• Sonuç bulunamadı

liğinden oluşmuş, üzerinde iğreti durmayan, doğal bir uyum

luluk içindeydi her şeyi. Çevresini kuşatanlar(l hem bakıyor, hem de bakmıyordu,

uzun

güzel kirpiklerini umursamazca

1 8

Neva Bulvarı

aşağı indirerek başını yana eğdiğinde, hafifçe gölgelenen ha­

rikulade güzel alnı ve yüzünün göz kamaştıran beyazlığı büs­

bütün dikkat çekici oluyordu.

Orica insan arasından kadını daha iyi görebilmek için Piskarev büyük çaba harcıyordu ama tersliğe bakın ki, es­

meı; kıvırcık saçlı kocaman bir kafa önünü duvar gibi kapa­

tıyordu. Bu arada kalabalık arkadan kendisini öyle bir sıkış­

tırdı ki, hemen önündeki yüksek dereceli bir devlet memuru­

nu da kendisi sıkıştırmaktan korkarak olduğu yerde çakılıp kaldı. Derken, birde ne görsün: Ta önlere kadıtr gelmemiş mi? Kadına görünmeden önce üstünü başını düzeltmek için giysilerine bir göz attı ... ve gözlerine inanamadı: Tanrım, bu da neydi böyle! Her yanı boya bulaşığı bir giysi vardı üzerin­

de. Evden aceleyle çıkarken üzerine doğru dürüst bir şey ge­

çirmeyi unutmuştu. Bir anda yüzü kıpkırmızı kesildi, başını utançla önüne eğdi ve ordan bir an önce uzaklaşmak istedi ...

Ama bu olanaksızdı, üzerlerinde parlak üniformalarıyla genç saray görevlileri arkasını bir duvar gibi kapatmışlardı.

Güzel alınlı, güzel kirpikli, güzeller güzelinden ne yapıp edip hemen uzaklaşmalıydı. Kadının kendisine bakıp bakmadığı­

nı anlamak için korkuyla gözlerini kaldırdı ki ... o da nesi?

Tam karşısındaydı kadın! Ama bu ... ama bu ... "Bu o!" diye bağırdı, nerdeyse var gücüyle. Gerçekten de Neva Bulva -rı'nda karşılaştığı, evine dek izlediği kadındı bu ...

Bu arada kadın uzun kirpiklerini kaldırdı ve apaydınlık bakışlarla çevresini süzdü. Soluğu tıkanır gibi olan Piskarev ancak:

"Tanrımmm! Bu ne güzellik!" diyebildi. Kadın kendisi­

nin dikkatini çekmek için inanılmaz bir çaba içinde olan yı­

ğınla insan üzerinde yorgun, ilgisiz bakışlarını şöyle bir do­

laştırdıktan sonra, birden Piskarev'le göz göze geldi. "Tan­

rım, bu ne ilahi güzellik, yalvarırım güç veı; güç ver bana, da­

yanabilmem için! Yoksa paramparça olurum, sığamam se -nin bu yeryüzüne ... " Bu arada kadın öyle bir işaret verdi ki,

Gogol

Piskarev her şeyi anladı. Ne elini kullanmış, ne başını oynat­

mıştı işaret verirken, yalnızca o tahrip gücü çok yüksek göz­

lerinde kimselerin fark edemeyeceği belli belirsiz bir ışık çak­

mıştı. Yalnızca kendisinin gördüğü bu ışığın anlamını hemen anlamıştı Piskarev.

Dans uzadıkça uzuyordu. Yorulmuşçasına ağır tempolar­

da dolaşan müzik tam bitecekmiş sanıldığı anda yeniden yükseliyor; tiz perdelere ulaşıyordu. Ama işte sonunda o da bitti! Kadın oturdu. Göğsü hafif hafif inip kalkıyordu. Eli ("Tanrım! El mi bu, şiir mi?") dizine düştü; havadan dokun­

muşçasına hafif, ince giysisinin eteğini toplayıp altına aldı;

müzikle soluk alıp veriyormuşçasına hafif hafif kımıldayan giysisinin soluk leylak rengi bembeyaz ellerine vurunca elle­

rin güzelliği büsbütün ortaya çıktı. Tanrım, bir tek kez şu el­

lere dokunabilseydi!.. Başka hiçbir şey istemezdi. Başka bir şey istemek mi? İstenecek başka her şey küstahlıktan başka ne olabilirdi?

Piskarev, kadının oturmakta olduğu sandalyenin hemen arkasında duruyor; ne konuşmaya, ne soluk almaya cesaret edebiliyordu.

"Sıkıldınız, değil mi?" dedi kadın sonunda. "Ben de sıkıl­

dım." Sonra uzun kirpiklerini indirerek ekledi: "Benden nef­

ret ediyorsunuz değil mi?"

Pusulayı büsbütün şaşıran Piskarev:

"Sizden nefret etmek mi? Ben? Sizden? .. " gibi bir şeyler mırıldanacak oldu; aslında kıvırcık saçlı genç bir subay es­

priler yaparak yanlarına gelmeseydi tutarsız, birbiriyle ilinti­

siz bir araba lafı ardı ardına sıralayabilirdi de. Gülerken düz­

gün sayılabilecek dişlerini pek hoş gösteriyor; her nüktesi Pis­

karev'in yüreğine çivi gibi saplanıyordu. Sonunda ordakiler­

den biri adama bir soru sorarak dikkatini başka yöne çekti de kurtuldular.

