• Sonuç bulunamadı

Sünnet’in Kısımları

B. Sünnet

1. Sünnet’in Kısımları

Sistematik usûl eserlerinde yapısı bakımından sünnet; kavlî, fiilî ve takrîrî olarak üç kategoride ele alınmıştır. el-Câmiu's-Sahîh incelendiğinde Buhârî’nin her üç kategoriye de yer verdiği, teşrîi açıdan ifade ettikleri değer hakkında görüşlerini ortaya koyduğu görülmektedir.

a. Kavlî Sünnet

Kavlî Sünnet, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) değişik amaç ve münasebetlerle söylemiş olduğu hadislerdir.261

İmâm Buhârî, cumhûr fukahâ gibi kavlî sünnetin hücciyetine kâildir. Buhârî, bu görüşünü Kitâbu’l-İ’tisâm bi’l-Kitâbi ve’s-Sünne kapsamına dâhil ettiği “Resulullâh’ın (s.a.s.) sünnetlerine uyma(nın vücûbu) bâbı”262

başlığı ile ortaya koymakta, başlığın altında sünnetin hücciyetini destekleyen on iki tane hadisi delil olarak zikretmektedir. Buhârî’nin oluşturduğu bu bâb başlığı, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söz ve uygulamalarını kapsamaktadır.263 Dolayısıyla Buhârî’nin bu ifadesiyle hem kavlî hem de fiilî sünnetin hücciyetini amaçladığını söyleyebiliriz. Buhârî’nin başlık altında zikrettiği hadislerin bazısı yine kavlî, bazısı ise fiilî sünnet kapsamına girmektedir. Örneğin, “Sizleri sorumlu kılmadığım hususlarda (soru sormayı) bırakınız. Şüphesiz sizden öncekiler, çokça soru sormaları ve peygamberlerine ihtilaf etmelerinden ötürü helak oldular. Sizleri bir şeyden

261 Vehbe ez- Zuhaylî, Usûlu’l-Fıhi’l-İslâmî I-II, Dâru’l-Fikr, Dimeşk 1406/1986, I, 450. 262

َمَّلَس َو ِهْيَلَع ُ َّللَّا ىَّلَص ِ َّللَّا ِلوُس َر ِنَنُسِب ِءاَدِتْق ِلاا باَب Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-İ’tisam 2, (IX/92).

71

sakındırdığımda ondan sakınınız. Sizlere bir şey emrettiğimde gücünüz ölçüsünde yerine getiriniz.”264 hadisi, Kavlî Sünnet kapsamına girerken, Şeybe ile Hz. Ömer arasında geçen şu diyalog Fiilî Sünnet kapsamına girmektedir: “Ebû Vâil’den rivâyet edilir: Şeybe ile Mescid-i Harâm’da oturuyordum. (Şeybe) dedi ki: Ömer, bu Mescitte yanımda oturmakta idi. (Ömer): ‘Kâbe’de (Kâbe’nin maslahatı için bulundurulan) tüm altın ve gümüşü Müslümanlar arasında paylaştırmak istiyorum.’ dedi. ‘Bunu yapamazsın’ dedim. Neden? Diye sordu. ‘Her iki arkadaşın da (Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Hz. Ebûbekir) bunu yapmamışlardı.’ dedim. (Ömer): ‘Onlar iktidâ edilecek kişilerdir.’ dedi.”265

İbn Hacer’e göre Hz. Ömer (r.a.), bu ifadesinde Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Hz. Ebûbekir’e iktidâ etmeyi vâcib gördüğünü ortaya koymaktadır.266

İmâm Buhârî’nin kavlî sünnete göre istinbâtta bulunduğu alan oldukça geniştir. Buhârî’nin fıkhî meselelerde kavlî sünnet ile ihticâc etmesini bir iki örnekle izah etmenin yeterli olacağı kanaatindeyiz:

Örnek 1: İslâm âlimleri, unutulan namazla birlikte, hatırlandığı ana kadarki süre içerisinde kılınan diğer farz namazların da iâdesinin gerekli olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Buhârî, unutulan namaz süresinden hatırlandığı ana kadar kılınan diğer farz namazların iâdesinin gerekmediği kanaatindedir.267

