• Sonuç bulunamadı

Sürgün Hatıraları

Belgede entrÖzel SayıÖzel Sayı (sayfa 157-160)

Bugün Karadenizli Türklerin Kırgızistan dışında Kazakistan'ın Cambul ve Rusya'nın Krasnodar bölgesinde var oldukları bilinmektedir. Fakat bu ailelerin Ahıskalılarla birlikte dağınık bir şekilde yerleşmeleri onların gerçek sayılarının ortaya çıkarılmasını zorlaştırmaktadır. Yerleşim yerlerindeki sayılarının ortaya çıkarılması özel olarak alan araştırması gerektiren bir konudur. Bu nedenle çalışmamızın bu bölümünde sayıları yaklaşık 300 aile olan Kırgızistan'ın Oş İline bağlı Nookat ilçesinin Kökcar, Komünisto ve 5 Kızılkaya köylerinde yaşayan Karadenizli Türklerin (http//www.mpl.com.tr ) sürgün hatıralarına yer vereceğiz.

Sürgüne şahidi olup da olanlardan Kırgızistan Oş'ta kentinde yaşayan 1912 Sürmene doğumlu Muhammed Kamiloğlu, 7 yaşındayken ailesiyle birlikte Batum'a gitmiş ve 30 yaşına geldiğinde Stalin'in kararıyla Kırgızistan'a (Oş İline bağlı Naukat (Nookat) İlçesinin Kökcar adlı bir köyüne) sürgün edilmiştir. Kardeşlerinin çoğunu sürgün yollarında kaybeden Muhammed dede, bu yolculuk sırasında pek çok insanın nasıl kıyıma maruz kaldığını hatırlıyor ve biraz hüzünlü bir ses tonu ile; Yaşlılar, çocuklar, kötü yolculuk şartlarına dayanamayanlar... ifadeleri ağzında düğümleniyor ve daha sonra birden bir marş okuyor;

Ankara'nın taşına bak, Gözlerimin yaşına bak, Yunan Türkü esir almış,

Şu feleğin işine bak, devamında hüzünlü bir düşünceye dalıyor…(TürkYurdu,2000,XX/158:13-15).

Batum'un Maho köyünden sürülen ve bugün Bişkek'te yaşayan 1931 Batum doğumlu Tofik Kamburoğlu, Batum'u ve sürgünle ilgili hatırlarını şöyle aktarmaktadır: “Sürgün edilirken 13 yaşındaydım. Batum'daki hayatımızı, sürgünü ve sonrasını çok iyi hatırlıyorum. Batum'da genellikle Lazlar, Hemşinliler, Kürtler ve Acaralılar yaşıyordu. Bizleri sürdüler fakat Acaralıları sürmediler. Bunun sebebi Acaralıların Gürcüce konuşan Müslüman olmalarıdır...., Batum'da çaycılık ve meyvecilikle uğraşıyordum. Çay, portakal, mandalina ve üzüm yetiştirirdik...., Bizim dilimiz kültürümüz örf adetlerimiz var. Dilimiz Karadeniz Türkçesi ve bizde kendimizi Türk olarak görüyoruz. Bize en yakın devlet Türkiye'dir. Bizim kendi dilimiz var Lazca, ama onu konuşmuyoruz, bıraktık. Evde ben biliyorum Lazcayı, eşim Rizeli, o bilmez,

