• Sonuç bulunamadı

Söyleme Dayalı Yakın Olasılık ĠĢaretleyicileri

3.2. KESĠNLĠĞĠN DERECELERĠNE GÖRE BĠLGĠ KĠPĠ ĠġARETLEYĠCĠLERĠ

3.2.3. YAKIN OLASILIK KĠPLĠKLERĠ

3.2.3.2. Yakın Olasılık ĠĢaretleyicileri

3.2.3.2.4. Söyleme Dayalı Yakın Olasılık ĠĢaretleyicileri

Ġma ve sezdirme yoluyla ya da yarım bırakılmıĢ cümlenin zihinsel olarak tamamlanmaya bırakılması Ģeklinde de yakın olasılık semantiği iĢaretlenebilir.

AĢağıdaki örneklerde cevabı aslında büyük ihtimalle bilinen bir soru konuĢur tarafından karĢı tarafa iletilmektedir. Cevabı aslında bilinen; fakat yine de karĢı tarafın dikkatini çekmek veya durumu sorgulamasını sağlamak amacıyla soru sorma yöntemi yakın olasılık ifadelerinde de tercih edilebilir. Örneğin aĢağıdaki gibi bir cümlede hangi İstanbullu bindiği vapurda kimlerin bulunup bulunmadığını merak etmez? diyen konuĢur cevabın büyük ihtimalle herkes bilir Ģeklinde olduğunu bilmektedir. KonuĢurun soru sorma Ģeklinden ve bağlamdan anlaĢılan yakın olasılık anlamı soru sorma üzerinden gerçekleĢtirilmiĢtir. 2 ve 3 numaralı örneklerde kullanılan niçin olmasın ve neden olmasın soru cümleleri, cevabı aslında karĢı taraftan beklenmeyen bir anlam içermektedir. Bu sorular yöneltilirken soruyu soran

141 kiĢi sorunun cevabının büyük ihtimalle evet olduğunu bilmektedir. Aslında neden/niçin olmasın derken (tabiki) olabilir gibi bir baĢka olasılık (yüksek olasılık) ifadesi olan cevabı devamında istemektedir.

(1) İşte Mümtaz; hayatını baştan aşağı değiştirecek olan kadını bu şartlar içinde, böyle bir yalnızlıkta tanımıştı. Mümtaz alt salonda karanlığa gömülmektense, biraz rahatsız olacağını bile bile yukarıda oturmayı tercih ederdi. Fakat hangi İstanbullu bindiği vapurda kimlerin bulunup bulunmadığını merak etmez? Hele yersiz kalmak tehlikesi yoksa. (Huz: 74)

(2) Köşkü gezsek mi? Bunu İclal istemişti, hazır buraya gelmişken...

Bu akşam saatinde?..

Niçin olmasın. Hem daha akşam değil ki... Burası kuytu, bize öyle geliyor. Daha saat altı yok. Sonra konuştuğumuz şeyler. Kolay değil, hemen hemen bir haftadır kimseyi görmedim. İçimde çok şey birikti. (Huz: 126)

(3) ―Gelinini bu eve getirmeye ne dersin?‖

Bir anda yelkenleri suya indiriverdi Fatiş Hatun. Hacı Ali Bey‘in latife olsun diye söylediği sözleri ciddiye almıştı. Heyecanlı bir sesle sordu:

―Tacettin kabul eder mi dersin?‖

Hacı Ali Bey karısının davranışlarındaki yumuşamanın üstüne gitme kararındaydı. Onu en azından şimdilik oyalayabilecek güçlü bir koz geçmişti eline. İyi kullanmalıydı bu fırsatı.

―Neden olmasın?‖ diye güldü. ―Böylesi seni daha çok memnun etmez mi?‖ (Hsr: 235)