Buhârî, “Kim bir namaz unutursa, hatırladığında sadece bu namazı iâde etsin”.268

ifadesiyle ortaya koyduğu görüşünü, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kavlî sünnet bağlamındaki şu hadisine dayandırmaktadır:“Kim bir namazı unutursa, hatırladığında kılsın. Bunun dışında bir keffâret yoktur.”269

Örnek 2: İslâm âlimleri arasında çokça tartışılan hile-i şeriyye tartışmalarına İmâm Buhârî de katılmıştır. Buhârî, önceki hadis edebiyatından farklı olarak ilk defa

264

Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-İ’tisam 2/7288 (IX/94).

265 Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-İ’tisam 2/7275 (IX/94). 266 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XIII, 252.

267 Hanefîler, kaza namazı ile vakit namazı arasında tertibi şart koşmuşlardır. Ayrıntılı bilgi için bkz.

Abdurrahmân b. Muhammed b. Süleymân el-Med’uvvi bi Şeyhîzâde Mecme’u’l-Enhur fî Şerhi

Multaka’l-Ebhur I-IV, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1419/1998, I, 214.

268 َة َلا

َّصلا َكْلِت َّلاِإ ُديِعُي َلا َو َرَكَذ اَذِإ ِ لَصُيْلَف ًة َلاَص َيِسَن ْنَم باَب Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu Mevâkiti’s-Salâ 37, (I/122).

269

72

el-Câmiu's-Sahîh’te “Kitâbu’l-Hiyel” başlığı altında müstakil bir bölüm oluşturarak hile-i şeriyye uygulamasına karşı katı bir tutum sergilemiş ve hile-i şeriyyeye çokça müracaat etmekle eleştirilen Hanefi fukahâsı ile uzun tartışmalara girmiştir. İmâm Buhârî, dinin korunması esasından hareketle “Ameller niyetlere göredir. Kişiye kendi niyeti geçerlidir.” şeklindeki hadise dayanarak hukuki tasarruflarda niyetin önemini ortaya koymakta, bu bölüm içerisinde zikrettiğimiz hadisin de bir bölümünü alarak şu bâb başlığını oluşturmaktadır:

“Hileleri terk etmek, yeminler ve bunun dışındaki şeylerde herkes için niyetlendiği şeyin olduğu hakkındaki bâb.270

İmâm Buhârî, bâb başlığı içerisinde bir kısmını zikrettiği kavlî sünnet kategorisine giren hadisi muâmelat kısmına dâhil ederek istidlâlde bulunmaktadır.

b. Fiilî Sünnet

Fiilî Sünnet, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yapmış olduğu fiillerdir.271 Hz. Peygamber’in (s.a.s.) dini açıklama konusundaki fiillerinin hüccet olduğu hususunda İslâm âlimlerinin ittifâk etmişlerdir.272

İmâm Buhârî, bu hususta aynı kanaati ortaya koymaktadır. İmâm Buhârî’nin “Resulullâh’ın (s.a.s.) Sünnetlerine Uyma Bâbı” ifadesinden kavlî ve fiilî sünnetin amaçlandığını ve bu bâb başlığı altında zikredilen hadislerin bir kısmının fiilî sünnet kapsamına girdiğini ifade etmiştik. Buhârî, ayrıca fiilî sünnet hususunda “Nebînin (s.a.s.) fiillerine uyma bâbı273 şeklinde müstakil bir başlık oluşturmuştur. Buhârî, bu başlık altında Sahâbenin Hz. Peygamber’in (s.a.s.) fiillerini bağlayıcı telakki ettiklerini ifade eden bir hadis zikretmektedir. Hadiste, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ilk dönemlerde altın yüzük taktığı, Sahâbenin de kendisine ittibâ ederek altın yüzük taktıkları, ancak bilahare Hz. Peygamber’in (s.a.s.) altın

270

َوَن اَم ٍئ ِرْما ِ لُكِل َّنَأ َو ِلَي ِحْلا ِك ْرَت يِف باَب

اَه ِرْيَغ َو ِناَمْيَ ْلْا يِف ى Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-Hiyel 1, (IX/22).

