• Sonuç bulunamadı

1 KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE: EKONOMİK BÜYÜME VE YEŞİL BÜYÜME

1.1 EKONOMİK BÜYÜME TEORİLERİ

1.1.1 Geleneksel Büyüme Modelleri

İktisat biliminin kurucusu sayılan Adam Smith ile başlayan ekonomik büyüme çalışmaları, kapitalist düşünceye bağlı Malthus ve Ricardo tarafından devam ettirilmiştir.

Diğer taraftan, Karl Marx ve Schumpeter ekonomik büyümeyi sosyalist düşünceye göre açıklamaya çalışmışlardır. Klasik iktisat teorisi, 1929 yılındaki küresel krizi açıklayamazken, krizden çıkış yolunu ortaya koyan Keynes ise ekonomik büyümenin satın alma gücü ile desteklenen efektif talep artışı sayesinde olacağını savunmuştur.

Sistematik bir ekonomik büyüme teorisi ortaya koymamalarına rağmen, geleneksel

iktisadi düşünürlerin ekonomik toplum ve refahın doğası hakkındaki görüşleri ekonomik büyüme teorilerinin ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır.

Klasik Büyüme Yaklaşımları

İktisadi büyüme olgusu ilk olarak Adam Smith tarafından incelenmiştir. Adam Smith geliştirdiği büyüme yaklaşımında iş bölümünün daha üretken süreçler yaratabileceğini öngörmüştür. Bu nedenle, ulusun servetini ancak uzmanlaşma ve değişim yoluyla sağlanabileceğini belirtmiştir. Adam Smith, kendi çıkarları peşinde koşan özel yatırımcıların “görünmez el” tarafından yönlendirilerek ulusal çıktıları en üst düzeye çıkaracaklarını ve dolayısıyla kamu çıkarlarının gelişeceğini savunmaktadır. Smith’in ileri sürdüğü “görünmez el” doktrini kapitalist ekonominin temeli haline gelmiştir (Dang ve Phieng, 2015: 15). Smith’e göre iş bölümü emeğin verimliğini ve dolayısıyla işçi başına üretim miktarını da arttırır. Bu durumu meşhur toplu iğne gözlemiyle vurgulamıştır. İş bölümünün emeğin verimliliğini arttırmasının nedenlerini şu şekilde sıralamıştır (Ünsal, 2007: 39-41):

• İşçi tek iş üzerine yoğunlaşarak yeteneğini ve becerisini arttırır ve dolayısıyla yapabileceği iş miktarını arttırır.

• İşçinin bir işten diğerine geçerken oluşabilecek zaman kaybını ortadan kaldırır ve tasarruf edilen zaman üretimde kullanılır.

• İşçi yaratıcılığını kullanarak verimliliğini arttıracak şekilde makine ve aletleri geliştirecektir.

Smith ayrıca, ülkedeki istihdamın daha düzenli bir dağılım göstermesi durumunda verimliliğin ve büyümenin artabileceğini düşünmektedir. Bu konuda, malların değerine bir ilavede bulunan ve değerinin artmasına neden olan verimli emek ve herhangi bir mal üzerine hiçbir iz veya değer bırakmayan verimsiz emek kavramlarını kullanmaktadır (Taban, 2008: 26). Verimli emek malın değerini arttırarak değer fazlası oluştururken, verimsiz emek ise gelirin harcanması ile istihdam edilmektedir.

Bir diğer klasik iktisatçı Malthus, teknolojinin veya uygun toprağın olmadığı durumda nüfusun “kendi kendini dengeleyeceği” negatif bir beslenmeye sahip olduğunu belirtir (Taban, 2008: 29). Malthus’a göre nüfus, kontrol edilmezse geometrik hızla artarken çıktı yani reel hasıla aritmetik hızla doğrusal olarak artacaktır (Ünsal, 2007: 51). Dolayısıyla, belli bir süre sonra kişi başı çıktı miktarı azalarak bireylerin yaşamını sürdürebilecekleri seviyenin altına düşecektir. Bu nedenle, nüfus kontrolü şarttır.