142 3.2.3.2.5. Birden Fazla Birlik Kuran Yakın Olasılık ĠĢaretleyicileri

3.2.3.2.5.1. Morfolojik-Sözlüksel ĠĢaretleyiciler

3.2.3.2.5.1.1. -mIş olmalı/olmalı, -mIş olacak, -mIş olmaya

Geleneksel dil bilgisi kitaplarında70 gereklilik kipi eki olarak geçen -mAlI eki71 ol- fiili ile bir araya geldiğinde olasılık anlamı bildirme iĢlevine sahip olur. Bu birliktelik yalnızca olasılık değil aynı zamanda tahmin ve çıkarım ifadelerinde de kullanılmaktadır. KonuĢurun durumla ilgili bilgi düzeyinin derecesini belli etmesi açısından diğer olasılık kiplikleri arasında yerini alan bu birlik, -mIş eki almıĢ bir fiilden hemen sonra geldiğinde de olasılık anlamı taĢıdığı görülmektedir: Ayşe gelmiş olmalı. Böyle bir cümlede konuĢurun AyĢe‟nin geldiğine dair bazı gözlemleri veya tahminleri olduğu açıktır. KonuĢur, henüz AyĢe‟nin geldiğini görmemiĢtir; fakat onun geldiğine dair bazı sinyaller aldığı için de AyĢe‟nin gelmesi durumu olasılık dâhilindedir. Bazı cümlelerde -mIş olmalı yapısının yanı sıra olmalı kelimesi tek baĢına da kullanılmaktadır: Bu Ayşe olmalı, Resmin sahibi ünlü birisi olmalı.

AĢağıdaki örnek cümleler büyümüş olmalı, açmış olmalı, karıştırmış olmalıydı, öğrenmiş olmalı, olmalıydılar Ģeklinde geçen kiplikleri konuĢurun hakkında söz söylediği duruma dair değerlendirmesini göstermektedir. Aynı zamanda tahminsel anlama da sahip olan örneklerde konuĢur yüksek olasılık dairesinde yer alan olasılıkları belirtmektedir.

(1) Yoksulluktan kurtulacağın umuduyla —ya, evlenirken böyle bir umudun vardı— yüzünü görmeden razı olduğun Sabit Enişte çalışmak zorunda kalınca, güvence isteğin büyümüş olmalı. Yaşadığın günlerin hiçbir anlam taşımaması, bundan olsa gerektir. Borç harç edip iki bileziğini satıp bir dana alman o yüzden. Dana büyüyüp süt veren bir inek olana kadar ne yürek çarpıntıları geçirdin. Bir çay bardağı süt çaldığı için kızını dövdün, gördüm Şadiye Hala. (SGT:

101)

70 Bilgegil (2009: 262), Gencan (2007: 332), Demircan (2005: 109).

71 Palmer, Türkçede karĢılığı -mAlI olarak verilebilecek olan should yardımcı fiilinin, bir sonuç ve yakın kesinlik bildirdiğini söylemektedir (Palmer 1969: 119).

143 (2) Pencerelerin önüne geldiğimizde eğilerek, binanın arkasına kayıyoruz. Evet, yanılmamışım. Arkadaki küçük bahçeden içeri açılan kapının camı kırık. Cengiz önce camı kırmış, sonra elini sokup kapıyı açmış olmalı. (Kvm: 333)

(3) Az sonra gelen mumcubaşı eve girdiğinde ilk işi cesedin bir Müslümana ait olup olmadığını öğrenmek oldu. Bunun için cesedin çakşırını indirdiğinde cinsel organın sünnet derisinin yerinde olduğunu görüp öfkesi yatıştı. Kutsal kitabından dualar okuyan Kubelik'e bakılırsa, bu basit bir cenaze vakasıydı. Merhum, onun yakın bir arkadaşıydı. Kendisinin ağır bir çuval taşıdığını ileri süren yeniçeri de onu başka biriyle karıştırmış olmalıydı. Sonunda mumcubaşı, cenazeye saygıdan ötürü adamlarıyla çekip gitti. (PKA:

28)

(4) Çoğumuz, tasarladıklarını yapamadan, bitiremeden öleceğini, tasarlamaktan gene de vazgeçilemediğini öğrenmiş olmalı;

başkalarına bakmış, bakarak bir şeyler öğrenmişse. Kimimizse dar vakte... (NġG: 42)

(5) Ahmet Reşat yerinden kalkıp odanın içinde gerinerek dolaştı.

Yatak odasına çıkmaya kalksa karısını uyandıracaktı. Kızları da hâlâ uykuda olmalıydılar. (Ved: 10)

Benzer‟in kesinlik kipliği olarak belirttiği -mIş eki ile olacak kelimesinin oluĢturduğu birlik, aslında kesinden ziyade yüksek bir olasılığa atıf yapması bakımından yakın olasılık iĢaretleyicileri arasında yerini almıĢtır.