271 Zuhaylî, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî, I, 450.

272 Alî b. Muhammed el-Âmidî, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm I-IV, Tlk. Eş-Şeyh Abdurrezzâk ‘Afîfî,

Dâru’s-Samî’î, Riyad 1424/2003, I, 232.

273

73

yüzük takmaktan imtina etmesi üzerine, Sahâbenin de kendisine uyarak altın yüzük takmayı terkettikleri zikredilmektedir. 274

Yukarıda yer verdiğimiz ifadeleri ile fıkhî hükümlerde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) fiillerinin delil olduğunu ifade eden İmâm Buhârî, yine Kitâbu’l-İ’tisâm bi’l-

Kitâbi ve’s-Sünne bölümünde “Âmil veya hâkim ictihâd eder de bilmeden Hz.

Peygamber’in (s.a.s.) (uygulamasına) aykırı hüküm vererek hata yaparsa onun hükmü geçersizdir.”275

ifadesine yer vererek fiilî sünnetin değerini ortaya koymaktadır. Buhârî, bu ifadesiyle bilmeden Nebevî uygulamaya muhâlif hüküm veren kişinin mazur sayılacağı; ancak verdiği kararın sünnet karşısında bir değer ifade etmeyip geçersiz olacağını belirtmektedir. İmâm Buhârî’nin kazaî hükümleri ilgilendiren bu bâb başlığını, Kitâbu’l-Ahkâm bölümünde zikretmeyip usûl anlayışını ortaya koyduğu Kitâbu’l-İ’tisâm bi’l-Kitâbi ve’s-Sünne bölümünde zikretmesi manidardır.

Teorik olarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) fiillerinin bağlayıcı olduğu görüşünü savunan İmâm Buhârî, pratikte de bu yöntemi esas almıştır. Buhârî, el-Câmiu's- Sahîh’te çok defa fiilî sünnete dayanarak hüküm ortaya koymakadır. Örneğin, “Bir kimse üç gün veya altı ay yahut bir sene sonra kendisi için bir iş yapması karşılığında birini ücretle tutsa bu (akid) câizdir. Zamanı geldiğinde koştukları şartları geçerlidir.”276 ifadesiyle bilahare ifa edilmesi koşuluyla iş karşılığı yapılan akitlerin câiz olduğunu ortaya koymakta, bu görüşünü Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu uygulamasına dayandırmaktadır:

“Resûlullah (s.a.s.) ve Ebûbekir, (Medine’ye hicret yolculuğunda yol göstermek üzere) Dîl Oğullarından mâhir bir kılavuzu kiraladılar. Kendisi Kureyş müşriklerinin dininden idi. Ona bineklerini verdiler. Üç gece sonra

274

Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-İ’tisâm 4/7298, (IX/96).

275 ٌدوُد ْرَم ُهُمْكُحَف ٍمْلِع ِرْيَغ ْنِم ِلوُس َّرلا َف َلا ِخ َأَطْخَأَف ُمِكاَحْلا ْوَأ ُلِماَعْلا َدَهَتْجا اَذِإ باَب Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-İ’tisâm

20, (IX/107).

276 ُلَجَ ْلْا َءاَج اَذِإ ُهاَط َرَتْشا يِذَّلا اَمِهِط ْرَش ىَلَع اَمُه َو َزاَج ٍةَنَس َدْعَب ْوَأ ٍرْهَش َدْعَب ْوَأ ٍماَّيَأ ِةَث َلاَث َدْعَب ُهَل َلَمْعَيِل ا ًري ِجَأ َرَجْأَتْسا اَذِإ باَب

74

sabah vaktinde Sevr Mağarası’nda binekleriyle birlikte buluşmak üzere anlaştılar.”277

Buhârî, hadiste üç gün olarak belirtilen süreye kıyâsla altı ay ya da bir sene sonra ifa edilmek üzere bir iş için anlaşma yapılabileceğini ifade etmektedir.