Klasik büyüme modeli, çok sayıda klasik düşünürün fikirlerini yansıtmakla birlikte modele en çok katkıyı David Ricardo yaptığından dolayı Ricardo modeli olarak da bilinir (Üzümcü, 2015: 122).

Modelin ana varsayımları şu şekildedir (Taban, 2008: 31);

• Tasarruf ve sermaye birikimi, başlangıçta karların yüksek olması nedeniyle hızlıdır.

• Sanayi kesiminde teknik ilerleme hızlıdır. Teknik ilerleme hızının yüksek olması, bu kesimde işgücü için artan verim kanununu geçerli kılmaktadır.

• Tarım kesiminde teknik ilerleme çok yavaştır. Tarım kesiminde azalan verimler kanunu geçerlidir. Sanayi kesimindeki teknik ilerleme ve artan verim, tarım kesimindeki azalan verim halini yenemediğinden ekonominin tümü için azalan verimler kanunu işlemektedir.

• Üretim fonksiyonu veridir. Üretim, sermaye, işgücü ve toprağın bir fonksiyonudur. İşgücü ve sermaye içsel olarak büyürlerken, toprağın arzı sabittir.

• Ücretler kısa dönemde işgücü arzı ve işgücü talebi tarafından belirlenmekle birlikte uzun dönemde asgari ücret düzeyinde sabit kalma eğilimindedir. Çünkü Malthus’un nüfus kuramı geçerlidir.

• Ekonomi devamlı olarak tam rekabet ve istihdam koşullarında çalışır.

Klasik büyüme modelinin dayandırıldığı varsayımlar, yani azalan verim hali, teknik ilerleme hızının düşüklüğü ve Malthus’un nüfus kanunu, gerçeğe ve büyüme tecrübelerine uymamaktadır. Teknik ilerleme hızı Ricardo’nun tahminlerini aşmış ve zamanla tarımsal sermaye kullanımı ve verimliliğinde çok büyük artışlar gözlemlenmiştir (Taban, 2008: 34-35)

Klasik iktisadi anlayıştaki büyüme teorilerinin yanında Karl Marx’ın öncüllüğünde sosyalist büyüme modeli geliştirilmiştir. Marx uygulanabilir bir sistemin toplumsal veya kamu mülkiyetine dayandırılması gerektiğini savunmuştur. Kapitalistlerin servetinin temelini, işçilerin yarattığı artık değerin oluşturduğunu ve kapitalistlerin bunu sömürdüğünü vurgulamıştır. Bu nedenle, özel mülkiyeti ve serbest piyasayı yoksulluğun sebebi olarak görmüştür. Dolayısıyla, özel mülkiyet tamamen kaldırılmalı ve ekonomi kitlelerin çıkarlarına hizmet etmek için devlet tarafından planlanmalı ve yönetilmelidir (Dang ve Phieng, 2015: 15). Marx’ın iktisadi görüşleri üç ana başlık altında toplanabilir (Üzümcü, 2015: 131-136).

• Emek Değer Teorisi: Bir malın değerini emek belirler ve o malın üretiminde çeşitli üretim teknikleri kullanılmışsa, o malın değeri belirlenirken üretimde kullanılan esas üretim tekniği belirleyici olmalıdır.

• Fazla Değer Teorisi: Kapitalist sistem uygulandığında işçi temel ihtiyaçlarını ancak karşılayacak geçimlik ücret düzeyinde çalışır. Girişimci ise, işçinin daha fazla veya sermaye yoğun üretim tekniği kullanılarak daha verimli çalıştırılmasıyla fazla değer üretmesi sonucu daha fazla kar elde eder.

• Kar Teorisi: K. Marx’a göre, karın temelini üretimde kullanılan makineler, hammadde ve fabrika binaları gibi sabit sermaye ve belirli bir üretim sürecinde işçilere yapılan ücret ödemesi olan değişken sermaye oluşturmaktadır.