Yarın 12‘de tren kalkmış olacak örneğini veren Benzer‟e göre bu kullanımda vaka ya da durumun henüz baĢlayıp baĢlamadığı önemli değildir ve esas amaç vaka ya da durumun henüz bitmemiĢ olmasıdır (Benzer 2008: 198):

(6) Saat 8‘de ödevimi bitirmiş olacağım.

144 7. örnekte kendisi için çok önemli olan ve değerli bilgilerini not ettiği anı defterini kaybeden baĢkahraman, Nazilli pazarı civarında Selami abisi ile karĢılaĢır.

Selami abisi onun defteri kaybettiğini farkederek nerede kaybetmiĢ olabileceğine dair yardımcı olmaya çalıĢır, akıl yürütür. Ona, defteri Nazilli pazarı gibi kalabalık bir yerde düĢürmüĢ olma olasılığını hatırlatır. Bu, kesine ya da gerçeğe daha yakın olan bir olasılıktır. Sözcenin üreticisi bu durumu -mIş olmayasın söz grubu ile vermektedir.

(7) Selami Abi dürtüyordu beni. Dalmışım. Baktım Nazilli pazarının oralardayım. Hava kararmış, herkes evine gitmiş. Işıklar yanıyor, balkonlarda hazırlanan sofralar, kadınların bir içeri bir dışarı koşuşturmaları, geceye karşı sigarasını tellendiren erkekler göze çarpıyordu.

―Birini mi arıyorsun sen buralarda?‖ diye sordu Selami Abi.

―Kaybettiğim bir şeyi arıyorum.‖

―Ne kaybettin?‖

―Bir anı defteri...‖

―Allah Allah,‖ dedi Selami Abi. ―Nasıl kaybettin defteri?

Kalabalıkta düşürmüş olmayasın?"

―Bilmiyorum‖ dedim. ―Çalındı sanıyorum. Ben pazardaki kalabalığın içindeyken çantamdan alınmış.‖ (FRS: 155)

3.2.3.2.5.1.2. sıfat+gibi, -mIş gibi

Gibi edatı yaklaĢıklık, eĢite yakınlık, benzerlik anlamlarını taĢımaktadır.

Senin gibisi yok bu dünyada diyen bir konuĢur için sen diye hitap ettiği kiĢiye benzer baĢka bir kiĢinin var olup olmaması söz konusudur. Sen‟e benzer, sen‟e yakın olan bir kiĢi sen gibi ile ifade edilmiĢtir. Fiillerin veya kesinlik derecelerini iĢaretleyen sıfatların ardından gelen gibi edatı (gelecekmiş gibi, yapacakmış gibi; kesin gibi, olası gibi, mümkün gibi) metin içinde yaklaĢıklık, gerçekleĢmeye yakınlık anlamları bildirmektedir. Gelecekmiş gibi duruyor derken kiĢinin gelme olasılığının daha yüksek olduğuna iĢaret edilmektedir. Bu sözü söyleyen konuĢur, geleceğini düĢündüğü kiĢinin tavırlarından yola çıkarak böyle bir yorumda bulunmaktadır. Bu kiĢinin gelme yüzdesi gelmeme yüzdesinden daha yüksektir. Sözce içindeki bu

145 anlamı büyük oranda gibi edatı vermektedir. 1. örnekte geçen Kötü bir şey yapacakmış gibi baktı cümlesi bu sözü söyleyen konuĢurun, hakkında konuĢtuğu kiĢinin kötü bir davranıĢta bulunacağını anlatmaktadır. Bu cümle, ardından gelebilecek olan hareketleri bunu gösteriyordu gibi bir cümleyle uyumlu olduğundan konuĢurun algısının/hislerinin ne derece gerçeğe/kesine yakın olduğu daha iyi anlaĢılmaktadır. Nitekim ilerleyen cümlenin şakaklarında birkaç damarın seğirdiğini gördüm Ģeklinde olması konuĢurun sözcesinde ne derece haklı olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

(1) ―Neden, diye sormak yasak mı?‖ demiştim son gece.