Buhârî’nin sünnet konusundaki yaklaşımını belirlemeye çalışan İbn Hacer, Buhârî’nin ifadelerinin Hz. Peygamber’e (s.a.s.) mutlak bağlılığı ifade ettiğini ancak bunun sünnet ya da vâcib olduğu hususunda bir fikir ortaya koymadığını belirtmektedir.278 Kanaatimizce “Resulullah’ın Sünnetlerine Uyma Bâbı” başlığı altında zikrettiği hadislere topluca bakıldığında Buhârî’nin delil olarak zikrettiği hadislerin daha çok sünnete bağlılığın vücûbuna delâlet ettikleri algısı ağır basmaktadır. Buhârî, özellikle yargılama konusunda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) uygulamasının bağlayıcı olduğunu daha net bir biçimde ortaya koymaktadır. Ayrıca “Resulullah’ın Sünnetlerine Uyma Bâbı” başlığı altında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Aranızda Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim.”279

hadisini zikrederek Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yargı konusundaki uygulamasının bağımsız düşünülemeyeceğini, bunun Kitâbullâh’ın bir tezâhürü olduğunu ifade etmektedir. Bunun hemen akabinde zikredilen “Ümmetimin tamamı cennete girecekler. Ancak imtinâ edenler hariç. (Sahâbe) ya Resulallâh kim imtina eder ki? Resulullâh (s.a.s.): Bana itâat eden cennete girer. Bana isyân eden imtinâ etmiştir.”280 hadisi de Buhârî açısından ittibâın vâcib olduğunu desteklemektedir.

Buhârî’nin genel anlamda sünnete uyma konusunda ittibâı vâcib görmesinden kendisinin tüm fer’î konularda da aynı tutum içerisinde olduğu anlaşılmamalıdır. Zira tüm İslâm hukukçuları gibi Buhârî’nin de bağlayıcılık açısından sünneti tasnife tabi tuttuğu el-Câmiu's-Sahîh’teki prakitlerinden açıkça okunabilmektedir. Örneğin,

Kitâbu’l-Vudû bahsinde Hz. Peygamber’in (s.a.s) uzuvları üçer defadan fazla

yıkamadığını, ilim ehlinin de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) aykırı hareket etmeyi kerîh

277 Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-İcâre 4/2264, (III/89). 278 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XIII, 274,275.

279

Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-İ’tisam 2/7278, (IX/92).

75

gördüklerini ifade etmektedir.281 Kirmânî, bunu terk edenin övüldüğü ancak yapanın yerilmediği şeklindeki kerâhat-i tenzîhî manasına yorumlamaktadır.282 Bunun ise vücûbun karşılığı olmadığı açıktır. Diğer el-Câmiu's-Sahîh şârihleri de Kirmânî ile benzer değerlendirmelerde bulunmaktadır.283

c. Takrîrî Sünnet

Fıkıh terimi olarak takrîrî sünnet, Hz. Peygamber’in (s.a.s.), Müslümanların söylediği bir söz yahut yaptığı bir davranıştan haberdar olduğu halde karşı çıkmamasıdır.284

Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde Sahâbe ictihâdlarıyla karşılaşmak mümkündür. Ancak bu ictihâdlar, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) denetimi altında olduğu için sünnet hükmünde olduğu kabul edilmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu ictihâdları açıkça kabul etmesi ya da reddetmesi durumunda bunun bağlayıcı olduğu hususunda İslâm hukukçuları hemfikirdir. Keza Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şâhit olduğu bir söz ya da uygulamaya herhangi bir tepki vermediği durumlarda da bunun onay anlamına geldiği, bu sükûtun, hüccet ve sünnet olup ümmetin bununla amel etmesi gerektiği hususunda da İslâm âlimleri arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır.285

İmâm Buhârî de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Sahâbe söz ve uygulamasına karşı tepkisiz kalmasının, bu söz ve uygulamaları onayladığı anlamına geldiği, dolayısıyla bunların şer’î hükümlerde hüccet kabul edileceği görüşündedir. Buhârî, bu hususta şu ifadelere yer vermektedir:

“Nebî’nin (s.a.s.) (şâhit olduğu uygulamaya) karşı çıkmamasını hüccet görüp, Resûlullâh (s.a.s.) dışındakilerin karşı çıkmamalarını hüccet kabul etmeyen kimse bâbı.”286

İmâm Buhârî’nin “Nebî’nin (s.a.s.) (şâhit olduğu uygulamaya) karşı çıkmamasını hüccet görme” ifadesi takrîrî sünnete karşılık gelmektedir. İmâm Buhârî’nin başkasına isnâd ettiği bu görüşün esasında kendisi tarafından da kabul

281 Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-Vudû 1, (I/39). 282 Kirmanî, a.g.e., II, 169.

