• Sonuç bulunamadı

Fatma Nazlı Atilla

27

olmalarıyla Sennet’i destekliyor. Görerek cürmü işledik, göz göre göre de ölüyoruz. El hak bu bela sağanağını belki de göz açıkla-yacaktır kim bilebilir? Şahit olduğu öyle çok şey var ki saymaya kalksak yoruluruz; ancak ben birkaçına örnek göstermeyi bir görev biliyorum. Üretme ve daha çok üretme, elde edilen artı değerle güç gösterileri sahneleme, basit bir eşyanın sağladığı sükseyle statü elde etme… Üstelik de göz göre göre bunların kabul görmesi, göze dahi hayret vermektedir.

Tarihin dili olsaydı muhakkak, budala insa-noğlu diye haykırırdı. Childe da böyle demişti zira insanın mahvı kara sabanla toprağı ıslah etmeye başladığı an başlamıştı (Childe, 1974). İnsanın mahvı eşyaya tapıp benliğini kaybetmesiyle başlamıştı. Hırsla başa baş gi-den güç arzusu, doymak bilmeyen bir üretim araçları tekeli… Ne kadar üretirsen o kadar güçlüsüncüler, güçlendikçe pastadan daha fazla pay alırsınlara koştu. Öyle sihirli bir layiha sunmuştu ki bu denklem, böyle olursa kendi türün olan insanları ve evleviyetle doğa-yı tekelin altına almakta hiç de zorlanmazsın.

Köleliği kazanç zanneden bir aptal misali gözlerine ihanet edersin. Çünkü bu ihanet;

sokakta binlerce aç, üstü örtülmemiş insandan kolayca vazgeçebilme olanağındır, yani ça-ğın en afili ve süslü kavramı bencil bireycilik.

Bu kavramın vazgeçilmez bir yeminmişçesi-ne yiyeminmişçesi-nelediği bir de sloganı vardır: “Ben mi kurtaracağım dünyayı?” Herkesin bu kadar histerik bir panikle olay mahallini terk etmesi-ni sağlayan bu kusursuz eylemsizlik planının sebebi, insanoğlunu kısır döngülere mahkûm eden zararlı bir alışkanlık; tıpkı öldürdü-ğünü bilmene rağmen ciğerlerine çektiğin duman gibi. Bu kanaatler toplamı insanlığı, yeryüzünü muntazam felaketlerinin merkezi konumuna getirmiştir (Horkeimer, 2014). En ufak zincirden başlattık bu yangının alevini, evet şu anda hepimizin mahkûm olduğu ev-lerimizden. Bu bencil imgelemlerimizden kaç-mak için yegâne mahremiyet alanımız olan evlerimize sığındık. Onları büyüttük, içlerine popüler kültürün dayattığı her ne varsa dü-şünmeksizin yerleştirdik; televizyondan tutun da oyun konsollarına, tabletlerden akıllı

tele-fonlara… Bunların öylesine tutkunu olduk ki artık evlerimizde dahi mahremiyetin zerresini dahi göremez olduk. Sonsuz bir yarış içinde içimizde hesap soran ne varsa susturduk, yenilemek istedik; tıpkı evin mobilyalarını ye-nilemek gibi. Yenilerken de eskisini yok ettik.

İmgelemimizi, yaşadığımız şehri inşa etmek istedik. Neticeye bakacak olursak da, insan ne kendisini inşa edebilmiştir ne de yaşadığı şehri. Öyle büyük evler yaptık ki doğaya, gelişmemiş olana, fakir olana görünmez ol-duğunu anlatmak istedik. İşte artık içimizde çınlayan tanrının yansıması olan vicdanımızı boğmuştuk. İnsanlığımız yavaşça ölürken biz bunu kenti katlederek, aşılmaz gelir duvarları örerek bastırıp nötrlemek istedik. İlk etapta ol-dukça da başarılı olduğumuzu zannettik. Her şeyin bol olduğu bir cennetin içindeydik neti-cede, elbette gücü yetene. Şehirleri büyüttük harikulade gökdelenlerle donattık etrafımızı, öyle ki güneşe dahi savaş açtık. Bizi uyaran her şeyden kaçtık. Mekân öyle büyüdü, me-talar o kadar fazlalaştı ki; üreten işçi dahi harcadığı emeğe yabancılaştı. Şehrin uzak bir köşesinde yaşayan bu emekçinin hikâyesi de başka bir ayıbımızdır. Bu işçi kendince ha-yatını bu cenderede idame edebilmek paha-sına, ama aslen bakıldığında cüzdanı şişkin ve suratı da oldukça pişkin patronunu zengin etmek uğruna her daim erken kalktı. Mühim olan bu sistemin, üretimin devamıydı. Üret-meden, büyümeden olmazdı. Bunu kabullen-meyen ya da itiraz eden her bireye ise açık bir kapı vardı: Ayrışma. Ayrışma her türlü yalıtımı topluma amil kılıyordu. Fabrikatörler, doktorlar, siyasetçiler, din adamları… Hepsi ortak bir fabrikadan çıkmışçasına bu vahşi hiyerarşiyi benimsiyordu. Yapılacak olan meydanda altta kalanın canı çıksın, daha az üreten oyundan çıksın. Oysaki “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın denmişti. Lakin nafile; in-san yaşamıyordu ki devlet yaşasın. Eşitsizlik artık kabına sığmaz delişmen bir çocuk gibi kol geziyordu. Öylesine habersizdi yarattığı enkazdan, ancak bir çocuk kadar da masum değildi. İşte karşınızda en kesif silahı eşitlik, adalet, liyakat, özelleştirme olan liberalizm ve onun iktisadi mantığı olan kapitalizm de

