• Sonuç bulunamadı

rim ki, şimdi olduğunuz d urum u aratan bir sonuç elde ede-

ede-68

Burun

riz. İşi oluruna bırakın, kendinizi doğanın ellerine teslim edin. Sık sık soğuk suyla yıkayın burnunuzu, inanın bana burunsuzken de burnunuz varmış gibi sağlıklı bir yaşamınız olacak. Burnunuza gelince, alkolle doldurduğunuz cam bir kavanoza koyun, iki çorba kaşığı votkayla biraz da sirke ek­

lerseniz daha da iyi olur. Burnunuzu satıp iyi bir para kaza­

nabilirsiniz. Hatta fazla yüksek bir rakam söylemezseniz ben de alabilirim."

Binbaşı kahrolmuştu. Umutsuzca:

"Hayır! Hayır! " diye bağırdı. "Asla sannam onu1 Çürü­

yüp gitsin daha iyi! "

Doktor eğilip selam vererek:

"Özür dilerim," dedi. "Size yardımcı olmak isterdim.

Ama yapılabilecek bir şey yok. Ne kadar çırpındığımı gör­

dünüz . . . " Doktor başı dik, bumu hafif havada, soylu bir edayla çıktı gitti. Tam bir duyumsuzluk içine düşen Kovalev başını kaldırıp onun yüzüne bile bakamadı; dikkatini çeken bir tek siyah frakının kol ağızlarından görünen kar gibi be­

yaz, temiz gömleğinin manşetiydi.

Ertesi gün resmi şikayette bulunarak savaşı başlatmadan önce, kurmay subay duluna bir mektup yazıp kendisine ver­

mesi gereken şeyi tatlılıkla vermesini istemeye karar verdi.

"Sayın Bayan Aleksandra Grigoryevna!

Doğrusu bu tuhaf davranışınızı anlamada güçlük çekiyo­

rum. Böyle davranmakla elinize bir şey geçmeyecek, beni kı­

zınızla evlenmeye zorlayamayacaksınız! Burnumun başına gelenlerle ilgili olarak her şeyi biliyorum, yani bu olayın sizin başınızın altından çıktığı benim için bir giz değildir. Burnu­

mun yerinden ayrılıp kaçmasının ve önce bir memur görün­

tüsüne bürünerek, daha sonra ise yeniden kendi görüntüsüne bürünerek dolaşmasının, büyücülüğü soylu bir uğraş sayan­

ların, yani sizlerin bir marifeti olduğunu da biliyor ve sizi uya­

rıyorum: Yukarıda sözü edilen burun eğer bugün akşama

ka-69

Gogol

dar yerine gelmezse yasaların koruyuculuğuna sığınacağım.

Sadık hizmetkfuınız olmaktan şeref duyarak, saygılarımla ...

Platon Kovalev"

"Sayın Bay Platon Kuznnç!

Mektubunuz beni çok şaşırttı. Bu haksız çıkışmaların, özellikle de sizden gelmesi, itiraf etmeliyim ki beni çok şaşırt­

tı. Mektubunuzda sözünü ettiğiniz memuru ne kendi görü­

nüşü, ne de bir başka görünüş alnnda evime kabul etmediği­

mi bilmenizi isterim. Evet, evime gelen biri oldu: Flipp İva­

noviç Potançikov geldi. Ama o da ağzına içki koymayan, ter­

biyeli, akıllı ve son derece bilgin bir kişi olarak kızımla evlen­

me isteğini dile getirmek için geldi ve ben de kendisine bu hu­

susta asla umut vermedim. Bir de burundan söz ediyorsu­

nuz. Eğer burundan kastınız, kızımla evlenmenize karşı çıkıp size nanik yapmış olmam gibi bir şeyse, doğrusu bu da beni çok şaşırtıı; çünkü bu izdivaca karşı olmayan bir kişi olarak benim, kastettiğiniz türden bir davranışta bulunmam söz ko­

nusu olamaz; şimdi bile, usulüne uygun bir biçimde kızıma dünür gönderdiğiniz takdirde isteğinizin yerine geleceğinden emin olabilirsiniz, çünkü bu izdivaç, bildiğiniz gibi benim aziz emelimdir. Bu duygularla emirlerinizi yerine getirmeye her zaman hazır olduğumu bildiririm efendim.