283

İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, I, 234; İbn Battâl, a.g.e., I, 216.

284 Şa’bân, a.g.e., 73.

285 İbn Battâl, a.g.e., X, 386; İbnu’l-Mulakkın, a.g.e., XXXIII, 143. 286 َر ْنَم باَب

ِلوُس َّرلا ِرْيَغ ْنِم َلا ًةَّجُح َمَّلَس َو ِهْيَلَع ُ َّللَّا ىَّلَص ِ يِبَّنلا ْنِم ِريِكَّنلا َك ْرَت ىَأ Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-İ’tisâm 23, (IX/109).

76

gördüğü, bu ifadesini hadisle desteklemesinden anlaşılmaktadır.287

Bu durum, Buhârî’nin özellikle ihtilaflı meselelerde tercihini ortaya koyarken uyguladığı bir yöntemdir. Buhârî’nin, bu bâb başlığını Kitbu’l-İtisâm bi’l-Kitâbi ve’s-Sünne bölümünde ele alması da bu görüşün Buhârî tarafından da kabul gördüğünü ortaya koymaktadır.

İbn Battâl’a göre İmâm Buhârî, bu ifadesiyle takrîrî sünnetin hüccet olduğu görüşünü ortaya koymaktadır. İbn Battâl, ümmetin takrîrî sünnetle amel etmeleri gerektiğini, Sahâbeden birinin sakıncalı bir söz ya da fiilde bulunması halinde, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) buna tepkisiz kalmasının düşünülemeyeceğini zira Allah Teâlâ’nın kendisine münkeri nehyetmesini farz kıldığını ifade etmektedir.288

Diğer el-Câmiu's-Sahîh şârihleri de benzer değerlendirmelerde bulunmaktadır.289 Keşmîrî’ye göre İmâm Buhârî, takrîrin sadece şeriat sahibine ait olması durumunda hüccet sayılacağını, Hz. Peygamber (s.a.s.) dışındakilerin takrîrlerinin ise hüccet sayılamayacağını ifade ettiğini belirtmektedir.290

Bâb başlığında zikredilen ikinci cümle, sükûtî icmâ ile alakalı olup konuyla ilgili ihtilâflar ve İmâm Buhârî’nin yaklaşımı “İcmâ” başlığı altında değerlendirilecektir.

İmâm Buhârî’nin, takrîrî sünneti şer’î hükümlerde hüccet olarak kabul ettiği ve pratikte de buna çokça yer verdiği görülmektedir. Bunu bir iki örnekle izah edelim.

Örnek 1: İmâm Buhârî, açık alanda cemâatle kılınan namazda sadece imâmın sütre (harbe) edinmesinin yeterli olduğu, cemâatin de ayrıca sütre edinmelerine gerek olmadığı görüşündedir. Buhârî, bu görüşünü “imâmın sütresi, memûmilerin de sütresidir.” ifadesiyle ortaya koymaktadır.291 İmâm Buhârî, bu bâb başlığının altında üç tane hadis zikretmektedir. Hadislerin iki tanesi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) açık alanda namaz kılarken önüne bir sütre (harbe) koyduğu ve bu sütrenin cemâat için de geçerli olup ayrıca bir sütre edinmelerine gerek olmadığı hususundadır. Buhârî’nin

287

Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-İ’tisâm 23/7355, (IX/109).

288 İbn Battal, a.g.e., X, 836.

289 Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XIII, 323, 324; Aynî, Umde, XXV, 104. 290

Keşmîrî, a.g.e., IV, 511.