"Ne çekilmez şey!" dedi kadın, genç subayın ardından bakarak. Sonra göksel gözlerini Piskarev'e yöneltti:

"Sa-20

Neva Bulvarı

lonun öbür ucunda olacağım, az sonra siz de oraya gelse­

nize ... "

Kalabalık arasına süzülmesiyle gözden yinnesi bir oldu.

Deliye dönen Piskarev önüne geleni iteleyerek bir anda salo­

nun öbür ucuna ulaştı.

İşte, o! Kimselerin olamayacağı denli güzel, kusursuz, bir prenses gibi oracıkta oturuyor, bakışlarıyla onu arıyordu.

"Ah, gelmişsiniz bile!" dedi fısıldar gibi. "Bakın, size her şeyi açıklayacağım. Beni izleyerek geldiğiniz o ev, sizi kuşku­

suz şaşırnnıştır ... Benim de oradaki aşağılık kadınlardan bi­

ri olduğumu düşündünüz belki... Davranışlarım, oradaki varlığım size anlaşılmaz geldi ... Bakın ... kimseye söylemeye­

ceğinize söz verirseniz eğer, size bir gizimi açacağım."

"Söz! Söz! Söz!"

Ama bu sırada hayli yaşlı bir adam kadına yaklaştı, elini tutup Piskarev'in anlamadığı bir dilde kadınla bir şeyler ko­

nuştu. Kadın, yalvaran bakışlarla Piskarev'e bakarak, kendi­

si dönene dek oradan bir yere kıpırdamamasını istediyse de, Piskarev bu anda hiç kimsenin, hana onun bile emirlerini dinleyecek durumda değildi. Bu yüzden de hiç zaman yitir­

meden kadının ardından yürümeye başladı, ancak kalaba­

lıktan araya girenler olduğu için birbirlerinden epey ayrı düş­

tüler, o kadar ki, kadının o tatlı leylak rengi giysisini bile se­

çemiyordu artık. Önüne geleni ite kaka, kaygılı bir şekilde odadan odaya dolaşmaya başladı. Hemen bütün odalardaki oyun masaları başında, kerliferli adamlar ölüm sessizliği içinde oturuyorlardı. Bir köşede birkaç yaşlı, askerlik mesle­

ğinin sivil mesleklere olan üstünlüğü üzerine konuşuyorlar­

dı; bir başka köşede ise, son derece şık fraklar içindeki bazı baylar, çalışkan bir ozanın cilt cilt yapıtları üzerine dam üs­

tünde saksağan görüşler öne sürüyorlardı. Dış görünüşü ala­

bildiğine saygın, yaşlıca bir adam Piskarev'in ceketinin düğ­

mesinden tutarak doğruluğu su götürmez görüşlerini ona zorla dinletmek istedi, ama adamın boynundaki çok önemli

21

Gogol

nişanın bile farkına varmayan Piskarev adamı kabaca iterek koşarcasına bitişik odaya geçti, ancak kadın orada da yok­

tu. O odanın yanındaki odada da yoktu. "Nerde o, nerde?

Onsuz yaşayamam ben! Bulun onu bana . . . bana bir şey söy -leyecekti . . . bir şey söy-leyecekti!" Tüm aramaları sonuçsuz­

du. Yorgun, kaygılı, bir köşeye çekildi, duvara yaslanıp kar­

şısındaki kalabalığı izlemeye başladı ... İzlerken izlerken, yor­

gun gözlerinin önünde belirsiz birtakım görüntüler canlan­

dı ... Derken bu görüntüler belirgin bir şekilde evinin duvar­

ları oldu . . . Gözlerini kaldırdı . . . Yana yana dibini bulmuş şamdanda mumun alevi titriyordu; mumun hemen tümü eri­

miş, şamdandan masanın üzerine akmıştı.

Demek uyuyup kalmıştı ve düştü tüm bu gördükleri! Ne düştü ama! Ah, niçin uyanmıştı sanki? Bir dakikacık daha uyusa olmaz mıydı, belki yine görebilirdi onu? Penceresinde iç karartıcı, kör bir ışık vardı. Odası hep öyle dağınık, düzen­

sizdi. Ah, ne kadar iğrençti şu gerçeklik denen şey! Düşlere neden hiç uymuyordu sanki? Çarçabuk soyunup yatağa yat­

tı, yitip giden o güzel düş bir anlığına olsun döner umuduy­

la yorganına sarındı. Düş, gerçekten de, dönmekte gecikme­

di, ancak bu hiç de onun görmek istediği düş değildi. Birbi­

rinden saçma hayaller beliriyordu gözünün önünde: Ya ağ­

zında piposuyla Teğmen Pirogov, ya

güzel

sanatlar akademi­

sinin bekçisi, ya tanıdığı bir müsteşar, ya da bir zamanlar res­

mini yaptığı bir köylü kadının başı . . .

Uyuyabilme umuduyla öğleye kadar yattı yatağında, ama ne uyuyabildi, ne de o düşü görebildi. Ah, onun o hari­

ka yüz çizgilerini, puslu kar parlaklığındaki çıplak kollarını bir an olsun göremez miydi . . . ve yeğni, yüzercesine

yürüyü

­ şünün o hafif rüzgarını tek bir defacık daha olsun, duyamaz mıydı?

O kutsal düşten başka her şeyi unutmuş, her şeyden el çekmiş, yıkılmış, umutsuz, umarsız oturup duruyordu oda­

sında. Yerinden kımıldamayı bile düşünmüyor, kayıtsız,

ya-22

Neva Bulvarı

·

şam ışıltısından. yoksun bakışlarla arka avluya bakan pence­

reden dışarıyı izliyordu: Avluda, sopasına asılı kaplardan