―Yasak!‖ demişti o da. ―Neden?‖ dedim. Kötü bir şey yapacakmış gibi baktı. Ölecekmiş, öldürecekmiş gibi. ―Yani neden yasak diye soruyorum,‖ dedim. Bakmadı bu sefer, şakaklarında birkaç damarın seğirdiğini gördüm. Epey sonra, sakinleştikten, gideceğini ve benim tepki göstermemeyi kabul ettiğimi sandıktan epey sonra, çok sıradan bir şey söylercesine. ―Pek fazla bekleme beni,‖ dedi. ―Gençsin güzelsin bulursun başka birini.‖ Ben ağlamaya başlayınca bunu söylediğinde de pişman oldu; ama söyledi bir kere. (Sav: 109)

(2) Dünya nimetlerine gösterdiği bu aşırı düşkünlük başlangıçta onu bir hayli gözden düşürdü, ama sonraki günlerde ne bir dilim ekmek, ne de bir maşrapa su istedi. Bu tutumu otuz dokuzuncu güne kadar sürdü. Hatta kilise yetkilileri onun sağlığından endişeye düştüler. Fakat Vardapet halini hatırını soranlara gayet sıhhatli bir sesle cevap veriyordu. Müsabakayı onun kazandığı kesin gibiydi. Din adamları gözlerinde ilahi yaşlarla, ―Yeni bir ermişimiz oldu‖

diyorlardı. (PKA: 52)

3.2.3.2.5.1.3. nasıl olsa (nasılsa) …-AcAk(-tIr/-tI)

Kesine yakınlığı iĢaretleyen kipliklerden biri de nasıl olsa (nasılsa) söz grubu ile birlikte kullanılan -AcAk (-tIr,-tI) ekidir. Ġfadeye eninde sonunda, kesin olarak anlamları katan bu birlik bahsi edilen durumun büyük oranda gerçekleĢeceğinin ön görüldüğünü bildirmektedir.

146 (1) ―Ah, sevgili pederimin hemen şimdi burada, bizlerle olmasını ne kadar çok isterdim,‖ diye atıldı Behice, ―kızları aylardır görmedi. Leman‘ı çocuk bırakmıştı, geldiğinde genç kız bulacak.

Birden boy attı ve gelişiverdi, Leman.‖

―Ada‘ya geçerken nasıl olsa gelecektir.‖ (Ved: 89)

(2) ―Bir kuş bile uçmuyor. Sahi Remzi biz buraya indik ineli hiçbir canlı gördük mü? Bir kuş, bir böcek, bir kurbağa, bir sinek...

Ne tuhaf, ikimizden başka hiçbir canlı yok."

―Yok,‖ diye iç geçirdi Remzi Tavdemir. ―Şu koskocaman asfaltı yapmışlar, kimse geçmesin diye mi?‖

Melek Hanım lokmasıyla avurdunu şişirmiş:

―Nasıl olsa bir gelen olacak. Nasıl olsa soluk alan bir canlı göreceğiz, er ya da geç. Onun için şu eşyaları oraya, cevizlerin altına götürelim.‖ (TKK: 32)

(3) Mahir‘in rahatsızlığı ise başka nedenlerden kaynaklanıyordu. Birkaç gün önce, Behice‘nin ricası üzerine, Reşat Bey‘den karısını muayene etmiş olduğunu saklamak zorunda kalmıştı.

Yetmezmiş gibi, şimdi de Kemal‘in konaktan ayrılarak örgüte katılmak için yapmış olduğu plandan dayısının haberi olmadığını anlıyor ve eski bir dostun arkasından iş çeviriyor olmaktan utanıyordu.

Reşat Bey‘i kendi saflarına çekmek mümkün olmamıştı. O, Sultan‘ın er geç İngilizlere güvenmekle hata ettiğini anlayacağına halâ inanıyordu. Beklediği gün nasılsa pek yakında gelecekti. (Ved:

185)

3.2.3.2.5.1.4. bir (kere) daha …-mAz

Bir (kere) daha …-mAz birliği, konuĢurun olay veya durumla ilgili yorumunun kesine yakınlık derecesinde olduğunu göstermektedir. AĢağıdaki örnekte de görüldüğü gibi, Bu fırsat bir daha elime geçmez cümlesi konuĢurun birtakım deneyimlere dayanarak tiyatro yazma ve bu Ģekilde insanlara ulaĢma fırsatının eline

147 bir daha geçmeyeceğini düĢündüğünü göstermektedir. (Büyük ihtimalle) bu fırsat bir daha elime geçmez Ģeklinde sağlaması yapılabilecek olan cümlenin yakın olasılık bildirdiği açıktır. KonuĢurun geleceğe dair bir tahminde bulunduğunu ve bu tahmininin de büyük oranda doğru çıkabileceğini söylemek mümkündür.