291 ُهَفْلَخ ْن

77

istidlâlde bulunduğu üçüncü hadis ise takrîri sünnet kategorisinde değerlendirilmektedir. Hadis şu şekildedir:

“(Abdullah b. Abbas der ki, ‘Dişi bir eşeğe biner halde geldim. O zaman bülûğ çağına yaklaşmıştım. Resûlullâh, duvara yönelmeksizin insanlara namaz kıldırıyordu. (Eşeğimle) bazı safların arasından geçtim. İnip eşeğimi salıverdim ve safa katıldım. Hiç kimse bu yaptığıma tepki göstermedi.’”292

Örnek 2: Hisseli arazinin vakfı hususu, fukahâ arasında ihtilâflı bir meseledir. İmâm Mâlik, tüm hissedârlar tarafından vakfedilmesi durumunda hibe ve kiralamaya kıyâsla vakfının da câiz olduğu ancak tek kişi tarafından vakfedilmesi durumunda diğer ortaklara zarar verebileceği endişesinden ötürü câiz olmadığı görüşündedir.293 İmâm Şâfiî, bunun cevâzı yönünde görüş bildirmiş ancak tüm hissedârlar tarafından vakfedilmesini şart koşmamıştır.294

Hanefî fukahâsından Ebu Yûsuf hisseli arazinin vakfını câiz görmüş, Muhammed b. Hasan ise bunu câiz görmemiştir.295

İmâm Buhârî, hisseli arazinin vakfının câiz olduğu görüşündedir. Buhârî, bu görüşünü “Bir topluluk, hisseli bir araziyi vakfederse bu câizdir.”296

ifadesiyle ortaya koymaktadır. Buhârî, görüşünü şu hadise dayandırmaktadır:

“Nebî (s.a.s.) mescid yapılmasını emretti. Ey Neccâroğulları, bu arsanızın bedelini bana söyleyin. (Neccâroğulları) Biz ücretini sadece Allah’tan isteriz, dediler.”297

el-Câmiu's-Sahîh şârihleri, bu tür arazilerin topluluk tarafından vakfedilmesinin Buhârî’ye göre şart olup olmadığı hususunda farklı değerlendirmeler yapmışlardır. İbnu'l-Müneyyir, Buhârî’nin bu hususta İmâm Mâlik ile aynı görüşte

292 Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’s-Salât 90/493, (I/105).

293 İbn Battâl, a.g.e., VIII, 191; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, V, 399.

294 Şemsuddîn Muhammed b. el-Hatîb eş-Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc ilâ Ma’rifeti Ma’âni Alfâzi’l-

Minhâc I-IV, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1418/1997, II, 487.

295 Muhammed Emîn b. Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr ‘alâ Durri’l-Mutâr Şerhi Tebsîri’l-Envâr I-VIII,

Dâru’l-Fikr, Beryut 1421/2000, IV, 362.

296

ٌزِئاَج َوُهَف اًعاَشُم اًض ْرَأ ٌةَعاَمَج َفَقو اَذِإ باَب Buhârî, el-Câmi’, Kitâbu’l-Vasâyâ 26, (IV/11).

78

olduğunu, bâb başlığının da bu amaçla yazıldığını ifade etmektedir.298

Ancak gerek Aynî ve gerekse İbn Hacer, bu değerlendirmeye karşı çıkarak Buhârî’nin bâb başlığındaki esas gayesinin hisseli arazinin vakfedilmesine karşı çıkanlara reddiye olduğunu ifade etmektedir.299

Kanaatimizce de ibnu'l-Müneyyir’in tespiti doğru değildir. Zira Buhârî, diğer bir bâb başlığında “Hissedârlardan biri (müşterek) malından bir kısmını sadaka verir ya da vakfederse… bu câizdir.”300

ifadesini kullanarak hisseli malın bir kısım ortaklar tarafından hisselerini satılması veya vakfedilmesinin câiz olduğunu ifade etmektedir.301 Buhârî, bu görüşünü yukarıda zikrettiğimiz takrîri sünnet kapsamında değerlendirilebilecek hadise dayandırmaktadır. Hadiste, Hz. Peygamber (s.a.s.), Neccâroğulları tarafından mescid inşası için hisseli arazinin vakfedilmesine karşı çıkmadığı ifade edilmektedir. Hadisi, takrîrî sünnet kapsamında değerlendiren İbn Hacer’e göre, hisseli arazinin vakfedilmesi câiz olmasaydı, Hz. Peygamber (s.a.s) buna karşı çıkacak ve hükmü beyan edecekti.302