• Sonuç bulunamadı

1 KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE: EKONOMİK BÜYÜME VE YEŞİL BÜYÜME

1.1 EKONOMİK BÜYÜME TEORİLERİ

1.1.4 Sürdürülebilir Büyüme/Kalkınma

Son birkaç yüzyılda çevre insanoğlu tarafından dışsal olarak kabul edilip, vahşi doğa ve park olarak korunan birkaç özel alan dışında çoğunlukla kullanılıp sömürülmüştür.

Çevresel sorunlar ağırlıklı olarak yerel ve bölgesel olarak değerlendirilmiştir. İnsanlar ve doğa arasındaki ilişki genel olarak, insanoğlunun doğa üzerindeki zaferi olarak düşünülmüştür (Hopwood vd. 2005: 38). Sanayi devrimi ve İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu çevre sorunları ve 1970’lerde petrol krizinin ortaya çıkması sonucu doğal kaynakların sınırsız olmadığı ve mevcut ekonomik düzenin sürdürülemez olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Bu durum iktisatçıları çevreye duyarlı büyüme modellerini bulmaya yönlendirmiştir.

Çevrenin korunmasına yönelik ilk çalışma, 1968 yılında Roma Kulübü tarafından hazırlanan ve 1972 yılında yayınlanan “Büyümenin Sınırları” başlıklı rapordur. Bu raporda, ekonomi ile doğal çevre arasındaki karşılıklı bağımlılığın ekonomik kalkınma politikaları uygulanırken dikkate alınması gerektiğini vurgulamaktadır (Kaypak, 2011:

23). Ayrıca bu rapor, çevresel duyarlılığın uluslararası arenaya taşındığı ilk belge olma özelliği taşımaktadır.

Uluslararası düzeydeki ilk çevre konferansı ise 5–16 Haziran 1972 tarihlerinde Stockholm’de Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen Çevre ve İnsan Konferansıdır.

Bu konferans sonucunda Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) oluşturulmuştur.

Ayrıca, konferanstan sonra klasik “tepki ve tedavi” stratejisi yerini “tahmin ve önleme”

stratejisine bırakmıştır. Bu stratejiye göre, çevre sorunlarının ortaya çıkmasını beklemeden önlemek için çalışmalar başlatılmalıdır (Kaypak, 2011: 23). İnsanların çevreye verilen zararları fark etmeye başlaması ile çevre korumasına yönelik çalışmalar artmaya başlamıştır.

Sürdürülebilirlik kavramına ilk olarak 1980 yılında Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından kabul edilen “Dünya Doğa Şartı” belgesinde rastlanmıştır. Bu belgedeki tanımda, insanoğlunun her anlamda faydalandığı ekosistem, organizmalar, kara, deniz, atmosfer ve diğer çevresel kaynakların kendilerini doğal süreç tarafından yenilemelerine izin verecek şekilde kullanılması gerektiği ancak bunu gerçekleştirirken ekosistemin ve canlı türlerinin bütünlüğünü tehlikeye atmadan yapılması gerektiği belirtilmiştir. Sürdürülebilir kalkınma teriminin günümüzdeki anlamıyla tanımı, ilk olarak Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından 1987 yılında yayınlanan Ortak Geleceğimiz (Our Common Future) isimli raporda yapılmıştır (Redclift, 2005: 212;

Özçağ, 2015: 307; Karakurt Tosun, 2009: 1). Raporda, sürdürülebilir kalkınma “gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetinden taviz vermeden, günümüzün ihtiyaçlarını karşılayan kalkınma” olarak tanımlanmıştır (Brundtland, 1987: 16).

Sürdürülebilirlik kavramı, çevre sorunlarının ortaya çıkması, yoksulluk ve eşitsizlikle ilgili sosyo-ekonomik konular ile insanlığın sağlıklı bir geleceği konusundaki endişeler arasındaki küresel bağların farkındalığının artmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Ayrıca bu kavram, çevre ve sosyo-ekonomik konular arasında güçlü bir bağ kurmaktadır (Hopwood vd. 2005: 39).