Aleksandra Podtoçina"

"Hayır, kadın suçlu değil!" diye düşündü Kovalev. "En ufak bir suçluluk duygusu sezilmiyor mektupta. Suçlu olan biri asla böyle şeyler yazamaz." Boş yere söylemiyordu bun­

ları binbaşı; Kafkasya'dayken birkaç kez soruşturma yürüt­

mekle görevlendirilmişti, bu konuda bilgi, deneyim sahibiy­

di. Çaresizlik içinde elleri iki yanına düştü binbaşının: "Peki öyleyse nasıl açıklanacak bu başıma gelenler? Ancak şeytan çıkabilir böyle bir işin içinden!"

Bu arada başkent bu acayip olayla ilgili abarnlmış

söy-70

Burun

lentilerle çalkalaıimaya başladı. Zaten herkesin aklı fikri ola­

ğanüstü olaylardaydı o sıralar. En son, bir manyetizma dene­

yiminin etkileri herkesin belleğinde taptaze duruyordu. Kon­

yuşennaya Caddesi'ndeki dans eden sandalyeler olayı da zi­

hinleri epey meşgul eden olaylardan biri olmuştu.

O

bakım­

dan 8. dereceden memur Kovalev'in burnunun Neva Bulva­

rı'nda saat tam üçte dolaştığı öyküsüne herkesin dört elle sa­

rılmasında şaşılacak bir yan yoktu. Her gün meraklı kalaba­

lıklar doluştu durdu burnun dolaştığı söylenen yerlere. Biri­

si, bumun Yunker mağazasında alışveriş ettiği söylentisini çı­

karınca, mağaza çevresinde öyle bir kalabalık oluştu ki, po­

lis çağırmak zorunda kalındı. Hatta bir tiyatronun girişinde şekerleme, çörek gibi şeyler satan gür favorili, saygıdeğer gö­

rünüşlü uyanık bir girişimci, özel olarak tahta tabureler yap­

tırarak meraklılara tanesi seksen kapikten kiralamaya başla­

dı. Kıdemli albayın biri sabah evinden özellikle erken çıkma­

sına karşın, yine de kalabalığı güçlükle yararak mağazanın vitrinine güçbela yaklaştığında, mağazada burun falan ol­

madığım görünce müthiş öfkelendi. Vitrinde sıradan bir ka­

zakla taşbasması bir resim vardı. Belki on yıldır hiç yerinden oynatılmadan burada duran bu tabloda, çorabını düzeltmek için eğilmiş bir kız ve ağaçların ardından onu izleyen, yeleği­

nin önü açık, keçi sakallı bir zampara resmedilmişti. Vitrinin önünden geri çekilirken albay, can sıkıntısıyla şöyle söyleni­

yordu: "Aptalca saçmalıklarla halkın kafasını nasıl da karış­

tırıyorlar!"

Derken bir başka söylenti kapladı ortalığı: Binbaşı Kova­

lev'in bumu güya Neva Bulvari'nda değil, Tavriçeskiy Par­

kı'nda dolaşıyordu; hem de ta Hüsrev Mirza· zamanından beri buralardaydı burun; hatta genç prens de tabiatın bu

ga-• Tahran'da Rus elçisi A. S. Griboyedov'un öldürülmesinden sonra Peters­

burg'a elçi olarak gönderilen ve 1829 Ağustos'unda Tavriçeskiy Par­

kı'ndaki aynı adlı sarayda yaşayan İranlı prens. (ç.n.}

Gogol

rip cilvesi karşısında şaşıp kalmıştı. Tabii hemen Cerrahi Akademisi öğrencileri parka akın ettiler. Kentin ileri gelenle­

rinden saygıdeğer bir hanım park yönetimine yazılı başvuru­

da bulunarak, bu pek sık rastlanılmayan doğa olayının ço­

cuklarına gösterilmesi, eğer mümkünse bu işin gençler için eğitici, öğretici dersler çıkaracak açıklamalarla yapılması is­

teğinde bulundu.