5

çocuklar da şimdiki Türkçeyi konuşuyorlar. Şimdikiler hep Rizelilerin diliyle konuşuyorlar. Batum'da, Samsun'da, Doğu Karadeniz'de Lazca'da konuşurlar...., Türkçe bilmemizin en büyük sebeplerinden biri Batum'da yaşarken bütün halkların Türkçe konuşmasıdır. İster Acaralı olsun, ister Hemşinli, ister Ermeni, birbirimizle Türkçe konuşurduk. Sovyet Rus devleti, hepimizi Türk olarak görürdü. Lazcayı sadece evimizde, kendi aramızda konuşurduk. Daha sonra İkinci Dünya Savaşına yakın devletin bize karşı tavrı değişince Türkçe yasaklandı. Bizim Türkçeyi bilmemiz daha o yıllara dayanıyor. Ayrıca benim eşim Rizeli, Lazca hiç konuşmaz...., İkinci Dünya Savaşına Lazlardan da gidenler oldu ama az. Bizim yaşadığımız yerden çoklukla Acaralılar gönderildi. Lazlardan savaşa sadece iki bin kişi gönderildi. Cepheye en çok Ahıskalı Türklerden gönderildi. Çoğu insanımız hayatını kaybetti, ger kalanlar ise gelip Orta Asya'da ailelerini buldular..., Sürgünde bizleri Ahıskalı Türklerle beraber 1944'te Orta Asya'nın 16 vilayetine dağıttılar. Herkes gibi bizleri de Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan'a sürdüler. Batum'dan sürülürken sayımız 5 bindi. Bizleri bölerek üç hane halinde yerleştirdiler. Abhazya Lazları iseı 1947'de Sibirya'ya sürüldüler..., Lazlar bugün Kırgızistan ve Kazakistan'ın Cambul bölgesinde yaşıyorlar. Özbekistan'da yaşayan Lazlar 1989 Fergane olaylarından sonra hepsi bölgeyi terk edip Rusya'ya gittiler..., Bugün Lazların çoğunluğu Kazakistan, Kırgızistan ve Rusya'da yaşamaktadırlar. Türkiye'ye ise ilk göç 1992'de başladı. O zaman devlet yardımıyla Ahıskalılarla beraber birkaç hane Laz getirilip Türkiye'ye yerleştirildi. Daha sonra kendi imkânlarıyla gidenlerde zorluklardan dolayı geri döndüler. Rusya'nın Krasnodar bölgesinde yaşayan Lazlardan birkaç aile Amerika'ya gitti. Batum'dan sürgün edilmeyen ve sürgünden sonra kendi imkânlarıyla geri dönen Lazlar da var. Genel olarak Lazlar bu ülkelerde iyi yaşıyorlar: hayvancılık, çiftçilik ve meyvecilikle uğraşıyorlar...., Bugün Batum'da, Türkiye'nin Artvin, Trabzon ve Samsun şehirlerinde amcaoğullarım var. Dayım Batum'da yaşıyor, onlar da sürülmüştü, fakat daha sonra vatana geri döndüler. Sonra uzak amcaoğullarımız olan Karahasanoğulları var, onlar orada kaldı her hangi bir yere sürülmediler...., Bizler vatanımızı çok istiyoruz, ama gücümüz yok. Bizde bir söz var “Taşın altında bile olsam vatanımda olayım”. Karadeniz bizim v a t a n ı m ı z . B u y ü z d e n “ v a t a n ı m , v a t a n ı m i l l a d a v a t a n ı m ” diyorum....”(Devrişova, 2011: 47-51).

Diğer sürgünü hatırlayanlardan Hacer Uzunoğlu her şeyin bir Aralık ayı Kurban Bayramı sabahı başladığını sürecin çok zor olduğunu ve herkesin

beklendiğinden daha fazla acı çektiğini belirttikten sonra ifadelerine şöyle devam etmektedir: “Kurban Bayramı sabahı annem yemekleri pişirip ahıra inekleri sağmaya gitti. Ben o zaman 8, abim ise 9 yaşındaydı. Biz evde oyun oynarken kapıya üç Sovyet askeri geldi. Askerler annem ve babamı sordu. Annemin Ahırda ineklerin yanında olduğunu söyledim. Gidip çağırmamı istediler. Annemi çağırdığımda askerlerden oldukça tedirgin olduk. Askerler üç saat içerisinde Batum'u terk etmemiz gerektiğini söyleyerek gittiler. Annem, perişan bir vaziyette üzüntüsünden ne yapacağını bilemedi. Sadece ağladığını görüyordum. Biz ne yapacağız diye dövünmeye başladı. O zaman babam yanımızda değildi. Çalışmak için Çoruh nehrinin diğer tarafındaydı. Çoruh nehri, Batum için sınırdı. Annem bir başımıza ne yapacağız telaşına kapıldı; çünkü evimiz yüksek bir tepedeydi. Makine(at arabası) yoktu. Annem ağlayarak yolda lazım olacak ve taşıyabileceğimiz bir şeyler hazırlamaya koyuldu. Bir yatak, bir yastık ve yorgan, 15 kilo kadar da un hazırladı. Hepsini sırtımıza yükleyip evimizden ayrıldık. Yolda giderken Gürcü kadınlara rastladık. Anneme nereye gittiğimizi sordular. Annem, bizi buralardan çıkarttıklarını söyledi. Gürcü kadınlar yanımıza yiyecek alıp almadığımızı sordular. Gitmeden evvel size biraz yardım edelim dediler. Mısır ve un başta olmak üzere taşıyabileceğimiz kadar gıda yanımıza aldık. Sonra Çoruh'un nehrinin yanına geldiğimiz de burası insan kaynıyordu. Bizle birlikte Ahıskalı Türkler de yurtlarından çıkarılmıştı. Meydandaki 7 vagonun hepsi hınca-hınç insanlarla doluydu. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Babam ise gerilerde kalmıştı. Bizi trenin yanına getirdiler. Bineceğimiz vagonda hayvanlar bile bağlıydı. İnsanlar üst-üste dizilerek trenlere bindirilmişti. Yaklaşık 20 gün boyunca trenle seyahat ettiğimizi hatırlıyorum. Sonra da bizi getirip buralara attılar” (Sağır, 2012: 50-

6 51/ www.turksoylaipekyolu.com ).

