkları bir kaygı karnavalı...

Yaşanılan an’ın önemli ve hatta tarihin kırılma anlarından biri olduğu zannına kapıl-mak, her isanın kendi derdini en büyük dert sanmasından farksızdır. Oysa yaşananların üstünden eser miktarda zaman geçince anlık hislerin abartıldığı, başa gelen ve önemli sanılan olayların aslında o kadar da önemli olmadıkları gibi gerçeklerle yüzleşilebilmekte-dir. Yaşananların sağlıklı bir şekilde anlaşıl-ması için zaman çizelgesinde ilerleyip geriye, neler olduğuna bakmak gerekmektedir. Bu doğrultuda kapitalizmin sonunun geldiğinin iddia edilmesi, komünizmin yeniden icat edil-mesi için ( bu doğrultuda, yaşayan ve popüler Slavoj Žižek gibi filozofun değerlendirmeleri-ni4 bu bağlamda yersiz, zamansız, anlamsız

33

ve gülünç buluyorum.) henüz çok erken. Hem bilim insanlarının hem halkın içerisinde bulu-nan durumun anlaşılması ve çıkış yolları bulunması için doğru bir değerlendirme için aceleci olmamak gerekmektedir. Bahsi geçen hususlar abartının yersizliğini ve sakinliğin önemini vurgulamaktadır. Bununla birlikte başka bir boyut olarak, tedbirli olmanın erdemli sayıldığı bir toplumda abartılmış bir tedbir hali insanlara cazibeli gelecektir. İnsanları bu cazibeden caydırıp sağduyulu olmaya davet etmek ise hayli zor olacaktır. Zira tedbirli olmak, önlem almak ve hazırlıklı olmak gibi haller erdemli birer düşünsel eylem olarak belletilmiştir. Onlara göre doğru olan budur. Böylesine bir inancı kırmak için bazı durumlarda erdemli olandan vazgeçmenin asıl erdem olabileceğinin öğretilmesi gerekmektedir. Doğru olanı yapmamanın doğru oluşu, çerçevelerin kırılışı ve karnavalın tadının çıkarılışı...

Sadece bu.

Kaynakça:

Emil Michel Cioran, Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine, Metis Yayınları, 2019, s. 156 Natuk Baytan, Korkusuz Korkak, 1979

Kadir Cangızbay, Globalleş(tir)me Terörü, Ankara, Odak Yayınevi, 2003, s. 17

Slavoj Zizek, Koronavirüsü, Kapitalizme ‘Kill Bill-vari’ Bir Darbedir, Komünizmin Yeniden İcat Edilmesine Yol Açabilir(https://terrabayt.com/manset/zizek-koronavirusu-kapitaliz-me-kill-bill-vari-bir-darbedir-komunizmin-yeniden-icat-edilmesine-yol-acabilir/),2020

Kentler

Globalizasyon

34

Koyu geceyi ayın ışığı bir parça aydınlatıyordu. Perdeleri sıkı sıkı çekilen evlerde ışıklar he-nüz sönmemişti. Arada sırada çok uzaklardan gelen kurt ulumalarından ve yol kenarındaki çalılara gizlenmiş ateşböceklerinin bir fabrika işletir gibi gayretli seslerinden başka sessizliği bozan bir şey işitilmiyordu. Bir motor sesinin, insan sesinin duyulmadığı bu saatte bunlar da olmasa sanki gece eksik kalacaktı.

Hasan; taşını, toprağını, gecesini, gündüzünü çok iyi bildiği köyün taşlı yollarında eşi ve altı yaşındaki kızıyla yürüyordu. Gidecekleri eve vardıklarında avlunun kapısını o karanlıkta hiç zorlanmadan açtı. Kapının gıcırtısına perdeyi sıyırıp bakan bir çift göz karşılık geldi.

Ardı sıra evin kapısı açıldı. Emine Hanım bu saatte beklemediği oğluna, gelinine heyecan-la sarıldı. Sıra torununa geldiğinde her zaman yaptığı gibi nadide bir esere bakıyor gibi iki eliyle onun yüzünü tuttu, birkaç saniye seyretti, gözüyle alnının arasından öptü. Torunu, babaannesinin bütün muhabbetinin bu noktadan vücuduna dolduğunu hissederdi. Hasretle sıkı sıkı kucaklaştılar.

Gündelik odanın tam ortasına, mevsim yaz olduğu için üzerine -şimdilik- öteberi koyulan bir kuzine yerleştirilmişti. Kapının solunda, yerden yarım metre kadar yükseklikte taştan bir lava-bo vardı. Burası bulaşık yıkamak için kullanılırdı. Bayramda, tatilde gelen torunlar bahçeden sonra en çok burayı severlerdi. Odanın içinde, tam boylarına göre bir çeşme görüldük şey değildi! Dedeleri odada olmadığı zamanlar bebekten kamyona bütün oyuncaklarını mutlaka orada yıkar, o çeşmenin altına girmedik eşyalarını bırakmazlardı. Dedeleri gelip de onları lavabonun başında yakalayacak olursa malzemelerini toplamaya bile fırsat bulamadan ora-dan tüyerlerdi. Onora-dan daha bir fiske bile yememişlerdi ama heybetli duruşuyla bastonu yere vurması kaçmalarına yeterdi.

Odadaki iki sedirin biri duvara, diğeri pencere kenarına dayalıydı. Bir çift el dokuması di-van halısı ikisine de düzgünce serilmiş, halıların altından sarkan didi-van örtüleri yere paralel şe-kilde hizalanmıştı. Her sedirin üzerinde uzun dikdörtgenden oluşan iki tane sert divan yastığı vardı. Yastıkların üzerinde bembeyaz patiskaya dikilmiş dantel, bir gerdanlık gibi salınıyordu.

Turan Ağa yastıklara sırtını vermiş, elinde tespih olduğu halde oturuyordu. Gözlerini bir noktaya dikmişti. Düşünceli ve dalgındı. Kapının sesiyle ancak kendine gelebildi. Gelenleri görünce sevindi. Oğlundan ve gelininden sonra torunu elini öptü. Onu yanına oturttu,

saçları-TOPRAK

Benzer Belgeler