Bütün bu söylentiler, sosyete toplantılarında şık hanımla­

rı güldürmeyi iş edinmiş, ama son zamanlarda konu sıkıntı­

sı çekmeye başlayan sosyete züppelerini pek sevindirdi. Bir tek, saygıdeğer; iyi niyetli küçük bir grup İnsan hoş karşıla­

madı olup bitenleri. Ağırbaşlı bir bey öfkeyle, böylesine üs­

tün başarılarla dolu aydın bir yüzyılda bu türden saçmalık­

ların nasıl olup da yayılabildiğini ve hükümetin olup biten­

lere nasıl seyirci kaldığını anlayamadığını söylüyordu. Gö­

rüldüğü kadarıyla bu bay hükümetin her işe karışmasını, hatta evinde karısıyla yaptığı gündelik kavgalara bile el koy­

masını isteyenlerdendi. Derken bir başka . . . Ama işte burada olaylar yeniden kalın bir giz perdesine bürünüyor!

m

Dünyada ne saçmalıklar oluyor! Bazen her şey gerçekdı­

şıymış gibi geliyor insana. Kentte 3. dereceden bir memur gi­

bi dolaşan ve bunca gürültüye neden olan burun hazretleri­

nin, bir gün yeniden Binbaşı Kovalev'in iki yanağı arasında­

ki eski yerinde bitivermisine ne buyrulur? Nisan'ın ?'siydi, uyanıp gözleri tesadüfen aynaya ilişen binbaşı ne görsün:

Burnu! Elini götürüp dokundu: Evet, resmen burundu bu!

"Ahha!" dedi sevinç içinde. Az kalsın yalına yak odanın or­

tasına fırlayıp sevinçten dans edecekti ki, İvan girdi içeri. Yü­

zünü yıkaması için su getirmesini söyledi İvan'a; yıkanırken bir kez daha baktı aynaya: Burun! Havluyla yüzünü kuru­

larken yeniden yokladı: Evet, burun!

"Baksana İvan, sanırım bir sivilce çıkmış

burnum-72

Burun

da! " dedi; bir yhndan da İvan'ın, "Hayır efendim, bur­

nunuzun üzerinde sivilce falan yok, çünkü burnunuz yok!" diyeceğinden korkuyordu. Ama İvan, "Hayır efendim, sivilce falan yok, tertemiz burnunuz! " dedi.

Binbaşı keyifle parmak şakırdatıp, "Harika ! " dedi,

"canı cehenneme sivilcenin! "

Bu sırada kapıdan berber İvan Yakovleviç'in başı uzandı; adam o kadar ürkekti ki, az önce ciğer aşırırken yakalanıp da dayak yemiş kedi gibiydi. Binbaşı onu gö­

rür görmez uzaktan:

"Önce söyle bakayım, ellerin temiz mi?" diye bağırdı,

"Temiz efendim. "

"Seni yalancı! "

"Vallahi temiz efendim."

"Bak, karışmam ha! "

Binbaşı bir koltuğa oturdu. İvan Yakovleviç çarçabuk binbaşının çenesinin altına bir beyaz örtü bağladı, fırça­

sını bolca köpürttü, bir anda Kovalev'in gür sakalı ve yü­

zünün bir bölümü zengin evlerinde verilen kremalı pas­

talara benzeyivermişti.

İvan Yakovleviç, işini yaparken bir yandan da binba­

şının burnuna kaçamak bakışlar fırlatıyor, "İşe bak!" di­

ye söyleniyordu. Bir ara başı yana eğip burna bir de yan­

dan baktı: "Olur şey değil! " Sonunda iki parmağıyla usulcacık burnu ucundan tutup kaldırmak istedi, böyley­

di sakal tıraşında yöntemi onun, "Sakın ha! " diye bağır­

dı binbaşı.

"Sakın ha! "

İvan Yakovleviç'in elleri iki yanma düştü; hayatında hiçbir zaman olmadığı kadar ürkmüş, şaşırmıştı. Burnun ucunu tutmadan tıraş edemezdi ki o. Yine de usturayı altçeneye dayadı, sonra da sert, pürüzlü baş parmağıyla binbaşının yüz derisini gerdire gerdire tıraşı tamamladı.

Tıraş işi bitince Kovalev çabucak giyindi, bir araba

çağır-Gogol