(1) SAFFET (darılmış gibi): Dinlemiyoruz. (Coşkunu yerine oturtmak ister.) Coşkun Bey, yeter artık...

COŞKUN: Yetmez. Bu fırsat bir daha elime geçmez. Bu fırsatı ben bile kendime bir daha vermem. Ey sevgili milletim, kendimde bu cesareti bulmak için dünya kadar içkiyi, çok kısa bir süre içinde içmiş bulunuyorum. (OY: 52)

(2) ―Bizim sokağın başında hâlâ askerler vardı ben gelirken. Biz yine Ziya Paşaların köşküne dönelim. Onlara bir kere daha gelmezler.

Orada bekleyelim, eve iyice karanlık basınca döneriz.‖ (Ved: 116)

3.2.3.2.5.1.5. kesinlikle/mutlaka/muhakkak (ki)/elbet (elbette), zahir …-DIr, -Ar/-Ir, -DI, -AcAk(-tI/-tIr), -mIş(-tI), -yor(-DUr)

Kesinlik iĢaretleyicileri arasında sayılabilecek olan kesinlikle, muhakkak, mutlaka, elbette, zahir gibi zarflar bazı zaman ekleri ile bir araya gelince olasılık bildirmektedir. Bu noktada, -Ar/-Ir, -DI, -AcAk(-tI/-tIr), -mIş(-tI), -yor(-DUr) eklerinin ve -DIr ekinin bünyesinde taĢıdıkları olasılık bildirebilme iĢlevinin etkisi büyüktür. Bahsi geçen zarflarla eklerin bir arada kullanılmasıyla ortaya çıkan kiplikler olasılık bildirme görevlerinden baĢka ikincil düzeyde tahmin ve çıkarım da ifade etmektedir. Yani aynı iĢaretleyiciler birden fazla anlam alanını gösterebilmektedir. Örneğin 1 numaralı paragrafta Bu muhakkak Adile'nin işi olacaktı cümlesinde kullanılan muhakkak zarfı ve -acaktı eki konuĢurun, Nuran‟ın eski kocasıyla arasını yapmaya çalıĢan Adile Hanım‟la ilgili yorumundaki olasılığı iĢaretlemektedir. KonuĢur (Nuran) için Bu iş olsa olsa Adile Hanım‘ın başının altından çıkmış olacaktı Ģeklindedir. Zaten Nuran, Adile Hanım‟ın Mümtaz‟ı sevmediğini bilmektedir. Bu bilgilere sahip olan Nuran durumla ilgili böyle bir değerlendirmede bulunabilir ve olası bir duruma iĢaret edebilirdi. Diğer tüm

148 örneklerde de zarfların çeĢitli eklerle gerçekleĢen birleĢimleriyle yakın olasılık anlamı ortaya konmuĢtur:

(1) Sözlerinin beyhude olduğunu biliyordu. Mümtaz da onlardandı. Bu talihiydi. Herkes biçare bir kadının omuzlarına yükleniyordu. Daha dün Fahir'den bir mektup almıştı. Sensiz yaşamak çok güç... İster misin herşeyin üstünden geçelim. Kendimize yeni bir hayat yapalım. Çocuğumuzun etrafında! Bu muhakkak Adile'nin işi olacaktı. Kim bilir Fahir'in kıskançlık damarlarını nasıl kudurtmuştu.

(Huz: 218)

(2) Kapı tekrar çalındı. Mümtaz:

Emin Bey'dir, muhakkak. Diye yerinden fırladı. (Huz: 256)

(3) Çocukların hepsi gürbüz ve güzeldi. Fakat, üstleri başları perişandı. Bir zamanlar Hekimoğlu Ali Paşa'nın konağı bulunan bir mahallede bu hayat döküntüsü evler, bu fakir kıyafet, bu türkü ona garip düşünceler veriyordu. Nuran, çocukluğunda bu oyunu muhakkak oynamıştı. Ondan evvel annesi, annesinin annesi de aynı türküyü söylemişler ve aynı oyunu oynamışlardı. (Huz: 20)

(4) Nuran tarikatleri çok merak ediyor, fakat ikisi de mistik yaratılışta olmadıklarından üzerinde durmuyorlardı. Bir gün istediği zaman takındığı o çocuk tavrıyle:

Ben o zamanlar gelseydim... muhakkak Celveti olurdum, dedi.