Brundtland Raporuna göre sürdürülebilir bir kalkınmanın sağlanması aşağıdaki şartlara bağlanmıştır (Karakurt Tosun, 2009: 2):

• Karar almada vatandaşların etkin katılımını sağlayacak bir siyasal sistemin oluşturulması,

• Kendi çabasıyla ve sürdürülebilir biçimde üretim fazlası ve teknik bilgi sağlayabilecek bir ekonomik sistemin oluşturulması,

• Uyumsuz gelişmeden doğan gerilimlere çözüm bulabilen bir sosyal sistemin oluşturulması,

• Gelişme için gerekli ekolojik tabanı korumaya saygı gösteren bir üretim sisteminin oluşturulması,

• Durmadan yeni çözümler arayabilecek bir teknolojik sistemin oluşturulması.

Sürdürülebilir kalkınma kavramına katkılardan belki de en önemlisi, Brundtland raporunu takiben, 1992 yılında Brezilya’nın Rio kentinde gerçekleştirilen Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansıdır (Özçağ, 2015: 308; Karakurt Tosun, 2009: 2). Rio konferansı olarak da anılan bu organizasyonda, sürdürülebilir kalkınmanın ulaşılabilir bir hedef olduğu belirtilmiştir. Ayrıca bu konferans, kalkınmanın çevresel boyutunun yanında sosyal boyutunu da barındıran daha kapsamlı bir kalkınma anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuştur (Özçağ, 2015: 308). Bu konferansta sürdürülebilir kalkınmanın uygulanabilmesi için; siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan alınan kararlar ve bu kararların uygulanmasında merkezi yönetimler kadar yerel yönetimlerin, özel sektörün, sivil toplum kuruluşlarının ve bireylerin ortak katılımının gerekliliği vurgulanmıştır. Konferans sonucunda kabul edilen Gündem 21, bu anlayışın uygulanabilirliği için önemli bir araç olarak kabul edilmektedir (Karakurt Tosun, 2009: 2).

Genellikle sadece ekonomik kalkınmanın çevresel boyutunu ele aldığı düşünülen sürdürülebilir kalkınma kavramı aslında ekonomik, sosyal, kültürel özellikler barındıran, günümüz ve gelecek nesiller arasında eşitlik anlayışını da içeren çok daha geniş kapsamlı bir kavramdır (Özçağ, 2015: 309). Dolayısıyla, sürdürülebilir kalkınma kavramı, ekonomi, çevre ve toplum olmak üzere üç farklı boyutta incelenmektedir. Bunlar birbirine bağlı olduğundan, genellikle, Şekil 1’de görüldüğü gibi, iç içe geçmiş halkalar olarak verilmektedir (Şekil 1).

Şekilde yer alan sürdürülebilir kalkınma modeli kavramsal bir basitliğe sahiptir ve etkilerin üç uygun kategoriye sınıflandırmasını teşvik ederek analizlerin basit hale getirilmesini sağlamaktadır. Çoğunlukla, sürdürülebilir kalkınma, çatışmaları çözen dengeli bir şekilde bahsedilen üç boyutu bir araya getirmeyi amaçlamaktadır (Giddings vd. 2002: 188-189). Bu üç boyut şu şekilde açıklanabilir (Tıraş, 2012: 61):

Şekil 1. Sürdürülebilir Kalkınmanın Boyutları

Ekonomik Boyut: İsminden de anlaşılacağı gibi ekonomi yani, kıt kaynakların kullanımı ile alakalıdır. Ekonomik olarak sürdürülebilir bir sistem, belirli bir seviyedeki ekonomik üretimi sürekli olarak destekleyebilir.

Sosyal Boyut: İnsan odaklıdır. Eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlerin yeterliliği ve eşit dağılımını sağlamanın yanında ticari etkilerin insanlar üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini yönetmekle ilgilidir.

Çevresel Boyut: Sürdürülebilir kalkınmanın en çok üzerinde durduğu bölümdür.

Yenilenebilir veya yenilenemez doğal kaynakların tüketimini istismara yol açmadan kullanmayla ilgilidir. Ayrıca, ekonomik kaynak olarak nitelendirilmeyen faktörlerin (biyo-çeşitlilik, atmosferik denge ve diğer ekosistem faktörleri) de korunmasını içerir.

Sürdürülebilir kalkınma olgusunun genel yapısı, yukarıda belirtildiği gibi, birbirine ihtiyaç duyan ve birbirini tamamlayan çevre ve ekonomik kalkınma kavramlarından

Çevresel