Zorlu göç hikâyelerini anlatan Hacer Hanım, on beş sene boyunca ailece babalarına ulaşmaya çalıştı fakat başarılı olamayınca babalarından ümitlerini kesti. Daha sonra babasının Türkiye'de evlendiğini ve yeni bir aile kurduğunu öğrenen Hacer Hanım, “göç sürecinin en fazla yıprattığı şeyin aileler olduğunu ve pek çok çoğu ailelerin göç sürecinde parçalanmış olduğunu ” ifade etti (Sağır, 2012: 52).

Bir başka tanık Fadime Beşiroğlu da sürgün sırasında yaşananları şu şekilde anlatmaktadır: “Anne ve babam Türkiye'de doğdu. Batum'a çalışmak için geldiler. Ancak Batum sınır dışında kalınca bizde Türkiye'nin yabancısı

6

Seyfullah Türksoy, Türksoyla İpekyolu Programı, Sovyet Rusya'sının Ata Yurdumuz Kırgızistan'a Sürgün Ettiği Karadenizliler Belgeseli

olduk. Göçe nasıl başladığımızı, yolda neler olduğunu tam olarak hatırlamıyorum ama sonradan annem bana göç sürecini anlattı. Bir sabah inekleri sağmak için ahıra inmiş ve o arada evin önüne askerler gelmiş. Askerler bir kaç gün içinde köyü terk etmeleri gerektiğini söylemiş. Sonrası ise malum, alabildikleri kadar eşya ve yiyecek alıp yola düşmüşler. O zaman çok insan sürgün için evinden çıkarılmış. Tren istasyonuna geldiklerinde herkesi orada toplayarak vagonlara bindiriliyormuş. Sonra yola çıkılmış, yolda çok insan ölmüş, ne sen sor ne ben söyleyeyim. Annem o günleri anlatırken sürekli gözlerinden yaş gelirdi. Buralara geldiklerinde yıkık dökük evlere yerleştirilmişler. Kışı soğuk ve hiç bilmedikleri bir yer. Daha ne anlatayım

8 böyle işte” (Sağır, 2012: 52-53 / www.turksoylaipekyolu.com ).

Hatıraların içeriği ayrılık, hasret, açlık, sefalet, yalnızlık, endişe v.s. ile doludur. Bu yaşananların şifahen anlatımında dikkat çeken husus: kişiler kendini tanımlarken Karadenizliğiz, Karadenizli Türküyüz, Karadenizli

Lazlarız kimliğini benimsemiş olmaları ve Karadeniz ağzıyla konuşmalarıdır.

Etnik kimlikleri Laz olan bu insanların üst kimlik olarak coğrafi kimliği kabul etmeleri onların Türkiye'ye bağlılıklarının da bir göstergesidir. Bu insanların kendini ifade edişinin anlamı şudur: Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Lazların kendilerini hem etnik kimlik olarak Laz hem de etnik kimliğin dışında kendilerini bir Doğu Karadeniz Türkü olarak görmeleridir.

Günümüzde Lazca konuşan halk Türkiye'nin kuzeydoğusunda, (tarihte Lazistan olarak bilinen) Doğu Karadeniz Bölgesinde, Artvin'in Hopa (Xopa), Arhavi (Arkabi), Borçka (Borçxa) ilçeleri ve Rize'nin Fındıklı (Vize), Ardeşen (Artaşeni), Pazar (Atina), Çamlıhemşin (Vijadibi) ilçelerinde; göçmen olarak İkizdere'nin Merkeze yakın 6 Köyünde, Güneyce beldesi, Kalkandere'nin bazı köylerinde yaşamaktadırlar. Aynı zamanda 93 harbi göçü döneminde Batum, Hopa ve Arhavi'den göç ederek Samsun, Ordu, Baruthane, Çarşamba, Vezirköprü, Ladik, Kavak, Havza, Gölcük, Yalova, İzmit, Bilecik, Kocaeli, Sapanca, Karasu, Düzce, Bolu, Akyazı, Hendek ve Akçakoca'ya yerleşmişlerdir (Vanilişi, 1992: 10-32 / Özgün, 1996: 37-65).

Belgede entrÖzel SayıÖzel Sayı (sayfa 157-160)