(Huz: 169)

(5) Muhakkak ki çok mesuttular. Zihinlerinin çok aksi istikametlerde gizli çalışmalarına rağmen yaşadıkları ana kendilerini bırakmak hoşlarına gidiyordu. Mümtaz, aşklarının Allah'a ve başka bir yere giden en kısa yol olduğundan şüpheliydi. (Huz: 182)

149 (6) Birdenbire Sabih'lere gitmek, orada hepsini beraber bulmak arzusuna kapıldı. Çağrılmadığı bir eğlencenin ortasında onları görmek istiyordu. Bu gece Nuran orada olmalıydı ve şüphesiz Suat da beraberdi. Onları hepsini bir arada görmek bu anda en büyük ihtiyacı olmuştu. (Huz: 312)

(7) Bütün aşk hikâyelerinin en unutulmaz ve heyecan verici sahnesi, sevenin sevgiliye ilk baktığı andır şüphesiz. Daha doğrusu, onun yüzünü ilk gördüğü vakit. (KA: 12)

(8) ―Genel kaptanın gözüne görünme!‖

―Niye?‖

―Bin beş yüzü kaybettin, puan hesabıyla ikinciliğe düştük senin yüzünden.‖

Hasan Hüseyin araya girmişti.

―Serseri, dedi, bayılacak ne vardı sanki?‖

Şaka yapıyordu şüphesiz. İkisi de koluma girdiler, elbiselerim koltuğumda tortop, arabaya bindik. Hasan Hüseyin bir doktor adresi verdi. (AY: 17)

(9) Evden memnundular. Nuran'ın becerikliliği sayesinde oldukça ucuz düşmüştü. Evi döşerlerken Mümtaz İstanbul'a bir zaman ne kadar çok ecnebi eşyası geldiğini anladı. Hemen her koltukçu dükkânında her nevi üsluptan mobilya vardı. Mümtaz Nuran'la onların arasında dolaşırken İstanbul'da değişen zevk ve hayat standartlarını düşünüyordu.

―–Hiç şüphesiz kafamız da böyledir.‖ (Huz: 213)

(10) Hiç şüphesiz ben gözlerimin sana bakmasını dahi kıskanırım. Öylesine ki sana doğru bakmak isteyince, gözlerimi yere çeviririm. (KA: 53)

150 (11) Konumuza dönelim: Bazı mutasavvıflara göre saç çokluk ve taayyünat olarak alınır. Bu durumda, daha önce anlattığımız vahdet'in karşısında bir kesreti temsil eder. Saç nasıl sevgilinin aydınlık ve nurlu yüzünü örterse, kesret ve taayyünler de Cemal'in üstünü örter, saliki didardan uzaklaştırır. Bulutlar arasındaki mehtap yahut iki gece arasındaki gündüz gibi. Buna göre nur her vakit olduğu yerde durmaktadır, illa ki gözler onu görmez olabilir. Gözlerin onu görmemesi demek, nurun perdelenmesi demektir ki, bu da ya sâlikin kendi kalbindeki kapalılık yahut da dışarıdan onun gözü önüne çekilen perdedir. (KA: 91)

(12) Baştan beri hiç ses etmeden ana oğlun atışmalarını dinleyen Hacı Ali Bey araya girme gereği hissetti.

Her zamanki olgun ve uzlaştırıcı tavrıyla, ―Endişe etme hanım‖

dedi. ―İşe yeni başladı, hele bir alışsın, evlenmeye de sıra gelecek elbet.‖ (Hsr: 33)

(14) O gece hiç uyuyamadım. Kıvrandım durdum. Ben ki yıllardır sarraflık mesleğine hiç itibar etmemiş, babam Ohannes ustanın maharetine dudak bükmüş idim, şimdi kalkıp bir yüzük yapacaktım. Hem de ne yüzük... Aklımı başıma devşirmekten başka çarem yoktu. Ertesi sabah erkenden babamı uyandırıp dükkânı açma vaktinin geldiğini söyledim. Baba oğul, benim inadım yüzünden sabahın kör karanlığında yollara düştük. İhtiyar neden böyle durduk yere gayrete geldiğimi bilemezdi elbet, şaşırdı ama tek kelime etmedi.