28

tam yanı başında duruyor. Öyle bir mantık düşünün ki zalimlik dürtülerinin rahatça kol gezdiği, göçmen çocukların yaşamak pahası-na ölümü küçücük omuzlarıpahası-na aldığı şehirler yaratmış, hatta bunlar için sözde kutsanacak savaşlar vermiş ve en acısı da bunu yüce bir kamu görevi olarak deklare etmiştir. Evlerini-zin içini boşaltırken de yapılmak istenen buy-du, işte kent buydu artık; mimarın istediği tam da buydu. Kalıplaşmış ideolojileri, insanların zihnine taşlarla yazmak. Herhangi bir çıkış ya da kaçışa izin vermemek... Yani kısacası iktidarı zevke tercih etmek (Russel, 2020).

İktisadi lejyonu kapitalizm denen bir para babasıdır, serbest piyasa denilen bir ahkâm kesme makinesiyle de mevcut statükoyu işletir.

Bu piyasada satılabilecek her şeyi pazarlar size; din, siyaset, eğitim, adalet… Hatta bunlarla da yetinmez devleti dahi satın alır.

Böylece her şeye iye ve rakipsiz olan dev-let dışı bir Leviathan var ettik. Kar etmeyen her şeyi silip attık, Allah’ı dahi gökyüzüne gönderdik. Böylece dogmacı ve cani bir to-talitarizm yarattık (Curtis, 2015). Hey gidi muhteşem İnsanoğlu! Nereden nereye değil mi? Şimdi tam da şu an hayatlarımızı kaybet-meme pahasına özgürlüğümüzden vazgeçtik.

Şayet özgür idiysek. Mikro boyutta bir virüs içimizde bastırdığımız o savaşta bizi yine evlerimize hapsetti ne garip değil mi? İnsa-noğlu mağarasına geri döndü! Ama metanın öyle fetişi olmuş durumdayız ki şu halde dahi stokçulukla yani kar getiren dürtüleri dörtnala sürmekle meşgulüz. Maskelere yapılan zam-lar, kolonyadaki %110 fiyat enflasyonu. Yine bizi tek bir noktaya götürmeye çalışıyor oysa mağaramıza yani içimize. Yine de sarsılmaz bir inatla bizi yıkıma götüren her şeye daha fazla sarılıyoruz. İçinizdeki irini akıttıktan son-rası için diyeceklerim ise ancak ve ancak dua mahiyetindedir.

Aklı evvel kullar yine bir düzeni yıkıp; bir nizamı yaratmanın peşinde. Lakin unuttukları bir şey var: Allah’ın inayeti. Müspet sosyolog Ziya Gökalp’in eşine söylediği üzere; Bir Türk’e göre, bir Müslümana göre Allah var-ken, keder yoktur (Gökalp, 2005). Bakara Suresi 15.ayette emin kılındık ki: “Üzülme

Allah bizimledir; La Tahzen İnnallahe Me-ana”. Tüm inananlar adına diyorum ki; bizi sensiz, bizi ıssız bırakma Rabbim! Bu sonsuz tevekkül ve tahayyül bir gece yarısı tevkif etmek suretiyle masanın başına oturttu beni.

Umarım ve beklerim ki mutlaka bir alametifa-rikası mevcuttur. Yazdıklarıma nazaran pek pozitivist bir tecessüs olsa da vardır her şeyin bir sebebi. Evren hiç boşluk kabul eder mi?

Etmez muhakkak…

Yine tüm cihana sırtımı dönerek satırları-ma dayadım sırtımı. Siz bilmezsiniz gökte uçurtma uçurmak gibidir yazmak; öyle hür öyle vecih ve bu karamsarlığa inat daima mavi… Sesini kısamazsınız, çıkarlarınızla ulaşamazsınız. Hele ki kibrinizin duvarların-da kati suretle çiğneyemezsiniz. Bu satırlar bu düzen içinde gizli bir denizdir. Dolunay ışığını vurdukça hep kıyıya vurur dalgalanır.

Gece en kesif düşünceleri peyderpey yükler omuzlarınıza. İçinizdeki yalnızlık kırpmaz gözünü, kaygı ise bir tetikçi gibi bekler göz-yaşlarınızı. Böylece kabarır güftesi denizin, bir iman türküsü besteler. Çünkü bir denizdir o içinde kötülük, irin tutmaz. Denizler kadar hür kalemler var; rüzgârlar çizer en sıcakta, yağmurlar salar yollara, toprağı rahmete bo-ğar. Öyle bir rahmettir ki bu kimse usanmaz!

Kaynakça

Childe, G. (1974). Tarihte Neler Oldu.

Ankara: Odak Yayınevi.

Curtis, N. (2015). İdiotizm Kapitalizm ve Hayatın Özelleştirilmesi. İstanbul: İletişim Yayınları.

Gökalp, Z. (2005). Hürriyete Mektuplar.

(Y. Toker, Dü.) İstanbul: Toker Yayınları.

Horkeimer, T. A. (2014). Aydınlanmanın Diyalektiği. İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.

Russel, B. (2020). Aylaklığa Övgü. İzmir:

Cem Yayınevi.

Sennet, R. (2013). Gözün Vicdanı Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam. İstanbul: Ay-rıntı Yayınları.

Tahir, K. (2015). Esir Şehrin İnsanları. İs-tanbul: İthaki Yayınları.

29

Metro

Benzer Belgeler