Marx, kapitalist sistem uygulandığında kapitalist sistemin kendi iç dinamikleri ve azalan kar hadlerinin etkisiyle kapitalist sistemin kendi sonunu getiren bir sürece yol açacağını öngörmüştür. Fakat günümüz gelişmiş ülkeleri sosyal politikalar ve işçi haklarının

korunması ile refah devleti olma yolunda ilerlemişlerdir. İşçi haklarının korunması yanında, teknik ilerlemenin verimlilik artışına sebep olması ile karların düşmesi önlenmiş ve ücretlerle birlikte karlarda artmıştır. Ölçekleri büyüyen firmalar tekelleşme yoluna gitse de küçük firmalar da varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir (Taban, 2008: 41).

Dolayısıyla Marx’ın öngördüğü kapitalist sistemin kendi sonunu getiren sürecin işlemediği söylenebilir.

Sosyalist düşünce sisteminin diğer bir savunucusu olan Schumpeter, yenilikler olmadan iktisadi gelişmenin sağlanamayacağını, yeni firmaların kurulması sonucu ortaya çıkan yeniliklerin iktisadi gelişmeyi sağlayabileceğini belirtmiştir. Bu bağlamda Schumpeter büyüme analizinde yenilik ve girişimci olmak üzere iki önemli kavrama yer vermiştir (Üzümcü, 2015: 140). Schumpeter yenilikleri, üretim faktör miktarı ile üretim miktarı arasındaki ilişkiyi gösteren üretim fonksiyonunda değişiklik şeklinde tanımlamaktadır.

Schumpeter’e göre yenilikler, aşağıdaki şekilde beş farklı durumu kapsamaktadır (Ünsal, 2007: 71):

• Yeni bir malın veya mevcut bir malın yeni bir çeşidinin üretilmesi

• Yeni bir üretim tekniğinin kullanılması

• Yeni bir pazarın bulunması

• Yeni bir hammadde kaynağının bulunması

• Endüstrinin yeniden organizasyonu

Schumpeter yenilikleri uygulayan ve kapitalist sistemin sürekli değişmesini sağlayan kişileri girişimci olarak tanımlar. Kapitalist sistem gücünü risk sevmeyen sıradan iş adamlarından değil girişimcilerden alır (Ünsal, 2007: 73). Dolayısıyla, Schumpeter’e göre iktisadi büyümenin gerçek nedeni nüfus ve sermayedeki artış değil, yeniliklerdir.

Klasik iktisadın iki ana akımından biri olan sosyalist düşünceye bağlı iktisatçıların geliştirdiği düşünceler her ne kadar sağlam temeller üzerine kurulmuş gibi görünse de güvenilir oldukları söylenemez. Zaman içerisinde karşılaşılan deneyimler de göstermektedir ki sosyalist düşünceyi benimseyen ülkelerin ekonomileri, yoksul halkın yaşam koşullarını iyileştirme konusunda gözle görülür ilerleme kaydedememişlerdir.

Keynes’in İktisadi Büyüme Konusundaki Görüşleri

Keynes’e göre, milli geliri belirleyen asıl unsur “efektif taleptir” ve bu talebin ana unsurları ise tüketim ve yatırım harcamalarıdır. Ekonomilerin durgunluktan kurtulabilmesinin çaresi talep genişlemesidir. Genişleyen talep stokları eritecek, eriyen stoklar yatırımların artmasına öncülük edecek, artan yatırımlar ise çarpan mekanizması yoluyla büyümeyi hızlandırarak ekonominin eksik istihdam dengesinden tam istihdam dengesine doğru ilerlemesini sağlayacaktır (Taban, 2008: 46).

İngiltere’de yatırım talebindeki artışın bir sonucu olarak ortaya çıkan 1860-1913 dönemindeki gelir artışı, emek için sermaye ikamesine izin veren teknolojik değişime ve nüfus artışına bağımlı hale getirilmiştir. Keynes, bu dönemdeki yatırım talebinin

%50’sinin artan nüfustan kaynaklandığına ve geri kalan %50’nin büyük kısmının, emek için sermayenin ikame edilmesine izin veren ve emeğin verimliliğini arttıran teknolojideki değişikliklerden kaynaklandığına inanmaktadır (Tarascio, 1971: 432). Bu nedenle, iktisat biliminin daha çok talep yönüyle ilgilenen Keynes, ekonomik büyümenin kaynağı olarak talebi arttıracak faktörleri (nüfus artışı vs.) ve artan yatırımları göstermiştir.