Anacığım endişeyle, ağbim Dikran da buruk bir tebessümle arkamdan bakmaktaydılar. (Pnh: 42)

(15) İhtiyar adam, kamburunu çıkarır gibi eğilip dışarıdan yaklaşmakta olan ayak seslerine kulak kabarttı. ―Zaman azalıyor, senden emaneti istediklerinde uygunsuz kişilere teslim etme. Sen onları tanırsın elbet.‖ dedi fısıldayarak. Adam birden değişmiş, başka

151 birisi oluvermişti sanki. Sesi kısılmış gibiydi. Hareketleri dünkü kütüphaneciye benzemiyordu. Alnından terler boşanıyor, elleri titriyordu. (BÖĠ: 8)

(16) Nevres'in kokuları hafızasına istifleme dışında pek tuhaf ve kimselerin bilmediği bir kabiliyeti daha vardı: gözleri. Bu onun küçük sırrıydı. Bir tek sulara açtığı sırrı. Nevres gözleriyle türlü türlü oyunlar oynardı. Bir keresinde kendini sınamak için gözlerini perdenin kıvrımlarına mıhlamış; ve epey bir müddet ter döktükten sonra nihayet perdenin ucunu tutuşturmayı başarmıştı. Gerçi küçük bir kıvılcımdı, ama olsun varsın. Kıvılcımlardan yangınlar çıkartacağı günler de gelecekti elbet. (Pnh: 104)

(17) Elbette inanmamışındır, Öldü diye duydunsa beni;

Sevenlere kurşun işlemez. (OBY: 99)

(18) İhsan'ın annesi, Arife Hanım'ı hem sever, hem de çenesine tahammül edemezdi. Arife Hanım'ın ikameti evde uzadıkça, ta çocukluğundan beri tanıdığı o keskin hiddet çoğalır, büyürdü.

Nihayet, tam kıvamına gelince otomobil ısmarlanır, Arife Hanım nereye gidileceğini bilmeden yola çıkılır, evvela Üsküdar iskelesinde ihtiyar emektar, Güle güle Arifeciğim... Ben, seni gene çağırtırım olmaz mı? diye bırakılır, ondan sonra doğru dükkana gidilirdi.

Böyle bir haleti ruhiye içinde gelen bir mal sahibini atlatmak elbette güçtür. (Huz: 13)

(19) Behice, sofrayı kaldırırken sürekli bardakları deviren, çayı döken Mehpare'‘ve hayretle baleti. Kız bir rüya âleminde geziyordu sanki. Yüzü bembeyaz, gözleri kıpkırmızıydı. İşittiği azarların tesirinden henüz kurtulamamış zahir diye düşündü. Acaba üstüne fazla mı gitmişlerdi. Ne de olsa bir emir kuluydu o. Saraylıhanım‘ın

152 emrinden çıkması mümkün olmayan bir köle! Ne emredilirse onu yapıyordu. (Ved: 72)

(20) ―Azra‘dan bir mektup aldım, Mahir,‖ dedi Kemal, ―Fehime Sultan tam da bugün padişahı görecekmiş. Ağzını arayacak. Bence açıkça soracaktır. İngiliz taraftarı olduğunu saklamıyor ki Vahdettin, niye sormasın, öyle değil mi?‖

―Şeyh Sait‘in herkesin parasızlıktan imanının gevrediği şu günlerde israf içinde yaşadığını biliyorsun, değil mi?‖

―Parayı Sait‘e mi veriyor İngilizler?‖

―Ona da ayrıca veriyorlardır, eminim. Sait‘in teşkilatının yanı sıra, başka İngiliz yanlısı teşkilatlar da var. Hürriyet ve İtilaf Partililer, paranın tamamının Sait‘in elinde olmasından hoşlanmazlar. İngilizler de yandaşlarını kızdırmak istemezler herhalde. Paranın bir kısmını, gerekli yerlere dağıtması için, mutlaka padişaha veriyorlardır.‖ (Ved: 172)

(21) ―Kar adlı bir şiirim yok, akşam da tiyatroya gitmeyeceğim.

(21) ―Kar adlı bir şiirim yok, akşam da tiyatroya gitmeyeceğim.